KURAN’I KERİM TEFSİRİ
ÖMER NASUHİ BİLMEN
Ankebut Suresi Tefsiri, Türkçe Meali ve Açıklaması
Bismillâhirrahmânirrahîm
Bu mübârek sûre, Mekke-i Mükerreme’de peygamberlerin hicretine yakın bir zamanda nazil olmuştur. Altmış dokuz âyeti kerimeden meydana gelmektedir. Bir rivayete göre yalnız ilk on âyeti Medine-i Münevvere’de inmiştir. Bu sûrei cêlilede putlara ve diğer âciz, fâni şeylere tapanların halleri ve onların dünya varlığını avlamak için kurdukları tuzakları ve öyle pek boş gayretleri, “ankebût” denilen örümceklerin o pek adi ve bir üfürülmekle mahv ve yok olmaya mahkum olan ağına benzetilmiş, onların öyle kıymetsiz, ehemmiyetsiz olduğuna işaret buyurulmuş olduğu için bu hikmetli sûreye “Ankebût Sûresi” adı verilmiştir. Bu mübârek surede bir kısım müminlerin Allah yolunda bazı sıkıntılara uğrayacaklarına ve bunun kendileri için dünyevî ve uhrevî faidelere, sevaplara vesile olacağına işaret olurmaktadır. Allah’ın dinine aykırı hususlarda anaya, babaya bile itaat edilmeyeceği ihtar olunuyor. Bu suredeki bir kısım âyetler de Hz. Nuh ile Hz. İbrahim’in ve Hz. Lût ile Hz. Şüayb’in ve diğer bazı Peygamberlerin -Aleyhimüsselâm- kıssalarını özet olarak işaret ederek onların hayat tarzını, Allah yolundaki fedakârlıklarını ve sonuçta başarılara kavuşmalarını nazarı dikkate sunmaktadır. Ve Kur’an-ı Kerim’in yüce mahiyetini, pek muazzam bir mucize olduğunu, insanlık için ne büyük bir temizlik ve fazilet vesilesi bulunduğunu göstermektedir. İslâmiyet’e karşı cephe alanların da pek fecî âkibetlerine işaret edip müslümanların selâmete, ebedî nimetlere kavuşacaklarını müjdeleyerek kendilerinekuvvet ve teselli veriyor. Ve Allah yolunda mücahede edenlerin emeklerinin zayi olmayıp kendilerinin hidayete, büyük mükâfatlara kavuşacaklarını beyan buyurmaktadır.
1. Elif, Lâm, Mim.
1. Bu mübârek âyetler, müminlerin hak yolunda hikmet gereği bazı zahmetlere uğrayacaklarını ve böyle bir ilâhi adetin eski ümmetler arasında da cereyan etmiş olduğunu bildiriyor. Günahkâr olanların da kaçıp kendilerini Allah’ın azabından kurtaramayacaklarına işaret buyuruyor. Cenab-ı Hak’kın lütfuna kavuşmak isteyenlerin takdir edilen zamanın gelmesini beklemelerine, ve hak yolunda çalışanların da kendi şahsi menfaatlerini temin etmiş olacaklarına tenbih buyurmaktadır. Şöyle ki: (Elif, Lam, Mim) bu mübârek kelimeler, okunacak âyetler için dikkat nazarlarını çekmeye bir vesiledir. Çünkü böyle mânası ilk bakışta anlaşılmayan birer kelime, birer cümle ile mühim bir konuya başlanılması okuyanlarda, dinleyenlerde bir uyanma meydana getirir, âyetlerin ehemmiyetle okunup dinlenilmesini temin eder. Maamafih bu hususta daha birçok hikmetler vardır. Onu Cenab-ı Hakk’ın ilmine havale ederiz. Bazı zatlar da bu gibi kelimeleri uygun şekilde yorumlamışlar ve açıklamışlardır. Bu cümleden olarak “Nimetullahi Nahcıvâni Elfevatihül’ilâhiyye” adlı tefsirinde diyor ki: (E) Olgun insana (L) liyakata (lâyık olma) (M) de müeyyediyyete (desteklenmeye) işarettir ve Resûlullah’a bir hitap demektir. Allah bilir şöyle buyurulmuş oluyor ki: Ey olgun insan olan Yüce Peygamber!.. Ey ilâhi lütuflara lâyık bulunan Yüce Peygamber!. Ey Allah tarafından desteklenen Son Peygamber!. Vahyedilen âyetleri güzelce takip et ve oku. Bu hususa dair Bakara sûresinin birinci âyetine bakınız!.
2. İnsanlar “îmân ettik” demeleriyle bırakılacaklarını ve kendilerinin imtihanedilmeyeceklerini mi sanıverdiler.
2. (insanlar) Bütün insanlık topluluğu, sadece (îman ettik demeleriyle bırakılacaklarını) artık bir şey ile mükellef olmayacaklarını, hiçbir vakit bir belâya mâruz kalmayacaklarını (ve kendilerinin imtihan edilmeyeceklerini mi sanıyordular?.) böyle bir kanaat asla doğru değildir. Bu dünya imtihan âlemidir. İnsanlar vakit vakit bazı hoş olmayan durumlara düşebilirler, ve yine insanlar, bir kısım vazifeler ile görevlendirilmiş bulunurlar. Meselâ: Namaz, oruç, zekât gibi ibadetler yapmaları gerekir. Bütün bunlar, birer hikmet ve faydaya dayanmaktadır, bu vesile ile hakiki samimi müminler ile sadece sözle mümin olanların kimlerden ibaret olduğu ortaya çıkmış olur. “Rivayete göre bu âyeti kerime, ashab-ı kiramdan bazı zatlar hakkında nazil olmuştur. Bu zatlar, Mekke-i Mükerreme’de İslâmiyet’i kabul etmişler, sonra da başka yerlere hicret etmeye gerek görmüşlerdi. Bu mübârek zatların arkalarından müşrikler koşmuşlar, onlardan bazılarını şehit etmişler, bazıları da kurtulabilmişlerdi. Amman Bin Yasir, Abbas İbn Ebi Rebiy’a, Velîd Beni Velid, Seleme Bin Hişam Hazretleri bu cümledendir.
3. Andolsun ki, onlardan öncekileri de imtihan ettik, elbette ki: Allah doğrulukta bulunanları da ve yalancı olanları da bilir.
3. İşte Cenab-ı Hak buyuruyor ki: (Andolsun ki) Celâlim hakkı için (onlardan) o Mekke-i Mükerreme’de eza ve cefaya uğrayan ashab-ı kiramdan (evvelkileri de imtihan ettik) geçmiş ümmetler arasındaki müminler de, onların Peygamberlerini de hikmet gereği bir imtihana tâbi tuttuk, onlar da birçok zahmetlere, sıkıntılara mâruz kaldılar. Nitekim Peygamberlerden bazıları dinsizler tarafından şehit edilmiş kimi de birçok eziyetlere uğratılmıştır. Bu muhterem îman ehlinin böyle bir takım belâlara, ağır hâdiselere mâruz kalmaları, onların îmanlarındaki samimiyeti,sağlamlığı ortaya çıkarmak yalanca münafık olanları da meydana çıkarıp gözler önüne sermek içindir. (elbetteki, Allah doğrulukta bulunanları da ve yalancı olanları da) ezeli ilmiyle bildiği gibi böyle hallerinin meydana çıkarılması suretiyle de müşahede ilm yoluyla (bilir) işte bu ilâhi ilmin tecellisi içindir ki kullarını dünyada öyle bir imtihana tâbi tumaktadır. Artık bu kullar için yarın ahirette bir mâzeret ileri sürmelerine imkân kalmamış olacaktır. Bu hususta Allah’ın âdeti, öteden beri böyle sürüp gitmektedir. Binaenaleyh bu ümmet de bazı imtihanlara tâbi olmalarından dolayı üzüntüye kapılmamalıdır. Bunun neticesi selâmettir, saadettir.
4. Yoksa kötülükleri yapanlar, bizden kaçıp kurtulacaklarını mı sandılar? Hükmettikleri şey ne kadar fena!
4. (Yoksa kötülükleri yapanlar) Şirke düşenler, birçok günahları işleyenler (bizden kaçıp kurtulacaklarını mı sandılar?.) bizim azabımızı kendilerinden bertaraf edebileceklerini mi, onları cezalandırmağa bizim kâdir olamayacağımızı mı zannettiler?. (hükmettikleri şey ne kadar fena.) öyle kendilerinin azaptan kurtulacakları hakkındaki kanaatleri ne kadar yanlış, boş bir kanaatten ibaret!. Onlar dünyadaki varlıklarına, azaba uğramadıklarına bakarak, ahirette de azaba uğramayacaklarına kanaat getiriyorlar, böyle bir hükümde bulunuyorlar, bu pek bâtıl bir kanaat, pek çirkin bir hükümden başka bir şey değildir.
5. Her kim Allah’a kavuşmayı ümit ederse elbette Allah’ın tâyin ettiği müddet, herhalde gelicidir. Ve o, hakkıyla işitendir, bilendir.
5. (Ve her kim Allah’a kavuşmayı) Yani: Cenab-ı Hakkı ahiretteki hükmüne sevap, veya azabına ermeği, ve cennete, Allah’ın cemalini görmeye erişmeyi (ümit ederse) buna inanıp kavuşmak isterse (elbette Allah’ın tâyin ettiği müddet) bu istenilen şeylerin meydanagelmesi için takdir edilen zaman (herhalde gelicidir) bu muhakkaktır, bu husustaki Allah’ın vadinde cayma, asla söz konusu değildir. (ve o) Yüce Yaratıcı (işitendir) kullarının bütün dediklerini, dilediklerini, tamamen işitir ve o Kerim mabûd (bilendir) kullarının bütün gizli ve aşikâr olan hallerini, kalplerindeki kanaatlerini bilir, haklarında ona göre ilâhi hükmü tecelli eder. Artık bunları güzelce düşünüp de o Yüce Yaratıcıya îmandan itaattan ayrılmamalıdır. Aksi takdirde hiçbir kimse Allah’ın azabından kendisini kurtaramaz.
6. Ve her kim cihâd ederse ancak kendi nefisi için cihâd etmiş olur. Şüphe yok ki Allah, elbette alemlerden müstağnidir.
6. (Ve her kim) Bu dünyada (cihâd yaparsa) gayretini sarfederek güzel amellerine devam ederse, Allah’ın dinî uğrunda cihada atılırsa (ancak kendi nefsi için cihad etmiş olur) çünki onun bu çalışma ve gayretinin, bu ibadet ve itaatinin menfaatı kendisine aittir, Allah Teâlâ ise bütün mahlûkatından zengindir, hiçbirinin ibadetine muhtaç değildir, kullarını o gibi vazifeler ile muvazzaf tutmuş olması yine onların faideleri içindir, onların ebedî mükâfatlara kavuşmaları içindir. Binaenaleyh bu da bir ilâhi rahmetten başka birşey değildir (şüphe yok ki, Allah, elbette âlemlerden müstağnidir) ne insanlara, ne cinlere ve ne de meleklere ve onların ibadetlerine bir ihtiyacı yoktur ve mekâna, zamana ihtiyaçtan da uzaktır. Fakat bütün bu mahlûkat, o Yüce Yaratıcının lütuf ve ihsanına muhtaçtırlar. O halde o Àlemlerin Rabbi’nin rızasını kazanmak, onun ihsanına erişmek için elbette ki, o kerim olan Yüce mâbuda ibadet ve itaatte bulunmaları icabeder.
Evet Herkes kendi çalışma ve gayreti nisbetinde ilâhî kurtuluştan nasibini alır. Eğer bir kimsenin kabı az su alırsa, bundan dolayı dermanın ne kusuru vardır?. Binaenaleyh insan çalışmalıdır ki, kendisinde güzel bir kabiliyet bulunmalıdır ki, ebedî nimetlere ulaşabilsin.
7. Ve o kimseler ki, iman ettiler ve iyi işler yaptılar elbette onların kötülüklerini af ile örteriz ve elbette onları işlemiş oldukları şeyin en güzeli ile mükâfatlandırırız.
7. Bu mübârek âyetler, güzel amellerde bulunan zatların kavuşacakları büyük mükâfatları bildiriyor, ve anaya babaya karşı güzelce muamelenin yapılmasını, fakat onların dine aykırı tekliflerine riayet edilmemesini ihtar buyuruyor ve îman ve itaat sahiplerinin salihler zümresine katılacağını şöylece müjdeliyor. (ve o kimseler ki, îman ettiler) Cenab-ı Hak’kın birliğini tasdik ederek islam dinini kabul eylediler (ve iyi işler yaptılar) îmanlarını kuvvetlendirmek, üzerlerine düşen vazifeleri yerine getirmek için ibadet ve taate devam ettiler (elbette onların kötülüklerini) insanlık icabı yapmış oldukları günahları affederek (örteriz) o günahlarından dolayı kendilerine ahirette azap etmeyiz. Şöyle ki: îman eden bir kimse, vaktiyle işlemiş olduğu küfürden kurtulur. Mümin olduğu halde küçük günahları işleyenler de namaz gibi, oruç gibi ibadetlerde bulundukça bağışlanır, affa uğrar. “Kebair” denilen günahlarda, tövbe ile ve başkalarının haklarına tecavüz etmek suretiyle vuku bulan büyük günahlar da o haklarına tecavüz etmek suretiyle vuku bulan büyük günahlar da o hakları yerine getirmekle veya helallik almak suretiyle af ve bağışlanmış olur.(ve elbete onları) O inanan ve ibadet eden zatları (işlemiş oldukları şeyin) o iyi işlerin mükâfat itibariyle (en güzeli ile mükâfatlandırırız) meselâ: bir iyi amel karşılığında en az on misli sevap ihsan ederiz. Ne büyük bir ilâhi lütuf!. Bir günaha mislinden fazla ceza vermediği halde bir güzel amele böyle kat kat sevap ihsan buyuruyor.
8. Ve insana anası ve babası hakkında güzellik tavsiye ettik. Maamafih senin için hakkında hiçbir bilgi olmayan bir şeyi bana ortak koşasın diye uğraşırlarsa o zaman onlara itaat etme. Dönüşünüz banadır. Artık size yapmış olduklarınızı haber vereceğim.
8. (Ve) Allah Teâlâ (insana) güzel ameller cümlesinden olmak üzere (anası ve babası hakkında güzellik tavsiye etti) bir kimsenin anası ve babası onun varlığının sebebidirler, onun terbiyesine, büyüyüp gelişmesine hizmet etmiş bulunmaktadırlar. Artık onların meşru emirlerine riayet etmek kendilerine yardımda bulunmak, bır insanlık vazifesidir. Bunun içindir ki, Cenab-ı Hak’da bunu bizlere emir buyurmaktadır. (Maamafih) Şöyle de emrediyor ki: Ey insan!. (senin için hakkında hiçbir bilgi olamayan bir şeyi) Mâbudluğu hakkında bir delil bir bilgi bulunmayan herhangi bir mahlûku (bana) ilâhi zatım hakkında (ortak koşasın diye uğraşırlarsa) seni şirke düşürmek için çalışırsa (o zaman onlara itaat etme) öyle küfür ve şirki gerektiren emirlerine tavsiyelerine iltifatta bulunma. Çünkü hiçbir mahlûka, isyan hususunda itaat câiz değildir. Nitekim bir hadis-i şerifte
buyurulmuştur. Bir kere düşününüz ki: (dönüşünüz banadır) İman edenler de, etmeyenler de, ana-babanın tekliflerine itaatde bulunanlar da bulunmayanlar da yarınahirette Hak Teâlâ’nın manevî huzuruna, yüce mahkemesine sevkedileceklerdir. (artık) Dünyada iken (yapmış olduklarınızı) o ahiret âleminde (size haber vereceğim) sizi dünyadaki amellerinize göre mükâfata ve cezaya kavuşturacağım, artık bu âkibeti dikkate alıp da ona göre hayatınızı, fill ve hareketlerinizi tanzime gayret ediniz. “Rivayete göre” Saad ibni Ebi Vakkas” Radiyallahü anh, İslâmiyet’i kabul edince annesi “Hemme Binti Ebi Süftan” bunu işitmiş, “Ey Sad senin İslâmiyet’i kabul ettiğini haber aldım, vallahi ben daima güneş altına duracağım, hiçbir evin gölgesinde bulunmayacağım ve yemek içmek de bana haram olsun, sen Muhammed’i -Aleyhisselâminkâr edinceye kadar” demiş ve üç gün kadar öyle yemeksizin, içmeksizin güneşın sıcak ışıkları altında durmuş. Hz. Sad ise ona itaat etmemiş yüz canım olsa da hepsini birer birer çıkaracak olsa ben yine Muhammed Aleyhiselâm’ı inkâr etmem demiş, sonra da Peygamberin huzuruna gelerek annesinin o halinden şikâyette bulunmuş, bunun üzerine bu âyeti kerime nazil olmuştur. Demek ki: Bir kimseye anası, babası ne kadar ısrar etseler de meşruluğu bilinmeyen bir hususta onlara itaat edilmesi câiz bulunmuyor. Artık meşru olmadığı bilinen, bazı deliller ile sabit bir husus hakkında onlara ısrarları halinde itaat câiz olmadığı gibi ısrar etmemeleri halinde de hiçbir şekilde itaat edilmesi câiz olamaz. Böyle bır itaat, insanı intihara, ebedî helâki gerektiren dinden dönmeye sevketmek demektir. Binaenaleyh böyle bir hususta herhangi bir kimseye nasıl itaat edilebilir?.
9. O kimseler ki: îmân ettiler ve iyi işler yaptılar elbette onları sâlihler arasına katacağız.
9. (O kimseler ki) Dinsizlikten kaçınarak (îman ettiler) İslâm dinini kabul eylediler, (ve) bu îmanlarını kuvvetlendirmek için (iyi işlerdebulundular) üzerlerine düşen dinî vazifeleri yerine getirmeye çalıştılar (elbette onları) böyle îman ile güzel ameller ile vasıflanan kulları (salihler arasına girdireceğizdir) onları Peygamberler ile, veliler ile beraber toplayacağız, yahut onları o mübârek zatlar ile cennetlere sokacağız. O zatlar ki, durumlarını düzeltme husunda maharet sahibidirler. Durumu düzeltmek ise müminlerin derecelerinin son noktasıdır, umulan olgunluğun gayesidir. Böyle bir gayeye ulaşmak için her insan, kalbini îman nuru ile aydınlatmaya, vücudunu güzel amellerle süslemeye çalışıp durmalı değil midir?. Ve başarı Allah’tandır.
10. Ve insanlardan öylesi de vardır ki, Allah’a îmân ettik der. Sonra Allah uğrunda bir eziyete uğrasa insanların işkencesini Allah’ın azabı gibi telakki eder. Andolsun ki, Rabbinden bir zafer gelecek olunca da elbette diyeceklerdir ki: Biz de muhakkak sizinle beraber bulunduk. Allah, âlemlerin kalplerinde olanı en iyi bilen değil midir?
10. Bu mübârek âyetler de îman iddiasında bulunan münafıkların dünyevî bir sıkıntıyı, Allah’ın azabı gibi saydıklarını ve müminlere bir zafer yüz gösterince kendilerinin de o müminlerin ile beraber olduklarını iddia ettiklerini bildiriyor. Ve bütün müminlerin de münafıkların da kalblerinden geçenleri Cenab-ı Hak’kın bildiğini ihtar buyuruyor. Galip gelen kâfirlerin de müminleri hak yolundan ayırmak için nasıl bâtıl tekliflerde bulunduklarını ve o kâfirlerin ahirette kimseye yardım edemiyeceklerini, bilakis kendilerinin de, başkalarının da yüklerini yüklenerek nasıl büyük bir cezaya çarpılacaklarını beyan buyurmaktadır. Şöyle ki: Allah Teâlâ, insanların müminler ile kâfirler kısımlarına ayrılmış olduklarını yukarıda bildirdiği gibi üçüncü kısımı da münafıkların oluşturduğunu şöylece beyan buyuruyor. (ve insanlardanöylesi de vardır ki) Müminlere karşı biz (Allah’a îman ettik der) kendisini müslüman gösterir (sonra Allah uğrunda bir eziyete uğrasa) îmanından dolayı kâfirler onu bir azaba uğratacak olsalar (insanların işkencesini) kâfirler tarafından kendisine isabet eden eza ve cefayı (Allah’ın azabı gibi görür) o eza ve cefayı, Allah’ın azabı gibi şiddetli sayarak dininden döner, ve bunu açıkça gösterir. Halbuki, bu münafıkça, dininden dönme hareketinden dolayı ahirette uğrayacağı ilâhi azap, her türlü dünyevî eziyetlerin, mahrumiyetlerin üstündedir. Ne yazık ki, bunu takdir edemez.
“Gam değildir gide dünya, kala din”
“Gam odur kim kala dünya, gide din”
Evet.. Münafıklar, öyle kimselerdir ki, onlar yalnız dünyevî menfaatler arkasında koşarlar. İşte Cenab-ı Hak, buyuruyor ki: (Andolsun ki Rabbinden) Müminler için (bir nusret) bir feth ve zafer, bir ganimet malı (gelecek olunca da elbette) o münafıklar (diyeceklerdir ki: biz de muhakkak sizinle beraber bulunduk) biz de îman hususunda sizinle beraberiz. Artık bizi de o ganimet, mallarına ortak kılın, biz de onlardan birer hisse alalım. (Allah, âlemlerin kalplerinde olanı en iyi bilen değil midir?.) elbette o kâinatın yaratıcısı, bütün mahlûkatın hallerini tamamen bilmektedir, bütün kullarının kalplerinden geçenler Allah katında malûmdur. Artık şüphe yok ki, o münafıkların kalplerindeki nifakı, o kâfirlere karşı gösterdikleri eğilimleri de sonsuz olan muazzam ilmiyle tamamen bilmektedir. Buna inanıyoruz. “Tefsirülmerâğı” de deniliyor ki: Bu âyeti kerime, bir rivayete göre “Ayyas bin Ebi Rebiya” hakkında nazil olmuştur. Bu zat, müslüman olmuş, hicrette bulunmuştu. Sonra ona bir kardeşleri Ebu Cehl ile Haris tarafından döğülmüş, eziyetlere uğramış olduğu için dinini değiştirmişti. Daha sonra uzun bir müddet yaşamış, îmanını yenileyerek güzelce müslüman olmuştur.
11. Ve elbette ki, Allah îmân edenleri bilir ve münafık olanları da bilir.
11. Evet.. (Ve elbette ki, Allah) o Yüce Yaratıcı (îman edenleri bilir) samimi surette mümin olanları bilir, onları ebedî saadete eriştirir (ve münafık olanları da bilir) onların da cezalarını verir. İnsanlar, bu hakikati bilip ona göre hareketlerini güzelce tanzim etmeli değil midirler?. Kâfirlerin sözlerine bakıp da münafıkca bir vaziyet almak, ciddi surette müslüman olmamak, insan için nasıl uygun olabilir?.
12. Ve o kâfir olanlar, îmân edenlere dedi ki: Bizim yolumuza tâbi olun ve biz sizin hatalarınızı yüklenelim. Halbuki, onlar, bunların hatâlarından bir şey yüklenici değildirler, şüphe yok ki, onlar elbette yalancılardır.
12. (Ve o kâfir olanlar) Zaten İslâmiyet düşmanlarıdır, onların sözlerine iltifat edilebilir mi?. Onlar (îman edenlere) açık ve gizli olarak mümin bulunan zatlara, onları aldatmak için (dedi) ler (ki:) ey Müslümanlar!. (bizim yolumuza tâbi olun) Din hususunda bizim takip ettiğimiz yolu takibedin, İslamiyetten ayrılın, korkmayınız (biz sizin hatalarınızı yüklenelim) eğer İslâmiyet’ten geri dönmek, bir hâtâ, bir günah ise ondan dolayı ahirette hesaba çekilecek iseniz, onun cezasını biz yükleniriz, sizi sorgulamadan kurtarırız (halbuki, onlar) o müslümanlar dinden dönmeye sevketmek isteyen kâfirler (bunların) bu müminlerin (hatalarından dolayı bir şey yüklenici değildirler) onlar, saptıracakları müminlerin hatalarını yüklenerek o müminleri mes’uliyetten kurtarmaya asla kâdir olamazlar. Onlar, gerçeğe aykırı bir iddiada bulunuyorlar, bu suretle de müslümanları aldatmaya çalışiyorlar. (Şüphe yok ki, onlar elbette yalancılardır) Evet.. Onlar, kendi dinlerinin doğru olduğunu söylerler ki, bu da bir yalandır. “Tefsiri Keşşaf” sahibi diyor ki:Müslüman adını alan bazı kimseleri görürsün ki, arkadaşını bir günaha sevk için ona cesaret vermek için der ki: “Şunu sen yap, onun günahı benim boynuma” birçok cahil zayıf kimselerde bu söze aldanarak öyle yasak bir şeyi işlemiş olur. Binaenaleyh akıllı, düşünen insanlar için lâzımdır ki, onun bunun heves ve arzuları doğrultusundaki sözlerine, güvencelerine kıymet vermeyip dinî terbiyeye, İslâmi ahlâka aykırı olan şeylere meyletmekten son derece kaçınsınlar.
13. Ve elbetteki, onlar kendi ağırlıklarını ve kendi ağırlıklarıyla beraber nice ağırlıkları da yükleneceklerdir. Ve elbette iftira ettikleri şeylerden kıyamet gününde sorguya çekileceklerdir.
13. (Ve elbetteki) Andolsun ki (onlar kendi ağırlıklarını) yükleneceklerdir. Ahirette kendi hatalarının, küfürlerinin yükünü taşıyacaklardır (ve kendi ağırlıklariyle beraber nice ağırlıkları da yükleneceklerdir.) başkalarını sapıtmaya çalıştıklarından dolayı da ayrıca azaba uğrayacaklar, pek büyük mesuliyetler altında kalacaklardır. O sapıklığa uğrayanlar da bu yüzden ayrıca azap görecekler kendi kötü iradelerinin cezasını görüp duracaklardır, bunların azabını başkaları yüklenmiş olmayacaktır. (ve elbette) O kâfirler dünyada iken (iftira ettikleri şeylerden) yalan yere söyledikleri sözlerden, uydurdukları bâtıl iddialardan ve kısacası azdırdıkları kimselerin yüklerini yükleneceklerine dair lakırdılarından (kıyamet gününde) sırf kınamak için, azarlamak için (sual olunacaklardır) Evet.. Onlara çıkışmak için denilecektir ki: Neden dünyada öyle çok kötü niyetli ve şeytanca bir halde yaşadınız?. Hem kendinizi küfre düşürdünüz, hem de başkalarını saptırmaya çalıştınız. Şimdi işte o çirkin amelerinizin cezasına kavuşmuş oldunuz. İşte küfrün, başkalarını dinsizliğe sevketmek isteyenlerin pek müthiş âkibeti!.
14. Andolsun ki, biz Nuh’u kavmine gönderdik, artık aralarında elli yılı hariç, bin sene durdu. Nihayet onlar, zulümlerini sürdürürken kendilerini tufan yakaladı.
