Hz. İsa Kimdir? Doğumu, Hayatı, İlgili Ayetler

Hz. İsa Kimdir? Doğumu, Hayatı, İlgili Ayetler
HZ.İSA ALEYHİSSELAM KİMDİR? DOĞUMU, HAYATI, İLGİLİ AYETLER

"Hani melekler, dediler ki: "Meryem, doğrusu Allah Kendinden bir kelimeyi sana müjdelemektedir. Onun adı Meryem oğlu İsa Mesih'tir. O, dünyada ve ahirette 'seçkin, onurlu, saygındır' ve (Allah'a) yakın kılınanlardandır." Al-i İmran 45

İsa aleyhisselâm, Hazreti Meryem’in oğludur. Onun doğuşu büyük mucize olmuştur. Yahudiler bunu anlayamadılar. Kötü zanna düşerek Hazreti Meryem’i cezalandırmak istediler. Fakat Hazreti İsa daha beşikte yatan bir çocuk iken, Yüce Allah’ın kudreti ile konuşmaya başladı:

“Ben, Allah’ın kuluyum, bana kitab verdi, bana peygamberlik verdi. Beni, her nerede bulunursam bulunayım, mübarek kıldı.” dedi, bu mucizeyi gören Yahudiler, Hazreti Meryem’i cezalandırmaktan el çektiler.

Rivayete göre Hazreti İsa, Beyt-i Makdis’e birkaç kilometre uzaklıkta bulunan “Beyt-i Lahm” köyünde, aralık ayının yirmi dördüne rastlayan çarşamba gecesi doğmuştur.

Hazreti Meryem, kocaya varmamış olan ve melekler kadar temiz ve iffetli bir halde bulunan bir hal içinde yaşarken, sadece Allah’ın kudreti ile İsa’ya gebe kalmıştı. Kur’an-ı Kerim bunu açıkça beyan buyurmaktadır. Bütün Müslümanlar bu inancı taşımaktadır. Yüce Allah’ımızın büyük kudretini düşünenler, O’nun nice mucizeler gösterdiğini hatırlayanlar, Hazreti Adem’in anasız-babasız yaratıldığını düşünenler, artık Hazreti İsa’nın bu yaratılışını uzak görmezler. Bunu hiçbir zaman inkâr edemezler. Hazreti İsa’nın böyle bir mucize olarak yaratılışını inkâr etmek, Kur’an-ı Kerim’in şahitliğini yalanlamak demektir. Bunu ise, hiçbir mümin yapamaz; çünkü imandan çıkmış olur.
Hazreti İsa’nın öyle babasız yaratılmış olduğunu inkâr etmek, Yüce Allah’ın kudretini hudutlandırmak, Kur’an’ın açık ifadesini değiştirmek, milyonlarca Müslümanın asırlardan beri devam eden gerçek inancını bozmak demektir ki, böyle yanlış bir düşünceden Yüce Allah’a sığınırız.

İsa aleyhisselâm otuz yaşına erince, mübarek Incil’e ve peygamberlik görevine kavuştu. Yahudileri doğru yola çağırdı, kendilerine güzel öğütler verdi. Onlara büyük mucizeler gösterdi.
Fakat kendisine pek az insan iman etmişti. On lara “Havariler” denilir. Rivayete göre bunlar on iiy kişiden ibaretti.

Hazreti İsa, bir süre annesi ile beraber Ürdün’e bağlı “Naşire” köyünde oturdu. Bundan dolayı kendisine bağlı olanlara “Nasara” ve dinlerine de “Nasraniyet” denilmiştir. Bu böyle rivayet edilmektedir.

Yahudiler nihayet Hazreti İsa’yı öldürmeye karar verdiler. Ona benzettikleri bir adamı tutup Kudüs’te darağacına astılar. İsa aleyhisselâm ise, Allah’ın emri ve kudreti ile göğe yükseltildi. Orada melek şekline büründü. Kendisine “Ruhullah” denir. Babasız olarak bir kudret ilhamı ile meydana gelmiş olduğu için bu seçkin ünvana sahip olmuştur.

Nasara’nın inançlarına göre, Hazreti İsa, İskender’in Babil’e üstün gelmesinden üç yüz altmış sene sonra doğmuştur. Hazreti İsa doğduğunda annesi Meryem henüz on üç-on beş veya yirmi yaşında bulunuyordu. Hazreti İsa otuz yaşında peygamber olmuş, doğduğundan otuz iki sene sonra göğe kaldırılmıştır. Hazreti Meryem de bundan sonra altı yıl daha yaşamıştır. Hazreti İsa’yı öldürmek isteyen Yahudiler, sonradan cezalarını çektiler.

Şöyle ki: Romalılar Kudüs şehrini ele geçirerek Beyt-i Makdis’i yıktılar, kitaplan yaktılar. Yahudilerin bir kısmını öldürdüler, bir kısmını da esir ettiler. Bunun sonunda ne gerçek Musevilikten, ne de gerçek İsevilikten eser kalmadı.

