Zümer Suresi Tefsiri

Zümer Suresi Tefsiri

KURAN’I KERİM TEFSİRİ

ÖMER NASUHİ BİLMEN

Zümer Suresi Tefsiri, Türkçe Meali ve Açıklaması


Bismillâhirrahmânirrahîm

Bu mübârek Sûre, Mekke-i Mükerreme’de nâzil olmuştur. Yalnız (53, 54, ve 55)’inci âyetlerinin Medine-i Münevvere’de nâzil olduğunu savunanlar da vardır. Yetmişbeş âyeti kerimeyi içermektedir. Cennet ehli ile cehennem ehlinin hakkı kabul edenler ile etmeyenlerin guruplar hâlinde cennete ve cehenneme sevkedileceklerini beyan buyurduğu için kendisine “Zümer Sûresi” adı verilmiştir. Bununla beraber cennet ehlinin gurfelerde = köşklerde ikamet edeceğini müjdelediği için kendisine “Guref sûresi” ismi de verilmiştir. Bu sure-i celîle, Sâd sûresinin nihayetini, onun işaret ettiği Kur’an-ı Kerim’i ve dünya ve ahiret itibariyle yaratıkların hallerini bir nev’i izah mesabesindedir. Başlıca içeriği şunlardır:

(1): Kur’an-ı Kerim’in nasıl bir hidayet vesilesi olduğu.

(2): Allah Teâlâ’ya itaat edenler ile etmeyenlerin hâlleri ve âkibetleri.

(3): Kur’an-ı Kerim’i kabul etmeyip de redde cür’et edenlerin nasıl bir felâkete maruz kalacakları.

(4): Kusurlarından dolayı pişmanlıkta bulunarak tevbekâr olanların ilâhi affa kavuşmaları.

(5): Kıyamet gününün durumunu beyan etmek ve müminlerin cennetlere sevkini müjdelemek, kâfirlerin de cehenneme sevkedileceklerini ihtar etmek.

(6): Meleklerin Allah’ın arşı etrafında tesbih ile hamd ile meşgul olacaklarını beyan etmek.

1. Bu kitabın indirilişi, aziz, hakim olanAllah’tandır.

1. Bu mübârek âyetler, Kur’an-ı Kerim’in yüceliğini ve inişindeki hikmeti bildiriyor. Sad ve hakiki dinin, Allah’ın dininden ibaret olduğunu, Cenab-ı Haktan başkasına tapanların yalancı, nankör, ilâhi kahra lâyık kimseler bulunduklarını ihtar buyuruyor. Alemin Yaratıcısının çocuk edinmekten uzak olduğunu beyan buyurmaktadır. Şöyle ki: Bu (Kitabın) yani: Kur’an-ı Kerim’in (indirilişi) Cibril-i Emin vasıtasiyle Son peygambere tebliğ buyurulması (azîz) mülkünde galip, kâdir ve (hâkim) yarattığı şeyler birer hikmet ve menfaata dayanan (Allah’tandır) bütün mükemmel sıfatlarla vasıflanmış olan o Yüce Mâbud’un mukaddes ilâhi vahyinin neticesidir.

2. Şüphe yok ki, biz sana kitabı hak olarak indirdik. O halde sen de dini Allah’a has kılarak ihlas ile ibadet eyle.

2. Evet.. O kerem sahibi mâbud, buyuruyor ki: Ey mahlûkatın en şereflisi!. (Şüphe yok ki, biz sana kitabı) Her hayrı içeren, her fenalığa mâni ve bütün insanlık için bir hidayet rehberi olan Kur’an-ı Kerim’i (hak olarak indirdik) o kitap, hakka, hakikate tamamen uygundur, onun Allah’ın birliğine, peygamberliğine, ahirete, kulluk vazilelerine ait bütün beyanları birer hakikattir, onları kabul etmek, onlara göre hayatı tanzim eylemek bir dinî vazifedir. (O hâlde Allah’a dinî) İslâm dinini (onun için) o Yüce Mâbud’a ait olmak üzere (samimi) bir şekilde (tahsis ederek ibadet eyle) Kur’an-ı Kerim’in izahları doğrultusunda Allah’ı birlemeye ve kutsamaya devam et.

3. İyi biliniz ki, halis din yalnız Allah’a mahsustur. Ve o kimseler ki, ondan başkasını dost edindiler, onlara ibadet etmeyiz, ancak bizi Allah’a yaklaştırsınlar diye ibadet ederiz derler şüphe yok ki, Allah, onların kendisinde ihtilafa düştükleri şeyler hakkında hüküm verecektir. Muhakak ki, Allah, yalancı, nankörlüğe düşkün olan kimseyi hidayeteerdirmez.

3. Evet.. Ey insanlar!. Uyanınız, (İyi biliniz ki, hâlis din Allah’a mahsustur) hakiki, Allah’ın rızasına uygun, şirk ve riya şüphesinden uzak olan din, Allah Teâlâ’nın kabul buyurmuş olduğu İslâm dinidir, o tevhid dinidir. Binaenaleyh ondan başka hakiki bir din yoktur ve o ezeli mabûddan başka ibadet ve itaate lâyık bir yaratıcı mevcut değildir. İlahlık sıfatlarında tek olan, ancak O’dur. (ve o kimseler ki) Bu hakikatten gafil bulunurlar da (O’ndan başkasını) o ortak ve benzerden uzak olan Allah Teâlâ’dan başkasını da kendilerine (dost edindiler) kendileri için birer mâbut tanıdılar, melekler gibi, Hz. İsa ve Hz. Üzeyr gibi kulları ve putlar gibi âciz şeylere birer mâbudluk isnâd ederek onlara da tapınmakta bulundular ve kendilerinin bu müşrikce hareketlerini doğru göstermek için de biz (onlara ibadet etmeyiz) o mahlûkları mâbut edinmiş olmayız (Ancak bizi Allah’a yaklaştırsınlar) bize şefaat eylesinler (için) onlara ibadette bulunuruz derler, böyle pek cahilce bir mâzeret ileri sürerler, bir takım heykellerden fâide beklerler. Cenab-ı Hak’da onların bu pek yanlış düşüncelerini şöylece red ediyor: (Şüphe yok ki, Allah onların arasında) O müşrikler ile onları tevhid dinine dâvet eden müslümanlar arasında (onların kendisinde ihtilâfa düştükleri şeyler hakkında) herbirinin tercih etmiş olduğu itikat esaslarına, dinî meselelere dair (hükmedecektir.) kıyamet gününde bu ilâhi hüküm tecelli edecektir. Samimi kullarını mükâfatlara erdirecektir. Küfr ve şirk sahiplerini de ebedî olarak cezaya uğratacaktır. (Muhakkak ki: Allah ) Teâlâ (yalancı) olanı, bir takım yaratılmış şeylere mâbudluk isnâdında bulunanı, bir kısım cansız varlıklardan şefaat bekleyen kimseyi ve (nankörlüğe düşkün olanı) kendi yaratıcı ve rızıklandırıcısının birliğini inkâr ederek büyük bir küfr ve isyan içinde olan (kimseyi hidayeteerdirmez.) Öyle bir şahıs, kendi kötü iradesi yüzünden sapıklığa düşmüş, ebedî bir azabı hak etmiş olur.

4. Eğer Allah çocuk edinmek istese idi, elbette yarattığından dilediğini seçiverirdi. O bundan uzaktır, o tek ve kahhar olan Allah’tır.

4. O müşrikler, düşünmeli değil midirler ki, Allah Teâlâ evlat edinmekten uzaktır. Bütün mahlûkat, O’nun birer yaratılış eseridir, O’nun kutsal zatına denk, O’nunla aynı mahiyete sahip olabilirler mi ki, O’nun evladı olabilsinler?. Maamafih faraza (Eğer Allah çocuk edinmek istese idi) kendisi için evlât edinmeği, kastetseydi (elbette yarattığından dilediğini seçiverirdi) en mükemmelini kendisine evlât edinirdi, erkek evlât daha kıymetli görüldüğü halde onların dediklerine göre melekleri kendisine kız edinir miydi?. Hz. İsa ve Hz. Üzeyr gibi insan acziyetinden uzak olmayan zatlar da birer mahlûk olduğundan hiç O ezelî Yaratıcı için evlat olabilirler mi?. Velhâsıl (O) Yüce Yaratıcı (bundan uzaktır) kendisine evlat isnâd edilmesınden beridir, mukaddestir ve (O) Kâinatın Yaratıcısı (tek)dir. Mülkünde ortak ve benzerlerden uzaktır ve kahhar olan her yönüyle mükemmel, bütün mahlûkatına galip ve hâkim olan ancak o (Allah’tır) o bütün mükemmel sıfatlarıyla vasıflanmış, noksan sıfatlardan uzaktır. Bütün yaratmış olduğu şeyler, bu hakikate şahittir. Artık O’na nasıl evlat, ortak ve benzer isnât edilebilir?.

5. Gökleri ve yeri hak ile yarattı. Geceyi gündüzün üzerine sarar ve gündüzü de gecenin üzerine sarıverir ve güneşi ve ay’ı emri altına almıştır. Herbiri belirli bir zamana kadar akıp gider. Haberiniz olsun ki: Herşeye galip, çok bağışlayıcı olan, O’dur.

5. Bu mübârek âyetler, ortak ve benzerden ve evlat edinmekten münezzeh olan Allah Teâlâ’nın birliğine, kudret ve azametine şahitlik eden yaratılış eserlerine dikkattleriçekiyor. O Yüce Yaratıcının yaratıklarına ihtiyacı bulunmadığını, onların küfrlerine razı olmadığını ve şükreden kullarından ise razı olacağını beyan buyuruyor. Herkesin yalnız kendi amelinden mes’ul olacağını ve bütün kullarının hallerini bilen Yüce Yaratıcının mânevi huzuruna getirileceklerini ve kendi amellerinden haberdar edileceklerini ihtar buyurmaktadır. Şöyle ki: Alemin Yaratıcısı (Gökleri ve yer hak ile yarattı) bütün bu gök ve yeryüzü varlıkları, birer kudret eseridir, birer hikmet ve menfaati içermektedir, hepsi de hak ve sevap üzere bulunmaktadır, hiçbiri boş yere yaratılmamıştır. (geceyi gündüzün üzerine sarar) Güneşi batırarak geceyi meydana getirir (ve gündüzü de gecenin üzerine sarıverir) güneşin doğuşunu sağlayarak gecenin karanlığını giderir (ve güneşi ve ay’ı emri altına almıştır) onlar Allah’ın emirlerine boyun eğer, O’nun iradesi doğrultusunda harekette bulunurlar. (herbiri belirli bir zamana kadar akıp gider) Herbirinin belirli doğuş ve batış zamanı vardır, o zamanlar muhtazaman meydana gelir. Evet.. Ey insanlar!. haberiniz olsun ki) Uyanık bir kalp ile düşünüp anlayınız ki, (herşeye galip, çok bağışlayıcı olan, O’dur) o Yüce Yaratıcıdır. Bu kadar kudret eserlerini muntazam eserleri meydana getirmiş olan o kerim mâbud, elbette ki, herşeye kâdirdir. Ahiret âlemini meydana getirmeğe de yüce kudreti fazlasiyle kâfidir. Buna inancımız tamdır.

§ Tekvir; lügatte sarık, tülbend sarmak, birşeyin üzerini örtüp gizlemek demektir. Burada kastedilen mana, geceyi giderip yerini gündüz ile gündüzü giderip, yerini gece ile örtmektir.

6. Sizi bir tek kişiden yarattı, sonra ondan eşini meydana getirdi ve sizin için dört ayaklı hayvanlardan sekiz çift indirdi. Sizi annelerinizin karınlarında üç karanlık içine bir yaradılıştan sonra bir yaradılışla yaratıverir.İşte Rabbiniz olan Allah O’dur. Mülk O’nun içindir. Ondan başka ilâh yoktur. Artık nasıl döndürülüyorsunuz?

6. Evet.. Ey insanlar!. Bir kere düşününüz ki, o kudret sahibi Yaratıcı (Sizi bir tek kişiden yarattı) Adem Aleyhisselâm’ın zürriyeti olarak peyderpey meydana getirdi (sonra ondan eşini vücude getirdi) Hz. Ademin cinsinden olarak eşi Havva’yı halk etti (ve) Ey insanlar!. (sizin için) Menfaatlerinizi temin maksadından dolayı (dört ayaklı hayvanlardan sekiz çift indirdi) yani: Deve, sığır, koyun, ve keçi hayvanlarını erkek ve dişi olmak üzere sekiz gurup olarak sığır, koyun, ve keçi hayvanlarını erkek ve dişi olmak üzere sekiz gurup olarak varlık alanına getirdi, bunları insanların menfaatlerini temine vasıta kıldı. Ve ey insanlar!. (sizi) De (annelerinizin karınlarında üç karanlık içinde) yetiştirdi. Yani: Her insan çocuğunu, gelişip büyümesini temin için “oğlan yatağı” denilen ana rahminde ve “batn” denilen karın içinde “neşime” denilen ince deri arasında muhafaza etti. Ve yahut üç nevi pek ince perde içinde besledi. Evet.. Sizi ey insanlar!. O Kerem Sahibi Yaratıcı (bir yaradılıştan sonra bir yaradılışla yaratıverdi) yani: Her insanı kendi annesinin içerisinde evvela bir nutfeden ibaret kıldı, sonra o nutfeyi “alaka” denilen uymuş kan parçası hâline getirdi, daha sonra da “mudga” denilen bir et parçası şekline soktu, onu müteakip de et, kemik, sinirden ibaret bir insanî şekle erdirerek kendisine ruh ihsan buyurdu onu, yeni bir mahlûk olarak vücude getirmiş oldu. Ne kadar eşsiz bir kudret eseri!.. (işte Rabbiniz olan Allah, O’olur) Bütün bu yaratılış eserlerini meydana getiren o Yüce Yaratıcıdır. O’ndan başkası değildir. (mülk O’nun içindir) Dünyada ve ahirette her ne var ise, hepsi de o Kerem Sahibi Yaratıcının birer kudret eseridir, O’nun hâkimiyeti altında bulunmaktadır. (O’ndan başka ilâh yoktur) İbadete lâyık olan ancak O’dur (Artık nasıl döndilrülüyorsunuz?.) bu kadar çeşitli eserlero ezeli Yaratıcının birliğine, mabutluğuna birer açık delil iken artık nasıl oluyor da mâbutluk isnat ederek cür’et gösteriyorsunuz?.

7. Eğer küfre düşerseniz, şüphe yok ki, Allah size muhtaç değildir. Fakat kulları için küfre râzı olmaz ve eğer şükrederseniz onun için sizden râzı olur ve hiçbir günahkâr, başkasının günahını yüklenmez. Sonra dönüp gidişiniz, Rabbinizedir. Artık neler yaptığınızı size haber verir. Şüphe yok ki, O, kalplerde olanları tamamiyle bilendir.