14. Bu mübârek âyetler, Nuh Aleyhisselâm’ın kavmine Peygamber olarak gönderilmiş ve o kavmin bilâhara tufan ile helâk olmuş olduğunu bildiriyor. İbrahim Aleyhisselâm’ın da kendi kavmine Peygamber gönderilmiş ve onları putperestlikten alıkoymaya çalışarak kendilerine ne kadar güzel nasihatlarda bulunmuş olduğunu beyan buyuruyor. Vaktiyle de bir çok milletlerin Peygamberlerini yalanlamış olduklarını, Peygamberlerin vazifelerinin ise Allah’ın dinini ümmetlerine açıkca tebliğden ibaret bulunmuş olduğunu beyan ile Resûl-i Ekrem’e teselli olmaktadır. Şöyle ki: Büyük Peygamberlere karşı ümmetlerinin inkârcı vaziyet aldıkları, o mübârek zatlara eza ve cefada bulunmuş oldukları öteden beri vuku bulmaktadır. İşte buna işaret için Cenab-ı Hak buyuruyor ki: (Andolsun ki) Gerçek bir hadisedir ki (biz Nuh’u kavmine) Peygamber (gönderdik) onları Allah’ın dinine davet etti, onların birçok eziyetlerine katlandı (artık aralarında elli yılı hariç bin sene durdu) kırk yaşında iken peygamber olmuş, dokuzyüz elli sene kavmini dine davet etmiş, tufandan sonra altmış sene daha yaşamış, bin elli yaşında iken ahirete teşrif etmişlerdir. İnsanların hayat müddeti Allah’ın takdiri ile az da çok da olabilir. Eğer ilâhi takdir olmasa ne insan meydana gelebilir ne de bir gün olsun yaşabilir. Binaenaleyh Cenab-ı Hak’kın takdiriyle, kudretiyle herhangi bir kimsenin ne kadar fazla yaşayabileceği asla imkânsız görülemez. “Tabiat kanunları” denilen şeyler, Allah’ın iradesine bağlıdır. Onların hepsi de ilâhî irade ile değişebilir. Hikmetin gereği ne ise o meydana gelir. (nihayet onlar) O Nuh kavmi (zulümlerini sürdürürken, kendilerini tufan yakaladı)onlar, müşrik kimseler olarak o muazzam tufanın dalgaları arasında kahrolup gitmişlerdir. İşte küfür ve isyanın korkunç bir cezası.
15. Fakat biz onu ve gemi arkadaşlarını kurtuluşa erdirdik ve onu o hadiseyi âlemler için bir ibret kıldık.
15. (Fakat biz onu) Hz. Nuh’u (ve) onun (gemi arkadaşlarını) onunla beraber gemiye binmiş olan zatları ki, bir rivayete göre yetmişsekiz kişiden ibaret olup yarısı erkek, yarısı da kadın imiş (kurtuluşa erdirdik) onları boğulmaktan kurtardık, onlar dine bağlılıklarının bu dünyevî mükâfatını görmüş oldular (ve onu) o gemiyi veya tufan hâdisesini (âlemler için bir ibret kıldık) bundan insanlar bir ibret dersi almalıdır. Evet.. Bir hâdise, Allah’ın kudretine şahitlik ediyor, Hak Teâlâ’nın itaatkar kullarını nihayet selâmet ve saadete kavuşturacağını, isyankâr kullarını da lâyık oldukları cezalara erdireceğini gösteriyor ve kavmi tarafından çok eza ve cefaya uğramış olan Hz. Peygamber’e teselli olmuş oluyor. Nuh Aleyhisselâm’ın kıssası için “Hud Sûresi” ne de bakınız!.
16. İbrahim’i de hatırla o vakit ki, kavmine dedi: Allah’a ibadet edin ve ondan korkun. Bu, sizin için eğer bilmiş olsanız pek hayırlıdır.
16. İşte diğer bir ibret vesile de İbrahim Aleyhisselâm’ın hayat tarihidir. Cenab-ı Hak, buyuruyor ki: (İbrahim’i de) hatırla, o da büyük bir Peygamberdir (o vakit ki, kavmine) Peygamber olarak gönderilmişti, onlara (dedi ki: Allah’a ibadet edin) onu birleyin ve kutsayın (ve ondan korkun) o Yüce Yaratıcının azabını düşünerek titreyin, ona hiçbir şeyi ortak koşmayın (bu) samimi ibadette bulunup takva ehli olarak yaşamanız (sizin için eğer bilirseniz) hayır ile şerrin, faideli şeyler ile zararlı şeylerin aralarını ayırmaya güç yetirebilirseniz (pek hayırlıdır) her şeyin üstünde bir hayra sahiptir. Çünkü ebedîselâmet ve saadet bununla kaimdir.
17. Siz ancak Allah’tan başka putlara ibadet ediyorsunuz ve yalan uyduruyorsunuz. Allah’tan başka kendilerine tapındığınız şeyler, şüphe yok ki, sizin için bir rızka sahip olamazlar. Artık rızkı Allah’ın katında arayınız ve ona ibadet ediniz ve ona şükür eyleyiniz, siz ancak ona döndürüleceksinizdir.
17. Ne yazık ki, Ey kavmim!. (siz ancak Allah’tan başka putlara ibadet ediyorsunuz) Asla mabutluk sıfatına sahip, ibadete lâyık olmayan bir takım taşlara, heykellere tapınıp duruyorsunuz (ve yalan uyduruyorsunuz) öyle mahlûk, fâni, âciz şeylere tanrı ünvanını veriyorsunuz, onların size şefaat edeceklerini iddiada bulunuyorsunuz. (Allah’tan başka kendilerine tapındığınız şeyler) ise (şüphe yok ki) pek âciz, kudretten mahrum şeylerdir. (onlar sizin için bir rızka sahip olamazlar) sizi asla birşey ile rızıklandıramazlar, onlar kendi başlarına gelen bir belâyı bile kendilerinden bertaraf eyleyemezler. Artık onlardan ne beklenilebilir?. (artık rızkı Allah’ın katında arayınız) çünkü âlemlere rızık veren ancak o Kerim yaratıcıdır. (Ve ona ibadet ediniz) ondan başkası ibadete lâyık olamaz. (ve ona) o Yüce Mabûd’a (şükreyleyiniz) sizi kavuşturmuş olduğu nimetlerden dolayı o Kerim Yaratıcıya şükrü bir mühim vazife biliniz, yerine getirmeye çalışınız (siz) ancak (ona) o Yüce Yaratıcı’ya (döndürüleceksinizdir) sizi öldükten sonra tekrar hayata erdirecek, sizin ahiret âlemine çekecek, itaatkâr olanlarınızı sevaba, isyankâr olanlarınızı da azaba kavuşturacak olan ancak o Kâinatın Yaratıcısıdır. Artık bu âkibeti dikkate almalı değil misiniz?.
18. Ve eğer yalanlarsanız, muhakkak ki, sizden evvel birçok ümmetler de yalanladılar. Peygamber üzerine de apaçık tebliğden başka bir şey yoktur.
18. Hz. İbrahim, kavmine karşı Allah’ın birliğine dair öyle hitapta bulunduktan sonraonları tehdit ve ikaz için şöyle de buyurmuştur. (Ve eğer yalanlarsanız) Benim bu sözlerimi kabul etmez, beni yalancı sanırsanız, neticesini artık siz düşününüz!. (muhakkak ki, sizden evvel birçok ümmetler de) Peygamberlerini, meselâ: Şit, İdris, Nuh Aleyhisselâm gibi zatları (Yalanladılar) bu yalanlayanlar Peygamberlere değil kendi nefislerine kötülükte bulundular. İnkârlarının cezasını, kendileri çekmiş oldular (Peygamber üzerine de apaçık tebliğden başka bir şey yoktur.) Bir Peygamber, kavmine Allah’ın hükümlerini açık bir şekilde bildirir, birçok mucizeler gösterir, bu suretle peygamerlik vazifesini yerine getirerek Allah katında mükâfata kavuşur. İşte Son Peygamberin de Peygamberlik vazifesi bundan ibarettir. Artık onun tebliğlerini kabul etmeyenler de kendilerinin korkunç âkibetlerini düşünsünler. Hz. İbrahim’in kıssası için “İbrahim Sûresi”ne de bakınız!.
19. Görmediler mi ki, Allah, yaratılanı ilk başta nasıl yaratıyor, sonra da tekrarlıyor. Şüphe yok ki, bu, Allah’a göre kolaydır.
19. Bu mübârek âyetler de insanların bakışlarını kudret eserlerini seyretmeye davet ederek ahiret hayatını inkâr edenlere kızıyor, ilâhi kudretin her şeye fazlasıyle kâfi olduğunu bildiriyor, Yüce Yaratıcının hiçbir hususta âciz bulunmadığını, ondan haşka hakiki bir dostun, bir yardımcının mevcut olmadığını bildirerek Cenab-ı Hak’kın ayetlerini ve Ona kavuşmayı inkâr ederek ümitsizliğe düşmüş olanların da ne kadar helâk olmuş bir vaziyette kalacaklarını ihtar buyurmaktadır. Şöyle ki: Allah Teâlâ Hazretleri, ahiret hayatını yalanlayanların cehaletini gözler önüne sermek için buyuruyor ki: (Görmediler mi) Bakıp da anlamadılar mı, yani: Kendilerine açık bir bilgi ulaşmadı mı (ki, Allah) Teâlâ Hazretleri (yaratılanı ilk baştan nasıl var ediyor?.) bir nutfeden, bir kan parçasından böyle birmaddeden veya maddesiz dilediği mahlûkunu nasıl meydana getiriyor?. (Sonra da onu) O mahlûkunu öldürdükten sonra (geri çeviriyor) bir şeyi ilk baştan yaratan, elbetteki, onu öldürdükten sonra tekrar etmeye de kâdirdir. İlk yaratılış, yaratılışın tekrarı için bir delil teşkil etmektedir. (şüphe yok ki bu,) Dilediğini ilk baştan yaratmak, sonra da onu tekrar etmek, yeniden hayata kavuşturmak (Allah’a göre kolaydır) Cenab-ı Hak, yüce kudret sahibidir. Bir şeyi ilk baştan yaratmak, onu öldürdükten sonra tekrar hayata kavuşturmak o yüce kudrete göre pek kolaydır, onda zorluk, düşünülmüş değildir.
20. De ki: Yerde yürüyünüz de bir bakınız ki: Yaratmaya nasıl başlamış. Allah Teâlâ sonra da ahiret hayatını meydana getirecektir. Şüphe yok ki Allah Teâlâ, her şey üzerine fazlasıyla kadirdir.
20. Hak Teâlâ Hazretleri, İbrahim Aleyhisselâm’a veyahut bizim yüce Peygamberimize şöyle emretmiştir. Ey Resûlüm!. O inkârcılara (De ki: Yerde yürüyünüz de bir bakınız ki) Nazarı itibara alınız ki, Rabbiniz (yaratmaya nasıl başlamış) insanları ve diğer birçok mahlûkatı ilk baştan nasıl çeşitli tavırlar değişik tabiatlar, farklı ahlâk ve kabiliyet üzere yaratmış, yeryüzünde ne kadar çeşit çeşit dağlar, dereler, denizler meydana getirmiş, bunları nazarı dikkatle seyredenler, elbette ilâhi kudretin büyüklüğünü takdire mecbur olurlar. Evet.. (Allah Teâlâ) Her şeye kâdirdir (sonra da ahiret hayatını meydana getirecektir.) nice çeşitli hayat safhalarını meydana getirmiş olan o Yüce Yaratıcı, buna da inanıyoruz ki kâdirdir. (Şüphe yok ki, Allah Teâlâ her şey üzerine fazlasiyle kâdirdir.) Binaenaleyh insanları öldürdükten sonra tekrar hayata kavuşturmaya da ilâhi kudreti fazlasıyle yeterlidir.
21. Dilediği kimseye azap eder ve dilediğikimseye de merhamet buyurur. Ve ona döndürüleceksinizdir.
21. Evet.. O Hikmet Sahibi Yaratıcı, bütün kulları üzerinde hikmetinin gerektirdiği şekilde tasarruflarda bulunur. (Dilediği kimseye) Dünyada ve ahirette (azab eden) onu ilâhi adaleti sebebiyle cezaya uğratır. (ve dilediği kimseye de merhamet buyurur) mümin ve salih kullarını lütuf ve keremiyle nimetlere, mükâfatlara ulaştırır. (ve) Ey insanlar! Şüphe yok ki, hepiniz de yarın ahirette (ona) O Yüce Yaratıcının manevî huzuruna (döndürüleceksinizdir) artık hakkınızda kabiliyetinize ve kazandığınıza göre onun rahmeti veya azabı tecelli edecektir.
22. Ve siz onu ne yerde ve ne de gökte âciz bırakıcı değilsiniz ve sizin için Allah’tan başka bir dost, bir yardımcı da yoktur.
22. (Ve) Şüphe yok ki, O Yüce Yaratıcı, her şeye kâdirdir. (siz) ey insanlar! (onu) O kâinatın yaratıcısını (ne yerde ve ne gökte âciz bırakıcılar değilsiniz) onun hükmünün, ilâhi takdirinin sizlere yönelmesine asla engel olamayacaksınız, isterse, yerlerin altlarına saklanınız, isterse, faraza semalara yükselerek gizlenmeye çalışınız, herhalde sizi yakalatıp lâyık olduğunuz âkibete kavuşturacaktır. Yerde olanlar da, göklerde bulunanlar da O Yüce Yaratıcının hâkimiyet dairesinden asla çıkmazlar. (ve) Ey insanlar!. Şunu da iyice bilmelisiniz ki, (sizin için Allah’tan başka bir velî) sizi koruyacak bir yakınınız, bir dostunuz yoktur ve sizin için (bir yardımcı da yoktur) sizi o Kerim Yaratıcıdan başka koruyacak bir kuvvet sahibi bulunamaz. Artık bunu biliniz de ona göre kulluk vazifelerinizi yerine getirmeye çalışınız, Allah’ın korumasına sığınınız.
23. Ve o kimseler ki, Allah’ın âyetlerini ve ona kavuşmayı inkâr ettiler, işte onlar, benim rahmetimden ümitlerini kestiler ve işte onlar için pek acıklı bir azap vardır.
23. (Ve o kimseler ki, Allah’ın âyetlerini) Onun varlığına, kudret ve azametine pek açıkca, işaret ve şahadet eden delilleri, parlak kanıtları inkâr ettiler, onlara îman etmediler (ve ona) Allah Teâlâ’nın manevî huzuruna, Yüce mahkemesine (kavuşmayı inkâr ettiler) ahiret hayatına inanmazlar (işte) Yüce Allah buyuruyor ki: (onları benim rahmetimden ümitlerini kestiler) Onlar kıyamet gününde Allah’ın rahmetine asla nâil olamaycaklardır. Çünkü onlar, Cenab-ı Hakk’ın varlığına, ahiret hayatının gerçekleşeceğine inanmadıkları için öyle bir rahmete kavuşma ümidinden mahrum bulunmuşlardır. Onlar, Allah Teâlâ’ya sığınarak onun rahmetine kavuşma niyâzında bulunmamış, inkârcı kimselerdir. Binnaenaleyh (onları için) yarın âhiret âleminde (pek acıklı bir azap vardır.) İşte dinsizliklerinin müthiş âkibeti!.
24. Artık İbrahim Aleyhisselâm’ın kavminin cevabı: Onu öldürünüz veya onu yakınız demekten başka birşey olmadı. Fakat Allah onu ateşten kurtardı. Şüphe yok ki, bunda îmân eden bir kavim için elbette ibretler vardır.
24. Bu mübârek âyetler de İbrahim Aleyhisselâm’ın pek kuvvetli, hayır tavsiye edici tebliğlerine karşı kavminin ne kadar canice bir suikastte bulunmuş olduklarını bildiriyor. Hz. İbrahim’in de kurtuluşa erip kavmine onların müşrikce hallerini bildirerek pek korkunç bir âkibete uğrayacaklarını ihtar buyurmuş olduğunu beyan etmektedir. Şöyle ki: O müşrik kavim, Hz. İbrahim’in bildirdiği pek açık, kuvvetli delillere karşı, makul bir surette cevap vermeğe kâdir olamadılar (Artık) o muhterem Peygambere karşı onun (kavminin cevabı) onların inkârcı lakırdıları (onu öldürünüz veya onu) ateşe atarak (yakınız demekten başka birşey olmadı) bunun üzerine birlikte hareket ettiler, birçok odun toplayarak büyük bir ateş meydana getirdiler, o mâsumPeygamberi o ateş içine attılar. (fakat Allah onu ateşten kurtardı) o ateş, bir hârika olarak soğuk, selâmetli bir hale geldi (şüphe yok ki, bunda) bu kıssada, bu harikulâde hâdisede (îman eden bir kavim için elbete ibretler vardır) bu hâlin, bu değişmenin böyle meydana gelmesinde Hz. İbrahim’in Peygamberliğine, onun Allah katındaki yüksek mevkiine ve ilâhi kudretin her şeye kâfi olduğuna dair elbetteki pek büyük şahitler, deliller vardır. Kabiliyetten mahrum dinsizler ise bunu takdir ederek uyanamazlar.
25. Ve dedi ki: Siz dünya hayatında aranızda bir sevişme sebebi olmak için Allah’tan başka putlar edinmiş oldunuz. Sonra kıyamet gününde bazınız, bazınıza küfür edecek ve bazınız bazınıza lânet eyleyecektir, varacağınız yer de ateştir ve sizin için yardımcılardan bir kimse de yoktur.
25. (Ve) İbrahim Aleyhisselâm, öyle harikulâde bir şekilde ateşten kurtulduktan sonra da müşrik kavmine karşı korkusuzca (dedi ki: Siz dünya hayatında aranızda bir sevişme) sebebi (olmak için) birbirinize karşı veya sizinle putlar arasında bir sevgi vesilesi bulunsun diye (Allah’tan başka) olan, o Kâinatın Yaratıcısının hükmü ve kahrı altında bulunan (putlar edinmiş oldunuz) güya onlardan bir faide görecek imişsiniz, güyâ onların sebebiyle aranızda bir dostluk ve sevgi meydana gelecekmiş!. Heyhat!. (sonra kıyamet gününde bazınız bazınıza küfredecek) o bâtıl mabutlar ile onlara dünyada iken tapmış olanlar, birbirine karşı böyle inkârcı bir vaziyet alacaklardır, aralarındaki sevgi, düşmanlığa dönmüş bulunacaktır. (ve bazınız bazınıza lânet eyleyecektir) Cenab-ı Hak, o putlara da ahirette bir söz söyleme kabiliyeti verecek. Onlara tapanlar, onların yüzünden fetâkete uğradıklarını görecek putlara lânet okuyacaklarıdır. O putlar da kendilerinin böyle bir ibadete onları davet etmemiş olduklarınıileri sürerek o kendilerine tapınmış olanlara lânet okuyacaklardır. Hz. İbrahim, şunu da ilâve buyurdu ki: Ey müşrikler!. Sizin (varacağınız yer de ateştir) cehenneme atılarak orada ebediyyen kalacaksınızdır. (ve sizin için yardımcılardan) Bir kimse (de yoktur) o sizi o ateşten hiçbir kimse yardım edip de kurtaramıyacaktır. Müminleri ise Cenab-ı Hak ateşten korur. Nasıl ki, İbrahim Aleyhisselâm’ın da düşmanlarının ateşinden kurtarmıştır. Bu hâdise için “Enbiyâ Sûresi”ne da bakınız!.
26. Bunun üzerine ona Lût, îmân etti ve dedi ki: Şüphe yok, ben Rabbime bir hicret ediciyim. Muhakkak ki, mutlak güç ve hikmet sahibi olan O’dur, O…
26. Bu mübârek âyetler de İbrahim Aleyhisselâm’a, Hz. Lût’un inanıp tâbi olduğunu, Hz. İbrahim’in de Cenab-ı Hak’kın emredeceği başka bir yere hicret eyleyeceğini söylemiş bulunduğunu bildiriyor ve Hz. İbrahim’e bir mükâfat olarak Hz. İshak ile Yakub’un verildiğini ve soyunun peygamberliğe ilâhi kitaba nâil olduklarını ve Hz. İbrahim’in ahirette de büyük bir makam sahibi olacağını müjdeliyor. Lût Aleyhisselâm’ın da pek çirkin fiillerde bulunan kavmini ne şekilde kınamış ve hareketlerini değiştirmeleri için ne kadar çaba ve gayret göstermiş bulunduğunu ve kavminin inkârlarına ve azab temennisinde bulunmalarına karşı da ilâhi zafere kavuşmayı niyâzda bulunmuş olduğunu açıklamaktadır. Şöyle ki: İbrahim Aleyhisselâm’ın o harikulâde başarısını, gerçeğe uygun olan sözlerini onun kardeşi Hara’nın oğlu olan Hz. Lût görmüş dinlemiş oldu. (Bunun üzerine ona) Hz. İbrahim’e (Lût îman etti) onu tasdik eyledi, onu ilk tasdik edenlerden bulundu (ve) İbrahim Aleyhisselâm da (dedi ki: şüphe yok ben Rabbime) yani o kerim Yaratıcının emrettiği razı olduğu bir beldeye (hicret ediciyim) kendi beldemdem, kendi kabilemdenayrılarak kendisinde dostum, yakınım, yardımcım olmayan bir beldeye gideceğim. (muhakkak ki, aziz) Düşmanlarına galip, her emri geçerli olan ve (hâkim olan) her iradesi, her fiili hikmet ve menfaata dayalı bulunan (O’dur) o Yüce Yaratıcıdır. Evet.. (O) dur. Binaenaleyh Hz. İbrahim, ikametgâhı olan ve Kûfe köylerinden bulunan “Küsa” dan ayrılarak evvelâ “Harran’a” sonra da arzı mukaddese = Şam’a girerek Filistin’de kalmıştır. Her Peygamber bir kerre hicret etmiş olduğu halde Hz. İbrahim böyle iki defa hicret etmişti. Onun bu hicreti sırf Allah rızası için olmuştu. Yanında da eşi Sara Hazretleriyle kardeşinin oğlu Hz. Lût bulunmuştu. Rivayete göre Hz. İbrahim, O zaman yetmişbeş yaşında imiş. Hz. Lût da “Sedum” da inip kalmıştı.
27. Ve ona İshak’ı ve Yakub’u bağışladık ve Peygamberliği ve kitabı onun soyundan gelenlere verdik ve ona dünyada mükâfatını verdik ve şüphe yok ki, o ahirette de elbette salih olanlardandır.
27. (Ve ona) Hz. İbrahim’e bu hicretin bir mükâfat olarak Sara adındaki ihtiyarlamış olan eşinden (İshak’ı) ihsan ettik ve bunun oğlu olarak da (Yakub’u bağışladık) kendilerine böyle lütufta bulunduk (ve) özellikle (peygamberliği ve kitabı) semavi kitaplara kavuşmayı (onun) Hz. İbrahim’in (soyundan gelenlere verdik) yani: Bütün Peygamberler, artık Hz. İsmail ile Hz. İshak’ın evlât ve torunları arasından dünyaya gelmiş oldular. Şöyle ki: Bilâhara, bütün Peygamberler, Hz. İshak’ın neslinden dünyaya gelmiş, yalnız Son Peygamber Efendimiz de Hz. İsmail’in soyundan olarak dünyaya şeref vermiş ve bütün peygamberlerin faziletlisi ve sonuncusu olduğu için diğer bütün Peygamberlere eşit bulunmuştur. (ve ona) Hz. İbrahim’e (dünyada mükâfatını verdik) Allah rızası için olan hicretinin mükâfatını dünyada da gördü. Bol bir rızık, hayırlı evlâd ve torunlara, insanlararasında pek güzel şekilde anılmaya kavuştu (ve şüphe yok ki, o, ahirette de elbette salih olanlardandır) Hz. Àdem, Hz. Nuh gibi pek yüksek mertebelere sahip, ebedî saadetle seçkin, her şekilde tam bir iyilik ile vasıflanmış zatlar cümlesindendir.
28. Lût’u da hatırla o vakit ki, kavmine dedi: Şüphe yok, siz elbette öyle pek bir harekette bulunuyorsunuz ki, sizden evvel alemlerden hiçbir fert, onu işlemiş değildir.
28. (Lût’u da) O mübârek Peygamberi de hatırla, güzel vasıflarını zikreyle (o vakit ki,) O muhterem zat (kavmine dedi) onları kınamak ve çirkin hareketlerinden men için kendilerine hitab ederek buyurdu ki: (şüphe yok, siz elbette öyle pek çirkin bir harekette bulunuyorsunuz) Son derece çirkin, haram olan livata cinayetine cür’et ediyorsunuz (ki sizden evvel âlemlerden hiçbir fert) ne insanlardan ve ne de cinlerden bir şahıs (onu) o pek çirkin muameleyi (işlemiş değildir) bu ne kadar alçakca, ve ahlâksızca bir hareket!.
29. Siz hâlâ erkeklere yaklaşacak ve yolu kesecek ve toplantılarınızda çirkin şeyleri yapacak mısınız? Artık kavminin cevabı: “Eğer sen sadıklardan isen bize Allah’ın azabını getir” demekten başka birşey olmadı.
29. Hz. Lût, kınamasına devam ederek buyurdu ki: Ey nefislerine yenilen, hayvani hareketlere devam eden kimseler!. (Siz hâlâ erkeklere gidecek) onlara şehvetle tecavüz edecek (ve yolu kesecek) gidip gelen yolculara saldıracak, onların mallarını ellerinden alarak, namuslarına, hayatlarına tecavüz edip duracak mısınız?. Bu ne zalimce, edebsizce bir hareket!. (ve) Siz (toplantılarınızda) bir araya toplanıp iyi geçinmeye başlamakta olduğunuz meclislerde (çirkin şeyleri yapacak mısınız?.) öyle akla, şahsiyete, insanlığa, namus ve haysiyete aykırı, sosyal terbiyeye zıt, sözlerde, vaziyetlerde bulunacak mısınız?. Nedir sizin öyle hayvanca, edepsizcehareketleriniz?. (artık) bu gibi hayrı tavsiye edici ihtarlara, tenbihlere rağmen Hz. Lût’a karşı (kavminin cevabı) onun cahilce ve alay konusu sözleri (eğer sen doğrulardan isen bize Allah’ın azabınu getir) bizi Allah’ın kahrına uğrat (demekten başka birşey olmadı) o terbiyesiz kimseler, kendilerini müdafaa için makul bir söz bulamadılar. Kendilerinin o kötülüklere devam edeceklerine işarette bulunmuş oldular. Hz. Lût’un devam eden ihtarlarına karşı, muhalefette devam edip bilâhara o mübârek zatı beldelerinden çıkarmak bile istemişlerdir. Bu hususa dair “Araf Sûresi” ile “Neml Sûresi” ne de bakınız!.
30. Dedi ki: Ey Rabbim! O fesatçılar topluluğuna karşı bana yardım eyle.
30. Lût Aleyhisselâm, kavminin o kötü hareketlerinden vaz geçmiyeceklerini anlayınca Hak Teâlâ Hazretlerine dua ve niyâza başlayarak (Dedi ki: Yarabbi!.) ey bana ihsanı bol olan kerim Yaratıcım!. (o fesatcılar topluluğuna) o kadar gayri ahlâki hareketlerde bulunan (kavim üzerine bana zafer ver) onları mağlup et, onları lâyık oldukları azaba kavuştur. Artık O terbiyesiz, dinsiz kavim, haklarında vadediler âkibete, müthiş bir cezaya kavuşacaklardı.
31. Elçilerimiz, İbrahim’e müjde ile gelince, dediler ki: Biz muhakkak şu kasabanın ahalisini helâk edeceğiz Çünkü onun ahalisi, zalim kimselerdir.
31. Bu mübârek âyetler, meleklerin İbrahim Aleyhisselâm’a gelip ona oğlu Hz. İshak ile torunu Hz. Yakub’un ihsan buyurulacaklarını müjdelemiş ve Lût kavminin helâk edileceğini, Hz. Lût’un ise eşinden başka kendisine tâbi olanlar ile korunacaklarını haber vermiş olduklarını bildiriyor. Ve bu meleklerin birer insan suretinde Hz. Lût’a gidip gördükleri için kavmi tarafından tecavüze uğrayabilecekleriendişesiyle Hz. Lût’un üzüldüğünü, meleklerin ise ona teminat verip o kavmin semavi bir azap ile helâk edileceklerini bildirmiş olduklarını ve o kavme ait yurdun büyük bir ibret levhası teşkil ettiğini beyan buyurmaktadır. Şöyle ki: Lût Aleyhisselâm, kavmine karşı Allah’ın yardımına ulaşmayı temenni etmişti, artık bu duasının kabul olduğunu görecekti. (Ne zamanki elçiler) Melekler, Hz. Cibril ile arkadaşları Hz. (İbrahim’e müjde ile geldiler) oğlu Hz. İshak’ın ve torunu Hz. Yakub’un dünyaya geleceklerini müjdelediler ve bu melekler “Sedum” tarafına yönelecekleri zaman Hz. İbrahim’e (dediler ki, biz muhakkak şu kasabanın ahalisini helâk edeceğiz) onların helâki tekdir edilmiştir (çünki onun ahalisi zalimler oldular) Onlar zulme, bozgunculuğa devam etmektedirler, çeşit çeşit günahları işleyip durmaktadırlar.
