Ömrünün 20 seneye yakın bir zamanını Resûl-i Ekrem’in (a.s.m.) çok yakınında geçiren ve onun ahlakıyla ahlaklanan kahraman bir sahabi de Üsâme bin Zeyd’dir (r.a.).
Babası, Peygamberimizin azatlı kölesi ve vefakâr hizmetçisi Zeyd bin Hârise, annesi ise Resûlullah’ın mübarek evlatlarının mürebbiyesi Ümmü Eymen’dir (r.a.). Bu itibarla Hz. Üsâme, Resûlullah’ın hususi şefkat, himaye ve terbiyesine mazhar olmuş, çocukluğunu Yüce Peygamber’in dizi dibinde geçirmişti.
Üsâme, Resûl-i Ekrem’in birçok iltifatına nail olmuştu. Bir lakabı da “Hubbî” idi. Peygamber Efendimiz onu çok sevdiği için ona bu lakap verilmişti.
Doğrudan doğruya kutsi İslam beşiğinde dünyaya gelmiş olan Hz. Üsâme’nin temiz ruhu küfür, şirk, cehalet ve fesat pislikleriyle kararmamıştı. Bu durum onun, Resûlullah’ın yüksek ahlakını benimseyip yaşaması ve daha sonraki nesillere aktarması için güzel bir zemin olmuştu. [1]
Kabiliyet ve dirayeti sayesinde çok küçük yaşta savaşlara katılmaya başladı. Hicret’in 8. senesinde teşkil edilen Harka Seriyyesi kumandanlığına getirildiği sırada ancak 14-15 yaşlarında bulunuyordu. Mekke’nin Fethi’ne ve ondan sonra yapılan bütün savaşlara katıldı.
Onun adından en çok söz edilen hadise, Peygamber Efendimizin vefat hastalığı sırasında bizzat Resûlullah tarafından tayin edildiği seriyye kumandanlığıdır. Resûlullah (a.s.m.), Hz. Üsâme’yi çağırmış, Übnâ ahalisine bir baskın yapmasını emretmiş ve “Haydi, Allah’ın adıyla yürü!” diyerek hemen hareket etmesini söylemişti. Büyük sancağı da Büreyde bin Husayb’a (r.a.) vererek Hz. Üsâme’nin evinin önüne dikmesini emretmişlerdi. Bu hareket onun Resûl-i Ekrem tarafından kumandan tayin edildiğinin bir işareti oluyordu. Başta Hz. Ömer, Sa’d bin Ebî Vakkas, Katâde bin Nûman olmak üzere, Ensâr ve Muhacirîn’den birçok sahabi de Hz. Üsâme’nin emri altında sefere çıkmak üzere katılmışlardı. Hz. Üsâme bu sırada ancak 20 yaşında bulunuyordu.
Resûlullah bu tayiniyle, sadece yaşça küçük ve fakat dirayetli bir kimseyi kumandan yaparak Hz. Ömer gibi birçok büyük sahabinin onun emri altına girmesinde hiçbir mahzur olmadığına dikkat çekmekle kalmamış, azatlı bir köle çocuğunun birçok asil kimseye kumandan olabileceğini de ortaya koymuş oluyordu. Bu tayin, büyüklüğün yaşta, soy sopta değil, iman, şuur, dirayet ve kifayette bulunduğunun bir ifadesi oluyordu.
Ancak cehalet devri âdet ve düşüncelerini tamamen atamamış bazı kimseler, “Bir çocuk, Muhacirlerin ve Ensar’ın kumandanı tayin ediliyor!” diyerek dedikodu yapmaktan geri kalmamışlardı. Bu dedikoduları işiten Hz. Ömer, gereken cevabı vermekle birlikte, durumu da hemen Resûlullah’a bildirdi. Resûlullah bunun üzerine minbere çıkarak şöyle konuştu:
“Ey insanlar! Üsâme bin Zeyd’in kumandanlığına karşı çıkıyorsunuz. Siz bundan evvel de onun babası Zeyd’in kumandanlığına dil uzatmıştınız! Allah’a yemin ederim ki, o bu işe layıktı. Allah’a yemin ederim ki, o, insanlar arasında benim en çok sevdiğim birisiydi. Allah’a yemin ederim ki, Üsâme bin Zeyd de kumandanlığa layıktır. Allah’a yemin ederim ki, o, babasından sonra benim insanlar arasında en çok sevdiğim birisidir. Şimdi onu size tavsiye ediyorum; çünkü o, sizin salih olanlarınızdandır.” [2]
Daha sonra, Hz. Üsâme ile sefere çıkacak Müslümanlar, aralarında Hz. Ömer de bulunduğu hâlde Resûlullah’a veda etmeye gelmişlerdi. Resûlullah Efendimiz gelenlere, “Üsâme’yi göndermeyi ihmal etmeyin. Üsâme mutlaka sefere katılsın.” buyurmuştu. Daha sonra Hz. Üsâme’nin annesi Ümmü Eymen de Resûlullah’a gelerek, Hz. Üsâme’nin biraz daha kuvvetlendikten sonra savaşa gitmesini emir buyurmalarını rica etmişse de, Resûlullah onun mutlaka savaşa gitmesini emretti.