7. Artık ey insanlar!. Bu kadar kuvvetli, parlak deliller mevcut iken bunlara rağmen siz (Eğer küfre düşerseniz) zararı size aittir (şüphe yok ki, Allah sizden müstâğnidir.) hiçbir mahlûkuna muhtaç değildir. O’na sizin kötü hareketiniz asla zarar veremez (Fakat) o kerim olan Yaratıcı (kulları için küfre razı olmaz) ona müsaade buyurmaz. Bu da kulları hakkında ilâhi bir merhametten dolayıdır, onlar için menfaati çekmek zararı def etmek hikmetine dayanmaktadır. Çünkü küfr, insanları zelil eder, mânevi hayattan mahrum ve azaba lâyık kılar (ve eğer) ey insanlar!. (şükr ederseniz) imân şeretine ulaşmanızı takdir ederek ondan dolayı Cenab-ı Hak’ka şükreder, üzerinize düşen şükür vazifesini yerine getirmeye çalışırsanız (onun için) o Kerem Sahibi Yaratıcı sizden (razı olur) çünki o şükr, sizin için dünyevî ve uhrevî saadete bir vesiledir (ve hiçbir günahkâr başkasının günâhını yüklenmez.) meselâ: Bir mümin, sebebiyet vermedikçe, razı olmadıkça başkasının günahından dolayı sorumlu bulunmaz. (sonra) Ey insanlar!. (dönüp gidişiniz Rab’binizedir) Ahirette Cenab-ı Hak’kın mânevi huzuruna varacaksınızdır. Dünyadaki amellerinizden dolayı muhasebeye, muhakemeye tâbi olacaksınızdır. (artık) O Yüce Yaratıcı, sizin dünyada iken (neler yaptığınızı) o ahiret âleminde (size haber verir) O’na hiçbir amel gizli kalmaz. Güzel amel sahiplerini sevabaerdirir, kötü amel sahiplerini de lâyık oldukları cezalara kavuşturur. (şüphe yok ki, O) hikmet sahibi Yaratıcı (kalplerde olanları da tamamiyle bilendir.) bütün kullarının kuruntularını, kalplerindeki düşüncelerini bilmektedir. Artık açıkca yaptıkları şeyleri de bilmez mi?. Elbette ki, o ilim sahibi Yaratıcıya karşı hiçbir şey gizlenemez, o halde insan daima uyanık bulunmalıdır, hakiki istikbâlini düşünmelidir, başına bir bela gelmeden evvel hak’ka yönelerek Allah’ın himayesıne sığınmalıdır kalbini temiz tutarak güzel amellere çalışmalıdır. Nitekim Sahih-i Müslim’deki bir hadis-i şerif şu meâldedir: “şüphe yok ki, Allah Teâlâ sizin suretlerinize ve mallarınıza bakmaz. Fakat muhakkak ki, sizin kalblerinize ve amellerinize bakar.”

8. Ve insana bir zarar dokunduğu zaman Rabbine yönelerek duada bulunur. Sonra ona Allah kendi tarafından bir nimet lûtfedince ona evvelce yapmış olduğu duayı unutur ve Allah için ortaklar koşmağa başlar, insanları O’nun yolundan sapıttırmak için. Deki: Küfrün ile biraz fâidelen, şüphe yok ki, sen cehennem ehlindensin.

8. Bu mübârek âyetler, müşriklerin çelişkili hareketlerini gösteriyor. Bir zarara uğrayınca Cenab-ı Hak’ka yalvarmaya mecbur olduklarını, o zarardan kurtulunca da putlara tapınmaya başladıklarını bildiriyor ve onların korkunç âkibetlerini ihtar buyuruyor. Böyle müşrik günahkâr kimselerin Allah’ı birleyen, ona ibadet ve itaatden zatlara eşit olamayacaklarını beyan buyurmaktadır. Şöyle ki: (Ve insana) yani: Putlara, herhangi bir mahlûka ibadet eden bir şahsa (bir zarar) hastalık gibi, ihtiyaç gibi bir çirkin gördüğü musibet (dokunduğu zaman) başkalarından ümidini keser (Rab’bine yönelerek duada bulunur.) o zararın bertaraf edilmesini o kerem sahibi rabbinden rica etmeğe başlar (sonra buna) bu insana Cenab-ı Hak (kenditarafından) bir şey karşılığında olmaksızın (bir nimet lutfedince ona) o kerem sahibi Rabbe (evvelce yapmış olduğu duayı unutur.) mübtela olmuş olduğu zararın Allah’ın lütfu ile bertaraf edilmiş olduğunu düşünmez. (Ve Allah için ortaklar koşmaya başlar) Yine bir takım âciz, yaratılmış şeylere tapınmaya, onlardan faide beklemeye cür’et eder, insanları (O’nun yolundan saptırmak için) öyle müşrikce bir harekette bulunur, bir takım kimseleri de kendisi gibi tevhid dininden, İslâmiyet yolundan mahrum bırakmaya çalışır durur. Resûlüm!. O gibi küfrüne hükmedilen şahsa (deki: Küfrün ile biraz fâidelen) ömrün nihayet buluncaya değin. Öyle müşrikce hareket (şüphe yok ki, sen cehennem ehlindensin) sen cehenneme atılacak kimseler ile beraber bulunacaksın, artık bu müthiş âkibeti düşün. Bu âyeti kerime, bir görüşe göre, Ebu Huzeyfetü’bnü’l-muğire veya Utbetübnü Rebia hakkında nâzil olmuştur. Fakat hükmü umumidir. Bütün kâfirler hakkında büyük bir tehdidi onlar için uhrevî bir faide bulunmadığını ihtar etmektedir.

§ Havl = Tahvil; bahşetmek vermek demektir.

§ Tehavvül; de teahhüt etmek ve korumak manasınadır.

9. Yoksa o kimse ki, gece saatlerinde ibadete devam eder, secde edici ve kıyamda durucu olarak ahiret azabından çekinir ve Rabbinin rahmetini diler, bununla böyle olmayan eşit olur mu? Deki: Hiç bilenler ile bilmeyenler eşit olabilirler mi? Ancak saf akıl, sahipleri düşünüverir. bundan ibret alırlar.

9. Evet.. Öyle bir müşrik ile bir mümin arasında ne kadar fark vardır!. Bir kere düşünmeli!. (Yoksa o kimse ki:) O mümin zat ki: (gece saatlerinde) Uyanık bulunarak ibadete (devam eder) meşakkatlere katlanır, riyâdan uzak olarak tam bir samimiyetle ibadet zevkine dalar, kulluk vazifelerini yerine getirmeyeçalışır (secde edici ve kıyamda durucu olarak ahiret azabından çekinir) namaz gibi yüce bir ibadeti yerine getirmeye devam eder (ve Rab’binin rahmetini diler) ahirette cennete girmeyi ve Allah’ın cemalini müşahede şerefine kavuşmayı temennide bulunur. Artık böyle bir zat ile küfr ve isyana müptela bir şahıs eşit olabilir mi?. Elbette olamaz. Ne mutlu öyle samimi, itaatkar mü’minlere Resûlüm!. (de ki: Hiç bilenler ile bilmeyenler eşit olabilirler mi!.) Allah Teâlâ’nın birliğini, kudret ve azametini bilip kulluk vazifesini yerine getirenler ile böyle bir olgunluğa sahip olmayanlar, aynı mertebede, aynı fazilette bulunmuş sanılabilirler mi?. Buna imkân mı var?. (ancak saf akıl sahipleri düşünüverir.) Bundan ibret alırlar. Bu âyeti kerime: Rivayete göre Hz. Ebu Bekir veya Hz. Ömer veya Hz. Osman veyahut İbni Mes’ut, Ammar ve Selmanı Farisî radiyallâhü anhüm hakkında nazil olmuştur. Maamafih hükmü umumidir.

§ Kanıt; üzerine vâcip olan ibadet ve itaati yerine getiren zat demektir.

§ Anaülleyl’de gece saatleri, vakitleri manasınadır.

10. De ki: Ey imân eden kullar! Rabbinizden korkunuz. Bu dünyada ihsanda bulunanlar için bir güzellik vardır. Ve Allah’ın ülkesi geniştir. Şüphe yok ki, sabredenler için mükâfatları hesapsız olarak ödenecektir.

10. Bu mübârek ayetler, Resûlullah’ın müminlere ne şekilde nasihat vermekle mükellef bulunmuş olduğunu gösteriyor ve Hz. Peygamber’in ne gibi ibadetlere devam ettiğini ve Allah korkusu ile vasıflanmış olduğunu bildiriyor. Hüsrana uğrayanların da kimlerden ibaret bulunduğunu ve onların nasıl müthiş, ateşli azaplara, felâketlere uğrayacaklarını ihtar buyurmaktadır. Şöyle ki: Ey Resûl-i Ekrem!. Mü’minlere hitaben (Deki: Ey imâneden Kullar!. Rab’binizden korkunuz) O’nun emrlerine itaat ediniz, yasakladığı şelerden kaçınınız (bu dünyada ihsanda bulunanlar) takva ile, ibadet ve itaat ile vasıflanmış olanlar (için) ahirette (bir güzelik vardır) cennetlere nâil olacaklar, nice nimetlere kavuşacaklardır. (ve Allah’ın ülkesi geniştir) O’nun kulları için güzelce barınacakları nice yerler vardır. Binaenaleyh bir kul bir yerde barınamazsa, üzerine düşen vazifeleri yerine getirmezse başka bir yere çıkıp gidebilir. Bu âyeri kerime’deki arzdan maksat, Ebu Müslim’in beyanına göre cennettir. Nitekim diğer bir âyeti kerim’e, şu meâldedir. Takva sahipleri için hazırlanan cennetin eni göklerin ve yerin genişliği kadardır. (Şüphe yok ki, sabr edenler için) Düşmanlarının eziyetlerine karşı sabr ederek ibadet ve itaatten ayrılmayanlara mahsus (mükâfatları hesapsız olarak ödenecektir.) sayılamayacak, kıymetleri takdir edilemiyecek derecelerde fazla olacaktır. “Rivâyete göre bu âyeti kerime, Mekke-i Mükerreme’de müşriklerin eziyetlerine uğramış olan müminlerin veya oradan Habeşistan’a hicret eden Cafer İbni Ebi Talip ve onun arkadaşları gibi zatların haklarında nazil olmuştur.

11. De ki: Şüphe yok ben emrolundum ki, dini Allah’a hâlis kılarak ibadet edeyim.

11. Ey en şerefli Peygamber!. (De ki: şüphe yok ben emrolundum ki) yalnız (Allah’a) kullukta bulunayım (Onun için dinî ona hâlis kılarak) O’nu birleyerek ve kutsayarak (ibadet edeyim.) işte o Yüce Peygambere tâbi olanların da vazifeleri, böyle tam bir ihlas ile Cenab-ı Hak’ka kullukta bulunmaktadır.

12. Ve emrolundum ki: Ben Müslümanların ilki olayım.

12. O Yüce Peygamberler, şöyle de demekle mükellef bulunmuştur. (Ve emr olundum ki, Ben) öyle takva ile, ibadet ve itaatle meşgulolarak bu ümmeti meydana getiren (müslümanların evveli olayım.) onlara uyulması gereken bir örnek olarak tam bir samimiyetle tevhide, ibadet ve itaate devam edeyim.

13. De ki: Muhakkak ben Rabbime isyân eder isem pek büyük bir günün azabından korkarım.

13. Ve ey Son Peygamber!. İnsanlara hitaben (De ki: Muhakkak ben Rab’bime isyân eder isem) O Yüce Yaratıcıyı, birleme ve kutsama hususunda, O’nun dinini insanlara tebliğ hususunda faraza ihlası terk ederek kusurda bulunursam (pek büyük bir günün) kıyamet zamanının (azabından korkarım.) binaenaleyh her mümin için de lâzımdır ki, o pek müthiş günü düşünerek kulluk görevini yerine getirmeye gayret göstersin.

14. De ki: Ben dinimde ihlâs ile ancak Allah’a ibadet ederim.

14. Ve ey Yüce Resûl!. Ümmetine şöyle de (De ki:) ben (Ancak Allah’a dinimi O’nun için hâlis kılarak ibadet ederim) yani: Ben Allah’tan başkasına ne tek olarak ve ne de toplu olarak ibadette bulunmam, yalnız tam bir samimiyetle o eşsiz Yaratıcıya ibadette bulunurum. Bunun hilâfına hareket, hem kulluk vazifesine, aykırıdır, hem de Allah’ın kahrını gerektirmektedir. Artık ey insanlar!. Siz de uyanın, tevhid dinine aykırı hareketlerde bulunmayın, sonra kendinizi ilâhi azaptan kurtaramazsınız.

15. Artık siz de onun ötesinde dilediklerinize ibadet ediniz! De ki: Şüphe yok hüsrana düşenler, o kimselerdir ki, kendi nefislerin ve kendi mensuplarını kıyamet gününde helâke düşürmüş olurlar. Uyanık olunuz! İşte en apaçık helâkta ondan ibârettir.

15. Ve ey müşrikler!. Eğer siz Allah’ın birliğini tasdik etmiyor iseniz (Artık siz de onun ötesinde) Cenab-ı Hak’tan başka (dilediklerinize ibadet ediniz) putlara, heykellere tapınız, bunun müthiş âkibetiniyakında görürsünüz. Yüce Resûlüm. O gibi cahillere (deki: Şüphe yok hüsrâna düşenler) en büyük zarar ve ziyana uğrayanlar (o kimselerdir ki, kendi nefislerini ve kendi mensuplarını) aile fertlerini vesâireyi küfr ve isyan içinde yaşatarak (kıyamet gününde helâke düşürmüş olurlar.) Dikkat ediniz. İşte en apaçık helakte ondan ibarettir. Öyle ebediyyen cehenneme mahküm olup bir daha selâmet yüzü görmemektir. Ne büyük bir ihtar!. Ve ne mühim bir ilâhi tehdit aile fertlerini vesâireyi öyle bir sapıklığa uğratan kimse, kendisini ebedî bir helâke maruz bırakrmş olacağı gibi kendisine uyanlar da o pek korkunç bir âkibete uğratmış olur. Binaenaleyh o gibi kâfirce hâllerden kaçınmalı ve başkaları için o yolda bir sapıklık rehberi olmamalıdır. Sonra onun alçaklığından, ebedî cezasından hiçbiri yakasını kurtaramaz. Maamafih bir kâfir kimse, başkalarını saptırmaya çalıştığı hâlde saptıramayıp da kendi küfriyle kalırsa, kendisi ebedî hüsrâna uğrar, o kimseler ile araları açılmış bulunur, onlardan da mahrumiyet ziyanına uğramış olacaktır.

16. Onlar için üst taraflarından ateşten tabakalar ve alt taraflarında da tabakalar vardır. İşte bu, Allah kullarını bununla korkutur. Ey Kullarım! Benden korkunuz.

16. Evet.. (Onlar için) öyle küfrleri yüzünden cehenneme atılacak şahıslar için (üst taraflarından âteşten tabakalar ve alt taraflarından tabakalar vardır) yani: Cehennem âteşi onları her taraftan kuşatır, ondan bir daha kurtulamazlar (işte bu) kâfirler için hazırlanmış olan azaptır ki (Allah) mümin (kullarını bununla kotkutur) tâki, O’na kâfirlerin izlerinden giderek kendileri de öyle müthiş bir azaba atılmasınlar. O kerem sahibi Yaratıcı, lütfen şöyle de buyuruyor ki. (ey kullarım!. Benden korkunuz) Allah’ın azabını gerektirecek şeyleri işlemeyiniz. Ne büyük birilâhî öğüt! Bu mühim, tenbih Cenab-ı Hak’kın bir lütf ve merhametini içermektedir.