32. Dedi ki: Orada muhakkak ki, Lût vardır. Dediler ki: biz orada kim olduğunu daha iyi biliriz. Elbette onu ve ailesini kurtaracağız, karısı müstesnâ. O geride kalanlardan oldu.
32. Hz. İbrahim, meleklerin verdikleri bu haberi işitince, kardeşinin oğlunu düşündü, onun hakkında şefkati parlamaya başladı da (Dedi ki: Orada) o kasabada (muhakkak ki, Lût vardır) onun hali ne olacak?. Orasını nasıl helâk edeceksiniz?. Melekler de (dediler ki: biz orada kim olduğunu) senden (daha iyi biliriz) orda Hz. Lût’un da, başkalarının da bulunduklarına pek iyi (elbette onu ve ailesini) Hz. Lût ile ona tâbi olanları, onun mümin olan çoluk çoğunu (kurtaracağız) onlar helâke uğramayacaklardır. (karısı müstesnâ) o helâk olacaktır. Çünkü (o) kadın (geride kalanlardan oldu) yani: O kadın, azapta veya helâk olacak kasabada kalıp helâk olanlardan bulunacaktır. Deniliyor ki: O kadın, aslında Lût kavmi gibi ahlaksızlığı bizzat işlemiş değildi. Fakat Hz. Lût’un evine gelen misafirleri, O kasabanin şerli ahalisine haber verir, onların şerlerinesebep olurdu. Şerre sebep olan ise şerri fiilen işlemiş gibi sayılır.
33. Ve o vakit ki, elçilerimiz Lût’a geldi. Lût onlar hakkında tasalandı ve onlar sebebiyle takati darlaştı. Ve dediler ki: Korkma ve üzülme, şüphe yok ki, seni ve aileni kurtaracağız, yalnız eşin müstesnâ. O geride kalanlardan oldu.
33. (ve o vakit ki, elçilerimiz) Hz. İbrahim’i ziyaret eden melekler, ondan ayrılıp (Lût’a geldi) ler, onu ziyarette bulundular. Hz. Lût (onlar hakkında tasalandı) onlar, birer güzel insan suretinde görünmüşlerdi, kavminin onlara kötü bir iş yapacaklarını düşünerek üzüntü ve keder içinde kaldı (ve onlar sebebiyle takati darlaştı) düşünülen tecavüzü bertaraf edebilmek için bir çare bulamaz bir halde kaldı. Melekler, Hz. Lût’un o kalbi üzüntülerini gördüler. (ve dediler ki:) Ey muhterem, Lût!. Bizim için (korkma ve üzülme) bize senin kavmin tecavüz edemiyecektir ve onlar helâk olmayı hak ettikleri için ondan dolayı da üzüntü ve kedere mahal yok (Şüphe yok ki, seni ve aileni) sana tâbi olan müminleri, çoluk çocuğunu (kurtaracağız) kavmine yönelik helâktan siz korunacaksınız (yalnız eşin müstesnâ) o kötü hareketinden dolayı helâke lâyık olmuştur. (o geride kalanlardan oldu) o sürekli olarak azaba uğrayanlardan bulundu.
34. Muhakkak ki biz, bu kasabanın ahalisi üzerine yaptıkları fıskları sebebiyle gökten müthiş bir azap indireceğiz.
34. Ve melekler, Hz. Lût’a hitaben şöyle de dediler: (Muhakkak ki, biz bu kasaba ahalisi üzerine yaptıkları fıskları) kötü, haram hareketleri (sebebiyle gökten müthiş bir azap indireceğiz) bu azap ise onların başlarına gökten taşların veya ateşlerin veya siyah suların yağmasıdır ve onları bulundukları yerlerin bir zelzele ile yarılıp kendilerinin yerler altına atılarak helâk olmalarıdır. Lût iseailesi ile, kendisine tâbi olanlar ile o kasabadan çıkıp bir kurtuluş sahasına kavuşmuştu.
35. Andolsun ki, akıllıca düşünen bir kavim için oradan bir apaçık alâmet bırakmışızdır.
35. Gerçekten o ahlâksız kavmin bütün yurtları mahv ve harab oldu, insanlık için büyük bir ibret nümunesi teşkil etti. İşte buna işaret içinde Cenab-ı Hak buyuruyor ki: (Andolsun ki) Muhakkak bir gerçektir ki, (akıllıca düşünen bir kavim için) mütefekkir, ibret olan zatlar için (oradan) o Lût kavminin mahv ve yok olan yurtlarından Allah’ın kudretine ait, günahkârların fecî âkibetlerine dair (bir apaçık alamet bırakmışızdır) o tarafları da gezip seyahatta bulunanlar, onların yurtlarının harabelerinden, ve onların pek enteresan kıssalarından bir alâmet, bir ibret nişanesi görüp dururlar. Akıldan, tefekkürden mahrum olanlar ise bu gibi hâdiselerden ibret alıp uyaracak bir durumda bulunmazlar.
36. Ve Medyen’e de kardeşleri Şuayb’ı gönderdik dedi ki: Ey kavmim! Allah’a ibadet ediniz, ahiret gününe umut bağlayın. Ve yeryüzünde bozgunculuk yaparak karışıklık çıkarmayın.
36. Bu mübârek âyetler de Şüayb Aleyhisselâm’ın kavmine olan nasihatlarını kavminin de nasıl bır helâke uğramış olduklarını bildıriyor. Ad ve Semud kavimlerinin de Allah’ın kahrına uğramış olduklarını ve onların kabiliyetlerini kötüye kullanarak şeytanın aldatmalarına kapılmış bulunduklarını ve onların yurtlarına bakılınca başlarına gelmiş olan felâketlerin anlaşılmakta olduğunu beyan buyurmaktadır. Şöyle ki: (Ve Medyen’e de) Bu isimdeki kavme de soy ve belde itibariyle (kardeşleri) olan Hz. (Şüayb’i) peygamber gönderdik. O zat da onlara nasihatlarda bulundu ve (dedi ki: Ey kavmim!. Allah’a ibadet ediniz) ona hiçbir şeyi ortak koşmayınız (ahiret gününe umut bağlayınız) o gündegüzel bir âkibete ulaşmanız için çalışınız. O gündeki felâketlerden kurtulmak ricasiyle güzel amellerde bulununuz veyahut o gündeki azaptan korkunuz. (ve yeryüzünde bozguncular olarak karışıklık çıkarmayınız) Fesat ve fitne kasdında bulunmayınız. “Usuv” fesat ve fesat çıkarmak manâsınadır. Recâ da “ümit” “emel” mânasına olduğu gibi havf=korku mânasında da kullanılmaktadır.
37. Halbuki, onu yalanladılar, artık onları şiddetli bir sarsıntı yakaladı da yurtlarında dizleri üzerine çöküvermiş kimseler olarak sabahladılar,
37. (Halbuki) Hz. Şüayb’in kavmi onun bu güzel ihtarını kabul etmediler, bilakis (onu yalanladılar) onun Peygamberliğini inkâra cür’et gösterdiler (artık onları şiddetli bir sarsıntı yakaladı) şiddetli bir zelzeleye tutuldular ve Cebrail Aleyhisselâm’ın şiddetli bir sesine uğradılar. “Recfe” zelzele, depretmek, ızdıraplı bir hale getirmek demektir. Hz. Cibril’in sesi de kalpleri harekete, heyecana getireceği için ona da “recfe” denilmiştir. İşte o kavim, böyle bir zelzeleye veya şiddetli sese uğradılar (da yurtlarında) veya evlerinde (dizleri üzerine çöküvermiş kimseler olarak sabahladılar) hepsi de ölmüş bir halde bulunmuş oldular.
38. Ve Âd ve Semud kavmini de helâk ettik muhakkak ki, sizin için onların oturmuş oldukları yerden “başlarına gelen felâketler açıklanmıştır ve şeytan onlara yaptıkları işleri süslü göstermiş de onları yoldan saptırmıştır. Oysa bakıp görebilecek durumdaydılar.
38. (Ve) Cenab-ı Hak, buyuruyor ki: Medyen halkını öyle helâke mâruz kılmış olduğumuz gibi (Ad ve Semud kavmini de) helâk ettik. Hud Aleyhisselâm’ın kavmi olan Ad taifesi “Ehkâf” denilen yerde oturmakta idiler, Salih Aleyhisselâm’ın kavmi olan Semûd taifesi de “Hicr” denilen yerde ikamet etmekte idiler. Bunlar, gururlu ve kibirli kimseler idi.(muhakkak ki, sizin için onların oturmuş oldukları yerlerden) Başlarına gelmiş olan felâketler (açıklanmıştır) Şam taraflarına ticaret için veya seyahat için gidenler, onların yurtlarının nişanelerini görmektedir, onların müthiş hayat tarihçelerini hatırlarına getirmektedirler. (ve şeytan onlara yaptıkları işleri) Onların küfürlerini, çeşitli isyanlarını (süslü göstermiş de onları yoldan saptırmıştır.) onları hakka kavuşturan yoldan uzak düşürmüştür. (Halbuki) O kavimler, yaratılış itibariyle (gözleri görür kimseler idiler) onlar, esasen görüp düşünmek kabiliyetine sahip idiler. Fakat onlar, kendilerindeki bu kabiliyeti bu kuvveti güzelce kullanmadılar, onu zây etmiş bulundular, öyle aldatıcı şeytanların sözlerine kıymet verdiler. Binaenaleyh öyle fecî âkibetlere kavuşmaya lâyık olmuşlardı. Özellikle onlara Peygamberler gönderilmiş, kendilerini uyandırmaya, ıslaha çalışmışlardı. Artık onların bir mazeret ileri sürmeye selâhiyetleri kalmamıştı. Velhasıl: Bütün bu Kur’ani beyanlar, bütün insanlığı uyanmaya davet etmektedir. O müthiş tarihi hâdiselerden ibret almak herkes için lâzımdır. Hikmet sahibi yaratıcı insanlara bir akıl bir tefekkür kudreti vermiştir. Bu kuvvetleri güzel kullanmak bir vazifedir. Artık insan bır takım aldatıcı şahısların insanları güzelce düşüncelerden inançlardan mahrum bırakmaya çalışan bir takım beyinsizlerin yaldızlı sözlerine kapılmamalıdır, din ve fazilet yolundan ayrılıp da sapıklık, felâket yollarını tâkibetmek cehaletinde bulunmamalıdır. Sonra Allah’ın azabının kahır pençesinden kendisini asla kurtaramaz.
39. Ve Karun’u ve Firavun’u ve Haman’ı da helâk ettik Andolsun ki, onlara Musa mucizeler ile gelmişti. Fakat onlar yeryüzünde böbürlendiler. Halbuki, onlar Helâkın önüne geçecek kimseler değildiler.
39. Bu mübârek âyetler de MusaAleyhisselâm’ı tasdik etmeyen kibirli kimselerin helâke uğramış çeşit çeşit azaplara felâketlere maruz kalmış olduklarını ve onların kendi zulümlerinin cezasına kavuşmuş bulunduklarını beyan etmektedir. Şöyle ki: Allah Teâlâ, küfürleri, zulümleri yüzünden helâk etmiş oldukları kimselere dikkatleri çekiyor (Ve Karun’u ve Firavun’u ve Haman’ı da) helâk ettik, buyuruyor. Onların servetleri, hâkimiyetleri, mevkileri, kendilerini helâktan kurtaramadı. (Andolsun ki, onlara Musa, beyyineler ile gelmişti) Kendilerinde asla şüphe edilemeyecek olan pek açık deliller ile, mucizeler ile gelip o kibirli inkârcıları uyandırmaya çalışmıştı. (fakat onlar yeryüzünde böbürlendiler) Her büyükten daha büyük görünmek sevdasına düştüler (halbuki onlar) kendilerine yönelecek olan helâkin, felâketin (önüne geçecek kimseler değildiler.) Binaenaleyh haklarında takdir edilen ilâhi kahır, kendilerine yönelmiş oldu, kendilerini kurtarmaya asla kâdir olamadılar.
40. Artık hepsini de kendi günahlarıyla yakaladık. Binaenaleyh onlardan bazıları üzerine bir rüzgâr gönderdik ve onlardan bazılarını şiddetli bir ses tutuverdi ve onlardan bazısını da yere batırdık ve onlardan kimisini de boğduk ve Allah onlara zulmedici olmadı. Fakat onlar kendi nefislerine zulmediciler oldular.
40. Cenab-ı Hak buyuruyor ki: (Artık hepsini de) O inkârcıların, kibirlilerin tamamını da (kendi günahlariyle yakaladık) Hz. Musa’yı yalanlayıp, ona muhalefeti tercih ettiklerinden dolayı onlar azaplara uğrattık, (binaenaleyh onlardan bazıları üzerine bir rüzgâr gönderdik) onları kendisinde ufacık taşlar bulunan bir rüzgâr ile helâk ettik, Lût kavmi gibi (ve onlardan bazılarını şiddetli bir ses tutuverdi) müthiş bir sesin tesiriyle helâk oldular, Medyen ve Semûd kavimleri gibi (ve onlardan bazısını da yere batırdık) yerlerinaltına düşürülerek kaybolup gittiler. Karun ile onun cemaati gibi (ve onlardan kimisini de suda boğduk) tufan ile denizlerin dalgaları arasında kalmak suretiyle boğulup mahvoldular. Nuh kavmi gibi ve firavun ile kavmi gibi (ve Allah onlara zulmedici olmadı) onlara günahları olmaksızın azap edici bulunmadı. Hâşâ Cenab-ı Hak, zulümden münezzehtir. Zulüm onun hikmetine aykırıdır. (fakat onlar) o Allah’ın kahrına uğrayanlar (kendi nefislerine zulüm ediciler oldular) onlar, günah işlediler, verilen nasihatları kabul etmediler, uhrevî cezayı düşünmediler, fâni varlıklarına güvenerek yeryüzünde kibirli bir vaziyet aldılar, içlerinde tanrılık iddiasına cür’et edenler bile bulunmuştu, fakat onların öğündükleri dünya varlığı, kuvvet ve hâkimiyeti kendilerini kurtaramadı. Nihayet kahrolup gittiler, dünya tarihinde pek fena bir isim bırakmış oldular. Velhasıl: Onlar, o kadar dünya varlıklarına rağmen kendilerini Allah’ın kahrından kurtaramamışlardır. Artık onlar kadar bir varlığa bir kuvvete mâlik olmadıkları halde Hak’ka karşı kibirli bir vaziyet alanlar, Allah’ın dinine karşı muhalefete cüret edenler, kendilerini ilâhi azaptan nasıl kurtarabilirler?. Bu mümkün müdür?. Heyhat!.
41. Allah’tan başka dostlar edinenlerin durumu, bir yuva edinmiş olan örümceğin durumu gibidir. Ve şüphe yok ki, yuvaların en çürüğü elbette ki, örümceğin yuvasıdır. Keşke bilselerdi.
41. Bu mübârek âyetler, müşriklerin tercih etmiş oldukları mesleği, örümcek ağı ile temsil ederek o mesleğin ne kadar çürük, boş olduğunu bildiriyor ve müşriklerin Cenab-ı Hak’tan başka taptıkları şeylerin mutlak ve hikmet sahibi olan yüce mabût tarafından bilindiğini ihtar ile müşrikleri tehdit etmektedir. Ve bu gibi zikredilen misallerin ancak bilgin zatlarca anlaşılıp takdir edileceğini beyan buyurmaktadır. Şöyle ki:Birnice kimseler, güzelce düşünmüyorlar, mabutluk vasıflarına asla sahip olmayan şeylere tapınıyorlar onlardan bir faide bekliyorlar. Halbuki (Allah’tan başka) o Yüce Mabûd’un dışında olan şeyleri kendilerine (dostlar edinenlerin) onlara tapınarak onlardan faide, yardım bekleyenlerin (durumu) sıfatı, tavrı, vaziyeti kendisine (bir ev edinmiş olan) bir ağ, bir yuva yapmış bulunan (örümceğin durumu gibidir) o örümceğin bu evi, ne kadar boş, faidesiz ise o müşriklerin mâbut edindikleri şeyler de veya onların seçtikleri bâtıl dinleri de o kadar boştur, faidesizdir, yok olmaya mahkumdur. (ve şüphe yok ki, evlerin en cürüğü elbette örümceğin evidir.) Onun yuvasıdır ki, bir hafif rüzgâr ile, bir el dokunmasiyle yer bir olarak biter gider. İşte bu örümcek ağı, ne kadar faidesiz, kararsız ise, örümceklerden sıcağı ve soğuğu defedemezse o müşriklerin tapındıkları putlar da veya onların bâtıl dinleri de kendilerine karşı o kadar faidesizdir ve bilakis zararlıdır, felâket getirmektedir. (keşke bilselerdi!.) O müşrikler, güzelce düşünecek bulunsalardı, kendi bâtıl mâbutlarının dinlerinin o faidesiz örümcek ağı gibi olduğunu bilselerdi elbette ki, öyle yanlış bir itikatta bulunmazlardı, öyle âciz, fâni şeylere tapınmazlardı. Gerçekten de öyle fâni, âciz şeyler, hiç mâbut dost edinilebilir mi?.
(Ya ölür, ya ayrılır, ya terk eder)
(Kim ki, haktan gayrı yar oldu sana)
42. Şüphe yok ki, Allah kendisinden başka neye ibadet ettiklerini bilir. Halbuki, mutlak güç ve hikmet sahibi O’dur.
42. Ey Yüce Peygamber!. O müşriklere şunu da ihtar et: (şüphe yok ki, Allah) O hakiki mabûd olan Yüce Yaratıcı (kendisinden başka neye ibadet ettiklerini bilir) o müşriklerin putları mı, insanları mı, cinleri mi, yıldızları mı mâbut edinmiş oldukları Allah tarafından bilinmektedir. Onlar nasıl mâbutedinilebilirler?. (halbuki, aziz, hâkim olan) Her şeye kâdir, bütün kudret eserleri, hikmetlere dayalı olan zat ancak (O’dur) o Yüce Yaratıcıdır. Artık nasıl olur da bir takım âciz, fâni mahlûkat, o ezeli mâbuta ortak edinilebilsin..
43. Ve şu misâlleri ki, onları insanlar için getiriyoruz. Maamafih onları ancak bilenler düşünüp anlayabilir.
43. İşte o Kerim Yaratıcı, kullarının uyanmaları için, yanlış telâkkilerde bulunmamaları için buyuruyor ki: (Ve şu misâlleri ki) Bir kısım makulâtın, mâneviyatın bir takım duygularla anlatılması ve temsil edilmesi ki, (onları insanlar için getiriyoruz) Kur’an-ı Kerim’in âyetleriyle insanlara tebliğ eyliyoruz, onlar haddizatında ne kadar güzel ve uyanmaya vesile olan pek faideli beyanlardar. (Maamafih onlara bilginlerden başkası akıl erdiremez) Evet.. O misâllerin ne kadar güzel, ne kadar mânâlı ve ne çok şeyin güzelce ortaya çıkmasına sebep olduğunu uyanık ruha, aydın kalbe, temiz vicdana sahip olan zatlar, pek iyi anlar takdir ederler. Artık bu gibi hikmetli misâlleri anlayabilecek bir kabiliyet elde etmeye çalışmalıdır. “Rivayete göre kureyş müşriklerinden bazıları: “Muhammed -Aleyhisselâm- ne için utanmıyor da karıncalardan, örümceklerden, sivrisineklerden misâller veriyor?.” diyerek gülümsemişlerdi. İşte o cahil kimselere ihtar için bu âyeti celîle nazil olmuştur.
44. Allah Teâlâ, gökleri ve yeri hak olarak yaratmıştır. Şüphe yok ki, bunda müminler için bir alâmet vardır.
44. Bu mübârek âyetler, dikkatleri Cenab-ı Hak’kın bir takım kudret eserlerine çekiyor ve Kur’an-ı Kerim’in okunmasını emrediyor. Namazın emredilmesindeki hikmeti, Allah’ı zikretmenin yüceliğini ve Hak Teâlâ’nın ilminin büyüklüğünü beyan buyurmaktadır. Şöyle ki: Evet.. Allah Teâlâ, her şeye kâdirdir ve hermeydana getirdiği, birnice hikmetlere dayanmaktadır. İşte bu hakikati en parlık şekilde isbat eden şey, şu yüksek güklerdir, bu üzerinde yaşadığımız lâtif yer küresidir. Ve (Allah Teâlâ) o Yüce Yaratıcı (gökleri ve yeri hak olarak) birer hikmet ve faydaya sahip, bâtıl yere yaratılmış olmaktan uzak bir halde (yaratmıştır) bunlar birer gerçek varlığı daima gözlere çarpıp duruyor. (şüphe yok ki, bunda) Bunların böyle birer muazzam ve düzgün şekilde yaratılmış olmalarında (müminler için bir alâmet vardır) bu gibi yaratılış eserlerini seyredip onlardan yararlanmak kabiliyetine sahip olan müminler için bunlar Allah’ın kudreti hakkında birer açık delildir, birer ibret levhasıdır.
45. Kitaptan sana vahy edilmiş olanı oku ve namazı dosdoğru kıl. şüphe yok ki, namaz, hayâsızlıklardan ve yaramaz şeylerden alıkoyar. Ve elbette ki, Allah’ın zikri en büyüktür. Ve Allah ne yaptığınızı bilir.
45. Ey bütün müminlerin hidâyet rehberi olan Yüce Peygamber!. (Kitaptan sana vahyedilmiş olanı oku) bir nice hakikatları, hükümleri, kıssaları, ibretleri toplayan Kur’an-ı Kerim’i okumaya, ümmetine tebliğe devam eyle, onların güzel ahlâk ile vasıflanmış olmalarına yardım et, bu vesile ile de manevî yakınlığa, ebedî mükâfatlara kavuş. Ve Habibim!. (namazı dosdoğru kıl) En büyük ibadetlerden olan namaza devam et. Onu âdab ve şartlarına riayetle kılmaya devam eyle. (Şüphe yok ki) insanları (hayâsızlıklardan) en çirkin hareketlerden (ve yaramaz şeylerden) dinen yasaklanmış, Allah’ın rızasına aykırı olan hareketlerden (alakoyar) namaza devam edilmesi, o gibi ahlâksız şeylerin yapılmamasını temine vesile olur. Namaza düzgün şekilde devam edenler, o gibi yasakları terke muvaffak olurlar. (ve elbette ki Allah’ın zikri en büyük) İşte namazda Allah’ı zikretmeye vesiledir, bu cihetle namaz diğeribadet ve itaatlerin en büyüğüdür. Bütün mükemmel sıfatları toplayan bir Yüce Yaratıcı’ya hürmet için yapılan, kendisinde Kur’an-ı Kerim’in âyetleri okunan namaz, elbette ki: Allah katında pek büyük ve faziletli bir ibadettir. Artık namaza devam edilmez mi? Bu husustaki emirler, Yüce Peygamberimiz vasıtasiyle bütün ümmetlerine de yönelik birer emirdir. Bunlara riayet hepimizce lâzımdır (ve Allah ne yaptığınızı bilir) Hayır ve şer adına yapılan her hareket o yüce yaratıcı tarafından bilinir. Ona göre kullarını mükâfatlara, cezalara kavuşturur. Artık o Kerim Mabûd’un kulları olmak şerefine kavuşan kimseler için lâzım ki, daima ibadet ve itaâtte bulunsunlar ve özellikle Kur’an-ı Kerim’i okumaya ve beş vakit namazı kılmaya devam etsinler o herşeyi bilen ve kerem sahibi olan mabudun lütfuna lâyık olmuş olsunlar. Ve başarı Allah’tandır.
46. Ve ehli kitap ile en güzel yoldan başkasıyla mücadele etmeyin. Onlardan zulmedenler ise müstesnâ ve deyiniz ki: bize indirilmiş olana ve size indirilmiş olana biz îmân ettik ve bizim ilâhımız ile sizin ilahınız birdir ve biz ancak ona teslim olmuş olanlarız.
46. Bu mübârek âyetler, müslümanların kitap ehlini ne şekilde müslümanlığa davet edeceklerini ve onlar ile tartışmada bulunabileceklerini bildiriyor ve o Yüce Peygambere verilen Kur’an-ı Kerim’e ehli kitabın ve bir kısım müşriklerin îman ettiklerini, onu ancak kâfirlerin inkâr eylediklerini haber veriyor. Son Peygamberin hikmet gereği ümmi olup evvelce kitap okumamış ve yazı yazmamış olduğunu, ve artık inkâr edenlerin inkârına mahâl kalmamış bulunduğunu gösteriyor ve Kur’an-ı Kerim’in, pek açık kudret delillerinden olup ilik ehlinin kalplerinde korunmuş olduğunu ve o âyetleri zalimlerden başkasının inkâr etmediğini beyan buyurmaktadır. Şöyle ki: Ey Müslümanlar!. Ey Muhammed ümmeti!. Müşrikleri yukarıdaki âyetlerin işaret ettiklerişekilde irşada çalışınız, Allah’ın birliğine dair delilleri, kanıtları getiriniz (ve ehli kitap ile) de yani: Yahudi ve Hıristiyan topluluklariyle de onları irşad için (en güzel yoldan başkasiyle mücadele etmeyin) gazaba, hiddete mağlup olmaksızın tam bir yumuşaklıkla, hayrı tavsiye edici bir şekilde tartışmaya, onları ikaza çalışın. Bu şekilde hareket, ruhlar üzerinde daha fazla tesir bırakır. (onlardan zulmedenler ise müstesnâ) ehli kitaptan oldukları halde müslümanlara karşı savaşta bulunmak isteyenlere, üzerlerine aldıkları cizyelerini vermeyenlere veya Allah’ın şânına aykırı şeyleri Cenab-ı Hak’ka isnât edip duranlara, veya Resûl-i Ekrem’e eziyet vermek, hürmetsizlikte bulunmak cüretini gösterenlere karşı şiddet gösterilmesi lâzım gelir. (ve) Ey Müsluman topluluğu!. Kitap ehli ile tartışmada bulunurken onlara (deyiniz ki: bize indirilmiş olana) Kur’an-ı Kerim’e (ve size indirilmiş olana) asıl Tevrat ve İncil kitaplarına (biz îman ettik) onların birer ilâhi kitap olduğunu blimp tasdik etmekteyiz. (ve bizim ilâhımız ile sizin ilâhınız birdir) hepimizin de Yaratıcısı mâbudu, Allah Teâlâ’dan başkası değildir. Onun ilâhlıkta bir ortağı ve benzeri olmadığını biz itiraf etmekteyiz. (ve biz ancak ona) o Yüce Yaratıcıya (teslim olmuş olanlarız) biz onun birliğini, ilâhlığını tasdik etmekte, onun dinî hükümlerine boyun eğmiş bulunmaktayız. Artık insaf ediniz, güzelce düşününüz, müslümanlığın nasıl yüce ilm ve hikmet üzere kurulmuş, Allah’ın zatını kutsal şânına lâyık bir şekilde tasdik eden bir din olduğunu anlayınız, o mübârek dinin insanlık âleminde ne kadar güzel bir birlik, bir dayanışma meydana getirmeğe kâfi bulunduğunu takdir ediniz, bir takım yanlış kanaatlere kapılarak İslâm dinine aykırı hareketlerde bulunmayın. Meselâ: Birer insan olarak Hz. Üzeyre, Hz. İsa’ya Allah’ın oğludur, diyerek Allah’ın birliğine, kutsallığına aykırı olan iddialara cür’et etmeyin.