Hz. Üsâme’nin kumandasında savaşa gidecek olanlar karargâhlarına döndüler ve hazırlıklarını hızlandırmaya başladılar. Ancak o gece Resûlullah’ın hastalığı iyice artmıştı. Hz. Üsâme tekrar Resûlullah’ı ziyarete geldi. Peygamber Efendimiz çok hasta ve baygın vaziyette idi. Hz. Üsâme gözyaşları içerisinde Yüce Peygamber’inin ellerine doğru eğildi ve öptü. Bu sırada Resûlullah ellerini semaya doğru kaldırmış ve Hz. Üsâme’ye dua eder gibiydi. O gece karargâhına dönen Hz. Üsâme, ertesi sabah tekrar ziyarete geldi. Resûlullah iyileşmişti. Hz. Üsâme’ye “Haydi Allah yardımcın olsun!” diye dua etti. Hz. Üsâme veda edip ayrıldı. Ancak ordusunun konakladığı Cürf mevkiinde tam hareket edecekleri sırada, bir haberci gelmiş ve Resûlullah’ın vefat ettiğini bildirmişti. Ordu tekrar Medine’ye döndü ve İki Cihan Serveri’nin fâni âleme veda edişini uğurladı.
Resûl-i Ekrem’in teçhiz ve tekfin işleriyle bizzat alakadar olan Hz. Üsâme, onun mübaret vücudunu kabre indirenlerden birisiydi. Cihan tarihi için bu hadise bambaşka bir insanlık tablosu idi. Son Peygamber’i, azatlı kölesinin oğlu, diğer yakınlarıyla birlikte kabrine yerleştiriyordu.
Resûlullah’ın vefatından sonra, “irtidat eden bedevi Araplar” meselesini öne sürerek Hz. Üsâme’nin kumandanlığına muhalefet edenlere karşı Hz. Ebû Bekir direnmiş ve “Resûl-i Ekrem’in kumandan tayin ettiği bir kimseyi ben nasıl azledebilirim?! Allah’a yemin ederim ki, kaplanların beni parçalayacağını bilsem, Resûlullah’ın emretmiş olduğu bir orduyu seferden geri koymam!” şeklinde cevap vermişti.
Hz. Üsâme, ordusunun başında düşmana karşı hareket etti. Muzaffer olarak Medine’ye döndü. Hz. Üsâme, Medine’ye dönerken kendilerini Ensar ve Muhacirlerden kalabalık bir cemaat büyük bir şevk ve heyecanla karşıladı. Hz. Üsâme doğruca camiye girip iki rekât namaz kıldı ve ondan sonra evine gitti. [3]
Resûlullah’ın Hz. Üsâme’yi çok sevdiğini bilen Hz. Ömer, daima onunla meşveret eder ve el üstünde tutardı. Bir gün tahsisat dağıtılmış ve kendi oğlu Abdullah’a 200 dirhem verildiği hâlde, Üsâme bin Zeyd’e 500 dirhem verilmişti. Abdullah bin Ömer, bunun niçin böyle olduğunu bir serzenişle babasına sordu. Hz. Ömer’in cevabı şu oldu
“Evladım, Resûl-i Ekrem, Üsâme’yi senden, babasını da senin babandan daha çok severdi.” [4]
Hz. Üsâme annesine ve babasına çok bağlıydı. Babasının vefatından sonra daima onun için kurban keserdi. Hz. Osman zamanında bir hayli hurma ağacı vardı. Bu ağaçların bütün mahsulünü yoksullara bağışladı. “Bütün servetini niçin yoksullara bağışladığı”nı soranlara da “Annem ağaçlardan daha kıymetlidir!” diye cevap verirdi.
Hicret’in 54. yılında 60 yaşındayken vefat eden Hz. Üsâme, Peygamberimizden birkaç tane de hadis rivayet etmiştir. Bunlardan ikisinin meali şöyledir:
“Her kime bir iyilik yapılır, o da yapan kimseye ‘Allah seni hayırla mükâfatlandırsın!’ derse, onun için en güzel duayı yapmış olur.” [5]
“Kıyamet günü bazı kimseler getirilip cehenneme atılır. Orada bağırsakları çıkarılan adam, eşeğin değirmenin çevresinde döndüğü gibi bağırsağın etrafında döndürülür. Cehennemlikler onun etrafında toplanıp, ‘Ey filan, sana ne oldu böyle? Sen dünyadayken iyiliği tavsiye edip kötülükten sakındırmaz mıydın?’ derler. O da ‘Evet.’ der. ‘Ben iyilikleri tavsiye ederdim, fakat kendim yapmazdım! Kötülüklerden sakındırırdım, fakat kendim uymazdım!’ diye cevap verir.” [6]
[1]Tabakât, 4: 61.
[3]Asr-ı Saadet, 3: 218.
[4]Üsdü’l-Gàbe, 1: 65.
[5]Tirmizî, Birr: 87.
[6]Müslim, Zühd: 51; Müsned, 5: 205.