“İbad” tâbirinin Kur’an-ı Kerim’de Cenab-ı Hak’ka izafe edilmesi, meselâ: Ey kullarım, Ey Allah’ın kulları denilmesi, müminlere mahsustur. Çünki böyle bir izafet, kullar hakkında büyük bir şeref ve kıymeti kapsayıcı bulunur.

§ Zulel; gölge manâsına olan “Zıl” lafzının çoğuludur. Bundan maksat, gölgeler gibi biribiri üzerine birikmiş olan ateş tabakalarıdır.

17. Ve o kimseler ki, şeytandan, ona ibadet etmekten kaçındılar ve Allah’a ibadete yöneldiler, onlar için müjde vardır. Artık kullarımı müjdele.

17. Bu mübârek âyetler, takva sahibi zâtların müjdelere erişeceklerini bildiriyor. Hidayet üzere bulunan zâtların kimlerden ibaret bulunduğunu tayin ediyor. Cehenneme aday olanları da kimsenin kurtaramayacağını haber veriyor. Takva sahiplerinin ise nice yüksek mevkilere nâil olacaklarını müjdeliyor. Dünya varlıklarının da değişikliğe, yok olmaya mahküm olduğuna işaret ederek akıl, sahiplerini uyarmaya dâvet ediyor. Şöyle ki: Şeytana tapanlar, yani: Onun aldatmalarına kapılarak putlara vesâir mahlûkata ibadette bulunanlar, ebedî azaba mahkümdurlar. Fakat (Ve o kimseler ki, şeytandan, ona ibadet etmekten kaçındılar) Öyle bir isyan sahibinin vesveselerine aldanmadılar (ve Allah’a) ibadete (yöneldiler) başkalarından kaçınarak tam bir samimiyetle ilâhi dine sarıldılar, (onlar için müjde vardır) onlar dünyada güzel bir övgüye kavuşurlar. Ölecekleri veya kabire konulacakları veya kabirlerden kaldırılıp ahirete varacakları günde Peygamberlerin veya meleklerin lisanlariyle kendileri için sevaba uhrevî nimetlere kavuşma müjdesi verilecektir. (artık) Ey Yüce Resûl!. Sen de (kullarımı müjdele) öyle büyük mükâfatlar ilekendilerini müjdele.

§ Tağut; gayet azgınlık ve son derece isyân sahibi olan demektir. Bundan maksat, şeytandır. Putlara tapanlar, şeytanın vesvesesine, söylemesine kapılarak öyle şirke düştükleri için şeytana tapmış hükmünde bulunmuşlardır.

18. O kimseleri ki: Sözü dikkatle dinlerler, sonra onun en güzeline tâbi olurlar. İşte onlar, o kimselerdir ki, onları Allah hidayete erdirmiştir. Ve işte gerçek akıl sahipleri de ancak onlardır.

18. Evet.. (O kimseleri) Müjdele (ki, sözü dikkatle dinlerler) kendilerine verilen öğütleri bütün kalpleriyle dinleyip kabul ederler (sonra onun en güzeline tâbi olurlar) en faziletlisini, sevabı en fazla olanını tercih ederler, amellerin en faziletlisi ile vasıflanmaya çalışırlar (elbette onlar) o seçkin amellerle vasıflanmış olanlar (o kimselerdir ki, onları Allah hidayete erdirmiştir.) onları hak dine kavuşturmuş, en güzel amellere muvaffak buyurmuştur. (ve işte gerçek akıl sahipleri de ancak onlardır.) çünki, hakikaten akıllı, gerçekten aydın olan zâtlar, o kimselerdir ki, nefislerinin arzularına ve başkalarının aldatmasına tâbi olmayıp dünyevî ve uhrevî selâmet ve saadet yolunu takibe devam edip dururlar.

19. Ya üzerine azap kelimesi hak olmuş kimseyi mi, âteş içinde bulunan şahsı mı sen kurtaracaksın?

19. Ey Yüce Resûl!. (Ya üzerine azap kelimesi hak olan kimseyi mi?) Sen himaye edebileceksin?. Evet.. (Ateş içinde bulunan şahsı mı sen kurtaracaksın?.) Bu senin selahiyetin dahilinde midir?. Elbette ki, değildir. Öyle kimselerin işleri Cenab-ı Hak’kın hükmüne tabidir. Onları hikmet ve adaleti gereğince cezalara uğratacaktır. Sen onların o hâllerinden dolayı üzülme, sen onlardan dolayımes’ul değilsin. İbni Abbas Hazretlerinden rivayete göre o kimseden maksat, Ebu Leheb ile O’nun oğludur. Benzerleri de o hükmdedirler.

20. Fakat o kimseler ki, Rab’lerinden sakınmışlardır, onlar için köşkler vardır, onların üstlerinden de yapılmış köşkler vardır. Altlarından ırmaklar akar. Bu, Allah’ın vaadidir. Allah, verdiği sözden caymaz.

20. (Fakat o kimseler ki,) Üzerlerine düşen vazifeleri yerine getirmiş yasaklanan şeylerden kaçınmış, (Rab’lerinden sakınmışlar) dır. Onlar, müstesnâ bir mevkide bulunmaktadırlar. (onlar için) öyle hakkıyla mümin olan zatlara mahsus (köşkler vardır. Onların üstlerinde yapılmış köşkler vardır) onlar öyle kat kat yüce makamlarda ikâmet edeceklerdir. (altlarından ırmaklar akar) O köşklerin altındaki ağaçların arasından nehirler akıp gider. Bu (Allah’ın va’didir) herhalde meydana gelecektir. Çünki (Allah verdiği sözden dönmez) ilâhlik şânı, böyle bir muhalefetten uzaktır. Onun yüce kudreti ise herşeyi vücude getirmeğe fazlasiyle kâfidir. O’nun rahmetinin eserleri ise daima gözlere çarpıp durmaktadır.

21. Görmedin mi ki, şüphesiz Allah gökten bir su indirmiş, onu yeryüzündeki kaynaklara yerleştirdi, sonra onunla renkleri muhtelif ekinleri çıkarıyor, sonra kuruyor da artık onu sararmış görüyorsun, sonra da onu kupkuru bir kırıntı kılıveriyor. Şüphe yok ki, bunda akıl sahipleri için elbette bir öğüt vardır.

21. Ey insan!. (Görmedin mi) Bakıp bilmedin mi (ki, şüphe yok, Allah gökten bir su indirmiş) üstünüzdeki bulutlardan yağmurları yağdırmış (onu) o suyu (yeryüzündeki gözelere girdirmiş) oradan da bir cereyana tâbi tutmuş (sonra onunla) o su ile (renkleri muhtelif ekinleri çıkarıyor) yeşil, kırmızı sarı, beyaz renkli çeşit çeşit otları, ağaçları, meyveleri vücude getiriyor (sonra) o ekinler (kuruyor daartık onu sararmış görüyorsun) o, güzel bir renkten, bir gelişme ve büyümeden mahrum bir halde kalmış bulunuyor. (daha sonra da onu kuru bir kırıntı kılıveriyor) artık yeryüzünde böyle garip bir değişiklik, yüz göstermiş oluyor. (Şüphe yok ki, bunda) Böyle bir şekilde vuk’u bulan değişim hadisesinde (akıl sahipleri için elbette bir tenbih vardır) bu güzel, garip, değişime uğramış manzaralar, bir Yüce Yaratıcının birliğine, kudret ve azametine şehadet ediyor. Böyle gözlere çarpan bu yaratılış eserlerini böyle vakit vakit değişmeye ve başkalaşmaya uğratan hikmet sahibi bir Yaratıcının insanları da öldürdükten sonra tekrar hayata erdirerek başka bir âleme sevk edeceğine pek mükemmel bir şekilde bir delil teşki1 etmektedir. Binaenaleyh insanlar, geçici ömürlerine aldanmamalıdırlar, daha fırsat elde iken ebediyet âlemine ait olan selâmet ve saadeti temine gayret etmelidirler, kalblerini îman nuru ile hakkıyla aydınlatmaya çalışmalıdırlar. Cenab-ı Hak’tan muvaffakiyetler niyâz etmelidirler.

§ Hutam; gayet kuruluğundan dolayı kırılmış ot, saman ufağı ve fâide manasınadır.

22. O kimse ki, Allah onun göğsünü İslâmiyet için genişletmişte o Rabbinden bir nur üzere bulunmaktadır. O, hiç kalpleri kararmış kimseler gibi midir? Artık Allah’ın zikrinden kalpleri kaskatı kesilmiş olanların vay hallerine! İşte onlar apaçık bir sapıklık içindedirler.

22. Bu mübârek âyetler de îman nuru ile kalbi açılmış ve nurlanmış olan bir zâtın gaflet ve cehalet içinde kalmış bir şahıs gibi olmadığını ve katı kalp sahiplerinin pek korkunç durumlarını bildiriyor. Kur’an-ı Kerim’in ruhlar üzerinde ne güzel bir tesir bırakmakta olduğunu tasvir buyuruyor. Kendisini Allah’ın azabından elleri ile korumaya çalışan bir kimse ile o azaptan emin bulunacak bir zatın eşit olamayacaklarını ihtar ediyor. VaktiylePeygamberlerini yalanlamış olan kavimlerin de ansızın ne müthiş azaplara uğramış olduklarını ve ahiretteki azaplarının ise daha şiddetli olacağını, sonrakiler için bir uyanma vesilesi olmak üzere beyan buyurmaktadır. Şöyle ki: İnsanların Allah katındaki kıymetleri, dinî terbiyeleri, kalplerinin nurluluğu itibariyledir. Evet.. (O kimse ki, Allah onun göğsünü İslâmiyet için genişletmiş) İslâmiyet’i kabul için onu mükemmel bir kabiliyete sahip kılmış, (da) bu cihetle (o Rab’binden bir nûr üzere bulunmaktadır) pek parlak bir kalbe sahiptir, Cenab-ı Hak’kın âyetlerini, kudretinin eserlerini seyrettikce kalbinde ilâhi feyizler tecelli edip durmaktadır. Artık (o) zât (hiç kalbleri kararmış) kendi temiz yaratılışlarını kaybetmiş, iradelerini kötüye kullanmış (kimseler gibi midir?.) elbette ki, değildir. (Artık Allah’ın zikrinden kalbleri kaskatı kesilmiş olanların vay hallerine!.) Onların kalbleri açılmaz onları, hayvani bir hayatın eseri olarak her türlü mânevi zevkten mahrum bir halde yaşarlar. Onlar, Hikmet Sahibi Yaratıcının yarattığı eşsiz varlıkları kudret eserlerini bir ibret gözüyle seyredemezler. (işte onları) öyle kalbleri karanlıklar, katılıklar içinde kalmış olanlar (apaçık bir sapıklık içindedirler.) Onlar hidayet yolunu tâkibetmezler, selâmet ve saadete eremezler, daima hak ve hakikattan uzak bulunurlar. Deniliyor ki: Bu âyeti kerime, Resûl-i Ekrem ile Ebu Cehl veya Hz. Ebu Bekr ile Übey İbni Half veya Hz. Ali ve Hz. Hamza ile Ebu Lehb ve oğlu hakkında nâzil olmuştur.

23. Allah sözün en güzelini, âyetleri birbirine benzer ve ikişer ikişer olarak bir kitap halinde indirdi. Rablerinden korkanların derileri ondan ürperir, sonra derileri ve kalpleri Allah’ın zikrine yumuşar. O Kur’an Allah’ın bir hidayet rehberidir. Allah onunla dilediğini hidayete kavuşturur ve her kimi ki, Allah sapıklığa düşürür, artık onun için bir yol göstericiyoktur.

23. (Allah, sözün en güzelini) En edebi, en güzel olan ve en güzel hükmleri, öğütleri içinde toplayan Kur’an-ı Kerim’i (âyetleri birbirine benzer) birnice hakikatları, hikmetleri aynı şekilde birer mükemmel üslup ile beyan eder (ve ikişer olarak) bazı kıssaları, emrleri, yasakları zihinlerde yerleşmesi için tekrar ederek bildiren (bir kitap halinde indirdi) Son Peygamber’e vahy ve inzâl buyurdu. O, ruhlar üzerinde öyle tesirli bir kitaptır ki, ondaki azap ayetleri okundukça (Rab’lerinden korkanları derileri ondan) o kitaptaki tehdide ait ayetlerin okunmasından dolayı (ürperir) kalblerinde büyük bir ilâhi korku tecelli eder (sonra) Allah’ın vadini içeren, ilâhi rahmeti müjdeleyen âyetler okununca da (derileri ve kalbleri Allah’ın zikrine) karşı (yumuşar) bir sükunete, kalp ferahlığına kavuşurlar. İnsan o sayede korku ile ümit içinde yaşar, uyanık bir ruha sahip olur, hayatına güzel intizam vermeğe çalışır. (o) Kur’an, o sözlerin en güzeli (Allah’ın bir hidayet rehberidir.) Cenab-ı Hak (onunla) o Kur’an ile (dilediğini hidayete kavuşturur) îmana muvaffak kılar (ve her kim ki, Allah sapıklığa düşürürse) yani: Herhangi bir şahsı ki, onu kendisinin kötü iradesinden, Allah’ın nurundan istifadeye çalışmadığından dolayı kalben katılıklar, karanlıklar içinde bırakırsa (artık onun için bir hidayet edici yoktur.) Onu hiçbir mahlûk o dinsizlik karanlığından kurtararak îman ışığına kavuşturamaz. Öyle bir şahıs, kendi yaratılışının, tabiatının zayi olmasına sebebiyet verdiği için böyle bir felâkete lâyık olmuş bulunur.

§ Müteşabih; Bazısı bazısına benzeyen demektir.

§ Mesâni; İkişer demek olan “mesnâ”nın çoğuludur”

§ Takşe’ırrü; Ürker, harekete gelir, ızdırap duyar, nefret eder manasınadır.

§ Telinü; Sükunet bulur, mutmain olur demektir.

24. Kıyamet günü azabın en şiddetlisinden yüzü ile kendisini koruyan kimse ve zalimler için; kazandığınız şeyi tadın denilmiş olduğu vakit bunlar o azaptan emin olanlar gibi midirler?

24. Artık bir kere şu iki gurubun hâlini düşünmeli!. (Kıyamet günü) Kendisine yönelen (azabın en şiddetlisinden yüzü ile) öyle en nazik, en şerefli bir uzvu ile kendisini (koruyan) o azabı güyâ bertaraf etmeğe çalışan (kimse) hiç azaptan emin olan salih bir mümin gibi olabilir mi?. Evet.. (ve zalimler için kazandığınız şeyi tadın denilmiş olduğu vakit) bunlar o azaptan emin olanlar gibi midirler?. Elbette ki, değildirler. İki guruptan biri, küfrünün ebedî cezasına uğramış olacaktır. Diğer gurup ise îmanları sayesinde bu azaptan emin bulunmuş, cennetlere kavuşmuş bulunacaktır.