47. Ve işte sana böylece kitabı indirdik. Artıkkendilerine kitap vermiş olduklarımız ona îmân ederler. Şunlardan da ona îmân edecek olanlar vardır. Ve bizim âyetlerimizi kâfirlerden başkası inkâr etmez.
47. Evet.. İslâm dinî böyle pek güzel bir mahiyettedir. Kur’an-ı Kerim, fikir birliğini ve kardeşliği temin edecek hükümler içermektedir. İşte buna işaret için de Cenab-ı Hak, Yüce Peygamberine hitaben buyuruyor ki: (Ve) Ey Resûlüm!. (işte böylece) Diğer Peygamberlere kitap indirmiş olduğumuz gibi (sana) da (böylece kitabı) Kur’an-ı Kerim’i (indirdik) ki, bu apaçık kitap, diğer ilâhi kitapları tasdik edici bulunmaktadır, ve öylece pek yüksek hükümleri, emirleri, yasakları ihtiva etmektedir. (artık kendilerine kitap vermiş olduklarımız) yani: Yahudi ve Hıristiyan topluluklarına mensup olup gerçek ilm ve irfan sahipleri olan Abdullah ibnisselâm ve benzeri gibi zatlar (ona îman edenler) Kur’an-ı Kerim’in de bir ilâhi kitap olduğunu bilir, tasdikte bulunurlar. Çünkü onun da bir ilâhi kitap olduğunu evvelki kitaplarda okumuş anlamış bulunmaktadır. (şunlardan da) Araplardan veya Mekke-i Mükerreme ahalisinden veya Peygamber devrindeki ehli kitaptan da (ona) Kur’an-ı Kerim’e (îman edecek olanlar vardır) onlar da vakit vakit İslâmiyeti kabul ederek Kur’an-ı Kerim’in bir ilâhi kitap oluduğunu tasdik edeceklerdir. Evet.. Bilgin, düşünen ve insaflı olan insanlar bunu takdir ederek îman şerefine kavuşacaklardır. (ve bizim âyetlerimizi) Allah’ın birliğine kudretine, açıkça işaret ve şahitlik eden Kur’an-ı Kerim’i, o kutsî kitabın beyanlarını (kâfirlerden başkası inkâr etmez.) inkârlarında, cehaletlerinde ısrar eden, parlak hakikatları görmekten kaçınan Kab İbnüleşref ve ashabı gibi inkârcılar, pek açık âyetleri dinlemezler, onları inkâr ederek cehaletlerinde devam eder dururlar.
48. Ve sen ondan evvel hiçbir kitap okur olmadın ve sağ elin ile onu yazmadın. Öyleolsa idi elbette iptal etmeye çalışanlar, şüpheye düşmüş olurlardı.
48. Bir kere düşünmeli, insaf etmeli, Kur’an-ı Kerim, yüce bir mucizedir. O ilâhi kitabı ümmetine tebliğ eden zat, vaktiyle asla okuyup yazmamış, öyle dinî meseleler ile uğraşmamış, sonra kırk yaşına girince o eşsiz belâgati, o hikmet ve hakikat mecmuasını büün insanlığa tebliğe nasıl kâdir oldu?. İşte Cenab-ı Hak, bu hususta da inkârcıların dikkatlerini çekiyor (Ve) Yüce Peygamberine hitaben buyuruyor ki: (sen ondan evvel) O Kur’an-ı Kerim’i sana indirmeden once (hiçbir kitap okur olmadın) hiç bir ilm ve fen ile meşgul bulunmadın (ve sağ elin ile onu yazmadın) o muazzam kitabı alışılmış şekilde yazmaya kâdir, ve devam eder olmadın (öyle olsa idi) vaktiyle okumakla yazmakla meşgul bulunmuş olsa idi (elbette ibtale çalışanlar) hakikatları inkâr etmeye ve değiştirmeye cür’et edenler, (şüpheye düşmüş olurlardı) halbuki, Hz. Peygamberin hayat tarihi, ahlâki temizliği kavmi tarafından bilinmektedir. Artık onun aksini nasıl iddiaya cüret edebiliyorlar?.
49. Hayır.. O kendilerine ilim verilmiş kimselerin sinelerinde apaçık olan âyetlerdir ve bizim âyetlerimizi zalimlerden başkası inkâr etmez.
49. (Hayır.. O) hakikati beyan eden Kur’an (kendilerine ilm verilmiş kimselerin) müminlerin, hakikatları güzelce anlayıp takdir edebilecek bilgin zatların (sinelerinde pek açık olan âyetlerdir) onların hafızalarını süsleyen, değiştirme ve bozmaktan korunmuş bulunan sabit ve Resûl-i Ekrem’in peygamberlik ve yüceliğine şahit birer açık âyetlerden başkası değildir. (ve bizim âyetlerimizi) Böyle yüceliğe sahip olan Kur’ani beyanları (zalimlerden başkası inkâr etmez.) ancak inatçı, kötülükte haddi aşan, kibir ve gurur içinde yaşayan kimseler bunu inkâra cür’et gösterirler. Çünkü onlar zaten ibtal eden kimseler oldukları içinböyle bir cürette bulunabiliyorlar. Artık onlar da nihayet lâyık oldukları cezalara kavuşurlar. Nitekim bir niceside kavuşmuştur.
50. Ve dediler ki: Onun üzerine Rabbinden mucizeler indirilmiş olmalı değil mi idi? De ki: O mucizeler ancak Allah’ın katındadır ve ben ancak apaçık bir uyancıyım.
50. Bu mübârek âyetler, Resûl-i Ekrem’den başka mucizeler göstermesini isteyen inkârcılara cevap veriyor, bu hususta Kur’an-ı Kerim’in kâfi olduğunu ve onun müminler hakkında bir rahmet ve bir öğüt bulunduğunu bildiriyor ve Hak Teâlâ’nın kâinatın bütün durumlarını bildiğini, müminler ile kâfirlerin hallerine şahit bulunduğunu ve kimlerin ziyana uğramış bulunduklarını ihtar ile o inkârcıları tehdit buyurmaktadır. Şöyle ki: bir takım inkârcılar Resûl-i Ekrem’de tecelli eden Allah vergisi mükemmellikler ve Kur’an-ı Kerim’in ne büyük bir sonsuz mucize olduğunu görüp durdukları halde yine onun Peygamberliğinden şüphe etmekten kurtulamadılar. (Ve dediler ki: Onun üzerine Rabbinden mucizeler indirilmiş olmalı değil mi idi?.) O da Hz. Salih’in devesi, Hz. Musa’nın âsası ve Hz. İsa’nın sofrası gibi hârikalar göstermeli değil mi idi ki, kendisinin doğru söylediğine onlar ile delil getirilse idi!. Cenab-ı Hak’da o inkârcılara cevap verilmesi için Resûl-i Ekrem’ine şöyle emrediyor: Habibim!. O inkârcılara (de ki: O mucizeler ancak Allah’ın katındadır.) o Yüce Yaratıcı, dilediği mucizeyi, hârikayı meydana getirir, bunları başkaları meydana getiremez. (Ve ben ancak apaçık bir uyarıcıyım) Allah Teâlâ’nın emirlerine, yasaklarına riayet etmeyenleri azap ile korkutmakla emrolunmuşum, onları irşada çalışmakla yükümlüyüm, ben dilediğiniz hârikaları meydana getiremem. Maamafih nice hârikalar, mucizeler Allah’ın kudreti ile meydana gelmiş olduğu halde yine birçok inkârcılar, onları sihirle gösteri ile yorumlayarak yine inkârlarında ısrar edipdurmuş değil midirler?.
51. Onlara kâfi gelmedi mi ki, şüphesiz biz senin üzerine kitabı indirdik, onlara karşı okunmaktadır. Muhakkak ki, onda îmân eden bir kavim için elbette bir rahmet ve bir nasihat vardır.
51. Cenab-ı Hak, o inkârcılara cevap olmak üzere şöyle de emrediyor: (O inkârcılara) O kâfirlere (kâfi gelmedi mi ki, şüphesiz biz senin üzerine kitabı indirdik) bir söz mucizesi olan o mübârek Kur’an’ı inzâl ettik, hak ile bâtılı bildiren, diğer semavi kitapları tasdik eden ve bütün insanlığa selâmet ve saadet yollarını gösteren o mukaddes kitabı sana ihsan eyledik. Bunu güzelce dikkate alanlar, elbette ki, o Yüce Peygamberin nübuvvet ve risaletinde şüpheden kurtulur. O apaçık kitap (onlara) o inkârcılara ve bütün insanlığa karşı (okunmaktadır) her zaman, her yer de okunarak bütün insanlara hitabeden o ilâhi kitab daimi bir mucizedir, ve doğu ve batıya yayılmış yüce bir kitaptır. Diğer mucizeler ise sınırlı birer zamanda birer birer mahalde ortaya çıkmış, sonra nihayete ermiştir. Artık bu daimi olan Kur’an-ı Kerim’den başka bir mucize, bir hârika istemeye ne hacet vardır?. (ve muhakkak ki, onda) O şânı öyle pek yüksek olan Kur’an-ı Kerim’de, onun öyle mükemmel bir şekilde inişinde (îman eden bir kavim için elbette bir rahmet ve bir öğüt vardır) Evet.. Hak’kı araştıran, inattan ve kibirden kaçınan, güzel bir itikada kavuşan bir cemaat için o ilâhi kitap büyük bir rahmettir, muazzam bir öğüttür, onlar için selâmet ve saadete vesiledir, onun emirlerine, tavsiyelerine riayet edenler, herhalde ilâhi lütuflara erişirler. Artık ondan büyük bir âyet, bir hârika istenilmesi, nasıl uygun görülebilir?.
52. De ki: Benimle sizin aranızda Allah Teâlâ’nın şahit olması kifayet eder. O göklerde ve yerde ne olduğunu bilir. Ve o kimseler ki, bâtıla inanmışlar ve Allah’ı inkâr etmişlerdir.İşte hüsrana uğramış olanlar, ancak onlardır.
52. Hak Teâlâ Hazretleri Yüce Peygamber Efendimize şöyle de emrediyor: Resûlüm!. O inkârcılara (De ki: Benimle sizin aranızda Allah Teâlâ’nın şahit olması kifayet eder.) ben peygamberlik vazifemi yerine getiriyorum, sizlere nasihatlar veriyorum. Sizler ise beni inkâr ediyorsunuz göstermeye muvaffak olduğum mucizelerin ehemmiyetini bilmiyorsunuz, artık kıyamet gününde Cenab-ı Hak, benimle sizin aranızda hükmünü verecektir. Evet.. O Yüce mabûd (göklerde ve yerde ne olduğunu bilir) ona karşı hiçbir şey gizli kalamaz. Binaenaleyh bizlerin hakkında asıl şahit, hallerimizi tamamen bilen ancak o kâinatın yaratıcısıdır. (ve o kimseler ki, bâtıla inanmışlar) Putlara tapmak, insanlara tanrılık vasfını vermek cehaletinde bulunmuşlar (ve Allah’ı inkâr etmişlerdir) hayal edilen bir tabiata yaratıcılık isnadına cüret göstermişlerdir. (işte hüsrana uğramış olanlar, ancak onlardır) Onlar ebediyyen azap göreceklerdir, onlar Allah’ın rahmetinden ebediyyen mahrum kalmış kimselerdir. İşte küfrün, Son peygamberi ve ona verilmiş olan Kur’an-ı Kerim’i inkârın müthiş neticesi, öyle ebedî azaptan, felâketten ibarettir. Bu âkibeti artık o gibi inkârcılar düşünmeli değil midirler?.
53. Ve senden azabı alelâcele isterler. Eğer tayin edilmiş bir vakit olmasa idi elbette onlara azap geliverirdi. Ve muhakkak ki, o, onlara kendileri farkında olmaksızın gelecektir.
53. Bu mübârek âyetler kâfirlerin başlarına azap gelmesini bir alay maksadiyle Hz. Peygamberden istemekte olduklarını bildiriyor ve onların başlarına ilâhi azabın ansızın geleceğini ve cehennemin zaten onları kuşatmış olduğunu ihtar ediyor. Kıyamet gününde de ne müthiş bir azabın onları yakalayacağını ve kendilerine amellerinizin cezasını tadın denileceğini beyan buyurmaktadır. Şöyle ki: (Ve) Ey YücePeygamber!. kendilerini ilâhi azap ile tehdit etmekte olduğun inkârcılar (senden) bir alay yoluyla (azabı alelacele isterler) o bizi kendisiyle korkutmakta olduğun azap nerede başımıza gelse ya?. derler. Nazr ibnilhars gibi kâfirler, “başımıza gökten taş yağdır” diye teklifte bulunurlar (eğer tayin edilen bir vakit olmasa idi) onların azapları için Cenab-ı Hak’kın Levh-i Mahfuz’da tesbit buyurmuş olduğu takdir edilmiş bir vakit bulunmasa idi (elbette onlara azap) o acele istedikleri zamanda (geliverirdi) Evet.. Hak Teâlâ dilediği kimseleri hemen helâk edebilir. (ve muhakkak ki, o) Takdir edilen azap (onlara kendileri farkında olmaksızın ansızın gelecektir) onlar gaflet içinde yaşarken kendilerini müthiş bir azap kuşatacaktır. Nitekim o inkârcılardan bir kısmı Bedir gazvesinde ilâhi kahra uğramış, ve cezalandırılmıştır, birniceleri de hiç beklemedikleri birer günde ölerek ebedî azaba maruz kalmışlardır.
54. Senden azabı çarçabuk istiyorlar. Halbuki, cehennem o kâfirleri elbette kuşatmış bulunmaktadır.
54. Evet.. Yüce Peygamber!. O inkârcıların cehaletleri ne kadar hayrete lâyıktır. (Senden azabı çarçabuk istiyorlar) hak ettikleri azabın başlarına gelmesini bekliyorlar (halbuki,) en müthiş azap mahalli olan (cehennem o kâfirleri elbette kuşatmış bulunmaktadır) onların ise bundan haberleri yok. Yani: Onlar kâfir oldukları için zaten cehenneme sevkedileceklerdir. Bu ihtar ile cehennem onları daha dünyada iken kuşatmış demektir. Evet.. Deniliyor ki: Küfür ve isyan, zaten bir ateş mahiyetindedir. Bunlar sahiplerinin daha dünyada iken yakalamış bulunmaktadır. Böyle ebedî bir felâkete sebep olan bir hal, manevi bir azap değil de nedir?
55. O gün azap, onları üstlerinden ve ayakları altından saracaktır ve “yaptıklarınızı cezasını tadın” diyecektir.
55. Evet.. Cehennem onları kuşatacaktır. Bu şekilde ki: (O gün de azap onları üstlerinde ve ayakları altlarında saracaktır) Yani: Cehennem azabı o kâfirleri her taraflarından kuşatmış olacaktır. Artık istemiş oldukları azaba o günde tam kavuşmuş bulunacaklardır. (ve) Cenab-ı Hak da veya onun emriyle meleklerden bazısı da kâfirlere bir ihanet, bir ruhani azap olmak üzere hitab ederek dünyada iken (yaptığınız şeyi) o kötü amellerinizin cezasını şinıdi bu cehennemde artık (tadın diyecektir) o inkârcılar da alelacele azap istemelerinin cezasına da bu halde kavuşmuş olacak.
56. Ey îmân eden kullarım! Şüphe yok ki, benim arzım geniştir. Binaenaleyh bana ibadet ediniz.
56. Bu mübârek âyetler de kulluk vazifelerini yerine getirebilmek için gerektiğinde hicrete müsaade buyurulmuş olduğuna ve ölüm korkusuyla hicreti terk etmenin uygun olmayacağına işaret buyuruyor. İyi amellerde bulunan ve sabrederek hakka tevekkül eden müminlerin kavuşacakları uhrevî mükâfatı bildiriyor ve bütün mahlûkatın rızkını kerem sahibi yaratıcının vermekte olduğunu beyan ederek rızk korkusuyla hicretin, ibadet ve taatin terkedilmemesine işaret buyurulmaktadır. Şöyle ki: Hak Teâlâ Hazretleri, Mekke-i Mükerreme’de bulunup müşriklerin eza ve cefalarına mâruz kalan ashab-ı kirama ve onlar gibi müşkül bir vaziyette bulunan müslümanlara hitaben buyuruyor ki: (Ey îman eden kullarım!.) Ey İslâmiyet şerefine sahip zatlar!. (şüphe yok ki, benim arzım geniştir) Eğer o müşrikler yüzünden rahatsız oluyor, bir tehlikeye mâruz bulunuyorsanız, dinî vazifelerinizi lâyıkı veçhile yerine getiremiyorsanız, Medine-i Münevvere vesaire gibi başka beldelere çıkıp hicret edebilirsiniz, ben sizleri oralarda da rızıklandırırım (binaenaleyh) kendi diyarınızdaibadet ve itaate gücünüz yetmiyorsa diğer yerlere giderek (bana ibadet ediniz) kulluk vazifenizi sekteye uğratmayınız, en büyük hayat gayeniz, kerim mâbudunuza ibadet ve itaattan ibaret bulunsun. Nitekim bir hadis-i şerifte buyuruluyor ki: “Dininden dolayı bir yerden diğer bir yere isterse bir karışıklık bir mesafeye olsun firar eden kimse, cenneti hak etmiş ve İbrahim ile Muhammed Aleyhisselâm’a arkadaş olmuş olur.”
57. Her nefis, ölümü tadıcıdır, sonra da bize döndürüleceksinizdir.
57. Ve ey müminler!. Siz de bilirsiniz ki: (Her nefs, ölümü tadıcıdır) İnsanlar, gerek kendi vatanlarında ikamet etsinler ve gerek başka yerlere çıkıp gitsinler, herhalde bir gün öleceklerdir. Hiçbir kimse, kendisini ölümden kurtaramaz. Ve ölünce yine yurdundan, vatandaşlarından ayrılacaktır. (sonra da bize döndürüleceksinizdir) Artık bu âkibeti düşününüz, dinî vazifelerinizi yerine getirmeye koşunuz, öyle dünyevî varlıklar, menfaatlar, sizin bu vazifelerinizi yapmanıza engel olmasın. Siz ebedî selâmet ve saadeti dikkate almalısınız.
58. Ve o kimseler ki, îmân ettiler ve iyi amellerde bulundular cihete ki, onları cennetten altlarından ırmaklar akan yüksek makamlara, içlerinde ebediyyen kalmak üzere yerleştireceğizdir. İyi amellerde bulunanların mükâfatı ne kadar güzeldir.
58. Evet.. (Ve o kimseler ki, îman ettiler ve) îmanlarını tasdik etmek ve sağlamlaştırmak için (iyi amellerde bulundular) üzerlerine düşen dinî, ahlâki vazifeleri yerine getirmeye çalıştırlar (elbette ki, onları cennetten) o ebedî saadet yurduna mahsus olup (altlarından ırmaklar akan yüksek makamlara) köşklere eriştireceğiz. Onları o yüksek sarayların, köşklerin (içlerinde ebediyyen kalmak üzere yerleştireceğizdir) Evet.. Onlar böyle mükâfatlara kavuşacaklardır. Artıkdüşünmelidir ki (iyi amellerde bulunanların mükâfatı ne kadar güzeldir) binaenaleyh insanlar böyle bir mükâfata ulaşmak için daha dünyada iken güzel amellere devam edip durmalı değil midirler?.
59. O zatlar ki, sabrettiler ve Rablerine tevekkülde bulunurlar.
59. Evet.. O güzel amellerde bulunan müminler (O zatlar) dır (ki) onlar dünyada iken (sabrettiler) bir takım engellere, meşakkatlere karşı, göğüs germekten ayrılmadılar, müşriklerin eza ve cefalarına, hicretin zahmetlerine tahammül gösterdiler (ve Rablerine tevekkülde bulunurlar) Cenab-ı Hak’kın rahmetine, himayesine itimat eder ve sığınırlar, fâni bir arzu uğrunda dinî vazifelerini bırakmış olmazlar. İşte böyle zatlar, o ebedî mükâfatlara lâyık olmuşlardır.
60. Ve yeryüzünde yürüyen nice hayvanlar vardır ki, rızkını taşımıyor. Onları da sizleri de Allah Teâlâ rızıklandırır Ve o, hakkıyla işiticidir, bilicidir.
60. Evet.. Kâinatın yaratıcısından başka kime tevekkül ve itimad edilebilir?. Ve o Kerim mabûdun lütuf ve ihsanından nasıl ümit kesilebilir. Bütün mahlûklatını koruyan, yaşatan o Yüce Yaratıcıdır (Ve) yeryüzünde (yürüyen nice hayvanlar vardır ki) onlardan hiç birisi kendi (rızkını yüklenmiş olmaz) kendileri için geçim kaynağı olacak bir şey toplamış, bir yerde biriktirmiş bulunmaz. Bütün (onları da sizleri de Allah Teâlâ rızıklandırır) her gün hepinize de rızık ihsan eder, hepinizi de takdir edilen vakte kadar yaşatır, barındırır. (ve o) Kâinatın Yaratıcısı her söylenilen sözü (hakkıyla işiticidir) sizin de neler söylediklerinizi, hicret ettiğiniz takdirde ihtiyaç içinde kalacağınıza ait lakırdılarınızı da tamamen işitmektedir. Ve o Yüce Mâbud bütün mahlûkatının durumlarını (bilicidir) sizin kalplerinizdekilerini de bilmektedir, nelere muhtaç olup olacağınız da o Kerem Yaratıcıtarafından bilinmektedir. İnandık!. Rivayete göre Mekke-i Mükerreme’de bir kısım zayıf müslümanlar vardır. Müşriklerden korkarak îmanlarını açığa vuramayacak bir halde idiler, bir kısım müslümanlar da kâfirlerin eza ve cefalarına uğramakta idiler, kendilerine Medine-i Münevvere’ye hicret etmeleri tavsiye buyurulmuş, onlar da: “Bizim orada evlerimiz, mallarımız yok, artık bizlere orada kim yemek verir, su içirir” demişler. Bunun üzerine bu mübârek âyetler nazil olmuştur. Buyurulmuş oluyor ki: Cenab-ı Hak’kın yarattığı yerler çoktur, kullarını rızıklandıran da ancak O’dur. Allah’a tevekkül ederek hicret edenler de rızıklanacaklardır. Korkmaya lüzum yok. “Bu hicret, Mekke-i Mükerreme’nin fethinde evvel vacip idi. Sonra bu vücub kalmamıştır. Büyük bir sakınca bulunmadıkça bir müslüman, yurdundan çıkıp başka bir yere hicrete dinen mecbur değildir.
61. Andolsun ki, eğer onlara sorsan ki, kim gökleri ve yeri yarattı? Ve güneşi ve ayı buyruğu altında tuttu? Elbette diyeceklerdir ki: Allah O halde nasıl çevriliyorlar?
61. Bu mübârek âyetler de müşriklerin çelişen ve makul olmayan durumlarını gösteriyor. Allah Teâlâ’nın mahlûkatı hakkında dilediği gibi tasarrufta bulunacağını bildıriyor. Gökleri ve yeri yaratan, güneşi ve ayı buyruğunda tutan ve gökten suları indirip yeryüzüne hayat veren zatın Allah Teâlâ’dan başka olmadığını itiraf ettikleri halde yine küfür ve şirkten ayrılmayanların o akılsızca düşüncelerini gözler önüne sererek kendilerini ikaz buyurmaktadır. Şöyle ki: Ey Yüce Peygamber!. (Andolsun ki) Eğer sen (onlara) Mekke-i Mükerreme’deki ve diğer yerlerdeki müşriklere (sorsan) ki (kim gökleri ve yer yarattı) onları böyle mükemmel bir nizam üzere meydana getirdi (ve güneşi ayı buyruğunda tuttu?.) lazım olan yiyecekler vesaireyi yetiştirmek, vakitleri bildirmek, yeryüzünde güzelceyaşanılmasını temin için o gibi ışıklı, nurani, parlak semavi cisimleri kim var etti ki, onlar öyle bir itaat ve intizam dairesinde devam edip durmaktadırlar?. (Elbette ki,) O müşrikler (diyeceklerdir ki: Allah) onları bütün mükemmel sıfatları toplayan Yüce Yaratıcı var etmiştir, onlara o varlığı, o intizamı ancak o hikmet sahibi mabût vermiştir. Bu hususta o müşriklerin inkâra takatları yoktur. (o, halde) o müşrikler (nasıl çevriliyorlar?.) böyle bir sözden, Cenab-ı Hak’kın yaratıcılıkta tek olduğunu itiraftan sonra Allah’ın birliğini bırakarak şirke, bir takım mahlûkata tapınmaya nasıl cür’et gösteriyorlar?. Bu ne kadar çelişki bir hareket!.
62. Allah, rızkı kullarından dilediğine bol verir, dilediğine de kısar. Şüphe yok, Allah her şeyi hakkıyla bilendir.
62. Evet.. (Allah) O Yüce Yaratıcı ki: Onun ilâhi tasarrufları, bu âlemde hikmetin gerektidiği şekilde tecelli etmektedir. (rızkı) da (kullarından dilediğine bol verir) onu bol bol rızık olarak verir ve yine (dilediğine) o kullarından herhangi bir dilediği için rızkını (kısar) hikmetin gereği ne ise kullarını ona göre rızka, nimete kavuşturur. çeşitli kullarından da kimisini bol bir geçime, kimini de dar bir geçime sahip kılar ve bazı kullarını bir müddet fazlaca rızıklandırdığı halde bir müddet de dar bir rızık içinde bırakır (Şüphe yok ki, Allah, her şeyi hakkıyla bilendir) binaenaleyh, o Hikmet Sahibi Yaratıcı, kullarının her zaman neye lâyık olduklarını bilir, haklarında hikmet ve faydaya uygun olan çeşitli ve farklı şeyleri yaratır. Bütün bu varlık değişiklikleri o Yüce Yaratıcının varlığına pek mükemmel birer şahittir.
63. Andolsun ki, eğer onlara: Gökten suyu kim indirdi de onunla yeri ölümünden sonra kim diriltti diye sorsanız, elbette derler ki: Allah. De ki: Hamd Allah’a mahsustur. Fakat onların çoğu akıl erdiremezler.
63. Evet.. (Andolsun ki, eğer onlara:) O şirke düşmüş kimselere (Gökten) yukarıdaki bulutlardan (suyu kim indirdi) yağmurları yağdırdı (da onunla) o suyu ile (yeri ölümden sonra diriltti) yeryüzünde yeniden çeşit çeşit nebatları vesaireyi meydana getirdi, onu yer bir hayata kavuşturdu (diye sorsanız) o müşrikler yine (elbette derler ki: Allah) bütün bunları böyle yaratıp vücude getiren zatın bir Yüce Yaratıcı’dan ibaret olduğunu itirafta bulunurlar. Resûlüm!. Artık sen de (de ki: Hamd Allah’a mahsustur) o Hikmet Sahibi Yaratıcı, ne büyüktür ki, o müşrikler de bu hakikatı itirafa mecbur oluyorlar, o Yüce Mabûd’un yaratıcılığını inkâra cür’et edemiyorlar. (fakat onların çoğu, akıl erdiremezler) Bu itiraflanına aykırı hareketlerde, kanaatlerde bulunurlar, putlara, insanlara taparak onlara da bir nevi yaratıcılık, mabutluk isnadında bulunurlar. Sözleri ile fiilleri arasındaki çelişkinin farkında olamıyorlar. Ancak bir kısmı, bilâhara güzelce düşünerek fikir değiştirmiş, Allah’ın birliğini tasdik ederek küfür ve şirkten kurtulmuş bulunur. İşte Resûl-i Ekrem’e îman edip de İslâmiyet’e ermiş olan bir kısım müşrikler, bu kabildendir ki, artık onlar İslâmiyete ermiş, hakiki, daimi bir hayata, bir saadete aday olmuşlardır. Bu zatların, fâni varlıklar arkasından koşan, asıl yaratılışlarına aykırı hareketlerde bulunan müşrikler ile, dinsizler ile alâkaları kalmamıştır. İtibar ise son nefesidir.