Gerçekten Hazreti Musa dini gibi, Hazreti İsa’nın dini de asıl halini yitirmiş, hiç de yeryüzüne yayılamamıştır.

Şu da bir gerçek ki, Hazreti İsa’nın vasiyeti üzerine Havarilerden bazıları öteye beriye dağılıp Hazreti İsa’nın dinini yaymaya çalıştılar. Fakat o zaman dünyanın her tarafı cehalet, küfür ve şirk içinde kalmış bulunuyordu.

Yahudilerle putperest olan Romalılar da, Hazreti İsa’ya bağlı olanların azılı düşmanları idiler. İsa dinini kabul edenler, dinlerini gizliyor, gizlice ibâdet ediyorlardı. Bundan dolayı Nasraniyet üç yüz sene kadar genişleyemedi. Bu süre içinde de asıl özelliğini yitirmiş, ilâhî bir din olmaktan çıkmıştı.

Yahudiler, Hazreti İsa dinine karşı açık bir düşman kesilmişlerdi. Fakat ne olursa olsun, din duygusu yaratılışta vardır. Bundan kalpleri büsbütün yoksun bırakacak bir kuvvet yoktur.

Romalılar görünüşte üstün bir durumda iken Hazreti İsa dinine manen yenildiler. Söndürmek iste] dikleri bir dini parlatmaya hizmet ettiler. Ancak gerçek bir din yerine, onun adını taşıyan, Hristiyanlık da denilen aslını yitirmiş ve değiştirilmiş bir din yerleşmiş oldu. Roma İmparatoru Konstantin, Hazreti İsa’nın doğuşundan üç yüz on sene sonra, siyasi bir maksada dayanarak Hazreti İsa’ya nisbet edilmiş olan muharref dini kabul etti. Bayraklarına haç işareti koydu. Yenilen ordusuna güç kazandırmak istedi. Hristiyanlığın yayılması için de birçok gayretler gösterdi.

Konstantin, eski Bizans kasabasının bulunduğu yerde Konstantiniye (İstanbul) şehrini kurdu. Hükümet merkezini de, Roma’dan buraya nakletmişti. Bu tarihe kadar mukaddes İncil’in asıl nüshaları kaybolmuş, İncil adında birçok risaleler ve tarih kitapları yazılmıştı. Bundan dolayı Hristiyanlar arasında pek çok ayrılık vardı. Konstantin’in emri ile “İznik” şehrinde bir din meclisi toplandı. Bu meclisin binden fazla üyesi vardı. Birçoğu birbirinin dilini anlamıyordu. Yüzlerce risale ve kitaplardan yalnızca dördü, hem de üyelerinin sadece bir kısmı tarafından seçilerek, İncil adı sadece bunlara verildi.

Roma İmparatorluğu daha sonra, doğu ve batı imparatorluğu adıyla ikiye ayrılmıştır. Bu devletler birbirini kıskanıyordu. Nihayet mezhep bakımından da ikiye bölündüler. Roma’da Rimpapa’ya bağlı kalanlara “Katolik” denildi. İstanbul Patriğine bağlı kalanlara da “Ortodoks” denildi. Daha sonra, bir de “Protestanlık” ortaya çıkmıştır. Buna göre, bugün Hazreti İsa’ya bağlı olanların başlıca mezhepleri üçtür. Bunların da birtakım dalları vardır.

Sonuç: İsa aleyhisselâmın bildirmiş olduğu “Tevhid” inancına dayanan bir din, sonradan aslını yitirmiş, şekilden şekile girmiştir. Bu dine bağlı olanlar, Hazreti İsa’ya ve diğer yaratıklara uluhiyet makamı vermişler, mabedlerini resim ve haçlarla doldurmuşlar, böylece müşriklerin mabedlerine benzer bir hale getirmişlerdir.

Milattan itibaren altı asır geçmiş, cihanın her tarafı cehalet ve sapıklık içinde kalmıştı.
Gerek Roma Hükümeti, gerek İran’daki Sasaniyan devleti, ahlak bozukluğu yüzünden çökmeye yüz tutmuştu.

Bütün milletler arasında dinsizlik ve ahlaksızlık başta geliyordu. Bu bir fetret (boşluk) devri idi.
Artık dünyayı hak ve hakikate çağırmak, dünyayı düzeltmek için, en büyük ve en son peygamberin gelmesine ihtiyaç vardı.

Bunun üzerine Yüce Allah beşeriyete ihsanda bulunarak, onlara en büyük peygamberi ve peygamberlerin sonuncusu Hazreti Muhammed Mustafa (sallallâhü aleyhi ve sellem) Efendimizi gönderdi.

Artık insanlık ufuklarını yeni bir hidayet nuru, o ana kadar görülmemiş bir azamet ve letafetle aydınlatmaya başlamış oldu.

Hakkın en parlak nuru ortaya çıktı;

Doğdu Kur’an güneşi, karanlık gece bitti...
Daha yeni Daha eski