25. Onlardan öncekiler yalanladılar, sonra onlara azap hiç hatırlarına gelmeyen bir taraftan geliverdi.

25. (Onlardan evvelkiler) Yani: Peygamber zamanındaki kâfirlerden evvel Sebâ ve Tüb’ba kavimleri gibi birnice eski milletler, Peygamberlerini (yalanladılar) kendi küfrlerinden ayrılmadılar (sonra onlara azap) Allah’ın kahrı (hiç hatırlarına gelmeyen bir yönden geliverdi) hepsi de mahv ve yok olup gitti. Artık onların o fecî tarihi hallerinden sonrakilerin bir ibret almaları icabetmez mi?.

26. Artık Allah, onlara dünya hayatında rezilliği tattırdı ve elbette ki, ahiret azabı daha büyüktür, eğer bilen kimseler olsalardı, elbette öyle yalanlamaya cür’et edemezlerdi.

26. (Artık Allah) Teâlâ o eski kavimlere (dünya hayatında) aceleyle (zilleti tattırdı) onları suret değişikliğine, öldürülmeye, esarete mâruz bıraktı. (ve elbette ki, ahiret azabıdaha büyüktür) o bir ebedî, müthiş azaptır, dünyevî felâketlerden pek fazla şiddetlidir, ona da mâruz kalacaklardır. (eğer bilen kimseler olsalardı) elbette öyle yalanlamaya cür’et edemezlerdi, öyle kâfirce bir halde yaşayıp da o kadar fecî azaplara, felâketlere uğramış olmazlardı. İşte küfr ve şirkin müthiş neticesi!

27. Andolsun ki, insanlar için bu Kur’an’da misâlin her türlüsünden zîkrettik, gerek ki onlar iyi düşünsünler.

27. Bu mübârek âyetler, Arab lisanı üzere nâzil olmuş olan Kur’an-ı Kerim’de insanların uyanması, istifâde etmesi için her türlü misâllerin zikredilmiş olduğunu haber veriyor. Allah’ın birliğinin sabit olduğunu bir misâl yoluyle anlatıyor. Yüce Peygamber’in de diğer insanların da vefat edeceklerini ve ahiret âleminde bir muhakemeye tâbi olacaklarını beyan buyurmaktadır. Şöyle ki: İnsanları Allah’ın birliğinden, kulluk vazifesinden haberdar etmek için Kur’an’i beyanlar, en mükemmel şekilde zikrnedilmiştir. Evet.. (Andolsun ki, insanlar için bu Kur’an’da misalin her türlüsünden anlattık.) Din hususunda muhtaç oldukları esaslar bildirilmiştir, geçmiş milletlerin dinsizlikleri yüzünden uğramış oldukları felâketlere dair bilgi verilmiştir ve birçok ahlaki, ictimai meselelere işaret olunmuştur. (gerek ki onlar iyi düşünsünler.) Ondan nasihat alsınlar, hayatlarını güzelce tanzim ederek istikballerini temin etmiş bulunsunlar.

§ Darb-ı mesel; Enteresan bir durumu, diğer bir enteresan duruma benzetmek, onları birbirinin benzeri gibi göstermektedir.

28. Bir eğriliği olmayan Arabca bir Kur’an ki, belki sakınırlar.

28. Evet.. O misalleri kapsayan kitap (bir eğriliği olmayan Arapça bir Kur’an) dır (ki) bütün beyanları hakikatın, hikmetin takendisidir, ihtilaflardan, tezatlardan uzaktır, son derece doğrudur. (belki) O inkârcılar, bu yüce beyanları düşünürler de küfr ve isyandan (sakınırlar) takva sahipleri gurubuna girerek kurtuluşa kavuşunlar. Evvelki ayette öğüt alma, bu ayette de takva sahibi olma tavsiye buyuruluyor. Çünkü takva öğüt alma ve düşünceden sonra meydana gelir.

§ İvec; Düşünmek ile bakmakla anlaşılan eğrilik, aksaklık, bozukluk, ihtilaf demektir. “Avc” de duyularla anlaşılan bozukluktur.

29. Allah bir misâl olarak vermiştir, bir erkeği ki, onda çekişip duran ortaklar vardır. Ve bir adam ki, yalnızca bir adama âittir. Bunların ikisi hâl ve durum itibariyle birbirine eşit olabilirler mi? Hamd Allah’a mahsustur. Fakat onların çokları bilmezler.

29. (Allah) Teâlâ, Allah’ın birliği inancıyla çok tanrıcılık inancı arasındaki farkı aydınlatmak, müşrikleri cehaletten kurtarmak için (bir misâl olatak zikretmiştir) şöyle farzediniz: (Bir erkeği ki,) Bir köleyi ki (onda çekişip duran) birbirlerine karşı tartışan ve başka başka arzularda bulunan (ortaklar vardır) herbiri o köleye başka türlü tekliflerde bulunup, duruyor. (ve) diğer (bir erkeği) bir köleyi de farzet (ki, yalnızca) tek olarak (bir erkeğe âittir.) onun sahibi efendisi bir zâttan ibarettir. Artık (bunların) bu iki kölerin (ikisi) hal ve durum itibariyle (birbirine eşit olabilirler mi?.) elbette ki, olamazlar. Bir efendinin kölesi, yalnız ona hizmet eder, onun sâyesinde rahat yaşar, geçimini, hareketini tanzim etmiş olur. Birçok efendiye ait bir köle ise onların hangi birine hizmet edecektir. Birinin rızasını kazansa diğerlerinin gazabına, düşmanlığına uğrar, hayretler içinde kalır, vicdanen rahat yüzü göremez. İşte bir Yüce Yaratıcıya, kulluk bağlılığında bulunmayıp da bir takım âciz mahlûklara tapanların vaziyetleri de böyledir. Müşrikler, bir takım putlaratapıyorlar, onları bir takım yıldızların, feleki ruhların heykelleri sanıyorlar, o ruhlar arasında ise çekişmelerin, ihtilafların varlığına inanıyorlar. Artık böyle birbirinin muhalifi olan ve haddi zâtında birer mahlûk bulunan şeyler tanrılık vasfına sahip olabilirler mi ki, onlara tapılsın, onlardan menfaat beklenilsin!. Halbuki, (Hamd Allah’a mahsustur) bütün mükemmel vasıflara sahip ve yaratıcılıkla vasıflanmış olan, ancak Allah Teâlâ’dır. O’nun asla ortak ve benzeri yoktur. (fakat onlar) İnsanların (çokları bilmezler) bu hakikate vakıf değildirler. Öyle âciz mahlûklara da tapınarak onları Cenab-ı Hak’ka ortak koşarlar. Ne büyük bir cehalet!.

§ Müteşakisûn; Tabiatlarının kötülüğünden ve huylarındaki yaramazlıklarından dolayı muhalefette, çekişmede bulunan kimseler demektir.

30. Şüphe yok ki, sen öleceksin ve muhakkak ki, onlar da öleceklerdir.

30. (Şüphe yok ki, sen) Ey Peygamberlerin sonuncusu!. Birgün (öleceksin) bu dünya hayatı kimse için bâki değildir (muhakkak ki, onlar da) o senin tebliğlerini kabul etmeyen müşrikler de ve başkaları da (öleceklerdir.) bütün mahlûkat ölüme mahkümdur, baki olan ancak Allah Teâlâ’dır.

31. Sonra muhakkak ki, sizler kıyamet günü Rabbinizin huzurunda davalaşacaksınız.

31. Fakat insanlar, ölmekle kurtulmuş olamayacaklardır. Birgün Allah’ın kudreti ile yeniden hayata ereceklerdir. (Sonra muhakkak ki, sizler) Ey insan nev’i (Kıyamet günü Rabbinizin huzurunda) O’nun sevk edeceği muhasebe ve muhakeme sahasında (davalaşacaksınız) Sen Ey Yüce Resûl!. Onlara ilâhi dinî tebliğ ettiğini söyleyecek bunu isbat eyleyeceksinizdir. O inkârcılar da bir takım bâtıl iddialarda mâzeretlerde bulunarak kendilerini müdafaada bulunmakisteyeceklerdir. Kendilerini saptırmış olan reislerine, şeytanlarına karşı cephe alacaklardır. Fakat hepsi de lâyık oldukları cezalara kavuşmuş bulunacaklardır. Artık Ey Müminler!. Siz sabr ediniz, teselli bulunuz, emin bir istikbale kavuşmak, sizin için takdir edilmiştir. İşte hakiki îmanın ebedî mükâfatı!.

32. Artık daha zalim kimdir, o kimseden ki Allah’a karşı yalan söylemiş, kendisine gerçek geldiği zaman yalanlamıştır. Kâfirler için cehennemde bir duracak yer yok mudur?

32. Bu mübârek âyetler de kâfirlerin diğer kötü hâllerini, inkârlarını açıklıyor, onların cehenneme sevkedileceklerini ihtar buyuruyor. Resûl-i Ekrem’in tebliğlerini tasdik eden zâtların da takva sahiplerinden, iyilik edenlerden ibaret olup nasıl ilâhi affa ve büyük mükâfatlara kavuşacaklarını müjdelemektedir. Şöyle ki: (Artık daha zalim kimdir?.) Yani: Daha zalim bir fert yoktur (o kimseden ki, Allah’a karşı yalan söylemiş) O Ezeli Yaratıcıya hâşâ evlât ve ortaklar isnat etmiştir. (sıdkı) da yani: Resûl-i Ekrem’in gerçeğin ta kendisi olan tebliğlerini de, insanları Allah’ın birliğine dâvetini de, ahirete ait verdiği haberleri de hemen (geldiği) kendisine haber verildiği (zaman) durup düşünmeksizin (yalanlamıştır) artık böyle bir inkârcı, en zalim bir şahıs bulunmuş olmaz mı?. Artık öyle (kâfirler için cehennemde bir duracak yer yok mudur?.) elbete ki, vardır. Öyle inkârcıların ebedî ikametgâhları cehennemden başka olmayacaktır.

33. O zât ki, doğruyu getirdi ve onu tasdik ettiler, işte kötülükten sakınanlar, onlardırlar.

33. Fakat (O zât ki,) o Peygamberlerin efendisi olan Hz. Muhammed Aleyhisselâm ki, (doğruyu getirdi) Allah’ın dinini insanlara tebliğ etti (ve) bir seçkin topluluk da (onu tasdik ettiler) o Yüce Peygamber’in izinden yürüdüler (işte takva sahibi olanlar, onlardırlar) onlar, Allah’ın birliğini tasdik ettiler, kendilerine teklif edilendinî vazifeleri yerine getirmeye çalıştılar, dinen yasak olan şeylerden kaçındılar. Binaenaleyh hakkıyla takva ile vasıflanmış zatlardan bulundular.

34. Onlar için Rab’lerinin katında diledikleri vardır. Bu ise iyilik edenlerin mükâfatıdır.

34. Artık (Onlar için) o hidayet yoluna giren takva sahibi zâtlar için (Rab’lerinin katında diledikleri vardır) onlar için her nevi keramete ilâhi lütuflara ve cennetlerdeki en yüce makamlara kavuşma, takdir edilmiştir. (bu ise) Böyle diledikleri yüksek nimetlere kavuşmak ise (iyilik yapanların) yani: Amellerini güzelce yapanların, tam bir samimiyetle ibadet ve itaatte bulunanların (mükâfatıdır.) haklarındaki ilâhi lütufların bir tecellisidir.

35. Tâki, Allah onlardan yapmış oldukları en kötü şeyleri affetsin ve örtsün ve onları yaptıklarının en güzeliyle mükâfatlandırsın.

35. Evet.. Kerem Sahibi Yaratıcı, o takva sahibi, iyilik eden kullarına öyle her dilediklerini ihsan buyuracaktır. (Tâki, Allah onlardan) insanlık icabı (yapmış oldukları en kötü şeyleri affetsin ve örtsün) onları bu yüzden hesaba çekmesin. Yani: O takva sahibi zatlar, takvalarının mükemmelliğinden dolayı bir küçük günahı bile büyük bir günah gibi sayacaklarından bu günahları tamamen af edilmiş olacaktır. Yâhut onların imândan önce içinde bulunmuş oldukları inkârcı durumları, imânları sayesinde bağışlanacak, o yüzden sevapları noksan olmayacaktır. (ve onları yaptıklarının) İbadet ve itaatlerinin (en güzeli ile mükâfata eriştirsin) diye Cenab-ı Hak onlara öyle lütf ve ihsanda bulunacaktır. Yani: O takva sahibi kullarına güzel amellerinin mükâfatını kat kat ihsan buyuracak, onları güzel ihlâslarının sevaplarına devamlı olarak fazlasiyle kavuşturacaktır. Mü’minler hakkında ne büyük bir ilâhi lütuf!.

36. Allah Kuluna kâfi değil midir? Ve seniondan başkalarıyla korkutuyorlar. Ve Allah kimi sapıklığa düşürürse artık onun için bir hidayet rehberi yoktur.

36. Bu mübârek âyetler, Resûl-i Ekrem’in Allah’ın himayesine kavuşup başkalarından asla korkmayacağını bildiriyor. Cenab-ı Hak’kın hidayete erdirmediği kimselere başkalarının hidayet edemeyeceğini ve hidayete erdirdiği zâtları da kimsenin sapıtamıyacağını beyan buyuruyor. Müşriklerin sözleriyle fiilleri arasındaki tenakuza işaret ederek onların tapındıkları putlardan bir fâide beklenilemeyeceğini ve o putların hiçbir şeye güç yetiremiyeceğini haber veriyor ve kâfirlerin pek korkunç bir âkibete uğrayacaklarını ihtar buyurmaktadır. Şöyle ki: (Allah kuluna kâfi değil midir?.) Elbette kâfidir. Buna inanıyoruz O Yüce Yaratıcı, dilediği kulunu ve özellikle Hz. Peygamber’i daima himaye eden, düşmanlarının şerrinden muhafaza buyurur, bunu hiçbir kimse inkâr edemez. (ve) Ey Yüce Peygamber!. O kâfirler (seni ondan başkalarıyla) Allah Teâlâ’dan başka mabud edinmiş oldukları putlariyle (korkutuyorlar) öyle cahilce bir cür’ette bulunuyorlar. Halbuki, o putların, ne fâide ve ne de zarar vermeğe kudretleri yoktur. Kureyş müşrikleri ise diyorlarmış ki: Ey Muhammed!. Aleyhisselâm: Putlarımıza sövme, onların aleyhinde bulunma, sonra onların tarafından sana bir zarar, bir cinnet ârız olur. Cenab-ı Hak ise onların o boş iddialarını bu âyeti celîlesiyle red etmiştir. (ve Allah kimi sapıklığa düşürürse) Doğru yoldan uzak bırakarak dinsizliğe, ahlâksızlığa mübtelâ kılarsa (artık onun için) öyle sapıklığa düşürülmüş şahıs için (bir hidayet rehberi yoktur) onu hiçbir kimse doğru bir yola sevkedemez, o sâpıklıktan kurtaramaz. O şahıs, kendi kötü iradesinin bu helâk edici neticesine tutulmuş olur.