64. Bu dünya hayatı eğlenceden ve bir oyundan başka birşey değildir. Ve hakikaten ahiret yurdu ise elbette ki, daimî hayat O’dur, eğer bilecek olsalar idi.
64. Bu mübârek âyetler, bu dünya hayatının bir eğlence kabilinden olup asıl ahiret hayatının ebedî temenni etmeye lâyık olduğunu bildiriyor denizlerden Allah’ın yardımı selâmete, nimete kavuşan müşriklerin bunumüteakip nankörlükte bulunarak şirk ve isyana koşup durduklarını gösteriyor. Ve o müşriklerin harem dairesi gibi bir emniyet sahasına kavuştuklarını ve onların çevresindeki kimselerin tecavüzlere uğradıklarını gördükleri halde, yine nankörlük edip durmalarını kınamak için teşhir ediyor. Ve o müşrik ve iftiracı kimselerin en zalim kimseler oldukları ve onlar için cehennemin bir karargâh bulunduğunu ihtar eyliyor. Allah yolunda cihadda bulunan müminlerin ise ilâhi lütuflara mazhar olacaklarını müjdelemektedir. Şöyle ki: Ey insanlar!. Bir kere güzelce düşününüz, şüphe yok ki: (Bu dünya hayatı) geçicidir. Adeta (bir eğlenceden ve bir oyundan başka birşey değildir.) bu gibi şeylerin devamı, ebedî faidesi olmadığı gibi dünya hayatı da bu kabildendir, az sonra yok olacaktır. (ve hakikaten ahiret yurdu ise elbette ki, daimi hayat O’dur) O bakidir, yok olmayacaktır, orada kimseye ölüm gelmeyecektir. (eğer) Bütün dünyaya dalıp gaflet içinde yaşayanlar (bilecek olsalar idi) öyle cahilce hareket etmezlerdi, o çabucak yok olan bir yaşayışı, ebedî bulunan ahiret hayatı üzerine tercih etmiş olmazlardı. O ebedî âlemde selâmet ve saadet içinde yaşayabilmelerini temin edecek ibadetlere itaatlere çalışır dururlardı.
65. Gemiye bindikleri zaman, dini Allah’a has kılmak suretiyle ihlasla duada bulunurlar. Fakat, onları selâmetle karaya çıkarınca, o vakit hemen şirke düşerler.
65. Halbuki, müşrik olanlar, bu âkibeti nazara almazlar. (Vaktaki onlar gemiye binmiş olurlar) Denizde çarpışan korkunç dalgalar arasında kalırlar, o zaman ölüm korkusunda dolayı (dinî Allah’a has kılmak suretiyle halisane duada bulunurlar) o kendilerine tapar oldukları putları unuturlar, onlardan bir faide beklemezler, yalnız Allah Teâlâ’ya sığınarak bir selâmet sahiline erdirmesini yalnız o Kerim Yaratıcı’dan niyâza başlarlar. Fakat öylekalmazlar (Ne zamanki) Allah Teâlâ (onları selâmetle karaya çıkardı) o müşrikleri korkudan kurtarıp bir selâme alanına kavuşturdu mu, onlar o yalvarışlarını unuturlar (o vakit hemen şirke düşerler) yine putlara tapınmaya başlarlar, onlardan menfaat beklerler. Bu ne kadar ahmaklık!. “Hatta rivayet olunuyor ki: Cahiliye devrindeki müşrikler, bir gemiye bindikleri zaman yanlarına putlarını da alırlarmış. Fakat şiddetli bir rüzgâr eserek dalgalar meydana gelince o putları denize atarak yalnız: Ey Yarabbim!. Diye duaya başlarlarmış. Fahri Razi merhum “Ellevâmi” adındaki eserlerinde şöyle diyor: Bu hal gösteriyor ki, Àlemlerin Rabbini bilmek, her insanın yaratılışında vardır. Onlar, genişlik zamanında gaflette bulunurlar, fakat bir sıkıntı yüz gösterdi mi, şüphe yok ki, hemen Cenab-ı Hak’ka sığınmaya başlarlar.
66. Kendilerine verdiğimiz şeye nankörlük etsinler ve istifadede bulunsunlar diye. Fakat yakında bileceklerdir.
66. Evet.. Müşrikler, öyle bir felâketten, korkunç bir vaziyetten kurtulunca (Kendilerine yediğimiz şeye) öyle kurtuluş nimetine (nankörlük etsinler ve) putlara taparak onlardan güyâ (istifadede bulunsunlar diye) yine şirke düşerler, nimete karşı nankörlüğe devam etmek isterler. İşte müşriklerin delice hareketleri! (fakat) onlar (yakında bileceklerdir.) Evet… Onlar ölür ölmez o müşrikce hareketlerinin cezasına kavuşacaklardır, o yüzden nasıl bir azaba uğradıklarını görüp anlayacaklardır. İşte küfür ve şirkin pek müthiş âkibeti!
67. Ya görmediler mi ki, biz güven içinde kutsi bir yer yaptık, halbuki, insanlar onların çevresinden zorla kapılıp götürülmektedir. Artık batıla mı îmân ediyorlar ve Allah’ın nimetine mi nankörlükte bulunuyorlar?
67. Ya o müşriklerin bir gurubunu oluşturan ve Mekke-i Mükerreme’de ikamette bulunan birkısım inkârcılar, (Va görmediler mi ki,) düşünüp anlamadılar mı ki, onların içinde yaşadıkları o mübârek beldeye (biz güven içinde kutsî bir yer yaptık) orasını düşman tecavüzünden emin, ahalisini istirahata, hürriyete kavuşturmuş bulundurmaktayız. Bunun da şükrünü yerine getirmeleri icabetmez mi?. (halbuki, insanlar onların çevresinden) Mekke’nin dışında bulunan yerlerde (zorla kapılıp götürülmektedir) esir alınmakta, öldürülmekte ve malları saldırıya uğramaktadır. (artık) o müşrikler, bu nimetleri kendilerine ihsan buyuran Kerim Yaratıcıyı birleyip kutsamıyorlar da (bâtıla mı) şeytanlara mı putlara mı, uydurma dinlere mi (îman ediyorlar) halbuki onların bâtıl şeyler ohduğunda akıllı olan bir kimse şüphe etmez. Ve onları öyle şirke düşerek (Allah’ın nimetine mi nankörlükte bulunuyorlar) bu ne hal!. Yalnız o Kerim Yaratıcı’ya ibadette ve şükürde bulunmaları icabettiği halde ona kulluğu terkederek bir takım fâni mahlûkata ibadette bulunup duruyorlar. Bu ne kadar bir gaflet ve cehalet!.
68. Ve daha zalim kim vardır o, kimseden ki, Allah’a karşı yalan yere iftirada bulunmuştur. Veya kendisine geldiği zaman hak şeyi yalanlamıştır. Cehennemde kâfirler için bir duracak yer yok mudur?
68. (Ve daha zalim kim vardır?) Bir kere düşünmeli (O kimseler ki, Allaha karşı yalan yere iftirada bulunmuştur) elbetteki, en zalim odur. Evet. Allah’ın birliğini, inkâr eden putlara tapınan onlara ibadet etmelerini kendilerine Cenab-ı Hak’kın emrettiğini iddiada bulunan, biz babalarımızı bunlara ibadet eder bulduk diyerek şirkinde ısrar edip duran kimseden daha zalim kim olabilir?. (veya) O kimseden daha zalim kim vardır ki, (kendisine geldiği zaman) tebliğ ettiği vakit hem (hak şeyi yalanlamıştır.) İşte bu da en zalim bir kimsedir. İşte Son Peygamberliğini Kur’an-ıKerim’in ilâhi bir kitap olduğunu inkâr eden herhangi bir şahıs, böyle en zalim bir kimsedir. Artık öyle kimseler, uhrevî cezalarına hazırlansınlar. (Cehennemde kâfirler için bir duracak yer yok mudur?.) Elbette ki, vardır. Onlar öyle müthiş âkibeti hiç düşünmüyorlar mı ki, böyle bir şirk ve inkâra cü’ret etmiş bulunuyorlar?.
69. Ve o kimseler ki, bizim uğrumuzda cihadda bulundular, elbette onları bizim yollarımıza hidayet ederiz ve şüphe yok ki, Allah Teâlâ elbette iyi davrananlarla beraberdir.
69. (Ve) Bilakis (o kimseler ki,) o inanan ve ibadet eden kullar ki, (bizim uğrumuzda cihad da bulundular) gizli ve açık olan din düşmanlarına karşı cihada atıldılar, İslâm dinini müdafaaya çalıştılar (elbette onları) o mücahit, fedakâr kulları (bizim yollarımıza hidayet ederiz) onlara muvaffakiyet verin, onları uhrevî nimetlere kavuştururuz, onları pek nurlu bir âkibete erdiririz (ve şüphe yok ki, Allah Teâlâ elbette iyi davrananlarla beraberdir) mümin, hak yolunda fedakâr olan kullarını dünyada zaferlere, nimetlere ulaştırır, ahiret âleminde de ilâhi rahmetine, ilâhi mükâfatına ve manevî yakınlığına kavuşturacaktır. Ne yüce bir Rabbani lütuf. Hak Teâlâ Hazretleri hepimizi o salih zatlar zümresine katsın. Hz. Peygamber hürmetine Amin. Hamd, âlemlerin Rabbi Allah’a aittir.
Ankebut Suresi Tefsiri, Türkçe Meali ve Açıklaması
Bismillâhirrahmânirrahîm
Bu mübârek sûre, Mekke-i Mükerreme’de peygamberlerin hicretine yakın bir zamanda nazil olmuştur. Altmış dokuz âyeti kerimeden meydana gelmektedir. Bir rivayete göre yalnız ilk on âyeti Medine-i Münevvere’de inmiştir. Bu sûrei cêlilede putlara ve diğer âciz, fâni şeylere tapanların halleri ve onların dünya varlığını avlamak için kurdukları tuzakları ve öyle pek boş gayretleri, “ankebût” denilen örümceklerin o pek adi ve bir üfürülmekle mahv ve yok olmaya mahkum olan ağına benzetilmiş, onların öyle kıymetsiz, ehemmiyetsiz olduğuna işaret buyurulmuş olduğu için bu hikmetli sûreye “Ankebût Sûresi” adı verilmiştir. Bu mübârek surede bir kısım müminlerin Allah yolunda bazı sıkıntılara uğrayacaklarına ve bunun kendileri için dünyevî ve uhrevî faidelere, sevaplara vesile olacağına işaret olurmaktadır. Allah’ın dinine aykırı hususlarda anaya, babaya bile itaat edilmeyeceği ihtar olunuyor. Bu suredeki bir kısım âyetler de Hz. Nuh ile Hz. İbrahim’in ve Hz. Lût ile Hz. Şüayb’in ve diğer bazı Peygamberlerin -Aleyhimüsselâm- kıssalarını özet olarak işaret ederek onların hayat tarzını, Allah yolundaki fedakârlıklarını ve sonuçta başarılara kavuşmalarını nazarı dikkate sunmaktadır. Ve Kur’an-ı Kerim’in yüce mahiyetini, pek muazzam bir mucize olduğunu, insanlık için ne büyük bir temizlik ve fazilet vesilesi bulunduğunu göstermektedir. İslâmiyet’e karşı cephe alanların da pek fecî âkibetlerine işaret edip müslümanların selâmete, ebedî nimetlere kavuşacaklarını müjdeleyerek kendilerinekuvvet ve teselli veriyor. Ve Allah yolunda mücahede edenlerin emeklerinin zayi olmayıp kendilerinin hidayete, büyük mükâfatlara kavuşacaklarını beyan buyurmaktadır.
1. Elif, Lâm, Mim.
1. Bu mübârek âyetler, müminlerin hak yolunda hikmet gereği bazı zahmetlere uğrayacaklarını ve böyle bir ilâhi adetin eski ümmetler arasında da cereyan etmiş olduğunu bildiriyor. Günahkâr olanların da kaçıp kendilerini Allah’ın azabından kurtaramayacaklarına işaret buyuruyor. Cenab-ı Hak’kın lütfuna kavuşmak isteyenlerin takdir edilen zamanın gelmesini beklemelerine, ve hak yolunda çalışanların da kendi şahsi menfaatlerini temin etmiş olacaklarına tenbih buyurmaktadır. Şöyle ki: (Elif, Lam, Mim) bu mübârek kelimeler, okunacak âyetler için dikkat nazarlarını çekmeye bir vesiledir. Çünkü böyle mânası ilk bakışta anlaşılmayan birer kelime, birer cümle ile mühim bir konuya başlanılması okuyanlarda, dinleyenlerde bir uyanma meydana getirir, âyetlerin ehemmiyetle okunup dinlenilmesini temin eder. Maamafih bu hususta daha birçok hikmetler vardır. Onu Cenab-ı Hakk’ın ilmine havale ederiz. Bazı zatlar da bu gibi kelimeleri uygun şekilde yorumlamışlar ve açıklamışlardır. Bu cümleden olarak “Nimetullahi Nahcıvâni Elfevatihül’ilâhiyye” adlı tefsirinde diyor ki: (E) Olgun insana (L) liyakata (lâyık olma) (M) de müeyyediyyete (desteklenmeye) işarettir ve Resûlullah’a bir hitap demektir. Allah bilir şöyle buyurulmuş oluyor ki: Ey olgun insan olan Yüce Peygamber!.. Ey ilâhi lütuflara lâyık bulunan Yüce Peygamber!. Ey Allah tarafından desteklenen Son Peygamber!. Vahyedilen âyetleri güzelce takip et ve oku. Bu hususa dair Bakara sûresinin birinci âyetine bakınız!.
2. İnsanlar “îmân ettik” demeleriyle bırakılacaklarını ve kendilerinin imtihanedilmeyeceklerini mi sanıverdiler.
2. (insanlar) Bütün insanlık topluluğu, sadece (îman ettik demeleriyle bırakılacaklarını) artık bir şey ile mükellef olmayacaklarını, hiçbir vakit bir belâya mâruz kalmayacaklarını (ve kendilerinin imtihan edilmeyeceklerini mi sanıyordular?.) böyle bir kanaat asla doğru değildir. Bu dünya imtihan âlemidir. İnsanlar vakit vakit bazı hoş olmayan durumlara düşebilirler, ve yine insanlar, bir kısım vazifeler ile görevlendirilmiş bulunurlar. Meselâ: Namaz, oruç, zekât gibi ibadetler yapmaları gerekir. Bütün bunlar, birer hikmet ve faydaya dayanmaktadır, bu vesile ile hakiki samimi müminler ile sadece sözle mümin olanların kimlerden ibaret olduğu ortaya çıkmış olur. “Rivayete göre bu âyeti kerime, ashab-ı kiramdan bazı zatlar hakkında nazil olmuştur. Bu zatlar, Mekke-i Mükerreme’de İslâmiyet’i kabul etmişler, sonra da başka yerlere hicret etmeye gerek görmüşlerdi. Bu mübârek zatların arkalarından müşrikler koşmuşlar, onlardan bazılarını şehit etmişler, bazıları da kurtulabilmişlerdi. Amman Bin Yasir, Abbas İbn Ebi Rebiy’a, Velîd Beni Velid, Seleme Bin Hişam Hazretleri bu cümledendir.
3. Andolsun ki, onlardan öncekileri de imtihan ettik, elbette ki: Allah doğrulukta bulunanları da ve yalancı olanları da bilir.
3. İşte Cenab-ı Hak buyuruyor ki: (Andolsun ki) Celâlim hakkı için (onlardan) o Mekke-i Mükerreme’de eza ve cefaya uğrayan ashab-ı kiramdan (evvelkileri de imtihan ettik) geçmiş ümmetler arasındaki müminler de, onların Peygamberlerini de hikmet gereği bir imtihana tâbi tuttuk, onlar da birçok zahmetlere, sıkıntılara mâruz kaldılar. Nitekim Peygamberlerden bazıları dinsizler tarafından şehit edilmiş kimi de birçok eziyetlere uğratılmıştır. Bu muhterem îman ehlinin böyle bir takım belâlara, ağır hâdiselere mâruz kalmaları, onların îmanlarındaki samimiyeti,sağlamlığı ortaya çıkarmak yalanca münafık olanları da meydana çıkarıp gözler önüne sermek içindir. (elbetteki, Allah doğrulukta bulunanları da ve yalancı olanları da) ezeli ilmiyle bildiği gibi böyle hallerinin meydana çıkarılması suretiyle de müşahede ilm yoluyla (bilir) işte bu ilâhi ilmin tecellisi içindir ki kullarını dünyada öyle bir imtihana tâbi tumaktadır. Artık bu kullar için yarın ahirette bir mâzeret ileri sürmelerine imkân kalmamış olacaktır. Bu hususta Allah’ın âdeti, öteden beri böyle sürüp gitmektedir. Binaenaleyh bu ümmet de bazı imtihanlara tâbi olmalarından dolayı üzüntüye kapılmamalıdır. Bunun neticesi selâmettir, saadettir.
4. Yoksa kötülükleri yapanlar, bizden kaçıp kurtulacaklarını mı sandılar? Hükmettikleri şey ne kadar fena!
4. (Yoksa kötülükleri yapanlar) Şirke düşenler, birçok günahları işleyenler (bizden kaçıp kurtulacaklarını mı sandılar?.) bizim azabımızı kendilerinden bertaraf edebileceklerini mi, onları cezalandırmağa bizim kâdir olamayacağımızı mı zannettiler?. (hükmettikleri şey ne kadar fena.) öyle kendilerinin azaptan kurtulacakları hakkındaki kanaatleri ne kadar yanlış, boş bir kanaatten ibaret!. Onlar dünyadaki varlıklarına, azaba uğramadıklarına bakarak, ahirette de azaba uğramayacaklarına kanaat getiriyorlar, böyle bir hükümde bulunuyorlar, bu pek bâtıl bir kanaat, pek çirkin bir hükümden başka bir şey değildir.
5. Her kim Allah’a kavuşmayı ümit ederse elbette Allah’ın tâyin ettiği müddet, herhalde gelicidir. Ve o, hakkıyla işitendir, bilendir.
5. (Ve her kim Allah’a kavuşmayı) Yani: Cenab-ı Hakkı ahiretteki hükmüne sevap, veya azabına ermeği, ve cennete, Allah’ın cemalini görmeye erişmeyi (ümit ederse) buna inanıp kavuşmak isterse (elbette Allah’ın tâyin ettiği müddet) bu istenilen şeylerin meydanagelmesi için takdir edilen zaman (herhalde gelicidir) bu muhakkaktır, bu husustaki Allah’ın vadinde cayma, asla söz konusu değildir. (ve o) Yüce Yaratıcı (işitendir) kullarının bütün dediklerini, dilediklerini, tamamen işitir ve o Kerim mabûd (bilendir) kullarının bütün gizli ve aşikâr olan hallerini, kalplerindeki kanaatlerini bilir, haklarında ona göre ilâhi hükmü tecelli eder. Artık bunları güzelce düşünüp de o Yüce Yaratıcıya îmandan itaattan ayrılmamalıdır. Aksi takdirde hiçbir kimse Allah’ın azabından kendisini kurtaramaz.
6. Ve her kim cihâd ederse ancak kendi nefisi için cihâd etmiş olur. Şüphe yok ki Allah, elbette alemlerden müstağnidir.
6. (Ve her kim) Bu dünyada (cihâd yaparsa) gayretini sarfederek güzel amellerine devam ederse, Allah’ın dinî uğrunda cihada atılırsa (ancak kendi nefsi için cihad etmiş olur) çünki onun bu çalışma ve gayretinin, bu ibadet ve itaatinin menfaatı kendisine aittir, Allah Teâlâ ise bütün mahlûkatından zengindir, hiçbirinin ibadetine muhtaç değildir, kullarını o gibi vazifeler ile muvazzaf tutmuş olması yine onların faideleri içindir, onların ebedî mükâfatlara kavuşmaları içindir. Binaenaleyh bu da bir ilâhi rahmetten başka birşey değildir (şüphe yok ki, Allah, elbette âlemlerden müstağnidir) ne insanlara, ne cinlere ve ne de meleklere ve onların ibadetlerine bir ihtiyacı yoktur ve mekâna, zamana ihtiyaçtan da uzaktır. Fakat bütün bu mahlûkat, o Yüce Yaratıcının lütuf ve ihsanına muhtaçtırlar. O halde o Àlemlerin Rabbi’nin rızasını kazanmak, onun ihsanına erişmek için elbette ki, o kerim olan Yüce mâbuda ibadet ve itaatte bulunmaları icabeder.
Evet Herkes kendi çalışma ve gayreti nisbetinde ilâhî kurtuluştan nasibini alır. Eğer bir kimsenin kabı az su alırsa, bundan dolayı dermanın ne kusuru vardır?. Binaenaleyh insan çalışmalıdır ki, kendisinde güzel bir kabiliyet bulunmalıdır ki, ebedî nimetlere ulaşabilsin.
7. Ve o kimseler ki, iman ettiler ve iyi işler yaptılar elbette onların kötülüklerini af ile örteriz ve elbette onları işlemiş oldukları şeyin en güzeli ile mükâfatlandırırız.
7. Bu mübârek âyetler, güzel amellerde bulunan zatların kavuşacakları büyük mükâfatları bildiriyor, ve anaya babaya karşı güzelce muamelenin yapılmasını, fakat onların dine aykırı tekliflerine riayet edilmemesini ihtar buyuruyor ve îman ve itaat sahiplerinin salihler zümresine katılacağını şöylece müjdeliyor. (ve o kimseler ki, îman ettiler) Cenab-ı Hak’kın birliğini tasdik ederek islam dinini kabul eylediler (ve iyi işler yaptılar) îmanlarını kuvvetlendirmek, üzerlerine düşen vazifeleri yerine getirmek için ibadet ve taate devam ettiler (elbette onların kötülüklerini) insanlık icabı yapmış oldukları günahları affederek (örteriz) o günahlarından dolayı kendilerine ahirette azap etmeyiz. Şöyle ki: îman eden bir kimse, vaktiyle işlemiş olduğu küfürden kurtulur. Mümin olduğu halde küçük günahları işleyenler de namaz gibi, oruç gibi ibadetlerde bulundukça bağışlanır, affa uğrar. “Kebair” denilen günahlarda, tövbe ile ve başkalarının haklarına tecavüz etmek suretiyle vuku bulan büyük günahlar da o haklarına tecavüz etmek suretiyle vuku bulan büyük günahlar da o hakları yerine getirmekle veya helallik almak suretiyle af ve bağışlanmış olur.(ve elbete onları) O inanan ve ibadet eden zatları (işlemiş oldukları şeyin) o iyi işlerin mükâfat itibariyle (en güzeli ile mükâfatlandırırız) meselâ: bir iyi amel karşılığında en az on misli sevap ihsan ederiz. Ne büyük bir ilâhi lütuf!. Bir günaha mislinden fazla ceza vermediği halde bir güzel amele böyle kat kat sevap ihsan buyuruyor.
8. Ve insana anası ve babası hakkında güzellik tavsiye ettik. Maamafih senin için hakkında hiçbir bilgi olmayan bir şeyi bana ortak koşasın diye uğraşırlarsa o zaman onlara itaat etme. Dönüşünüz banadır. Artık size yapmış olduklarınızı haber vereceğim.
8. (Ve) Allah Teâlâ (insana) güzel ameller cümlesinden olmak üzere (anası ve babası hakkında güzellik tavsiye etti) bir kimsenin anası ve babası onun varlığının sebebidirler, onun terbiyesine, büyüyüp gelişmesine hizmet etmiş bulunmaktadırlar. Artık onların meşru emirlerine riayet etmek kendilerine yardımda bulunmak, bır insanlık vazifesidir. Bunun içindir ki, Cenab-ı Hak’da bunu bizlere emir buyurmaktadır. (Maamafih) Şöyle de emrediyor ki: Ey insan!. (senin için hakkında hiçbir bilgi olamayan bir şeyi) Mâbudluğu hakkında bir delil bir bilgi bulunmayan herhangi bir mahlûku (bana) ilâhi zatım hakkında (ortak koşasın diye uğraşırlarsa) seni şirke düşürmek için çalışırsa (o zaman onlara itaat etme) öyle küfür ve şirki gerektiren emirlerine tavsiyelerine iltifatta bulunma. Çünkü hiçbir mahlûka, isyan hususunda itaat câiz değildir. Nitekim bir hadis-i şerifte
buyurulmuştur. Bir kere düşününüz ki: (dönüşünüz banadır) İman edenler de, etmeyenler de, ana-babanın tekliflerine itaatde bulunanlar da bulunmayanlar da yarınahirette Hak Teâlâ’nın manevî huzuruna, yüce mahkemesine sevkedileceklerdir. (artık) Dünyada iken (yapmış olduklarınızı) o ahiret âleminde (size haber vereceğim) sizi dünyadaki amellerinize göre mükâfata ve cezaya kavuşturacağım, artık bu âkibeti dikkate alıp da ona göre hayatınızı, fill ve hareketlerinizi tanzime gayret ediniz. “Rivayete göre” Saad ibni Ebi Vakkas” Radiyallahü anh, İslâmiyet’i kabul edince annesi “Hemme Binti Ebi Süftan” bunu işitmiş, “Ey Sad senin İslâmiyet’i kabul ettiğini haber aldım, vallahi ben daima güneş altına duracağım, hiçbir evin gölgesinde bulunmayacağım ve yemek içmek de bana haram olsun, sen Muhammed’i -Aleyhisselâminkâr edinceye kadar” demiş ve üç gün kadar öyle yemeksizin, içmeksizin güneşın sıcak ışıkları altında durmuş. Hz. Sad ise ona itaat etmemiş yüz canım olsa da hepsini birer birer çıkaracak olsa ben yine Muhammed Aleyhiselâm’ı inkâr etmem demiş, sonra da Peygamberin huzuruna gelerek annesinin o halinden şikâyette bulunmuş, bunun üzerine bu âyeti kerime nazil olmuştur. Demek ki: Bir kimseye anası, babası ne kadar ısrar etseler de meşruluğu bilinmeyen bir hususta onlara itaat edilmesi câiz bulunmuyor. Artık meşru olmadığı bilinen, bazı deliller ile sabit bir husus hakkında onlara ısrarları halinde itaat câiz olmadığı gibi ısrar etmemeleri halinde de hiçbir şekilde itaat edilmesi câiz olamaz. Böyle bır itaat, insanı intihara, ebedî helâki gerektiren dinden dönmeye sevketmek demektir. Binaenaleyh böyle bir hususta herhangi bir kimseye nasıl itaat edilebilir?.
9. O kimseler ki: îmân ettiler ve iyi işler yaptılar elbette onları sâlihler arasına katacağız.
9. (O kimseler ki) Dinsizlikten kaçınarak (îman ettiler) İslâm dinini kabul eylediler, (ve) bu îmanlarını kuvvetlendirmek için (iyi işlerdebulundular) üzerlerine düşen dinî vazifeleri yerine getirmeye çalıştılar (elbette onları) böyle îman ile güzel ameller ile vasıflanan kulları (salihler arasına girdireceğizdir) onları Peygamberler ile, veliler ile beraber toplayacağız, yahut onları o mübârek zatlar ile cennetlere sokacağız. O zatlar ki, durumlarını düzeltme husunda maharet sahibidirler. Durumu düzeltmek ise müminlerin derecelerinin son noktasıdır, umulan olgunluğun gayesidir. Böyle bir gayeye ulaşmak için her insan, kalbini îman nuru ile aydınlatmaya, vücudunu güzel amellerle süslemeye çalışıp durmalı değil midir?. Ve başarı Allah’tandır.