37. Ve kime ki, Allah hidayet ederse artık onuniçin bir sapıtıcı yoktur. Allah, herşeye galip, intikam sahibi değil midir?

37. (Ve kime ki, Allah hidayet ederse) Yani: Temiz yaratılışını koruyarak nefsini tezkiyeye ve fiillerini tanzime çalışmak isteyen herhangi bir kulunu da selâmet ve saadete muvaffak buyurursa (artık onun için) o hidayete eren kul için (bir sapıtıcı yoktur.) onu o tâkibettiği doğru yoldan kimse men’e kâdir olamaz. Çünkü Cenab-ı Hak’kın iradesine, takdirine hiçbir kimse muhalif olamaz, karşı gelemez. Binaenaleyh daima Allah Tealâ’ya sığınılmalıdır. (Allah herşeye galip) Her irade buyurduğu şeyi vücude getirmeğe kâdir ve (intikam sahibi değil midir?) Mü’minlere karşı yanlış telkinlerde, hareketlerde bulunan din düşmanlarını lâyık oldukları cezalara kavuşturmak hakkına sahip değil midir?. Elbette ki, sahiptir, herşeye kâdirdir. Elbette ki, birgün o düşmanları kendi kötü hareketlerinin cezasına kavuşturacaktır.

38. Andolsun ki, onlara soracak olsan ki, gökleri ve yeri kim yarattı? Elbette diyeceklerdir ki: Allah. Deki: O hâlde gördünüz mü? Bana haber veriniz Allah’tan başka kendilerine ibadet ettiğiniz şeyleri, eğer Allah bana bir zarar verirse onlar, onun zararını açabilecek kimseler midir? Veya bana bir rahmet dilese onlar onun rahmetini tutabilir kimseler midir? De ki: Allah buna kâfidir. Tevekkül edenler, ona tevekkülde bulunurlar.

38. Evet.. O müşrikler, o dinsizler, gaflet içinde, cehalet içinde yaşıyorlar, sözleriyle fiilleri birbirine uymamaktadır. (Andolsun ki) Muhakkak bir keyfiyettir ki, (onlardan soracak olsan ki, gökleri ve yeri kim yarattı?.) bunların yaratıcısı kimdir?. (elbette diyeceklerdir ki, Allah) Yarattı. Çünkü bütün bu yaratılış eserleri, bir hikmet sahibi Yaratıcının varlığına açıkca şahitlik etmektedir. Bunu o müşrikler de itirafa mecbur olmaktadırlar. Buna rağmen o kudret sahibi Yaratıcının birer yaratılış eseriolan putlara da mabutluk sıfatını isnât etmekte, onlara da ibadette bulunmaktadırlar. Bu suretle de tenakuza düşmüş oluyorlar, aklın gereğine muhalif hareketlerde buunuyorlar, o âciz şeylerden bir fâide bekliyorlar. Ne kadar akla, irfana muhalif bir hareket!. İşte Cenab-ı Hak da buyuruyor ki: Ey Resûlüm!. O müşriklere (de ki: O halde gördünuz mü?) hatalarınızı anladınız mı?. (bana haber veriniz: Allah’tan başka kendilerine ibadet ettiğiniz şeyleri, eğer Allah bana bir zarar verirse onlar) O putlar (onun zararını açabilecek kimseler midir?.) siz böyle bir iddiada bulunabilir misiniz?. Hiç onlar, böyle birşeye kâdir olabilirler mi?. (veya) Allah Teâlâ (bana bir rahınet dilese) hakkımda bir hayri takdir buyurmuş olsa (onlar O’nun rahmetini tutabilir kimseler midir?.) o putlar, o rahmetin ortaya çıkmasına mâni olabilecek bir kuvvete bir selâhiyete sahip midirler?. Elbette ki, değildirler. Artık öyle âciz şeylere nasıl mâbudluk isnât edilerek kendilerine tapınmak, kendilerinden bir fâide beklemek uygun olabilir?. Ey Yüce Peygamber!. Sana cevap vermekten âciz olan o müşriklere (de ki: Allah bana kâfidir.) ben öyle âciz putlardan bir fâide, bir şefaat beklemek cehaletinde bulunamam, (tevekkül edenler) yalnız (O’na) O Eşsiz Yaratıcıya (tevekkülde bulunurlar.) O’ndan başka olan mahlûklar, haddizatında âciz, kendileri muhtaç şeylerdir. Onlara itimat olunamaz. Çünkü onların hepsi de Cenab-ı Hak’kın kudret ve saltanatı altında bulunmaktadırlar.

“Allah’a tevekkül edenin yâveri haktır”

“Nâşad gönül, birgün olur şâd olacaktır”

39. De ki: Ey kavmim! Siz kendi iktidarınız üzerine çalışınız, şüphe yok ki, ben de çalışıcıyım. Elbette yakında bileceksiniz.

39. Ey Peygamberlerin Sonuncusu!. (De ki: Ey kavinim!.) Ey benim tebliğlerimi kabul etmeyen inkârcılar!. (Siz kendi iktidarınız üzerineçalışınız) bulunduğunuz cahilce halde devam ediniz. Siz kendinizi büyük bir kuvvete, şiddete sahip sanıyorsunuz. Bunun nasıl bir hayal olduğunu bilâhara anlayacaksınızdır. Ne büyük bir ilâhi tehdid!. (Şüphe yok ki, ben de çalışıcıyım.) İslâm dinini yaymaya, insanlığı uyandırmaya gayret edip durmaktayım. (elbette yakında bilirsiniz.) hakikat tecelli etmiş olacaktır.

40. Kim imiş o kimse ki, ona kendisini rezil edecek bir azap gelecek ve üzerine devamlı bir azap inecek.

40. Artık tamamen anlamış olacaksınızdır ki: (kim imiş o kimse ki, ona kendisini rezil edecek bir azap gelecek) Bir mağlûbiyete, bir kahra uğrayacak (ve üzerine devamlı bir azap inecek) fakat artık ona o zaman yapacağı pişmanlık bir fâide vermeyecektir. Evet.. Bu ilâhi tehdit de tahakkuk etmiştir. O müşrikler, Bedr gazvesinde büyük bir mağlûbiyete uğramışlardı. Bilâhara ölüp ebedî bir azaba da mâruz kalmışlardır. İşte küfrün ebedî cezası!.

41. Şüphe yok ki, biz, senin üzerine insanlar için kitabı hak ile indirdik. Artık kim hidayete ererse kendi nefisi içindir ve kini sapıklığa düşerse artık şüphesiz ki, kendi nefisi aleyhine dalâlete düşmüş olur. Ve sen onların üzerine bir vekil değilsin.

41. Bu mübârek âyetler, Kur’an-ı Kerim’in Resûl-i Ekrem’e indirilmiş bir ilâhi kitab olduğunu, artık onu kabul edip hidayete erenlerin kendi nefisleri lehine ve bilâkis kabul etmeyip sapıklığa düşenlerinde kendi nefisleri aleyhine hareket etmiş olacaklarını bildiriyor. Cenab-ı Hak’kın ruhları kat’iyyen veya uyku halinde geçici olarak tutmakta olduğunu bunda ise düşünen kimseler için alâmetler bulunduğunu ihtar buyuruyor. Putlardan şefaat umanları utandırıp Allah’ın izni olmadıkça kimsenin şefaat edemiyeceğini ve bütün insanların kâinlata sahip olan Allah Teâlâ’nın huzuruna kıyamet günündeçıkarılacağını beyan buyurmaktadır. Şöyle ki: Ey Peygamberlerin en şereflisi (şüphe yok ki, biz senin üzerine insanlar için) Onlara dünyevî ve uhrevî vazifelerini bildirmek faydasından dolayı (kitabı) Hikmet beyan eden Kur’an’ı (hak ile) bir hakikatlerin mucizesi beyan olmak üzere (indirdik) kendilerini böyle bir kurtuluş rehberine, bir hidayet vesilesine nâil kıldık (artık kim) o kutsî kitabın beyanatı doğrultusunda amel ederek (hidayete ererse kendi nefsi içindir) kendisinin ebedî menfaatine hizmet etmiş olur (ve) bilâkis (kim) o ilâhi kitabın gereği ile amelde bulunmazda (sapıklığa düşerse artık şüphe yok ki, kendi nefsi aleyhine sapıklığa düşmüş olur.) bütün mes’uliyet kendisine ait bulunur. (ve sen) Ey Yüce Peygamber!. (onların üzerine bir vekil değilsin) Onların bütün hareketlerini gözetmekle, kendilerini hidayete zorla sevk etmekle emrolunmuş değilsin. Senin vazifen dinî hükümleri tebliğden ibarettir. Bunu kabul etmeyenlerin artık başlarına gelecek felâketi, ilâhi azabı kendileri düşünsünler!.

42. Allah, nefisleri öldükleri zaman ve ölmeyenleri de uykularında öldürüverir. Artık üzerine ölüm ile hükmettiğini tutuverir ve diğerini de tâyin edilmiş vakte kadar salıverir. Şüphe yok ki, bunda elbette alâmetler vardır, iyi düşünecek bir kavim için.

42. Bir kere Allah Teâlâ’nın bu âlemde tecelli edip duran kudret eserleri dikkate alınmalı değil midir?. Kısacası (Allah) O Hikmet sahibi Yaratıcıdır ki, (nefisleri öldükleri zaman) ecelleri nihayet bulduğu zaman ruhlarını alır onların cesetlerle olan alâkalarını kesmiş olur. (ve ölmeyenlerin de) henüz ecelleri tamam olmamış bulunanları da (uykularında) geçici olarak bir nevi (öldürüverir) onların ruhlarını cesetlerinde tasarruftan alıkor (artık üzerine ölüm ile hükmettiğini tutuverir) onun ruhunu cesedine reddetmez. (ve diğerini de) uykuya dalmış olan kimsenin ruhunu da (tâyin edilmişvakte kadar) takdir edilen ölüm zamanına değin (salıverir) sahibinin cesedine uyandıkça tekrar faaliyete kavuşturmuş olur. (şüphe yok ki, bunda) Ruhların cesetler ile geçici alâkalarında (elbette alâmetler vardır) Allah Teâlâ’nın kudretinin mükemmelliğine, rahmetinin genişliğine işaret eden enteresan ibretler vardır. Bu hal, batmaya başlamış olan güneşin tekrar doğacağı gibi bir örneğe sahiptir. Ahiret hayatının vuk’u bulacağına dair bir misâl teşkil etmektedir (düşünen bir kavim için) evet.. Mütefekkir zatlar, bütün bu nevi hadiselerden birer ibret dersi alırlar, Allah’ın kudreti ile ahiret hayatının da meydana geleceğine inanmış bulunurlar.

43. Yoksa Allah’tan başkasını şefaatçiler mi edindiler? De ki: Eğer hiçbir şeye sahip olmamış ve akıl erdiremez bulunmuş iseler de mi?

43. (Yoksa) O putperest müşrikler (Allah’tan başkasını şefaatciler mi edindiler?.) Evet.. Onlar, o putlardan şefaat bekliyorlar. Bu ne kadar cehâlet!. Putlardan nasıl şefaat umulabilir?. Resûlüm!. O gafillere (de ki:) öyle taptıklarınız şeyler (eğer hiçbir şeye sahip olmamış) bir fayda ve zarara güç yetirememiş (ve akıl erdiremez bulunmuş) sizin kendilerine taptıklarınızdan bihaber olup durmuş (iseler de mi?) onlara öyle tapar durursunuz?. Halbuki, onların öyle bilgiden, fâideden mahrum şeyler oldukları açık, artık ne diye onlara tapıyor, onlardan bir fâide bekliyorsunuz? Bu ne kadar ahmaklık!.

44. De ki: Bütün şefaat. Allah içindir. Göklerin ve yerin mülkü O’nun içindir. Sonra O’na döndürüleceksinizdir.

44. Yüce Resûlüm!. O cahilleri uyandırmak için (De ki: Bütün şefaat Allah içindir) Cenab-ı Hak’kın müsaadesi, hâkimiyeti altındadır. O Kerem Sahibi Yaratıcı razı olmadıkça hiçbir kimse başkasına şefaat edemez (göklerin ve yerin mülkü O’nun içindir) bütün mahlûkat, oâlemin Yaratıcısının sahipliği, tasarrufu, hâkimiyeti altında bulunmaktadır. O putlar da o Yüce Yaratıcının birer mahlûkudur, onlar şefaat kabiliyetinden mahrum şeylerdir. Artık yalnız o kâinatın sahibi olan eşsiz Yaratıcı’ya ibadeti tahsis etmek icabetmez mi? Nedir o âciz, mahlûklara, yaratıklara öyle bir tapınmada bulunmak? (sonra) Düşününüz ki, Ey insanlar!. Hepiniz de (O’na) o Yüce Yaratıcının mânevî huzuruna kıyamet gününde (döndürüleceksinizdir) bir muhasebe ve muhakemeye tâbi tutulacaksınızdır. Ne büyük bir ilâhi tehdit! Binaenaleyh o günü düşünün, ona göre hayatınızı tanzim ediniz, öyle âciz, fâni mahlûklara değil, bütün kâinata hâkim olan, ezeli ve ebedî bulunan Yüce Yaratıcıya ibadetinizi tahsis eyleyiniz. Sizin için kulluk vazifesi bundan ibarettir. Sizin için bundan başka kurtuluş çaresi, düşünülmuş değildir.

45. Ve Allah tek olarak anıldığı vakit ahirete imân etmeyenlerin kalpleri ürker nefret duyar. Ve Allah’tan başkası anıldığı zaman ise onlar o vakit ferahlanırlar, yüzleri güler.

45. Bu mübârek âyetler, Allah’ın birliğini tasdikten kaçınan müşriklerin ne kadar ahmaklık içinde yaşadıklarını teşhir ediyor. Resûl-i Ekrem’in kâinatın Yaratıcısı’nı anmak, birlemek ve kutsamakla mükellef bulunduğunu beyan buyuruyor. O Yüce Yaratıcının birliğini inkâr edenlerin de ne büyük bir azaba tutulacaklarını, kendilerini kurtarabilmeleri için bir çare bulamayacaklarını ihtar buyurmaktadır. Şöyle ki: (Ve Allah bir olarak anıldığı vakit) Cenab-ı Hak’tan başka bir Yaratıcı, bir mâbud bulunmadığı zikredildiği zaman (ahirete imân etmeyenlerin kalpleri ürker) nefret duyar, üzüntüler içinde kalır (ve Allah’tan başkaları anıldığı zaman ise) bir takım putlar, kendi heveslerine hizmet eden şeytan tabiatlı, aldatıcı kimseler anıldıkları vakit ise o cahil, zâlim şahıslar (ferahlanırlar) yüzleri güler, içerileri bir ferahlık içinde kalır.İşte o gibi kimseler nur’dan değil karanlıktan, ilmden değil, cehaletten, güzel ahlaktan değil, çirkin ahlâktan zevk alırlar. Onların ruhi halleri böyledir. Öyle kimselere karşı hak ve hakikat söylenince, hürmete lâyık zatlar anılınca ondan üzüntü duyarlar, yüz çevirirler. Fakat bâtıl şehvâni ahlâksız şeyler, aldatıcı kimseler söylenildiği zaman ise çok neşeli olurlar, yüzlerinde bir sevinç eseri parlamaya başlar. Ne zaman temiz yaratılışa aykırı bir hareket!. İbni Abbas Hazretleri demiştir ki: Ebu Cehl Bin Hişam, Velid Bin Utbe, Safvan ve Übey Bini Helf nâmında dört şahıs bu cümledendir.