10. Ve insanlardan öylesi de vardır ki, Allah’a îmân ettik der. Sonra Allah uğrunda bir eziyete uğrasa insanların işkencesini Allah’ın azabı gibi telakki eder. Andolsun ki, Rabbinden bir zafer gelecek olunca da elbette diyeceklerdir ki: Biz de muhakkak sizinle beraber bulunduk. Allah, âlemlerin kalplerinde olanı en iyi bilen değil midir?
10. Bu mübârek âyetler de îman iddiasında bulunan münafıkların dünyevî bir sıkıntıyı, Allah’ın azabı gibi saydıklarını ve müminlere bir zafer yüz gösterince kendilerinin de o müminlerin ile beraber olduklarını iddia ettiklerini bildiriyor. Ve bütün müminlerin de münafıkların da kalblerinden geçenleri Cenab-ı Hak’kın bildiğini ihtar buyuruyor. Galip gelen kâfirlerin de müminleri hak yolundan ayırmak için nasıl bâtıl tekliflerde bulunduklarını ve o kâfirlerin ahirette kimseye yardım edemiyeceklerini, bilakis kendilerinin de, başkalarının da yüklerini yüklenerek nasıl büyük bir cezaya çarpılacaklarını beyan buyurmaktadır. Şöyle ki: Allah Teâlâ, insanların müminler ile kâfirler kısımlarına ayrılmış olduklarını yukarıda bildirdiği gibi üçüncü kısımı da münafıkların oluşturduğunu şöylece beyan buyuruyor. (ve insanlardanöylesi de vardır ki) Müminlere karşı biz (Allah’a îman ettik der) kendisini müslüman gösterir (sonra Allah uğrunda bir eziyete uğrasa) îmanından dolayı kâfirler onu bir azaba uğratacak olsalar (insanların işkencesini) kâfirler tarafından kendisine isabet eden eza ve cefayı (Allah’ın azabı gibi görür) o eza ve cefayı, Allah’ın azabı gibi şiddetli sayarak dininden döner, ve bunu açıkça gösterir. Halbuki, bu münafıkça, dininden dönme hareketinden dolayı ahirette uğrayacağı ilâhi azap, her türlü dünyevî eziyetlerin, mahrumiyetlerin üstündedir. Ne yazık ki, bunu takdir edemez.
“Gam değildir gide dünya, kala din”
“Gam odur kim kala dünya, gide din”
Evet.. Münafıklar, öyle kimselerdir ki, onlar yalnız dünyevî menfaatler arkasında koşarlar. İşte Cenab-ı Hak, buyuruyor ki: (Andolsun ki Rabbinden) Müminler için (bir nusret) bir feth ve zafer, bir ganimet malı (gelecek olunca da elbette) o münafıklar (diyeceklerdir ki: biz de muhakkak sizinle beraber bulunduk) biz de îman hususunda sizinle beraberiz. Artık bizi de o ganimet, mallarına ortak kılın, biz de onlardan birer hisse alalım. (Allah, âlemlerin kalplerinde olanı en iyi bilen değil midir?.) elbette o kâinatın yaratıcısı, bütün mahlûkatın hallerini tamamen bilmektedir, bütün kullarının kalplerinden geçenler Allah katında malûmdur. Artık şüphe yok ki, o münafıkların kalplerindeki nifakı, o kâfirlere karşı gösterdikleri eğilimleri de sonsuz olan muazzam ilmiyle tamamen bilmektedir. Buna inanıyoruz. “Tefsirülmerâğı” de deniliyor ki: Bu âyeti kerime, bir rivayete göre “Ayyas bin Ebi Rebiya” hakkında nazil olmuştur. Bu zat, müslüman olmuş, hicrette bulunmuştu. Sonra ona bir kardeşleri Ebu Cehl ile Haris tarafından döğülmüş, eziyetlere uğramış olduğu için dinini değiştirmişti. Daha sonra uzun bir müddet yaşamış, îmanını yenileyerek güzelce müslüman olmuştur.
11. Ve elbette ki, Allah îmân edenleri bilir ve münafık olanları da bilir.
11. Evet.. (Ve elbette ki, Allah) o Yüce Yaratıcı (îman edenleri bilir) samimi surette mümin olanları bilir, onları ebedî saadete eriştirir (ve münafık olanları da bilir) onların da cezalarını verir. İnsanlar, bu hakikati bilip ona göre hareketlerini güzelce tanzim etmeli değil midirler?. Kâfirlerin sözlerine bakıp da münafıkca bir vaziyet almak, ciddi surette müslüman olmamak, insan için nasıl uygun olabilir?.
12. Ve o kâfir olanlar, îmân edenlere dedi ki: Bizim yolumuza tâbi olun ve biz sizin hatalarınızı yüklenelim. Halbuki, onlar, bunların hatâlarından bir şey yüklenici değildirler, şüphe yok ki, onlar elbette yalancılardır.
12. (Ve o kâfir olanlar) Zaten İslâmiyet düşmanlarıdır, onların sözlerine iltifat edilebilir mi?. Onlar (îman edenlere) açık ve gizli olarak mümin bulunan zatlara, onları aldatmak için (dedi) ler (ki:) ey Müslümanlar!. (bizim yolumuza tâbi olun) Din hususunda bizim takip ettiğimiz yolu takibedin, İslamiyetten ayrılın, korkmayınız (biz sizin hatalarınızı yüklenelim) eğer İslâmiyet’ten geri dönmek, bir hâtâ, bir günah ise ondan dolayı ahirette hesaba çekilecek iseniz, onun cezasını biz yükleniriz, sizi sorgulamadan kurtarırız (halbuki, onlar) o müslümanlar dinden dönmeye sevketmek isteyen kâfirler (bunların) bu müminlerin (hatalarından dolayı bir şey yüklenici değildirler) onlar, saptıracakları müminlerin hatalarını yüklenerek o müminleri mes’uliyetten kurtarmaya asla kâdir olamazlar. Onlar, gerçeğe aykırı bir iddiada bulunuyorlar, bu suretle de müslümanları aldatmaya çalışiyorlar. (Şüphe yok ki, onlar elbette yalancılardır) Evet.. Onlar, kendi dinlerinin doğru olduğunu söylerler ki, bu da bir yalandır. “Tefsiri Keşşaf” sahibi diyor ki:Müslüman adını alan bazı kimseleri görürsün ki, arkadaşını bir günaha sevk için ona cesaret vermek için der ki: “Şunu sen yap, onun günahı benim boynuma” birçok cahil zayıf kimselerde bu söze aldanarak öyle yasak bir şeyi işlemiş olur. Binaenaleyh akıllı, düşünen insanlar için lâzımdır ki, onun bunun heves ve arzuları doğrultusundaki sözlerine, güvencelerine kıymet vermeyip dinî terbiyeye, İslâmi ahlâka aykırı olan şeylere meyletmekten son derece kaçınsınlar.
13. Ve elbetteki, onlar kendi ağırlıklarını ve kendi ağırlıklarıyla beraber nice ağırlıkları da yükleneceklerdir. Ve elbette iftira ettikleri şeylerden kıyamet gününde sorguya çekileceklerdir.
13. (Ve elbetteki) Andolsun ki (onlar kendi ağırlıklarını) yükleneceklerdir. Ahirette kendi hatalarının, küfürlerinin yükünü taşıyacaklardır (ve kendi ağırlıklariyle beraber nice ağırlıkları da yükleneceklerdir.) başkalarını sapıtmaya çalıştıklarından dolayı da ayrıca azaba uğrayacaklar, pek büyük mesuliyetler altında kalacaklardır. O sapıklığa uğrayanlar da bu yüzden ayrıca azap görecekler kendi kötü iradelerinin cezasını görüp duracaklardır, bunların azabını başkaları yüklenmiş olmayacaktır. (ve elbette) O kâfirler dünyada iken (iftira ettikleri şeylerden) yalan yere söyledikleri sözlerden, uydurdukları bâtıl iddialardan ve kısacası azdırdıkları kimselerin yüklerini yükleneceklerine dair lakırdılarından (kıyamet gününde) sırf kınamak için, azarlamak için (sual olunacaklardır) Evet.. Onlara çıkışmak için denilecektir ki: Neden dünyada öyle çok kötü niyetli ve şeytanca bir halde yaşadınız?. Hem kendinizi küfre düşürdünüz, hem de başkalarını saptırmaya çalıştınız. Şimdi işte o çirkin amelerinizin cezasına kavuşmuş oldunuz. İşte küfrün, başkalarını dinsizliğe sevketmek isteyenlerin pek müthiş âkibeti!.
14. Andolsun ki, biz Nuh’u kavmine gönderdik, artık aralarında elli yılı hariç, bin sene durdu. Nihayet onlar, zulümlerini sürdürürken kendilerini tufan yakaladı.
14. Bu mübârek âyetler, Nuh Aleyhisselâm’ın kavmine Peygamber olarak gönderilmiş ve o kavmin bilâhara tufan ile helâk olmuş olduğunu bildiriyor. İbrahim Aleyhisselâm’ın da kendi kavmine Peygamber gönderilmiş ve onları putperestlikten alıkoymaya çalışarak kendilerine ne kadar güzel nasihatlarda bulunmuş olduğunu beyan buyuruyor. Vaktiyle de bir çok milletlerin Peygamberlerini yalanlamış olduklarını, Peygamberlerin vazifelerinin ise Allah’ın dinini ümmetlerine açıkca tebliğden ibaret bulunmuş olduğunu beyan ile Resûl-i Ekrem’e teselli olmaktadır. Şöyle ki: Büyük Peygamberlere karşı ümmetlerinin inkârcı vaziyet aldıkları, o mübârek zatlara eza ve cefada bulunmuş oldukları öteden beri vuku bulmaktadır. İşte buna işaret için Cenab-ı Hak buyuruyor ki: (Andolsun ki) Gerçek bir hadisedir ki (biz Nuh’u kavmine) Peygamber (gönderdik) onları Allah’ın dinine davet etti, onların birçok eziyetlerine katlandı (artık aralarında elli yılı hariç bin sene durdu) kırk yaşında iken peygamber olmuş, dokuzyüz elli sene kavmini dine davet etmiş, tufandan sonra altmış sene daha yaşamış, bin elli yaşında iken ahirete teşrif etmişlerdir. İnsanların hayat müddeti Allah’ın takdiri ile az da çok da olabilir. Eğer ilâhi takdir olmasa ne insan meydana gelebilir ne de bir gün olsun yaşabilir. Binaenaleyh Cenab-ı Hak’kın takdiriyle, kudretiyle herhangi bir kimsenin ne kadar fazla yaşayabileceği asla imkânsız görülemez. “Tabiat kanunları” denilen şeyler, Allah’ın iradesine bağlıdır. Onların hepsi de ilâhî irade ile değişebilir. Hikmetin gereği ne ise o meydana gelir. (nihayet onlar) O Nuh kavmi (zulümlerini sürdürürken, kendilerini tufan yakaladı)onlar, müşrik kimseler olarak o muazzam tufanın dalgaları arasında kahrolup gitmişlerdir. İşte küfür ve isyanın korkunç bir cezası.
15. Fakat biz onu ve gemi arkadaşlarını kurtuluşa erdirdik ve onu o hadiseyi âlemler için bir ibret kıldık.
15. (Fakat biz onu) Hz. Nuh’u (ve) onun (gemi arkadaşlarını) onunla beraber gemiye binmiş olan zatları ki, bir rivayete göre yetmişsekiz kişiden ibaret olup yarısı erkek, yarısı da kadın imiş (kurtuluşa erdirdik) onları boğulmaktan kurtardık, onlar dine bağlılıklarının bu dünyevî mükâfatını görmüş oldular (ve onu) o gemiyi veya tufan hâdisesini (âlemler için bir ibret kıldık) bundan insanlar bir ibret dersi almalıdır. Evet.. Bir hâdise, Allah’ın kudretine şahitlik ediyor, Hak Teâlâ’nın itaatkar kullarını nihayet selâmet ve saadete kavuşturacağını, isyankâr kullarını da lâyık oldukları cezalara erdireceğini gösteriyor ve kavmi tarafından çok eza ve cefaya uğramış olan Hz. Peygamber’e teselli olmuş oluyor. Nuh Aleyhisselâm’ın kıssası için “Hud Sûresi” ne de bakınız!.
16. İbrahim’i de hatırla o vakit ki, kavmine dedi: Allah’a ibadet edin ve ondan korkun. Bu, sizin için eğer bilmiş olsanız pek hayırlıdır.
16. İşte diğer bir ibret vesile de İbrahim Aleyhisselâm’ın hayat tarihidir. Cenab-ı Hak, buyuruyor ki: (İbrahim’i de) hatırla, o da büyük bir Peygamberdir (o vakit ki, kavmine) Peygamber olarak gönderilmişti, onlara (dedi ki: Allah’a ibadet edin) onu birleyin ve kutsayın (ve ondan korkun) o Yüce Yaratıcının azabını düşünerek titreyin, ona hiçbir şeyi ortak koşmayın (bu) samimi ibadette bulunup takva ehli olarak yaşamanız (sizin için eğer bilirseniz) hayır ile şerrin, faideli şeyler ile zararlı şeylerin aralarını ayırmaya güç yetirebilirseniz (pek hayırlıdır) her şeyin üstünde bir hayra sahiptir. Çünkü ebedîselâmet ve saadet bununla kaimdir.
17. Siz ancak Allah’tan başka putlara ibadet ediyorsunuz ve yalan uyduruyorsunuz. Allah’tan başka kendilerine tapındığınız şeyler, şüphe yok ki, sizin için bir rızka sahip olamazlar. Artık rızkı Allah’ın katında arayınız ve ona ibadet ediniz ve ona şükür eyleyiniz, siz ancak ona döndürüleceksinizdir.
17. Ne yazık ki, Ey kavmim!. (siz ancak Allah’tan başka putlara ibadet ediyorsunuz) Asla mabutluk sıfatına sahip, ibadete lâyık olmayan bir takım taşlara, heykellere tapınıp duruyorsunuz (ve yalan uyduruyorsunuz) öyle mahlûk, fâni, âciz şeylere tanrı ünvanını veriyorsunuz, onların size şefaat edeceklerini iddiada bulunuyorsunuz. (Allah’tan başka kendilerine tapındığınız şeyler) ise (şüphe yok ki) pek âciz, kudretten mahrum şeylerdir. (onlar sizin için bir rızka sahip olamazlar) sizi asla birşey ile rızıklandıramazlar, onlar kendi başlarına gelen bir belâyı bile kendilerinden bertaraf eyleyemezler. Artık onlardan ne beklenilebilir?. (artık rızkı Allah’ın katında arayınız) çünkü âlemlere rızık veren ancak o Kerim yaratıcıdır. (Ve ona ibadet ediniz) ondan başkası ibadete lâyık olamaz. (ve ona) o Yüce Mabûd’a (şükreyleyiniz) sizi kavuşturmuş olduğu nimetlerden dolayı o Kerim Yaratıcıya şükrü bir mühim vazife biliniz, yerine getirmeye çalışınız (siz) ancak (ona) o Yüce Yaratıcı’ya (döndürüleceksinizdir) sizi öldükten sonra tekrar hayata erdirecek, sizin ahiret âlemine çekecek, itaatkâr olanlarınızı sevaba, isyankâr olanlarınızı da azaba kavuşturacak olan ancak o Kâinatın Yaratıcısıdır. Artık bu âkibeti dikkate almalı değil misiniz?.
18. Ve eğer yalanlarsanız, muhakkak ki, sizden evvel birçok ümmetler de yalanladılar. Peygamber üzerine de apaçık tebliğden başka bir şey yoktur.
18. Hz. İbrahim, kavmine karşı Allah’ın birliğine dair öyle hitapta bulunduktan sonraonları tehdit ve ikaz için şöyle de buyurmuştur. (Ve eğer yalanlarsanız) Benim bu sözlerimi kabul etmez, beni yalancı sanırsanız, neticesini artık siz düşününüz!. (muhakkak ki, sizden evvel birçok ümmetler de) Peygamberlerini, meselâ: Şit, İdris, Nuh Aleyhisselâm gibi zatları (Yalanladılar) bu yalanlayanlar Peygamberlere değil kendi nefislerine kötülükte bulundular. İnkârlarının cezasını, kendileri çekmiş oldular (Peygamber üzerine de apaçık tebliğden başka bir şey yoktur.) Bir Peygamber, kavmine Allah’ın hükümlerini açık bir şekilde bildirir, birçok mucizeler gösterir, bu suretle peygamerlik vazifesini yerine getirerek Allah katında mükâfata kavuşur. İşte Son Peygamberin de Peygamberlik vazifesi bundan ibarettir. Artık onun tebliğlerini kabul etmeyenler de kendilerinin korkunç âkibetlerini düşünsünler. Hz. İbrahim’in kıssası için “İbrahim Sûresi”ne de bakınız!.
19. Görmediler mi ki, Allah, yaratılanı ilk başta nasıl yaratıyor, sonra da tekrarlıyor. Şüphe yok ki, bu, Allah’a göre kolaydır.
19. Bu mübârek âyetler de insanların bakışlarını kudret eserlerini seyretmeye davet ederek ahiret hayatını inkâr edenlere kızıyor, ilâhi kudretin her şeye fazlasıyle kâfi olduğunu bildiriyor, Yüce Yaratıcının hiçbir hususta âciz bulunmadığını, ondan haşka hakiki bir dostun, bir yardımcının mevcut olmadığını bildirerek Cenab-ı Hak’kın ayetlerini ve Ona kavuşmayı inkâr ederek ümitsizliğe düşmüş olanların da ne kadar helâk olmuş bir vaziyette kalacaklarını ihtar buyurmaktadır. Şöyle ki: Allah Teâlâ Hazretleri, ahiret hayatını yalanlayanların cehaletini gözler önüne sermek için buyuruyor ki: (Görmediler mi) Bakıp da anlamadılar mı, yani: Kendilerine açık bir bilgi ulaşmadı mı (ki, Allah) Teâlâ Hazretleri (yaratılanı ilk baştan nasıl var ediyor?.) bir nutfeden, bir kan parçasından böyle birmaddeden veya maddesiz dilediği mahlûkunu nasıl meydana getiriyor?. (Sonra da onu) O mahlûkunu öldürdükten sonra (geri çeviriyor) bir şeyi ilk baştan yaratan, elbetteki, onu öldürdükten sonra tekrar etmeye de kâdirdir. İlk yaratılış, yaratılışın tekrarı için bir delil teşkil etmektedir. (şüphe yok ki bu,) Dilediğini ilk baştan yaratmak, sonra da onu tekrar etmek, yeniden hayata kavuşturmak (Allah’a göre kolaydır) Cenab-ı Hak, yüce kudret sahibidir. Bir şeyi ilk baştan yaratmak, onu öldürdükten sonra tekrar hayata kavuşturmak o yüce kudrete göre pek kolaydır, onda zorluk, düşünülmüş değildir.
20. De ki: Yerde yürüyünüz de bir bakınız ki: Yaratmaya nasıl başlamış. Allah Teâlâ sonra da ahiret hayatını meydana getirecektir. Şüphe yok ki Allah Teâlâ, her şey üzerine fazlasıyla kadirdir.
20. Hak Teâlâ Hazretleri, İbrahim Aleyhisselâm’a veyahut bizim yüce Peygamberimize şöyle emretmiştir. Ey Resûlüm!. O inkârcılara (De ki: Yerde yürüyünüz de bir bakınız ki) Nazarı itibara alınız ki, Rabbiniz (yaratmaya nasıl başlamış) insanları ve diğer birçok mahlûkatı ilk baştan nasıl çeşitli tavırlar değişik tabiatlar, farklı ahlâk ve kabiliyet üzere yaratmış, yeryüzünde ne kadar çeşit çeşit dağlar, dereler, denizler meydana getirmiş, bunları nazarı dikkatle seyredenler, elbette ilâhi kudretin büyüklüğünü takdire mecbur olurlar. Evet.. (Allah Teâlâ) Her şeye kâdirdir (sonra da ahiret hayatını meydana getirecektir.) nice çeşitli hayat safhalarını meydana getirmiş olan o Yüce Yaratıcı, buna da inanıyoruz ki kâdirdir. (Şüphe yok ki, Allah Teâlâ her şey üzerine fazlasiyle kâdirdir.) Binaenaleyh insanları öldürdükten sonra tekrar hayata kavuşturmaya da ilâhi kudreti fazlasıyle yeterlidir.
21. Dilediği kimseye azap eder ve dilediğikimseye de merhamet buyurur. Ve ona döndürüleceksinizdir.
21. Evet.. O Hikmet Sahibi Yaratıcı, bütün kulları üzerinde hikmetinin gerektirdiği şekilde tasarruflarda bulunur. (Dilediği kimseye) Dünyada ve ahirette (azab eden) onu ilâhi adaleti sebebiyle cezaya uğratır. (ve dilediği kimseye de merhamet buyurur) mümin ve salih kullarını lütuf ve keremiyle nimetlere, mükâfatlara ulaştırır. (ve) Ey insanlar! Şüphe yok ki, hepiniz de yarın ahirette (ona) O Yüce Yaratıcının manevî huzuruna (döndürüleceksinizdir) artık hakkınızda kabiliyetinize ve kazandığınıza göre onun rahmeti veya azabı tecelli edecektir.
22. Ve siz onu ne yerde ve ne de gökte âciz bırakıcı değilsiniz ve sizin için Allah’tan başka bir dost, bir yardımcı da yoktur.
22. (Ve) Şüphe yok ki, O Yüce Yaratıcı, her şeye kâdirdir. (siz) ey insanlar! (onu) O kâinatın yaratıcısını (ne yerde ve ne gökte âciz bırakıcılar değilsiniz) onun hükmünün, ilâhi takdirinin sizlere yönelmesine asla engel olamayacaksınız, isterse, yerlerin altlarına saklanınız, isterse, faraza semalara yükselerek gizlenmeye çalışınız, herhalde sizi yakalatıp lâyık olduğunuz âkibete kavuşturacaktır. Yerde olanlar da, göklerde bulunanlar da O Yüce Yaratıcının hâkimiyet dairesinden asla çıkmazlar. (ve) Ey insanlar!. Şunu da iyice bilmelisiniz ki, (sizin için Allah’tan başka bir velî) sizi koruyacak bir yakınınız, bir dostunuz yoktur ve sizin için (bir yardımcı da yoktur) sizi o Kerim Yaratıcıdan başka koruyacak bir kuvvet sahibi bulunamaz. Artık bunu biliniz de ona göre kulluk vazifelerinizi yerine getirmeye çalışınız, Allah’ın korumasına sığınınız.
23. Ve o kimseler ki, Allah’ın âyetlerini ve ona kavuşmayı inkâr ettiler, işte onlar, benim rahmetimden ümitlerini kestiler ve işte onlar için pek acıklı bir azap vardır.
23. (Ve o kimseler ki, Allah’ın âyetlerini) Onun varlığına, kudret ve azametine pek açıkca, işaret ve şahadet eden delilleri, parlak kanıtları inkâr ettiler, onlara îman etmediler (ve ona) Allah Teâlâ’nın manevî huzuruna, Yüce mahkemesine (kavuşmayı inkâr ettiler) ahiret hayatına inanmazlar (işte) Yüce Allah buyuruyor ki: (onları benim rahmetimden ümitlerini kestiler) Onlar kıyamet gününde Allah’ın rahmetine asla nâil olamaycaklardır. Çünkü onlar, Cenab-ı Hakk’ın varlığına, ahiret hayatının gerçekleşeceğine inanmadıkları için öyle bir rahmete kavuşma ümidinden mahrum bulunmuşlardır. Onlar, Allah Teâlâ’ya sığınarak onun rahmetine kavuşma niyâzında bulunmamış, inkârcı kimselerdir. Binnaenaleyh (onları için) yarın âhiret âleminde (pek acıklı bir azap vardır.) İşte dinsizliklerinin müthiş âkibeti!.
24. Artık İbrahim Aleyhisselâm’ın kavminin cevabı: Onu öldürünüz veya onu yakınız demekten başka birşey olmadı. Fakat Allah onu ateşten kurtardı. Şüphe yok ki, bunda îmân eden bir kavim için elbette ibretler vardır.
24. Bu mübârek âyetler de İbrahim Aleyhisselâm’ın pek kuvvetli, hayır tavsiye edici tebliğlerine karşı kavminin ne kadar canice bir suikastte bulunmuş olduklarını bildiriyor. Hz. İbrahim’in de kurtuluşa erip kavmine onların müşrikce hallerini bildirerek pek korkunç bir âkibete uğrayacaklarını ihtar buyurmuş olduğunu beyan etmektedir. Şöyle ki: O müşrik kavim, Hz. İbrahim’in bildirdiği pek açık, kuvvetli delillere karşı, makul bir surette cevap vermeğe kâdir olamadılar (Artık) o muhterem Peygambere karşı onun (kavminin cevabı) onların inkârcı lakırdıları (onu öldürünüz veya onu) ateşe atarak (yakınız demekten başka birşey olmadı) bunun üzerine birlikte hareket ettiler, birçok odun toplayarak büyük bir ateş meydana getirdiler, o mâsumPeygamberi o ateş içine attılar. (fakat Allah onu ateşten kurtardı) o ateş, bir hârika olarak soğuk, selâmetli bir hale geldi (şüphe yok ki, bunda) bu kıssada, bu harikulâde hâdisede (îman eden bir kavim için elbete ibretler vardır) bu hâlin, bu değişmenin böyle meydana gelmesinde Hz. İbrahim’in Peygamberliğine, onun Allah katındaki yüksek mevkiine ve ilâhi kudretin her şeye kâfi olduğuna dair elbetteki pek büyük şahitler, deliller vardır. Kabiliyetten mahrum dinsizler ise bunu takdir ederek uyanamazlar.
25. Ve dedi ki: Siz dünya hayatında aranızda bir sevişme sebebi olmak için Allah’tan başka putlar edinmiş oldunuz. Sonra kıyamet gününde bazınız, bazınıza küfür edecek ve bazınız bazınıza lânet eyleyecektir, varacağınız yer de ateştir ve sizin için yardımcılardan bir kimse de yoktur.
25. (Ve) İbrahim Aleyhisselâm, öyle harikulâde bir şekilde ateşten kurtulduktan sonra da müşrik kavmine karşı korkusuzca (dedi ki: Siz dünya hayatında aranızda bir sevişme) sebebi (olmak için) birbirinize karşı veya sizinle putlar arasında bir sevgi vesilesi bulunsun diye (Allah’tan başka) olan, o Kâinatın Yaratıcısının hükmü ve kahrı altında bulunan (putlar edinmiş oldunuz) güya onlardan bir faide görecek imişsiniz, güyâ onların sebebiyle aranızda bir dostluk ve sevgi meydana gelecekmiş!. Heyhat!. (sonra kıyamet gününde bazınız bazınıza küfredecek) o bâtıl mabutlar ile onlara dünyada iken tapmış olanlar, birbirine karşı böyle inkârcı bir vaziyet alacaklardır, aralarındaki sevgi, düşmanlığa dönmüş bulunacaktır. (ve bazınız bazınıza lânet eyleyecektir) Cenab-ı Hak, o putlara da ahirette bir söz söyleme kabiliyeti verecek. Onlara tapanlar, onların yüzünden fetâkete uğradıklarını görecek putlara lânet okuyacaklarıdır. O putlar da kendilerinin böyle bir ibadete onları davet etmemiş olduklarınıileri sürerek o kendilerine tapınmış olanlara lânet okuyacaklardır. Hz. İbrahim, şunu da ilâve buyurdu ki: Ey müşrikler!. Sizin (varacağınız yer de ateştir) cehenneme atılarak orada ebediyyen kalacaksınızdır. (ve sizin için yardımcılardan) Bir kimse (de yoktur) o sizi o ateşten hiçbir kimse yardım edip de kurtaramıyacaktır. Müminleri ise Cenab-ı Hak ateşten korur. Nasıl ki, İbrahim Aleyhisselâm’ın da düşmanlarının ateşinden kurtarmıştır. Bu hâdise için “Enbiyâ Sûresi”ne da bakınız!.
26. Bunun üzerine ona Lût, îmân etti ve dedi ki: Şüphe yok, ben Rabbime bir hicret ediciyim. Muhakkak ki, mutlak güç ve hikmet sahibi olan O’dur, O…
26. Bu mübârek âyetler de İbrahim Aleyhisselâm’a, Hz. Lût’un inanıp tâbi olduğunu, Hz. İbrahim’in de Cenab-ı Hak’kın emredeceği başka bir yere hicret eyleyeceğini söylemiş bulunduğunu bildiriyor ve Hz. İbrahim’e bir mükâfat olarak Hz. İshak ile Yakub’un verildiğini ve soyunun peygamberliğe ilâhi kitaba nâil olduklarını ve Hz. İbrahim’in ahirette de büyük bir makam sahibi olacağını müjdeliyor. Lût Aleyhisselâm’ın da pek çirkin fiillerde bulunan kavmini ne şekilde kınamış ve hareketlerini değiştirmeleri için ne kadar çaba ve gayret göstermiş bulunduğunu ve kavminin inkârlarına ve azab temennisinde bulunmalarına karşı da ilâhi zafere kavuşmayı niyâzda bulunmuş olduğunu açıklamaktadır. Şöyle ki: İbrahim Aleyhisselâm’ın o harikulâde başarısını, gerçeğe uygun olan sözlerini onun kardeşi Hara’nın oğlu olan Hz. Lût görmüş dinlemiş oldu. (Bunun üzerine ona) Hz. İbrahim’e (Lût îman etti) onu tasdik eyledi, onu ilk tasdik edenlerden bulundu (ve) İbrahim Aleyhisselâm da (dedi ki: şüphe yok ben Rabbime) yani o kerim Yaratıcının emrettiği razı olduğu bir beldeye (hicret ediciyim) kendi beldemdem, kendi kabilemdenayrılarak kendisinde dostum, yakınım, yardımcım olmayan bir beldeye gideceğim. (muhakkak ki, aziz) Düşmanlarına galip, her emri geçerli olan ve (hâkim olan) her iradesi, her fiili hikmet ve menfaata dayalı bulunan (O’dur) o Yüce Yaratıcıdır. Evet.. (O) dur. Binaenaleyh Hz. İbrahim, ikametgâhı olan ve Kûfe köylerinden bulunan “Küsa” dan ayrılarak evvelâ “Harran’a” sonra da arzı mukaddese = Şam’a girerek Filistin’de kalmıştır. Her Peygamber bir kerre hicret etmiş olduğu halde Hz. İbrahim böyle iki defa hicret etmişti. Onun bu hicreti sırf Allah rızası için olmuştu. Yanında da eşi Sara Hazretleriyle kardeşinin oğlu Hz. Lût bulunmuştu. Rivayete göre Hz. İbrahim, O zaman yetmişbeş yaşında imiş. Hz. Lût da “Sedum” da inip kalmıştı.
27. Ve ona İshak’ı ve Yakub’u bağışladık ve Peygamberliği ve kitabı onun soyundan gelenlere verdik ve ona dünyada mükâfatını verdik ve şüphe yok ki, o ahirette de elbette salih olanlardandır.
27. (Ve ona) Hz. İbrahim’e bu hicretin bir mükâfat olarak Sara adındaki ihtiyarlamış olan eşinden (İshak’ı) ihsan ettik ve bunun oğlu olarak da (Yakub’u bağışladık) kendilerine böyle lütufta bulunduk (ve) özellikle (peygamberliği ve kitabı) semavi kitaplara kavuşmayı (onun) Hz. İbrahim’in (soyundan gelenlere verdik) yani: Bütün Peygamberler, artık Hz. İsmail ile Hz. İshak’ın evlât ve torunları arasından dünyaya gelmiş oldular. Şöyle ki: Bilâhara, bütün Peygamberler, Hz. İshak’ın neslinden dünyaya gelmiş, yalnız Son Peygamber Efendimiz de Hz. İsmail’in soyundan olarak dünyaya şeref vermiş ve bütün peygamberlerin faziletlisi ve sonuncusu olduğu için diğer bütün Peygamberlere eşit bulunmuştur. (ve ona) Hz. İbrahim’e (dünyada mükâfatını verdik) Allah rızası için olan hicretinin mükâfatını dünyada da gördü. Bol bir rızık, hayırlı evlâd ve torunlara, insanlararasında pek güzel şekilde anılmaya kavuştu (ve şüphe yok ki, o, ahirette de elbette salih olanlardandır) Hz. Àdem, Hz. Nuh gibi pek yüksek mertebelere sahip, ebedî saadetle seçkin, her şekilde tam bir iyilik ile vasıflanmış zatlar cümlesindendir.
28. Lût’u da hatırla o vakit ki, kavmine dedi: Şüphe yok, siz elbette öyle pek bir harekette bulunuyorsunuz ki, sizden evvel alemlerden hiçbir fert, onu işlemiş değildir.
28. (Lût’u da) O mübârek Peygamberi de hatırla, güzel vasıflarını zikreyle (o vakit ki,) O muhterem zat (kavmine dedi) onları kınamak ve çirkin hareketlerinden men için kendilerine hitab ederek buyurdu ki: (şüphe yok, siz elbette öyle pek çirkin bir harekette bulunuyorsunuz) Son derece çirkin, haram olan livata cinayetine cür’et ediyorsunuz (ki sizden evvel âlemlerden hiçbir fert) ne insanlardan ve ne de cinlerden bir şahıs (onu) o pek çirkin muameleyi (işlemiş değildir) bu ne kadar alçakca, ve ahlâksızca bir hareket!.
29. Siz hâlâ erkeklere yaklaşacak ve yolu kesecek ve toplantılarınızda çirkin şeyleri yapacak mısınız? Artık kavminin cevabı: “Eğer sen sadıklardan isen bize Allah’ın azabını getir” demekten başka birşey olmadı.
29. Hz. Lût, kınamasına devam ederek buyurdu ki: Ey nefislerine yenilen, hayvani hareketlere devam eden kimseler!. (Siz hâlâ erkeklere gidecek) onlara şehvetle tecavüz edecek (ve yolu kesecek) gidip gelen yolculara saldıracak, onların mallarını ellerinden alarak, namuslarına, hayatlarına tecavüz edip duracak mısınız?. Bu ne zalimce, edebsizce bir hareket!. (ve) Siz (toplantılarınızda) bir araya toplanıp iyi geçinmeye başlamakta olduğunuz meclislerde (çirkin şeyleri yapacak mısınız?.) öyle akla, şahsiyete, insanlığa, namus ve haysiyete aykırı, sosyal terbiyeye zıt, sözlerde, vaziyetlerde bulunacak mısınız?. Nedir sizin öyle hayvanca, edepsizcehareketleriniz?. (artık) bu gibi hayrı tavsiye edici ihtarlara, tenbihlere rağmen Hz. Lût’a karşı (kavminin cevabı) onun cahilce ve alay konusu sözleri (eğer sen doğrulardan isen bize Allah’ın azabınu getir) bizi Allah’ın kahrına uğrat (demekten başka birşey olmadı) o terbiyesiz kimseler, kendilerini müdafaa için makul bir söz bulamadılar. Kendilerinin o kötülüklere devam edeceklerine işarette bulunmuş oldular. Hz. Lût’un devam eden ihtarlarına karşı, muhalefette devam edip bilâhara o mübârek zatı beldelerinden çıkarmak bile istemişlerdir. Bu hususa dair “Araf Sûresi” ile “Neml Sûresi” ne de bakınız!.
30. Dedi ki: Ey Rabbim! O fesatçılar topluluğuna karşı bana yardım eyle.
30. Lût Aleyhisselâm, kavminin o kötü hareketlerinden vaz geçmiyeceklerini anlayınca Hak Teâlâ Hazretlerine dua ve niyâza başlayarak (Dedi ki: Yarabbi!.) ey bana ihsanı bol olan kerim Yaratıcım!. (o fesatcılar topluluğuna) o kadar gayri ahlâki hareketlerde bulunan (kavim üzerine bana zafer ver) onları mağlup et, onları lâyık oldukları azaba kavuştur. Artık O terbiyesiz, dinsiz kavim, haklarında vadediler âkibete, müthiş bir cezaya kavuşacaklardı.
31. Elçilerimiz, İbrahim’e müjde ile gelince, dediler ki: Biz muhakkak şu kasabanın ahalisini helâk edeceğiz Çünkü onun ahalisi, zalim kimselerdir.
31. Bu mübârek âyetler, meleklerin İbrahim Aleyhisselâm’a gelip ona oğlu Hz. İshak ile torunu Hz. Yakub’un ihsan buyurulacaklarını müjdelemiş ve Lût kavminin helâk edileceğini, Hz. Lût’un ise eşinden başka kendisine tâbi olanlar ile korunacaklarını haber vermiş olduklarını bildiriyor. Ve bu meleklerin birer insan suretinde Hz. Lût’a gidip gördükleri için kavmi tarafından tecavüze uğrayabilecekleriendişesiyle Hz. Lût’un üzüldüğünü, meleklerin ise ona teminat verip o kavmin semavi bir azap ile helâk edileceklerini bildirmiş olduklarını ve o kavme ait yurdun büyük bir ibret levhası teşkil ettiğini beyan buyurmaktadır. Şöyle ki: Lût Aleyhisselâm, kavmine karşı Allah’ın yardımına ulaşmayı temenni etmişti, artık bu duasının kabul olduğunu görecekti. (Ne zamanki elçiler) Melekler, Hz. Cibril ile arkadaşları Hz. (İbrahim’e müjde ile geldiler) oğlu Hz. İshak’ın ve torunu Hz. Yakub’un dünyaya geleceklerini müjdelediler ve bu melekler “Sedum” tarafına yönelecekleri zaman Hz. İbrahim’e (dediler ki, biz muhakkak şu kasabanın ahalisini helâk edeceğiz) onların helâki tekdir edilmiştir (çünki onun ahalisi zalimler oldular) Onlar zulme, bozgunculuğa devam etmektedirler, çeşit çeşit günahları işleyip durmaktadırlar.
32. Dedi ki: Orada muhakkak ki, Lût vardır. Dediler ki: biz orada kim olduğunu daha iyi biliriz. Elbette onu ve ailesini kurtaracağız, karısı müstesnâ. O geride kalanlardan oldu.
32. Hz. İbrahim, meleklerin verdikleri bu haberi işitince, kardeşinin oğlunu düşündü, onun hakkında şefkati parlamaya başladı da (Dedi ki: Orada) o kasabada (muhakkak ki, Lût vardır) onun hali ne olacak?. Orasını nasıl helâk edeceksiniz?. Melekler de (dediler ki: biz orada kim olduğunu) senden (daha iyi biliriz) orda Hz. Lût’un da, başkalarının da bulunduklarına pek iyi (elbette onu ve ailesini) Hz. Lût ile ona tâbi olanları, onun mümin olan çoluk çoğunu (kurtaracağız) onlar helâke uğramayacaklardır. (karısı müstesnâ) o helâk olacaktır. Çünkü (o) kadın (geride kalanlardan oldu) yani: O kadın, azapta veya helâk olacak kasabada kalıp helâk olanlardan bulunacaktır. Deniliyor ki: O kadın, aslında Lût kavmi gibi ahlaksızlığı bizzat işlemiş değildi. Fakat Hz. Lût’un evine gelen misafirleri, O kasabanin şerli ahalisine haber verir, onların şerlerinesebep olurdu. Şerre sebep olan ise şerri fiilen işlemiş gibi sayılır.
33. Ve o vakit ki, elçilerimiz Lût’a geldi. Lût onlar hakkında tasalandı ve onlar sebebiyle takati darlaştı. Ve dediler ki: Korkma ve üzülme, şüphe yok ki, seni ve aileni kurtaracağız, yalnız eşin müstesnâ. O geride kalanlardan oldu.
33. (ve o vakit ki, elçilerimiz) Hz. İbrahim’i ziyaret eden melekler, ondan ayrılıp (Lût’a geldi) ler, onu ziyarette bulundular. Hz. Lût (onlar hakkında tasalandı) onlar, birer güzel insan suretinde görünmüşlerdi, kavminin onlara kötü bir iş yapacaklarını düşünerek üzüntü ve keder içinde kaldı (ve onlar sebebiyle takati darlaştı) düşünülen tecavüzü bertaraf edebilmek için bir çare bulamaz bir halde kaldı. Melekler, Hz. Lût’un o kalbi üzüntülerini gördüler. (ve dediler ki:) Ey muhterem, Lût!. Bizim için (korkma ve üzülme) bize senin kavmin tecavüz edemiyecektir ve onlar helâk olmayı hak ettikleri için ondan dolayı da üzüntü ve kedere mahal yok (Şüphe yok ki, seni ve aileni) sana tâbi olan müminleri, çoluk çocuğunu (kurtaracağız) kavmine yönelik helâktan siz korunacaksınız (yalnız eşin müstesnâ) o kötü hareketinden dolayı helâke lâyık olmuştur. (o geride kalanlardan oldu) o sürekli olarak azaba uğrayanlardan bulundu.
34. Muhakkak ki biz, bu kasabanın ahalisi üzerine yaptıkları fıskları sebebiyle gökten müthiş bir azap indireceğiz.
34. Ve melekler, Hz. Lût’a hitaben şöyle de dediler: (Muhakkak ki, biz bu kasaba ahalisi üzerine yaptıkları fıskları) kötü, haram hareketleri (sebebiyle gökten müthiş bir azap indireceğiz) bu azap ise onların başlarına gökten taşların veya ateşlerin veya siyah suların yağmasıdır ve onları bulundukları yerlerin bir zelzele ile yarılıp kendilerinin yerler altına atılarak helâk olmalarıdır. Lût iseailesi ile, kendisine tâbi olanlar ile o kasabadan çıkıp bir kurtuluş sahasına kavuşmuştu.
35. Andolsun ki, akıllıca düşünen bir kavim için oradan bir apaçık alâmet bırakmışızdır.
35. Gerçekten o ahlâksız kavmin bütün yurtları mahv ve harab oldu, insanlık için büyük bir ibret nümunesi teşkil etti. İşte buna işaret içinde Cenab-ı Hak buyuruyor ki: (Andolsun ki) Muhakkak bir gerçektir ki, (akıllıca düşünen bir kavim için) mütefekkir, ibret olan zatlar için (oradan) o Lût kavminin mahv ve yok olan yurtlarından Allah’ın kudretine ait, günahkârların fecî âkibetlerine dair (bir apaçık alamet bırakmışızdır) o tarafları da gezip seyahatta bulunanlar, onların yurtlarının harabelerinden, ve onların pek enteresan kıssalarından bir alâmet, bir ibret nişanesi görüp dururlar. Akıldan, tefekkürden mahrum olanlar ise bu gibi hâdiselerden ibret alıp uyaracak bir durumda bulunmazlar.
36. Ve Medyen’e de kardeşleri Şuayb’ı gönderdik dedi ki: Ey kavmim! Allah’a ibadet ediniz, ahiret gününe umut bağlayın. Ve yeryüzünde bozgunculuk yaparak karışıklık çıkarmayın.
36. Bu mübârek âyetler de Şüayb Aleyhisselâm’ın kavmine olan nasihatlarını kavminin de nasıl bır helâke uğramış olduklarını bildıriyor. Ad ve Semud kavimlerinin de Allah’ın kahrına uğramış olduklarını ve onların kabiliyetlerini kötüye kullanarak şeytanın aldatmalarına kapılmış bulunduklarını ve onların yurtlarına bakılınca başlarına gelmiş olan felâketlerin anlaşılmakta olduğunu beyan buyurmaktadır. Şöyle ki: (Ve Medyen’e de) Bu isimdeki kavme de soy ve belde itibariyle (kardeşleri) olan Hz. (Şüayb’i) peygamber gönderdik. O zat da onlara nasihatlarda bulundu ve (dedi ki: Ey kavmim!. Allah’a ibadet ediniz) ona hiçbir şeyi ortak koşmayınız (ahiret gününe umut bağlayınız) o gündegüzel bir âkibete ulaşmanız için çalışınız. O gündeki felâketlerden kurtulmak ricasiyle güzel amellerde bulununuz veyahut o gündeki azaptan korkunuz. (ve yeryüzünde bozguncular olarak karışıklık çıkarmayınız) Fesat ve fitne kasdında bulunmayınız. “Usuv” fesat ve fesat çıkarmak manâsınadır. Recâ da “ümit” “emel” mânasına olduğu gibi havf=korku mânasında da kullanılmaktadır.
37. Halbuki, onu yalanladılar, artık onları şiddetli bir sarsıntı yakaladı da yurtlarında dizleri üzerine çöküvermiş kimseler olarak sabahladılar,
37. (Halbuki) Hz. Şüayb’in kavmi onun bu güzel ihtarını kabul etmediler, bilakis (onu yalanladılar) onun Peygamberliğini inkâra cür’et gösterdiler (artık onları şiddetli bir sarsıntı yakaladı) şiddetli bir zelzeleye tutuldular ve Cebrail Aleyhisselâm’ın şiddetli bir sesine uğradılar. “Recfe” zelzele, depretmek, ızdıraplı bir hale getirmek demektir. Hz. Cibril’in sesi de kalpleri harekete, heyecana getireceği için ona da “recfe” denilmiştir. İşte o kavim, böyle bir zelzeleye veya şiddetli sese uğradılar (da yurtlarında) veya evlerinde (dizleri üzerine çöküvermiş kimseler olarak sabahladılar) hepsi de ölmüş bir halde bulunmuş oldular.
38. Ve Âd ve Semud kavmini de helâk ettik muhakkak ki, sizin için onların oturmuş oldukları yerden “başlarına gelen felâketler açıklanmıştır ve şeytan onlara yaptıkları işleri süslü göstermiş de onları yoldan saptırmıştır. Oysa bakıp görebilecek durumdaydılar.
38. (Ve) Cenab-ı Hak, buyuruyor ki: Medyen halkını öyle helâke mâruz kılmış olduğumuz gibi (Ad ve Semud kavmini de) helâk ettik. Hud Aleyhisselâm’ın kavmi olan Ad taifesi “Ehkâf” denilen yerde oturmakta idiler, Salih Aleyhisselâm’ın kavmi olan Semûd taifesi de “Hicr” denilen yerde ikamet etmekte idiler. Bunlar, gururlu ve kibirli kimseler idi.(muhakkak ki, sizin için onların oturmuş oldukları yerlerden) Başlarına gelmiş olan felâketler (açıklanmıştır) Şam taraflarına ticaret için veya seyahat için gidenler, onların yurtlarının nişanelerini görmektedir, onların müthiş hayat tarihçelerini hatırlarına getirmektedirler. (ve şeytan onlara yaptıkları işleri) Onların küfürlerini, çeşitli isyanlarını (süslü göstermiş de onları yoldan saptırmıştır.) onları hakka kavuşturan yoldan uzak düşürmüştür. (Halbuki) O kavimler, yaratılış itibariyle (gözleri görür kimseler idiler) onlar, esasen görüp düşünmek kabiliyetine sahip idiler. Fakat onlar, kendilerindeki bu kabiliyeti bu kuvveti güzelce kullanmadılar, onu zây etmiş bulundular, öyle aldatıcı şeytanların sözlerine kıymet verdiler. Binaenaleyh öyle fecî âkibetlere kavuşmaya lâyık olmuşlardı. Özellikle onlara Peygamberler gönderilmiş, kendilerini uyandırmaya, ıslaha çalışmışlardı. Artık onların bir mazeret ileri sürmeye selâhiyetleri kalmamıştı. Velhasıl: Bütün bu Kur’ani beyanlar, bütün insanlığı uyanmaya davet etmektedir. O müthiş tarihi hâdiselerden ibret almak herkes için lâzımdır. Hikmet sahibi yaratıcı insanlara bir akıl bir tefekkür kudreti vermiştir. Bu kuvvetleri güzel kullanmak bir vazifedir. Artık insan bır takım aldatıcı şahısların insanları güzelce düşüncelerden inançlardan mahrum bırakmaya çalışan bir takım beyinsizlerin yaldızlı sözlerine kapılmamalıdır, din ve fazilet yolundan ayrılıp da sapıklık, felâket yollarını tâkibetmek cehaletinde bulunmamalıdır. Sonra Allah’ın azabının kahır pençesinden kendisini asla kurtaramaz.
39. Ve Karun’u ve Firavun’u ve Haman’ı da helâk ettik Andolsun ki, onlara Musa mucizeler ile gelmişti. Fakat onlar yeryüzünde böbürlendiler. Halbuki, onlar Helâkın önüne geçecek kimseler değildiler.
39. Bu mübârek âyetler de MusaAleyhisselâm’ı tasdik etmeyen kibirli kimselerin helâke uğramış çeşit çeşit azaplara felâketlere maruz kalmış olduklarını ve onların kendi zulümlerinin cezasına kavuşmuş bulunduklarını beyan etmektedir. Şöyle ki: Allah Teâlâ, küfürleri, zulümleri yüzünden helâk etmiş oldukları kimselere dikkatleri çekiyor (Ve Karun’u ve Firavun’u ve Haman’ı da) helâk ettik, buyuruyor. Onların servetleri, hâkimiyetleri, mevkileri, kendilerini helâktan kurtaramadı. (Andolsun ki, onlara Musa, beyyineler ile gelmişti) Kendilerinde asla şüphe edilemeyecek olan pek açık deliller ile, mucizeler ile gelip o kibirli inkârcıları uyandırmaya çalışmıştı. (fakat onlar yeryüzünde böbürlendiler) Her büyükten daha büyük görünmek sevdasına düştüler (halbuki onlar) kendilerine yönelecek olan helâkin, felâketin (önüne geçecek kimseler değildiler.) Binaenaleyh haklarında takdir edilen ilâhi kahır, kendilerine yönelmiş oldu, kendilerini kurtarmaya asla kâdir olamadılar.
40. Artık hepsini de kendi günahlarıyla yakaladık. Binaenaleyh onlardan bazıları üzerine bir rüzgâr gönderdik ve onlardan bazılarını şiddetli bir ses tutuverdi ve onlardan bazısını da yere batırdık ve onlardan kimisini de boğduk ve Allah onlara zulmedici olmadı. Fakat onlar kendi nefislerine zulmediciler oldular.
40. Cenab-ı Hak buyuruyor ki: (Artık hepsini de) O inkârcıların, kibirlilerin tamamını da (kendi günahlariyle yakaladık) Hz. Musa’yı yalanlayıp, ona muhalefeti tercih ettiklerinden dolayı onlar azaplara uğrattık, (binaenaleyh onlardan bazıları üzerine bir rüzgâr gönderdik) onları kendisinde ufacık taşlar bulunan bir rüzgâr ile helâk ettik, Lût kavmi gibi (ve onlardan bazılarını şiddetli bir ses tutuverdi) müthiş bir sesin tesiriyle helâk oldular, Medyen ve Semûd kavimleri gibi (ve onlardan bazısını da yere batırdık) yerlerinaltına düşürülerek kaybolup gittiler. Karun ile onun cemaati gibi (ve onlardan kimisini de suda boğduk) tufan ile denizlerin dalgaları arasında kalmak suretiyle boğulup mahvoldular. Nuh kavmi gibi ve firavun ile kavmi gibi (ve Allah onlara zulmedici olmadı) onlara günahları olmaksızın azap edici bulunmadı. Hâşâ Cenab-ı Hak, zulümden münezzehtir. Zulüm onun hikmetine aykırıdır. (fakat onlar) o Allah’ın kahrına uğrayanlar (kendi nefislerine zulüm ediciler oldular) onlar, günah işlediler, verilen nasihatları kabul etmediler, uhrevî cezayı düşünmediler, fâni varlıklarına güvenerek yeryüzünde kibirli bir vaziyet aldılar, içlerinde tanrılık iddiasına cür’et edenler bile bulunmuştu, fakat onların öğündükleri dünya varlığı, kuvvet ve hâkimiyeti kendilerini kurtaramadı. Nihayet kahrolup gittiler, dünya tarihinde pek fena bir isim bırakmış oldular. Velhasıl: Onlar, o kadar dünya varlıklarına rağmen kendilerini Allah’ın kahrından kurtaramamışlardır. Artık onlar kadar bir varlığa bir kuvvete mâlik olmadıkları halde Hak’ka karşı kibirli bir vaziyet alanlar, Allah’ın dinine karşı muhalefete cüret edenler, kendilerini ilâhi azaptan nasıl kurtarabilirler?. Bu mümkün müdür?. Heyhat!.
41. Allah’tan başka dostlar edinenlerin durumu, bir yuva edinmiş olan örümceğin durumu gibidir. Ve şüphe yok ki, yuvaların en çürüğü elbette ki, örümceğin yuvasıdır. Keşke bilselerdi.
41. Bu mübârek âyetler, müşriklerin tercih etmiş oldukları mesleği, örümcek ağı ile temsil ederek o mesleğin ne kadar çürük, boş olduğunu bildiriyor ve müşriklerin Cenab-ı Hak’tan başka taptıkları şeylerin mutlak ve hikmet sahibi olan yüce mabût tarafından bilindiğini ihtar ile müşrikleri tehdit etmektedir. Ve bu gibi zikredilen misallerin ancak bilgin zatlarca anlaşılıp takdir edileceğini beyan buyurmaktadır. Şöyle ki:Birnice kimseler, güzelce düşünmüyorlar, mabutluk vasıflarına asla sahip olmayan şeylere tapınıyorlar onlardan bir faide bekliyorlar. Halbuki (Allah’tan başka) o Yüce Mabûd’un dışında olan şeyleri kendilerine (dostlar edinenlerin) onlara tapınarak onlardan faide, yardım bekleyenlerin (durumu) sıfatı, tavrı, vaziyeti kendisine (bir ev edinmiş olan) bir ağ, bir yuva yapmış bulunan (örümceğin durumu gibidir) o örümceğin bu evi, ne kadar boş, faidesiz ise o müşriklerin mâbut edindikleri şeyler de veya onların seçtikleri bâtıl dinleri de o kadar boştur, faidesizdir, yok olmaya mahkumdur. (ve şüphe yok ki, evlerin en cürüğü elbette örümceğin evidir.) Onun yuvasıdır ki, bir hafif rüzgâr ile, bir el dokunmasiyle yer bir olarak biter gider. İşte bu örümcek ağı, ne kadar faidesiz, kararsız ise, örümceklerden sıcağı ve soğuğu defedemezse o müşriklerin tapındıkları putlar da veya onların bâtıl dinleri de kendilerine karşı o kadar faidesizdir ve bilakis zararlıdır, felâket getirmektedir. (keşke bilselerdi!.) O müşrikler, güzelce düşünecek bulunsalardı, kendi bâtıl mâbutlarının dinlerinin o faidesiz örümcek ağı gibi olduğunu bilselerdi elbette ki, öyle yanlış bir itikatta bulunmazlardı, öyle âciz, fâni şeylere tapınmazlardı. Gerçekten de öyle fâni, âciz şeyler, hiç mâbut dost edinilebilir mi?.
(Ya ölür, ya ayrılır, ya terk eder)
(Kim ki, haktan gayrı yar oldu sana)
42. Şüphe yok ki, Allah kendisinden başka neye ibadet ettiklerini bilir. Halbuki, mutlak güç ve hikmet sahibi O’dur.