§ İşmi’zaz; Böbürlenmek, kalbin gam ile, nefret ile, kin ile dolup ile sıkılmış olması demektir.

§ İstibşar; da kalbin sevinç ile dolması, ferahlık eserinin yüzde parlamaya başlaması demektir.

46. De ki: Ey gökleri ve yeri yaratan ve gizli ve âşikâre olanı bilen Allah’ım! Sen kullarının arasında kendisine ihtilâf ettikleri şeyler hakkında hükmedersin.

46. Allah Teâlâ, Resûl-i Ekrem’ine emrediyor ki: Ey Yüce Peygamber! O kâfirlerin, o cahillerin hâllerinden dolayı üzüntü ve keder içinde kalma, sen yüce mâbuda sığın, O’nu birlemeye ve kutsamaya devam eyle (De ki: Ey gökleri ve yer yaratan) bunları yokluktan varlığa getirmiş olan (ve gizli ve âşikâre olanı bilen Allah’ım!) sana sığınırım, seni birleme ve yüceltmeyi en mukaddes bir vazife bilirim. (Sen kullarının arasında kendisinde ihtilâf ettikleri şeyler) dinî emrler ve konular (hakkıda hükmedersin) o inkârcılara da kendi cehâletlerini, kendilerinin pek büyük bir felâkete aday bulunmuş olduklarını anlayacaklardır.

47. Eğer zulüm etmiş olanlar için yerde olanların hepsi ve onunla beraber onun bir misli de olacak olsa elbette ki, kıyametgününde azabın fenalığından dolayı kurtuluş için onu mutlaka fedâ ederlerdi ve onlar için Allah tarafından hiç de hesaba kalmamış oldukları şeyler meydana gelmiş olacaktır.

47. Evet.. O inkârcılar, müşrikler pek korkunç bir vaziyette bulunacaklardır. (Eğer) öyle dinsizlikleri yüzünden kendi nefislerine (zulm etmiş olanlar için) ahiret günü faraza (yerde olanların) bütün dünyevî servetlerin, varlıkların (hepsi) olacak olsa (ve onunla beraber onun) o varlıkların (bir misli de olacak olsa elbette ki, kıyamet gününde azabın fenâlığından dolayı) kurtulmak için (onu) o varlıkları kabul edecek bulunsa (mutlâka fedâ ederlerdi) Heyhat ki, bu ne mümkün!. (ve onlar için Allah tarafından hiç de hesaba katmamış) düşünmemiş (oldukları şeyler) çeşitli azaplar da (ortaya çıkmış olacaktır) ve bu yüzden çeşit çeşit azaplara mâruz kalacaklardır. İşte küfrün pek korkunç âkibeti!.

48. Ve onlar için kazanmış oldukları şeylerin kötülükleri açığa çıkmış olacaktır ve kendisiyle alay etmiş oldukları şey, kendilerine kavuşmuş bulunacaktır.

48. (Ve onlar için) O inkârcılar, müşrikler hakkında (kazanmış oldukları şeylerin fenâlıkları) dünyadaki bâtıl inançlarının, gayrımeşru hareketlerinin cezaları (ortaya çıkmış) tamamen görünmüş (olacaktır) dünyada iken sevap, doğru gördükleri şeylerin ne kadar yanlış, ne kadar bâtıl ve felâkete sebep olduğunu anlayacaklardır. (ve kendisiyle alay ettikleri şey) vaktiyle kendisiyle alay ettikleri, bir geri kalma eseri sandıkları, medeniyete muhalif gördükleri şeyin cezası, o yanlış kanaatlerinin mes’uliyeti (kendilerine kavuşmuş bulunacaktır.) Artık o bâtıl itikatlarının ebedî cezası kendilerini yakalamış olacaktır. İşte müminlere karşı yapılan, kötü muamelerin müthiş karşılığı!.

49. Fakat insana bir zarar dokunduğu vakit bize dua eder. Sonra ona tarafımızdan birnimet verdiğimiz vakit de: Bana o, şüphe yok ki, bir bilgi üzerine verilmiştir, der. Belki o, bir imtihandır. Fakat onların birçokları bilmezler.

49. Bu mübârek âyetler de müşriklerin diğer bir bozuk iddialarını teşhir ediyor. Onların kendilerine yanlış yere güvenir olmalarının fenâlığına uğrayacaklarını, elde ettikleri şeylerin bir imtihan vesilesi olup kendilerini ihtiyaçtan kurtaramıyacağını ihtar ediyor. Bir takım kimselerin zengin veya fakir olmalarının bir ilâhi takdir, eseri olduğunu, bu halin müminler için bir ibret teşkil ettiğini beyân buyurmaktadır. Şöyle ki: Allah Teâlâ şirk ve gaflet içinde yaşayan insanların hâllerini kınıyor, onların Allah’ı zikrinden kaçındıkları hâlde putları anıldıkça sevindiklerini bildiriyor ve buyuruyor ki: (fakat) öyle bir (insana bir zarar dokunduğu) meselâ: Fakir veya hasta olduğu (vakit) putlarını unutur, onlardan bir fâide göremeyeceğini anlar, yalnız (bize dua eder) o ârızanın bertaraf edilmesi için yalnız Allah Tealâ’ya duada, niyâzda bulunmaya başlar. (Sonra ona) O insana (tarafımızdan) ihsan olarak (bir nimet verdiğimiz vakit de) onu o ârızadan kurtadığımız, o korkunç hâlini değiştirdiğimiz zamanda yaptığı duayı unutur, kendisini o belâdan kurtaran Kerem Sahibi Yaratıcısına teşekkürde bulunmaz. Bilâkis (bana o) nimet (şüphe yok ki, bir bilgi üzerine verilmiştir, der) kendisinin bilgisine ve bir takım âdi sebeplere, ilâçlara teşebbüsünden dolayı o nimete nâil olduğunu iddiaya başlar, o nimete bir ilâhi lütuf olarak kavuştuğunu düşünmez. Bu hususta teşebbüs ettiği şeylerin de birer ilâhi ihsan olduğunu hesaba katmaz. Zavallı bilmez ki, (belki o,) kendisine verilen nimet, sıhhat ve servet gibi bir varlık (bir imtihandır) bir denemedir. O nimeti kendisine veren Kerem Sahibi Yaratıcı kullukta, şükürde bulunup bulunmamasının meydana çıkması için bir vesiledir. (fakat onların) O insanların (birçokları bilmezler.) bunun bir imtihan ve yavaş yavaş azaba yaklaştırmakiçin olduğunu takdir edemezler, yanlış kanaatler içinde yaşarlar.

50. Muhakkak ki, onu, bunlardan evvelkiler de söylemiştir. Fakat kazandıkları şey, onları ihtiyaçtan kurtaramamıştır.

50. (Muhakkak ki, onu) Bu insanların öyle kendi bilgilerine, kendi çalışmalarına güvenerek nâil oldukları nimetlerin kendi bilgileri eseri olduğunu (bunlardan evvelkiler de söylemiştir) eski müşrik kavimler de böyle bir iddiada bulunmuşlardır. Karun gibi büyük bir servet sahibi olan kâfirler de böyle bir iddiada bulunmnuşlardı. (fakat kazandıkları şey) Dünyevi varlıklar, maddî servetler vesâire (onları ihtiyaçtan kurtaramamıştır.) onlar, kendilerine küfrlerinin cezası yönelince her varlıktan mahrum kalmışlar, Allah’ın kahrına uğramışlardır. O güvendikleri varlıkları kendilerini o lâyık oldukları elem verici azaptan kurtaramamıştır.

51. Bunun için yaptıkları kötülüklerin vebali onları yakaladı. Ve bunlardan o kimseler ki, zulüm etmişlerdir, yakında kendilerine kazanmış oldukları şeylerin kötülükleri yetişecektir ve bunlar da Allah’ı âciz bırakıcı değildirler.

51. (ve bunlardan) Yani: Peygamber zamanındaki insanlardan (o kimseler ki, zulm etmişlerdir) küfre düşmüş, kendi nefislerine azabı hak ettirmişlerdir (yakında kendilerine kazanmış oldukları şeylerin) günâhların, kâfirce iddiaları (kötülükleri yetişecektir) günâhların cezalarına kavuşacaklardır. (ve bunlar da) Böyle kötü hareketlerde, kanaatlerde bulunan bu insanlar da kendilerine yönelecek olan azabı (bertaraf ediciler değildirler.) kendilerine o kötü durumlarının cezası birgün dünyada da gelir kavuşur, dünyada gelmese de ahirette herhalde gelip kendilerini yakalayacaktır.

52. Bilmediler mi ki, muhakkak Allah; rızkıdilediğine bol bol verir ve darlaştırır. Şüphe yok ki, bunda imân edecek bir kavim için elbette ibretler vardır.

52. Evet.. Kendilerine güvenen gâfil, inkârcı insanlar (Bilmediler mi ki, muhakkak Allah rızkı dilediğine bol verir) dilediğine (darlaştırır) bir kulunu dilerse zengin ve dilerse fakir eder. Ve bir kulunu bir zaman zengin eder, bir zaman da fakir düşürür ve nice kimseleri büyük varlıklar içinde zevk ile yaşatır, nice kimseleri de yokluklar, üzüntüler içinde bırakır. Bütün bunlar bir hikmet ve menfaat gereğidir, ilâhi takdirin birer tecellisidir. Artık insan, kendi bilgisine, varlığına güvenmemelidir, elinden gelen uygun işleri yapmalıdır, sonra muvaffakiyeti Cenab-ı Hak’tan beklemelidir. O mesaiye kabiliyeti yine bir ilâhi lütuf bilmelidir. İnsan, bir nimete kavuşunca şükrünü yerine getirmeye çalışmalıdır. Bir yokluğa uğrarsa sabretmelidir, onun bir hikmet gereği olduğunu düşünüp teselli bulmalıdır. Cenab-ı Hak’kın nimetinden ümidini yine kesmeyip elinden gelen sebeplere sarılmalıdır, muvaffakiyyeti Allah Teâlâ’dan niyâz etmelidir. İnsanlara lâyık olan hareket, bundan ibârettir. (şüphe yok ki, bunda) Cenab-ı Hak’kın bu ilâhi beyanında (îman edecek) îman etme şerefini elde etmeye kabiliyetli ohan (bir kavim için elbette ibretler vardır.) îman nuruna ulaşan her insan bilir, takdir eder ki, bütün insanları yaratan, yaşatan, onları nimetlere kavuşturan, onların üzerinde dilediği tasarrufatta bulunan ancak Allah Teâlâ’dır. Binaenaleyh kabiliyetli olan insanları, uyandırmaya, aydınlatmaya, hidayet yoluna sevk eylemeye ilâhi beyanlar kâfidir. Buna inancımız tamdır.

53. De ki: Ey nefisleri aleyhine haddi aşan kullarım! Allah’ın rahmetinden ümit kesmeyiniz. Şüphe yok ki, Allah bütün günâhları bağışlar. Muhakkak ki, O evet.. O, çok bağışlayıcıdır, çok esirgeyicidir.

53. Bu mübârek âyetler de Allah Teâlâ’nınmüminler hakkındaki rahmetinin genişliğini, ilâhi mağfiretinin büyüklüğünü bildiriyor. İnsanları daha fırsat elde iken hak’ka dönerek hayatlarını tanzime ve teslimiyete teşvik buyuruyor. Azaba lâyık olanlara bilâhara yapacakları pişmanlıkların, temennilerin bir faide veremiyeceğini ihtar buyurmaktadır. Şöyle ki: Ey Yüce Peygamber!. Mümin kullara (De ki:) Allah Teâlâ sizi müjdelemek için buyuruyor ki: (ey nefisleri üzerine israfta bulunmuş) Bir takım günahları işlemiş olan (kullarım!. Allah’ın rahmetinden) sizi mağfiretine kavuşturmasından (ümitsizliğe düşmeyin) ümidinizi kesmeyiniz (şüphe yok ki, Allah) şirkten kaçınan kullarına âit (günahları) dilerse (hepsini bağışlar) onları örter, onlar ile hesaba çekmez. (Muhakkak ki, O) Evet.. (O) Kerem Sahibi Yaratıcı, şirkten başkasını (çok bağışlayıcıdır, çok esirgeyicidir) sizleri de af eder, rahmetine ulaştırır O’nun sonsuz olan rahmetinden ümidini kesmek, doğru değildir. Elverir ki, tevbe edip, af dileyip o Kerem Sahibi Mâbudun af ve bağışına sığınsın. “İbni Cerir, İbni Abbas Hazretlerinden şöyle rivâyet etmektedir: “Mekke-i Mükerreme’deki müşrikler demişler ki: “Muhammed -Aleyhisselâm- zannediyor ki: Putlara tapanlar ve Allah ile beraber başka tanrıların da bulunduğunu iddia edenler ve Allah’ın haram kıldığı bir nefsi öldürenler için af yoktur. Artık biz nasıl hicret edip, müslüman olabiliriz ki, bir takım putlara ibadet etmekte ve nefisleri öldürmüş ve şirke düşmüş bulunmaktayız. Bunun üzerine bu âyeti kerime nâzil olmuş, Cenab-ı Hak’kın rahmetinden ümidi keserek şirk içinde yaşamaya devam etmenin doğru olamayacağını bildirmiştir. Binaenaleyh kendi kusurunu bilip de tevbe eden ve af dileyen herhangi bir kulunu, Allah Teâlâ dilerse af eder vaktiyle olan küfr ve isyanından dolayı azap etmez. Evet.. Yüce zatına sığınan herhangi bir kulunu dilerse af ve mağfiret buyurur. İsterse, vaktiyle olan günahlarıdenizin köpüğü kadar çok olsun.

54. Ve Rabbinize dönün ve O’na teslim olun, size azap gelmeden evvel. Sonra yardım olunmazsınız.

54. Velhâsıl: Ey Kullar!. Allah’ın azabından kurtulup ilâhi mağfirete kavuşmak istiyoriseniz hemen tevbe edin ve af isteyin (Ve Rab’binize dönün) O’na sığınarak ibadet ve itaatte bulunur (ve O’na teslim olun) Tam bir samimiyetle O’nun takdirine râzi bulunun, O’nun dâvetine icabet ederek itaatten ayrılmayınız. (size azap gelmeden evvel) öyle güzelce, uyanıkça harekete koşunuz. Bunun hilâfına harekette bulunur iseniz (sonra yardım olunmazsınız) sizi Allah’ın azabından kurtaracak bir yardımcı bulamazsınız. Bu âyeti kerime ve benzerleri gösteriyor ki: Cenab-ı Hak’kın bütün günahları af etmesi bir takım şartlara bağlıdır. Kısacası evvelâ küfr ve şirkten tövbe edilmiş olmalıdır. Sonra güzel bir itikat ile Allah Teâla’ya sığınılmalıdır, kulluk vazifelerine de riayetten kaçınmamalıdır. Bununla beraber insanlık icabı bazı günahlar işlenilmiş olursa onlardan dolayı ümitsizliğe düşmemelidir, yine tövbe edip Hak Teâlâ’nın af ve mağfiretinden ümidi kesmemelidir.

55. Ve Rabbinizden sizin için indirilmiş olanın en güzeline tâbi olunuz, size, siz farkında olmadığınız hâlde ansızın azap gelmeden evvel.

55. (Ve) Ey insanlar!. (Rab’binizden sizin için indirilmiş olanın) Kur’an-ı Kerim’deki beyanların (en güzeline tâbi olunuz) yani o mübârek kitapta beyan olunan haramlardan kaçının, helâl olan şeyleri tercih edin ve ruhsatların üstünde olan azîmetleri tercih eyleyin, meselâ: Bir din kardeşinizin bir kusurunu af etmekle beraber ona mümkün ise iyilikte de bulunun, nâfile ibadetlere de devam eyleyin ve şahsi kusurlarınızdan dolayı Allah’ın affını da niyâz eyleyin (size siz farkındaolmadığınız hâlde ansızın azap gelmeden evvel.) öyle güzelce hareketlere devam etmiş bulunun. Aksi takdirde ise elden gideni telafi etmek mümkün olamaz.

56. Her nefisin: “Allah’a karşı yaptığım kusurlardan dolayı eyvah bana yazıklar olsun” ve ben alay edenlerden olmuş idim” demesinden evvel. İnsan hâlini ıslâh etmelidir.

56. Evet.. İnsan daha fırsat elde iken kaybettiği şeyleri telâfiye çalışmalıdır (Her nefsin) kendisine azap gelip de pişmanlık göstererek (Allah’a karşı) O’na borçlu olduğum ibadet ve itaat hususunda (yaptığım kusurlardan dolayı eyvah bana yazıklar olsun) diye çırpınmasından (ve ben) zaten (alay edenlerden olmuş idim) kibir ve gurura mübtela bulunmuştum (demesinden evvel) insan hâlini ıslah etmelidir, daha fırsat var iken tevbe etmeli ve af dilemelidir.

§ Tefrit; Taksir, fazlaca kusur etmek demektir.

57. Veya her nefisin: Şüphe yok ki, eğer Allah bana hidayet etse idi elbette ben sakınanlardan olurdum. Demesinden evvel uyanması lâzımdır.

57. Evet.. Fırsat fevt olunca, artık bao mâzeretler, temenniler kabul edilmez (Veya) her nefsin, küfr içinde ölüp giden herhangi bir şahsın (şüphe yok ki, eğer Allah bana hidayet etse idi elbette ben sakınanlardan) şirk ve isyanı terk etmiş olanlardan (olurdum, demesinden evvel) uyanması lâzımdır.

58. Veyahut azabı gördüğü zaman: Keşke benim için bir kerre daha dünyaya dönmek olsa idi de iyi işler işleyenlerden olsa idim. demesinden evvel uyanmalıdır.

58. (Veyâhut) Her şahıs (azabı gördüğü zaman: Keşke benim için bir kere daha) dünyaya (dönmek olsa idi de iyi işler işleyenlerden olsa idim) güzel âkide sahibi, güzel amellere devam eden kimselerdenbulunsa idim, demesinden evvel uyanmalıdır, sonra bu gibi temennilerin kendisine bir fâidesi olamayacaktır.

59. Hayır.. Muhakkak sana âyetlerini gelmişti de, sen onları yalanladın ve büyüklük tasladın ve kâfirlerden oldun.

59. (Hayır..) Öyle bir şahsın o gibi temennileri kendisine bir fâide veremiyecektir. Ona kınamak için denilecektir ki: (muhakkak sana âyetlerim gelmişti) Peygamberim vasıtasiyle Kur’an-ı Kerim’in âyetleri hükmleri sana tebliğ edilmişti, ilâhi dinin mahiyeti, hükmleri medeniyet âleminde yayılıp durmuştu (da sen) Ey inkârcı (onları) O âyetleri, o tebliğ edilen hükmleri (yalanladın) onların Allah tarafından olduğunu kabul etmedin (ve böbürlenenlerden oldun) kendini büyük gördün, nefsine mağrur olup hak’kı kabulden kaçındın (ve kâfirlerden oldun.) onların izlerine uydun, gözlerin önünde parlayan hidayet nurlarını görmek istemedin, verilen nasihatları kabul etmedin, kendi kabiliyetini kötüye kullandın. Artık şimdi lâyık olduğun azaba kavuşmuş oldun.

60. Ve kıyamet gününde görürsün ki, Allah’a karşı o yalan söylemiş olanların yüzleri kapkara kesilmiştir. Cehennemde kâfirler için bir ikametgâh yok mudur?

60. Bu mübârek âyetler, inkârcılar ile müminlerin ahiretteki muhtelif hâllerini tasvir ediyor. İnkârcıların ne kadar çirkin bir manzara teşkil edeceklerini, mü’minlerin de nasıl bir kurtuluş ve selâmete kavuşacaklarını bildiriyor. Cenab-ı Hak’kın ilâhlığına, birliğine ait delillere işaret buyuruyor. Allah Teâlâ’dan başkasına ibadet edilmesini isteyenlerin cehâletlerini teşhir buyurmaktadır. Şöyle ki: Ey Yüce Peygamber!. (Ve kıyamet gününde görürsün ki, Allah’a karşı) Yüce zât hakkında (o yalan söylemiş olanların) O Yüce Yaratıcıya ortak koşanların, O’na evlât isnât edenlerin, O’ndan başkasına tapanların (yüzleri kapkara kesilmiştir.) uğradıkları şiddetli azaptan veyakendilerindeki cehâlet karanlığından dolayı yüzleri simsiyah, iğrenç bir hale gelmiştir. (cehennemde kâfirler için bir ikametgâh yok mudur?.) Elbette ki, vardır. Elbette ki, o inkârcı şahıslar da cehenneme atılacaklardır, orada azap görüp duracaklardır.

61. Ve Allah, takva sahiplerini başarılı amelleri sebebiyle kurtuluşa erdirir, onlara, kötülük dokunmaz ve onlar mahzun da olmazlar.

61. (ve Allah) Teâlâ, o inkârcıların hilafına olarak (sakınmış) şirk ve isyandan kaçınarak tevhid dinî ile, güzel ameller ile şereflenmiş (olanları) onların (başarılı olan amelleri sebebiyle) öyle eriştikleri bir kurutuluş ve zaferden dolayı (kurtuluşa erdirir) onları cehennem azabından korur. Artık (onlara kötülük dokunmaz) bir eziyete, hoş olmayan bir hale uğramazlar (ve onlar mahzun da olmazlar) onların kalplerinde fevt edilmiş olan dünyevî bir varlıktan vesâireden dolayı bir hüzn ve keder de ârız olmayacaktır. Onlar daima bir gönül ferahlığı içinde yaşayacaklardır. “Mefaze” İstenilen şeyi mükemmel bir şekilde elde etmektir. Zafer ve kurtuluş bulacak yer manâsınadır. Selâmet ve kurtuluşa vesile olan güzel amelden kinayedir.

62. Allah herşeyin yaratıcısıdır ve O herşey üzerine vekildir.

62. Şüphe yok ki, (Allah herşeyin yaratıcısıdır.) Cennetleri de, cehennemleri de yaratan O’dur. O Yüce Yaratıcı herşeye kâdirdir. Binaenaleyh cennet ehli cennetlerde nimetlere kavuşturmaya da, cehennem ehlini de cehennemlerde azap etmeye de kâdirdir. İnanıyoruz. İmanı da, küfrü de, hayrı da, şerri de yaratan ancak Allah Teâlâ’dır. Fakat bunlar mükelleflerin sebeplere girişmeleri üzerine meydana getirir. Bu hususta bir zorlama cereyan etmez. (ve O) Hikmet Sahibi Yaratıcı (herşey üzerine vekildir) herşey, O’nunkoruması ve hâkimiyeti altında bulunlaktadır. Kendi mülkünde dilediği şekilde tasarrufta bulunur, buna kimse mani olamaz.

63. Göklerin ve yerin anahtarları O’na mahsustur ve o kimseler ki, Allah’ın âyetlerini inkâr ettiler. İşte hüsrana uğrayanlar onlardır, onlar.

63. (Göklerin ve yerin anahtarları O’na mahsustur) Yani: Herşey Allah Teâlâ’nın iradesi, muhafazası dairesindedir. Bütün kâinat hazinelerine sahip, onları koruyan, onlarda tasarruf eden, o âlemin yaratıcısının yüce zâtıdır. (ve o kimseler ki, Allah’ın âyetlerini inkâr ettiler) O’nun birliğine, kudretine açık ve gizli olarak şahitlik eden ilâhlık delillerini kabul etmediler (işte hüsrâna uğrayanlar) mahrumiyetler içinde kalanlar, uhrevî mükâfatlardan uzak bulunanlar (onlardır) evet.. Şüphe yok ki, (onlar) dır, o inkârcı kimselerdir. İşte küfrün ortaya koyduğu müthiş felâket!.

64. De ki: Allah’ın başkasına mı ibadet edeyim diye bana emrediyorsunuz? Ey câhiller!

64. Ey Yüce Peygamber! O müşriklere (De ki:) bütün bu kâinat, bir Yüce Yaratıcının varlığına, birliğine ve mabutluğuna, yüce zatına ait olduğuna şehadet edip dururken siz (Allah’tan başkasına mı ibadet edeyim diye bana emr ediyorsunuz?.) Hiç O’ndan başka ibadete lâyık olabilir mi?. (ey cahiller!.) Siz bunu neden anlamıyorsunuz?. Öyle pek cahilce bir teklifte bulunmaya cür’et gösteriyorsunuz?. “İbni Abbas Hazretlerinden rivayet olunduğuna göre Kureyş müşrikleri Resûl-i Ekrem’e müracaat etmişler, “biz sana o kadar mal verelim, ki sen Mekkenin en zengin erkeği ol ve seni istediğin kadınlar ile evlendirelim ve senin izinde yürüyelim, sen bizim putlarımıza söğme, onları kötülükle anma” demişler, bunun üzerine bu âyeti kerime ve benzerleri nazil olmuş, o müşriklerin bu pek cahilceteklifleri kınanmıştır.

65. And olsun ki” sana da senden öncekilere de şöyle vahyolunmuştur ki: Eğer “Allah’ın ortağı vardır dersen elbette amelin bâtıl olur ve elbette hüsrana uğramışlardan olursun.

65. Bu mübârek âyetler, Allah Teâlâ’nın ortak ve benzerden uzak olduğunu Peygamberlere vahiy yoluyla bildirilmiş olduğunu ve şirke düşenlerin ne kadar zarar ve ziyanda olacaklarını bildiriyor. Bütün kâinatı kudret elinde tutan ve her şekilde uzak ve yüce olan Yüce Yaratıcının kadrinin yüceliğini birçok kimselerin takdir edemediklerini beyan buyuruyor. Ve Allah’ın kudretinin mükemmelliğine şehadet eden ilk ve ikinci nefaya üfürmeye işaret ederek her şahsın Allah katında tamamen malüm olan dünyadaki amellerine göre ahirette mükâfata ve cezaya kavuşacağını ihtar buyurmaktadır. Şöyle ki: Ey Peygamber!. (and olsun ki, sana vahy olundu) Allah tarafından sana bildirildi (ve senden evvelkileri de) öncekiler ki, Peygamberlerden herbirine de şöylece vahy ile bildirilmiştir (ki,) faraza (eğer) şirke düşer, hâşâ Allah’ın (ortağı vardır dersen elbette) evvelce yaptığın (amelin bâtıl olur) artık ondan bir fâide göremezsin (ve elbette hüsrâna uğramışlardan olursun.) dünyevî ve uhrevî mahrumiyetlere mâruz kalmış kimselerden sayılırsın. “Peygamberler, mâsumdurlar, onlardan böyle birşey çıkmaz. Bu konudaki ilâhi beyan, misâl kabilinden bir şartlı hükümdür. Şirkin ne kadar helâk edici olduğunu bildirmek ve başkalarını bundan sakındırmak gibi hikmetlere dayanmaktadır.

66. Hayır.. Yalnız Allah’a ibadet et. Ve şükredenlerden ol.

66. Cenab-ı Hak, Yüce Peygamberine şöyle de emrediyor: (Hayır..) Ey Peygamber!. Sen o müşriklerin sözlerine bakma, onlara putlarınınmabutluğa sahip olmadığını söylemekten geri durma. Sen (yalnız Allah’a ibadet et) bütün ümmetine bir uyulması gereken bir örnek ol.. (ve şükr edenlerden ol) Böyle bir risalete erişmiş, tevhid dinini yaymakla emrolunmuş ve birnice ilâhi nimetlere mazhar olduğundan dolayı kerem sahibi mabûduna teşekküre devam et.

67. Ve müşrikler Allah’ı hakkıyla tanıyıp bilemediler. Ve kıyamet günü yeryüzü toptan O’nun tasarruf undadır. Gökler de O’nun sağ eliyle dürülmüşlerdir. O ortak koştukları şeylerden uzaktır ve yücedir.

67. (ve) Müşrikler (Allah’ı yüceliği doğrultusunda) O’nu kudret ve azametine lâyık bir saygı ile (takdir edemediler) O’nun yarattığı şeyleri O’na ortak kabul ettiler, bir takım âciz, fâni şeylere mabutluk isnât ederek onlara tapındılar. Bir kere kâinatın Yaratıcısının kudret ve azametini düşünmeli değil midirler?. Bütün âlemleri yaratan O’dur. (ve kıyamet günü yeryüzü toptan) Bütün herşeyi ile (O’nun) O Yüce Yaratıcının (bir kabzasındadır.) yani: Tamamen O’nun mülkü ve tasarrufu altında bulunacaktır. (gökler de O’nun sağ eliyle dürülmüşlerdir.) Bükülmüşlerdir. Yani: Bütün o yüksek âlemlerdeki varlıklar da o Yüce Yaratıcının kudret eliyle kendilerine mahsus şekilleri almışlar, kitap sahifeleri gibi tertipli ve düzgün bir hâlde bulunmuşlardır. “Bu ilâhi beyan, pek edebî bir temsil yoluyla anlatılmıştır. Cenab-ı Hak’kın kabzasından ve sağ elinden maksat, bu kâinatta olan pek mükemmel tasarruflarını açıklamaktan ibârettir. Yoksa Allah Teâlâ’nın öyle organdan uzak olduğu dinen bilinmektedir. Evet.. (O) Hikmet Sahibi Yaratıcı, o müşriklerin (şerik koştukları şeylerden uzaktır ve yücedir.) o mukaddes, mahlûkatına benzemekten uzak olan Yüce Yaratıcının birer kudret eseri olan mahlûkat, hiç o ezeli mabûdun ortağı, benzeriolabilirler mi?. Hiç öyle âciz, yok olmaya mahkum şeyler, mâbudluk vasfına sahip bulunabilirler mi?. Bunu nasıl oluyar da takdir edemiyorlar.

68. Ve Sûr üfürülmüştür. Hemen göklerde kim var ise ve yerde kim var ise ölüvermiştir. Allah’ın dilediği kimse müstesnâ. Sonra Sûr tekrar üfürülmüştür. O anda onlar kalkarak bakışırlar.

68. Allah Teâlâ’nın kudretini, bütün bu kâinattaki tasarruflarını düşünmeli ki, kıyamet vuk’u bulunca da bu kâinat ne hale gelecektir. İşte o kıyamet hâdisesi, şu anda vuk’u bulmuş gibi şöylece tasvir buyuruluyor: (ve sûr üfürülmüştür) Nefhai ula ilk sûrâ üfürme denilen büyük hadise meydana gelmiştir. (hemen göklerde kim var ise ve yerde kim var ise ölüvermiştir) Melekler de, insanlar da, cinler de, hayattan mahrum kalmışlardır. İşte bu, bir küçük kıyamet! (Allah’ın dilediği kimse müstesnâ) O, hayattan mahrum kalmamıştır. Bunun kimden ibaret olduğu kat’i şekilde malum değildir. Bunu ancak Cenab-ı Hak bilir. Maamafih bu birinci nefha ile ölmeyecek zâtların Cebrail, Mikâil, İsrafil ve Azrâil Aleyhimüsselâm’dan veya arşı taşıyanlar ve müslüman şehidlerden ibaret bulunduğu tefsirlerde rivâyet olunmuştur. “Maamafih daha sonra onlar da geçici olarak vefat edeceklerdir.” “Küllü nefsin zaikatülmevt.. Her canlı ölümü tadar (Enbiya, 21/35)” ve “küllü şeyin halikün illâ vecheh… O’nun zâtından başka herşey yok olacaktır. (Ankebut, 28/88)” âyetleri bunu göstermektedir. (sonra sûr tekrar üfürülmüştür) Bu da ikinci nefhadır ki, (o anda onlar) bütün ölmüş kimseler, yeniden hayat bularak yattıkları yerlerden (kalkarak bakışırlar) gözlerini her tarafa çevirerek bir hayretle, şaşkınlıkla etrafı seyre dalarlar. Bu iki sûr arasında kırk sene geçmiş olur. Bu müddetin kırk gün, kırk ay olduğunu söyleyenler de vardır.

69. Ve yer Rabbinin nuruyla parlamaya başlamıştır ve kitap meydana konulmuştur. Ve Peygamberler ve şahitler getirilmiştir ve onların aralarında hak ile hükmolunmuştur ve onlar hiç zulüme uğramazlar.

69. İşte Allah’ın kudreti ile öyle bir ikinci sûrâ üfürülmüş (ve yer) mahşer sahası (Rab’binin nuru ile) Cenab-ı Hak’kın adalet ve hakkaniyet ışığıyla (Parlamağa başlamıştır.) tam artık muhasebe ve muhakeme neticesinde birnice hakikatler tecelli edip meydana çıkmış bulunacaktır. Allah’ın yüceliği ve ilâhi adaleti her tarafı nurlar içinde bırakacaktır. (ve kitap) Hesap için olan amel defterleri, herkesin kendisine mahsus olan amel defteri, meydana (konulmuştur) herkes kendi amellerinin neden ibaret olduğunu o kendisine mahsus kitapta görüp itirafa mecbur olacaktır. (ve Peygamberler ve şahitler) de o mahşer alanına (getirilmiştir) Peygamberler, kendi ümmetleri hakkında şahitlikte bulunacaklardır. Şahitlerden maksat da insanların amellerine şahitlikte bulunacak olan hafaza melekleridir. Veyahut Allah’ın dinî uğrunda şehit düşmüş olan zâtlardır. (ve onların) O mahşerde toplanmış olan kulların (aralarında hak ile hükm olunmuştur.) tam bir adalet ve doğruluk dairesinde Allah’ın hükmü tecelli etmiş bulunacaktır. (ve onlar hiç zulme uğramazlar) onların sevapları azaltılmaz, azapları da arttırılmış olmayacaktır.

70. Ve her nefis, ne yapmış ise kendisine karşılığı ödenmiştir ve O Hikmet Sahibi Yaratıcı ne yaptıklarını çok iyi bilendir.

70. (ve her nefs) Herhangi mükellef bir insan dünyada iken (ne yapmış ise) ahiret âleminde (kendisine) o yapmış olduğu şeyin karşılığı (ödenmiştir) tamamen lâyık olduğu mükâfata veya cezaya kavuşmuş olacaktır. (ve O) Hikmetli Yaratıcı, kullarının dünyada iken (ne yaptıklarını çok iyi bilendir) hiçbir kitaba, hesaba vesaireye ihtiyaç bulunmaksızın bütünkullarının fiil ve sözleri Cenab-ı Hak’ca tamamen malumdur. Ancak ilâhi adaletinin tecellisi için ve ilâhi delillerin tamamen ortaya çıkmasıyla mazeretlerin kesilmesi içindir ki, öyle muhasebeye, muhakemeye lüzum gösterilmektedir, bunun neticesinde herkes, lâyık olduğu mükâfata veya cezaya kavuşmuş olacaktır. Şüphesiz inanıyoruz.

71. Ve kâfir olanlar, bölük bölük cehenneme sürülmüşlerdir. Oraya geldikleri zaman, kapıları açılıverdi ve onlara bekçileri dedi ki: Size içinizden Rabbinizin âyetlerini okuyan ve size bugüne kavuşacağınızı ihtar eden Peygamberler gelmedi mi? Dediler ki: Evet. Fakat azap kelimesi, kâfirler üzerine hak oldu.

71. Bu mübârek âyetler, cehenneme sevkedilecek olan kâfirlerin kınanmak için nasıl bir suâle maruz kalacaklarını ve takım takım cehenneme atılacaklarını ihtar buyurmaktadır. Şöyle ki: ahirette herkes lâyık olduğu muameleye tâbi tutulacaktır. (Ve kâfir olanlar bölük bülük) Dünyadaki sapıklıklarının kötü hareketlerinin tabakalarına, derecelerine göre takım takım birbirlerinin arkasından (cehenneme) bir sertlik ve şiddetle (sevkedilmişlerdir.) yâni: “Cehennem hazenesi” denilen koruyucu memurlar, bekçiler tarafından bir zorlama ve tehdid ile cehenneme sürülüp yürütülmüş olacaklardır. (Ne zaman ki:) O kâfirler (Oraya) cehenneme (geldiler) bir hakaret ve horluk içinde oraya sevkedilmiş bulundular, cehennemin yediden ibâret olan (kapıları) hemen (açılıverdi ve onlara bekçileri) bir kınama ve bir ihanet maksadiyle (dedi ki: Size içinizden) cinsinizden, sözlerini anlayacağınız kimselerden (Rab’binizin âyetlerini okuyan) Kur’an-ı Kerim’deki ve diğer ilâhi kitaplardaki hükmleri bildirir (ve sizi bu gününüze) bu kıyamet zamanına (kavuşacağınızla korkutan Peygamberler gelmedi mi?.) size Allah’ın dinini tebliğ etmediler mi. Sizlere bu âteşin neticeyiihtar eylemediler mi? Onlara ne için muhalefet edip küfr ve isyan içinde kaldınız da şimdi böyle ebedî bir azaba tutulmuş bulunuyorsunuz?. O kâfirler de kendi cinâyetlerini anlamış oldukları için itirafa mecbur olarak (dediler ki: Evet..) Bize Peygamberler geldiler. İcabeden telkinlerde bulundular, Allah’ın dinine dair malumat her tarafa yayılmaya başlamış bulunuyordu (fakat) biz muhalefette bulunduk, Peygamberleri yalanladık, kendi yaratılış kabiliyetimizi kötü kullandık, hak’ka karşı bâtılı tercih ettik. Artık (azap kelimesi) Cenab-ı Hak’kın kâfirler hakkındaki ilahi ihtarı (kâfirler üzerine hak oldu.) Vâcip olup kararlaştırılmış oldu. Evet.. Allah Teâlâ, cehennemi şeytan ile ve ona tâbi olanlar ile dolduracağını haber vermişti. Bu kâfirler de şeytana tâbi olmuş, din yolundan ayrılmış oldukları için böyle cehenneme aday bulunmuşlardır.

§ Sevk; Sürmek, yürütmek, bir tarafa yürümeğe şiddetle veya yumuşaklıkla teşvik etmek mânâsınadır.

§ Züber; Cemaatler, dereceleri başka başka, dağınık, azar azar guruplar demektir. Tekili “zümre” dir.

72. Denildi ki: Cehennemin kapılarına içinde ebediyyen kalmak üzere giriniz. Artık böbürlenenlerin yeri ne kötü!

72. Artık o cehenneme atılan kâfirler için onlara azap etmekle emrolunmuş olan melekler tarafından (Denildi ki:) Ey kâfirler!. (cehennemin kapılarına içinde ebediyyen kalmak üzere giriniz) Artık sizin için de ebediyyen azap göreceğiniz yer, bu cehennemden ibarettir. (böbürlenenlerin ikametgâhı ne kötü!..) İşte kibirlenip de hak sözleri kabul etmeyen, Allah’ın dinine aykırı cephe almış bulunan kimselerin içinde ebediyyen durup azap görecekleri yer, bu cehennemdan başka değildir. Buna kendileri o kötü hareketleriyle sebebiyet vermişlerdir.İşte küfrün ebedî ve pek müthiş cezası!.

73. Ve Rablerine karşı gelmekten sakınanlar ise cennete bölük bölük sevkedildi. Oraya gelip kapılar açıldığında bekçileri onlara dedi ki: Selâm size, tertemiz geldiniz. Artık buraya ebedîyyen kalıcılar olmak üzere giriniz.

73. Bu mübârek âyetler de Allah’tan korkan müminlerin ahirette kavuşacakları yüce nimetleri bildiriyor. Bir muntazaman tertip ile cennetlere sevk edileceklerini haber veriyor ve meleklerin Allah’ın arşı etrafında tesbih ve hamd etmekle meşgul bulunduklarını ve o cennetlere girecek müminlerin de âlemlerin Rabbine Hamd ve senada bulunacaklarını beyan buyurmaktadır. Şöyle ki: (Ve Rab’lerinden korkmuş olanlar da) Dünyada iken imân ile ve güzel ameller ile muttasıf bulunmuş olan (zâtlarda) kâfirlerin hilâfına olarak (cennete bölük bölük) mertebelerine göre bir ikram ve şeref ile (Sevkedildi) yani: Bir kısım meleklerin vasıtalariyle biran evvel o rahat ve huzur âlemine götürülmüş bulunacaklardır. (vaktaki) O takva sahibi kullar (ona) o cennete (geldiler ve kapıları açıldı) kendileri karşılandı (ve onlara bekçileri) cennet muhafızları denilen melekler (selâmün aleyküm) bütün elemlerden hoş olmnayan şeylerden selâmette bulunacaksınızdır, bundan sonra size huzurunuzu bazacak birşey ârız olmayacaktır. (tertemiz bulundunuz) temiz bir ruha sahip oldunuz. Dünyada iken din nuruyla kalplerinizi aydınlatmış idiniz, isyan kirlerinden uzak bulunmuş idiniz. (artık bunlara) bu cennetlere (ebediyyen) içinde (kalıcılar olmak üzere giriniz) bundan sonra sizin için bir yokluk, bir değişme bir üzüntü ve keder yoktur.

74. Onlar da dediler ki: Hamd Allah’a mahsustur ki, bizim için vaadini yerine getirdi ve bizi bu yere vâris kıldı. Cennetten dilediğimiz yerde ikamet ediveririz. Artık ne güzeldir, güzel amel edenlerin mükâfatı!

74. Öyle cennetlere sevkedilen müminler de nâil oldukları nimetleri görünce (dediler ki: Hamd Allah’a mahsustur ki,) Tam bir hamd ve senâ’ya lâyık olan Allah Teâlâ’dır ki, (Bizim için vâ’dinî yerine getirdi) Peygamberleri vasıtasiyle bize bildirilen bu ahiret âlemi, bu ebedî saadet makamı gerçekleşleşmiş oldu, bu husustaki beyanların doğruluğu ortaya çıkmış bulundu (ve bizi bu yere varis kıldı) bize bu cennetleri nâsip buyurdu. Artık (cennetten dilediğimiz yerde ikamet ederiz.) şimdi bunlarda bir mirasçının miras yoluyla kavuştuğu gibi tasarrufa selahiyetli bulunacağız, istediğimiz yerlerde, geniş makamlarda ikamet edip zevk alacağız. (Artık ne güzeldir) ne kadar hoştur, güzel (amel edenlerin mükâfatı) Cenab-ı Hak da bunları bir mükâfat olarak bizlere nasip buyurdu. Binlerce şükr olsun.

75. Ve melekleri görürsün ki, arşı etrafından kuşatmışlardır. Rablerine hamd ile tesbîhte bulunurlar ve aralarında hak ile hükmolunmuştur. Âlemlerin Rabbi olan Allah’a hamd olsun denilmiştir.

75. (ve) Ey o yüce âlemi seyretmeye muvaffak olan zât!. (melekleri görürsün ki, arşı etrafından kuşatmışlardır.) Yüce arşı her tarafından kendilerince mümkün olacak bir mertebede kuşatmış bulunmaktadırlar. (Rab’lerine hamd ile tesbihte bulunurlar.) Cenab-ı Hak’kın büyüklük ve kudretini, yüce zatını zikretmekle, kutsamakla pek ruhani lezzetlere dalmış olurlar. (ve) O ahiret âleminde artık bütün yaratıklar arasında veya bütün melekler arasında (hak ile hükm olunmuştur) ilâhi adalet tecelli etmiş, müminler cennetlere, kâfirler de cehennemlere sevkedilmişlerdir. Melekler de kendi mertebelerine göre yüksek makamlara ikamete erişmişlerdir ve müminler ve melekler tarafından da (âlemlerin Rab’bi olan Allah’a hamd olsun denilmiştir) o Kerem SahibiYaratıcının verdiği nimetlerden dolayı şükretmeye devam edilmiş, o yüce mâbudun zikrine, takdis ve tenzihine devam edilmesi, maddî ve mânevi bütün zevklerin üstünde görülmekte bulunmuştur. Cenab-ı Hak, cümlemizi böyle bir gayeye muvaffak buyursun Amin.. Bu mübârek surenin başında da; sonunda da hamd beyan olunmuştur. Bu beyan, her işin başlangıcında da, sonucunda da Cenab-ı Hak’ka hamd edilmesinin menfaate uygun olacağına işaret etmektedir. Resûl-i Ekrem, Sallallahu Aleyhi Vesellem Efendimizin her gece Beni İsrâil sûresiyle işbu Ez-Zümer sûresini okuduğunu Hz. Aişe Radiyallahü Anha Validemizden muhaddis İmam-ı Tirmizi ile diğer zatlar rivâyet etmişlerdir. Başarı Allah’tandır.
Daha yeni Daha eski