42. Ey Yüce Peygamber!. O müşriklere şunu da ihtar et: (şüphe yok ki, Allah) O hakiki mabûd olan Yüce Yaratıcı (kendisinden başka neye ibadet ettiklerini bilir) o müşriklerin putları mı, insanları mı, cinleri mi, yıldızları mı mâbut edinmiş oldukları Allah tarafından bilinmektedir. Onlar nasıl mâbutedinilebilirler?. (halbuki, aziz, hâkim olan) Her şeye kâdir, bütün kudret eserleri, hikmetlere dayalı olan zat ancak (O’dur) o Yüce Yaratıcıdır. Artık nasıl olur da bir takım âciz, fâni mahlûkat, o ezeli mâbuta ortak edinilebilsin..
43. Ve şu misâlleri ki, onları insanlar için getiriyoruz. Maamafih onları ancak bilenler düşünüp anlayabilir.
43. İşte o Kerim Yaratıcı, kullarının uyanmaları için, yanlış telâkkilerde bulunmamaları için buyuruyor ki: (Ve şu misâlleri ki) Bir kısım makulâtın, mâneviyatın bir takım duygularla anlatılması ve temsil edilmesi ki, (onları insanlar için getiriyoruz) Kur’an-ı Kerim’in âyetleriyle insanlara tebliğ eyliyoruz, onlar haddizatında ne kadar güzel ve uyanmaya vesile olan pek faideli beyanlardar. (Maamafih onlara bilginlerden başkası akıl erdiremez) Evet.. O misâllerin ne kadar güzel, ne kadar mânâlı ve ne çok şeyin güzelce ortaya çıkmasına sebep olduğunu uyanık ruha, aydın kalbe, temiz vicdana sahip olan zatlar, pek iyi anlar takdir ederler. Artık bu gibi hikmetli misâlleri anlayabilecek bir kabiliyet elde etmeye çalışmalıdır. “Rivayete göre kureyş müşriklerinden bazıları: “Muhammed -Aleyhisselâm- ne için utanmıyor da karıncalardan, örümceklerden, sivrisineklerden misâller veriyor?.” diyerek gülümsemişlerdi. İşte o cahil kimselere ihtar için bu âyeti celîle nazil olmuştur.
44. Allah Teâlâ, gökleri ve yeri hak olarak yaratmıştır. Şüphe yok ki, bunda müminler için bir alâmet vardır.
44. Bu mübârek âyetler, dikkatleri Cenab-ı Hak’kın bir takım kudret eserlerine çekiyor ve Kur’an-ı Kerim’in okunmasını emrediyor. Namazın emredilmesindeki hikmeti, Allah’ı zikretmenin yüceliğini ve Hak Teâlâ’nın ilminin büyüklüğünü beyan buyurmaktadır. Şöyle ki: Evet.. Allah Teâlâ, her şeye kâdirdir ve hermeydana getirdiği, birnice hikmetlere dayanmaktadır. İşte bu hakikati en parlık şekilde isbat eden şey, şu yüksek güklerdir, bu üzerinde yaşadığımız lâtif yer küresidir. Ve (Allah Teâlâ) o Yüce Yaratıcı (gökleri ve yeri hak olarak) birer hikmet ve faydaya sahip, bâtıl yere yaratılmış olmaktan uzak bir halde (yaratmıştır) bunlar birer gerçek varlığı daima gözlere çarpıp duruyor. (şüphe yok ki, bunda) Bunların böyle birer muazzam ve düzgün şekilde yaratılmış olmalarında (müminler için bir alâmet vardır) bu gibi yaratılış eserlerini seyredip onlardan yararlanmak kabiliyetine sahip olan müminler için bunlar Allah’ın kudreti hakkında birer açık delildir, birer ibret levhasıdır.
45. Kitaptan sana vahy edilmiş olanı oku ve namazı dosdoğru kıl. şüphe yok ki, namaz, hayâsızlıklardan ve yaramaz şeylerden alıkoyar. Ve elbette ki, Allah’ın zikri en büyüktür. Ve Allah ne yaptığınızı bilir.
45. Ey bütün müminlerin hidâyet rehberi olan Yüce Peygamber!. (Kitaptan sana vahyedilmiş olanı oku) bir nice hakikatları, hükümleri, kıssaları, ibretleri toplayan Kur’an-ı Kerim’i okumaya, ümmetine tebliğe devam eyle, onların güzel ahlâk ile vasıflanmış olmalarına yardım et, bu vesile ile de manevî yakınlığa, ebedî mükâfatlara kavuş. Ve Habibim!. (namazı dosdoğru kıl) En büyük ibadetlerden olan namaza devam et. Onu âdab ve şartlarına riayetle kılmaya devam eyle. (Şüphe yok ki) insanları (hayâsızlıklardan) en çirkin hareketlerden (ve yaramaz şeylerden) dinen yasaklanmış, Allah’ın rızasına aykırı olan hareketlerden (alakoyar) namaza devam edilmesi, o gibi ahlâksız şeylerin yapılmamasını temine vesile olur. Namaza düzgün şekilde devam edenler, o gibi yasakları terke muvaffak olurlar. (ve elbette ki Allah’ın zikri en büyük) İşte namazda Allah’ı zikretmeye vesiledir, bu cihetle namaz diğeribadet ve itaatlerin en büyüğüdür. Bütün mükemmel sıfatları toplayan bir Yüce Yaratıcı’ya hürmet için yapılan, kendisinde Kur’an-ı Kerim’in âyetleri okunan namaz, elbette ki: Allah katında pek büyük ve faziletli bir ibadettir. Artık namaza devam edilmez mi? Bu husustaki emirler, Yüce Peygamberimiz vasıtasiyle bütün ümmetlerine de yönelik birer emirdir. Bunlara riayet hepimizce lâzımdır (ve Allah ne yaptığınızı bilir) Hayır ve şer adına yapılan her hareket o yüce yaratıcı tarafından bilinir. Ona göre kullarını mükâfatlara, cezalara kavuşturur. Artık o Kerim Mabûd’un kulları olmak şerefine kavuşan kimseler için lâzım ki, daima ibadet ve itaâtte bulunsunlar ve özellikle Kur’an-ı Kerim’i okumaya ve beş vakit namazı kılmaya devam etsinler o herşeyi bilen ve kerem sahibi olan mabudun lütfuna lâyık olmuş olsunlar. Ve başarı Allah’tandır.
46. Ve ehli kitap ile en güzel yoldan başkasıyla mücadele etmeyin. Onlardan zulmedenler ise müstesnâ ve deyiniz ki: bize indirilmiş olana ve size indirilmiş olana biz îmân ettik ve bizim ilâhımız ile sizin ilahınız birdir ve biz ancak ona teslim olmuş olanlarız.
46. Bu mübârek âyetler, müslümanların kitap ehlini ne şekilde müslümanlığa davet edeceklerini ve onlar ile tartışmada bulunabileceklerini bildiriyor ve o Yüce Peygambere verilen Kur’an-ı Kerim’e ehli kitabın ve bir kısım müşriklerin îman ettiklerini, onu ancak kâfirlerin inkâr eylediklerini haber veriyor. Son Peygamberin hikmet gereği ümmi olup evvelce kitap okumamış ve yazı yazmamış olduğunu, ve artık inkâr edenlerin inkârına mahâl kalmamış bulunduğunu gösteriyor ve Kur’an-ı Kerim’in, pek açık kudret delillerinden olup ilik ehlinin kalplerinde korunmuş olduğunu ve o âyetleri zalimlerden başkasının inkâr etmediğini beyan buyurmaktadır. Şöyle ki: Ey Müslümanlar!. Ey Muhammed ümmeti!. Müşrikleri yukarıdaki âyetlerin işaret ettiklerişekilde irşada çalışınız, Allah’ın birliğine dair delilleri, kanıtları getiriniz (ve ehli kitap ile) de yani: Yahudi ve Hıristiyan topluluklariyle de onları irşad için (en güzel yoldan başkasiyle mücadele etmeyin) gazaba, hiddete mağlup olmaksızın tam bir yumuşaklıkla, hayrı tavsiye edici bir şekilde tartışmaya, onları ikaza çalışın. Bu şekilde hareket, ruhlar üzerinde daha fazla tesir bırakır. (onlardan zulmedenler ise müstesnâ) ehli kitaptan oldukları halde müslümanlara karşı savaşta bulunmak isteyenlere, üzerlerine aldıkları cizyelerini vermeyenlere veya Allah’ın şânına aykırı şeyleri Cenab-ı Hak’ka isnât edip duranlara, veya Resûl-i Ekrem’e eziyet vermek, hürmetsizlikte bulunmak cüretini gösterenlere karşı şiddet gösterilmesi lâzım gelir. (ve) Ey Müsluman topluluğu!. Kitap ehli ile tartışmada bulunurken onlara (deyiniz ki: bize indirilmiş olana) Kur’an-ı Kerim’e (ve size indirilmiş olana) asıl Tevrat ve İncil kitaplarına (biz îman ettik) onların birer ilâhi kitap olduğunu blimp tasdik etmekteyiz. (ve bizim ilâhımız ile sizin ilâhınız birdir) hepimizin de Yaratıcısı mâbudu, Allah Teâlâ’dan başkası değildir. Onun ilâhlıkta bir ortağı ve benzeri olmadığını biz itiraf etmekteyiz. (ve biz ancak ona) o Yüce Yaratıcıya (teslim olmuş olanlarız) biz onun birliğini, ilâhlığını tasdik etmekte, onun dinî hükümlerine boyun eğmiş bulunmaktayız. Artık insaf ediniz, güzelce düşününüz, müslümanlığın nasıl yüce ilm ve hikmet üzere kurulmuş, Allah’ın zatını kutsal şânına lâyık bir şekilde tasdik eden bir din olduğunu anlayınız, o mübârek dinin insanlık âleminde ne kadar güzel bir birlik, bir dayanışma meydana getirmeğe kâfi bulunduğunu takdir ediniz, bir takım yanlış kanaatlere kapılarak İslâm dinine aykırı hareketlerde bulunmayın. Meselâ: Birer insan olarak Hz. Üzeyre, Hz. İsa’ya Allah’ın oğludur, diyerek Allah’ın birliğine, kutsallığına aykırı olan iddialara cür’et etmeyin.
47. Ve işte sana böylece kitabı indirdik. Artıkkendilerine kitap vermiş olduklarımız ona îmân ederler. Şunlardan da ona îmân edecek olanlar vardır. Ve bizim âyetlerimizi kâfirlerden başkası inkâr etmez.
47. Evet.. İslâm dinî böyle pek güzel bir mahiyettedir. Kur’an-ı Kerim, fikir birliğini ve kardeşliği temin edecek hükümler içermektedir. İşte buna işaret için de Cenab-ı Hak, Yüce Peygamberine hitaben buyuruyor ki: (Ve) Ey Resûlüm!. (işte böylece) Diğer Peygamberlere kitap indirmiş olduğumuz gibi (sana) da (böylece kitabı) Kur’an-ı Kerim’i (indirdik) ki, bu apaçık kitap, diğer ilâhi kitapları tasdik edici bulunmaktadır, ve öylece pek yüksek hükümleri, emirleri, yasakları ihtiva etmektedir. (artık kendilerine kitap vermiş olduklarımız) yani: Yahudi ve Hıristiyan topluluklarına mensup olup gerçek ilm ve irfan sahipleri olan Abdullah ibnisselâm ve benzeri gibi zatlar (ona îman edenler) Kur’an-ı Kerim’in de bir ilâhi kitap olduğunu bilir, tasdikte bulunurlar. Çünkü onun da bir ilâhi kitap olduğunu evvelki kitaplarda okumuş anlamış bulunmaktadır. (şunlardan da) Araplardan veya Mekke-i Mükerreme ahalisinden veya Peygamber devrindeki ehli kitaptan da (ona) Kur’an-ı Kerim’e (îman edecek olanlar vardır) onlar da vakit vakit İslâmiyeti kabul ederek Kur’an-ı Kerim’in bir ilâhi kitap oluduğunu tasdik edeceklerdir. Evet.. Bilgin, düşünen ve insaflı olan insanlar bunu takdir ederek îman şerefine kavuşacaklardır. (ve bizim âyetlerimizi) Allah’ın birliğine kudretine, açıkça işaret ve şahitlik eden Kur’an-ı Kerim’i, o kutsî kitabın beyanlarını (kâfirlerden başkası inkâr etmez.) inkârlarında, cehaletlerinde ısrar eden, parlak hakikatları görmekten kaçınan Kab İbnüleşref ve ashabı gibi inkârcılar, pek açık âyetleri dinlemezler, onları inkâr ederek cehaletlerinde devam eder dururlar.
48. Ve sen ondan evvel hiçbir kitap okur olmadın ve sağ elin ile onu yazmadın. Öyleolsa idi elbette iptal etmeye çalışanlar, şüpheye düşmüş olurlardı.
48. Bir kere düşünmeli, insaf etmeli, Kur’an-ı Kerim, yüce bir mucizedir. O ilâhi kitabı ümmetine tebliğ eden zat, vaktiyle asla okuyup yazmamış, öyle dinî meseleler ile uğraşmamış, sonra kırk yaşına girince o eşsiz belâgati, o hikmet ve hakikat mecmuasını büün insanlığa tebliğe nasıl kâdir oldu?. İşte Cenab-ı Hak, bu hususta da inkârcıların dikkatlerini çekiyor (Ve) Yüce Peygamberine hitaben buyuruyor ki: (sen ondan evvel) O Kur’an-ı Kerim’i sana indirmeden once (hiçbir kitap okur olmadın) hiç bir ilm ve fen ile meşgul bulunmadın (ve sağ elin ile onu yazmadın) o muazzam kitabı alışılmış şekilde yazmaya kâdir, ve devam eder olmadın (öyle olsa idi) vaktiyle okumakla yazmakla meşgul bulunmuş olsa idi (elbette ibtale çalışanlar) hakikatları inkâr etmeye ve değiştirmeye cür’et edenler, (şüpheye düşmüş olurlardı) halbuki, Hz. Peygamberin hayat tarihi, ahlâki temizliği kavmi tarafından bilinmektedir. Artık onun aksini nasıl iddiaya cüret edebiliyorlar?.
49. Hayır.. O kendilerine ilim verilmiş kimselerin sinelerinde apaçık olan âyetlerdir ve bizim âyetlerimizi zalimlerden başkası inkâr etmez.
49. (Hayır.. O) hakikati beyan eden Kur’an (kendilerine ilm verilmiş kimselerin) müminlerin, hakikatları güzelce anlayıp takdir edebilecek bilgin zatların (sinelerinde pek açık olan âyetlerdir) onların hafızalarını süsleyen, değiştirme ve bozmaktan korunmuş bulunan sabit ve Resûl-i Ekrem’in peygamberlik ve yüceliğine şahit birer açık âyetlerden başkası değildir. (ve bizim âyetlerimizi) Böyle yüceliğe sahip olan Kur’ani beyanları (zalimlerden başkası inkâr etmez.) ancak inatçı, kötülükte haddi aşan, kibir ve gurur içinde yaşayan kimseler bunu inkâra cür’et gösterirler. Çünkü onlar zaten ibtal eden kimseler oldukları içinböyle bir cürette bulunabiliyorlar. Artık onlar da nihayet lâyık oldukları cezalara kavuşurlar. Nitekim bir niceside kavuşmuştur.
50. Ve dediler ki: Onun üzerine Rabbinden mucizeler indirilmiş olmalı değil mi idi? De ki: O mucizeler ancak Allah’ın katındadır ve ben ancak apaçık bir uyancıyım.
50. Bu mübârek âyetler, Resûl-i Ekrem’den başka mucizeler göstermesini isteyen inkârcılara cevap veriyor, bu hususta Kur’an-ı Kerim’in kâfi olduğunu ve onun müminler hakkında bir rahmet ve bir öğüt bulunduğunu bildiriyor ve Hak Teâlâ’nın kâinatın bütün durumlarını bildiğini, müminler ile kâfirlerin hallerine şahit bulunduğunu ve kimlerin ziyana uğramış bulunduklarını ihtar ile o inkârcıları tehdit buyurmaktadır. Şöyle ki: bir takım inkârcılar Resûl-i Ekrem’de tecelli eden Allah vergisi mükemmellikler ve Kur’an-ı Kerim’in ne büyük bir sonsuz mucize olduğunu görüp durdukları halde yine onun Peygamberliğinden şüphe etmekten kurtulamadılar. (Ve dediler ki: Onun üzerine Rabbinden mucizeler indirilmiş olmalı değil mi idi?.) O da Hz. Salih’in devesi, Hz. Musa’nın âsası ve Hz. İsa’nın sofrası gibi hârikalar göstermeli değil mi idi ki, kendisinin doğru söylediğine onlar ile delil getirilse idi!. Cenab-ı Hak’da o inkârcılara cevap verilmesi için Resûl-i Ekrem’ine şöyle emrediyor: Habibim!. O inkârcılara (de ki: O mucizeler ancak Allah’ın katındadır.) o Yüce Yaratıcı, dilediği mucizeyi, hârikayı meydana getirir, bunları başkaları meydana getiremez. (Ve ben ancak apaçık bir uyarıcıyım) Allah Teâlâ’nın emirlerine, yasaklarına riayet etmeyenleri azap ile korkutmakla emrolunmuşum, onları irşada çalışmakla yükümlüyüm, ben dilediğiniz hârikaları meydana getiremem. Maamafih nice hârikalar, mucizeler Allah’ın kudreti ile meydana gelmiş olduğu halde yine birçok inkârcılar, onları sihirle gösteri ile yorumlayarak yine inkârlarında ısrar edipdurmuş değil midirler?.
51. Onlara kâfi gelmedi mi ki, şüphesiz biz senin üzerine kitabı indirdik, onlara karşı okunmaktadır. Muhakkak ki, onda îmân eden bir kavim için elbette bir rahmet ve bir nasihat vardır.
51. Cenab-ı Hak, o inkârcılara cevap olmak üzere şöyle de emrediyor: (O inkârcılara) O kâfirlere (kâfi gelmedi mi ki, şüphesiz biz senin üzerine kitabı indirdik) bir söz mucizesi olan o mübârek Kur’an’ı inzâl ettik, hak ile bâtılı bildiren, diğer semavi kitapları tasdik eden ve bütün insanlığa selâmet ve saadet yollarını gösteren o mukaddes kitabı sana ihsan eyledik. Bunu güzelce dikkate alanlar, elbette ki, o Yüce Peygamberin nübuvvet ve risaletinde şüpheden kurtulur. O apaçık kitap (onlara) o inkârcılara ve bütün insanlığa karşı (okunmaktadır) her zaman, her yer de okunarak bütün insanlara hitabeden o ilâhi kitab daimi bir mucizedir, ve doğu ve batıya yayılmış yüce bir kitaptır. Diğer mucizeler ise sınırlı birer zamanda birer birer mahalde ortaya çıkmış, sonra nihayete ermiştir. Artık bu daimi olan Kur’an-ı Kerim’den başka bir mucize, bir hârika istemeye ne hacet vardır?. (ve muhakkak ki, onda) O şânı öyle pek yüksek olan Kur’an-ı Kerim’de, onun öyle mükemmel bir şekilde inişinde (îman eden bir kavim için elbette bir rahmet ve bir öğüt vardır) Evet.. Hak’kı araştıran, inattan ve kibirden kaçınan, güzel bir itikada kavuşan bir cemaat için o ilâhi kitap büyük bir rahmettir, muazzam bir öğüttür, onlar için selâmet ve saadete vesiledir, onun emirlerine, tavsiyelerine riayet edenler, herhalde ilâhi lütuflara erişirler. Artık ondan büyük bir âyet, bir hârika istenilmesi, nasıl uygun görülebilir?.
52. De ki: Benimle sizin aranızda Allah Teâlâ’nın şahit olması kifayet eder. O göklerde ve yerde ne olduğunu bilir. Ve o kimseler ki, bâtıla inanmışlar ve Allah’ı inkâr etmişlerdir.İşte hüsrana uğramış olanlar, ancak onlardır.
52. Hak Teâlâ Hazretleri Yüce Peygamber Efendimize şöyle de emrediyor: Resûlüm!. O inkârcılara (De ki: Benimle sizin aranızda Allah Teâlâ’nın şahit olması kifayet eder.) ben peygamberlik vazifemi yerine getiriyorum, sizlere nasihatlar veriyorum. Sizler ise beni inkâr ediyorsunuz göstermeye muvaffak olduğum mucizelerin ehemmiyetini bilmiyorsunuz, artık kıyamet gününde Cenab-ı Hak, benimle sizin aranızda hükmünü verecektir. Evet.. O Yüce mabûd (göklerde ve yerde ne olduğunu bilir) ona karşı hiçbir şey gizli kalamaz. Binaenaleyh bizlerin hakkında asıl şahit, hallerimizi tamamen bilen ancak o kâinatın yaratıcısıdır. (ve o kimseler ki, bâtıla inanmışlar) Putlara tapmak, insanlara tanrılık vasfını vermek cehaletinde bulunmuşlar (ve Allah’ı inkâr etmişlerdir) hayal edilen bir tabiata yaratıcılık isnadına cüret göstermişlerdir. (işte hüsrana uğramış olanlar, ancak onlardır) Onlar ebediyyen azap göreceklerdir, onlar Allah’ın rahmetinden ebediyyen mahrum kalmış kimselerdir. İşte küfrün, Son peygamberi ve ona verilmiş olan Kur’an-ı Kerim’i inkârın müthiş neticesi, öyle ebedî azaptan, felâketten ibarettir. Bu âkibeti artık o gibi inkârcılar düşünmeli değil midirler?.
53. Ve senden azabı alelâcele isterler. Eğer tayin edilmiş bir vakit olmasa idi elbette onlara azap geliverirdi. Ve muhakkak ki, o, onlara kendileri farkında olmaksızın gelecektir.
53. Bu mübârek âyetler kâfirlerin başlarına azap gelmesini bir alay maksadiyle Hz. Peygamberden istemekte olduklarını bildiriyor ve onların başlarına ilâhi azabın ansızın geleceğini ve cehennemin zaten onları kuşatmış olduğunu ihtar ediyor. Kıyamet gününde de ne müthiş bir azabın onları yakalayacağını ve kendilerine amellerinizin cezasını tadın denileceğini beyan buyurmaktadır. Şöyle ki: (Ve) Ey YücePeygamber!. kendilerini ilâhi azap ile tehdit etmekte olduğun inkârcılar (senden) bir alay yoluyla (azabı alelacele isterler) o bizi kendisiyle korkutmakta olduğun azap nerede başımıza gelse ya?. derler. Nazr ibnilhars gibi kâfirler, “başımıza gökten taş yağdır” diye teklifte bulunurlar (eğer tayin edilen bir vakit olmasa idi) onların azapları için Cenab-ı Hak’kın Levh-i Mahfuz’da tesbit buyurmuş olduğu takdir edilmiş bir vakit bulunmasa idi (elbette onlara azap) o acele istedikleri zamanda (geliverirdi) Evet.. Hak Teâlâ dilediği kimseleri hemen helâk edebilir. (ve muhakkak ki, o) Takdir edilen azap (onlara kendileri farkında olmaksızın ansızın gelecektir) onlar gaflet içinde yaşarken kendilerini müthiş bir azap kuşatacaktır. Nitekim o inkârcılardan bir kısmı Bedir gazvesinde ilâhi kahra uğramış, ve cezalandırılmıştır, birniceleri de hiç beklemedikleri birer günde ölerek ebedî azaba maruz kalmışlardır.
54. Senden azabı çarçabuk istiyorlar. Halbuki, cehennem o kâfirleri elbette kuşatmış bulunmaktadır.
54. Evet.. Yüce Peygamber!. O inkârcıların cehaletleri ne kadar hayrete lâyıktır. (Senden azabı çarçabuk istiyorlar) hak ettikleri azabın başlarına gelmesini bekliyorlar (halbuki,) en müthiş azap mahalli olan (cehennem o kâfirleri elbette kuşatmış bulunmaktadır) onların ise bundan haberleri yok. Yani: Onlar kâfir oldukları için zaten cehenneme sevkedileceklerdir. Bu ihtar ile cehennem onları daha dünyada iken kuşatmış demektir. Evet.. Deniliyor ki: Küfür ve isyan, zaten bir ateş mahiyetindedir. Bunlar sahiplerinin daha dünyada iken yakalamış bulunmaktadır. Böyle ebedî bir felâkete sebep olan bir hal, manevi bir azap değil de nedir?
55. O gün azap, onları üstlerinden ve ayakları altından saracaktır ve “yaptıklarınızı cezasını tadın” diyecektir.
55. Evet.. Cehennem onları kuşatacaktır. Bu şekilde ki: (O gün de azap onları üstlerinde ve ayakları altlarında saracaktır) Yani: Cehennem azabı o kâfirleri her taraflarından kuşatmış olacaktır. Artık istemiş oldukları azaba o günde tam kavuşmuş bulunacaklardır. (ve) Cenab-ı Hak da veya onun emriyle meleklerden bazısı da kâfirlere bir ihanet, bir ruhani azap olmak üzere hitab ederek dünyada iken (yaptığınız şeyi) o kötü amellerinizin cezasını şinıdi bu cehennemde artık (tadın diyecektir) o inkârcılar da alelacele azap istemelerinin cezasına da bu halde kavuşmuş olacak.
56. Ey îmân eden kullarım! Şüphe yok ki, benim arzım geniştir. Binaenaleyh bana ibadet ediniz.
56. Bu mübârek âyetler de kulluk vazifelerini yerine getirebilmek için gerektiğinde hicrete müsaade buyurulmuş olduğuna ve ölüm korkusuyla hicreti terk etmenin uygun olmayacağına işaret buyuruyor. İyi amellerde bulunan ve sabrederek hakka tevekkül eden müminlerin kavuşacakları uhrevî mükâfatı bildiriyor ve bütün mahlûkatın rızkını kerem sahibi yaratıcının vermekte olduğunu beyan ederek rızk korkusuyla hicretin, ibadet ve taatin terkedilmemesine işaret buyurulmaktadır. Şöyle ki: Hak Teâlâ Hazretleri, Mekke-i Mükerreme’de bulunup müşriklerin eza ve cefalarına mâruz kalan ashab-ı kirama ve onlar gibi müşkül bir vaziyette bulunan müslümanlara hitaben buyuruyor ki: (Ey îman eden kullarım!.) Ey İslâmiyet şerefine sahip zatlar!. (şüphe yok ki, benim arzım geniştir) Eğer o müşrikler yüzünden rahatsız oluyor, bir tehlikeye mâruz bulunuyorsanız, dinî vazifelerinizi lâyıkı veçhile yerine getiremiyorsanız, Medine-i Münevvere vesaire gibi başka beldelere çıkıp hicret edebilirsiniz, ben sizleri oralarda da rızıklandırırım (binaenaleyh) kendi diyarınızdaibadet ve itaate gücünüz yetmiyorsa diğer yerlere giderek (bana ibadet ediniz) kulluk vazifenizi sekteye uğratmayınız, en büyük hayat gayeniz, kerim mâbudunuza ibadet ve itaattan ibaret bulunsun. Nitekim bir hadis-i şerifte buyuruluyor ki: “Dininden dolayı bir yerden diğer bir yere isterse bir karışıklık bir mesafeye olsun firar eden kimse, cenneti hak etmiş ve İbrahim ile Muhammed Aleyhisselâm’a arkadaş olmuş olur.”
57. Her nefis, ölümü tadıcıdır, sonra da bize döndürüleceksinizdir.
57. Ve ey müminler!. Siz de bilirsiniz ki: (Her nefs, ölümü tadıcıdır) İnsanlar, gerek kendi vatanlarında ikamet etsinler ve gerek başka yerlere çıkıp gitsinler, herhalde bir gün öleceklerdir. Hiçbir kimse, kendisini ölümden kurtaramaz. Ve ölünce yine yurdundan, vatandaşlarından ayrılacaktır. (sonra da bize döndürüleceksinizdir) Artık bu âkibeti düşününüz, dinî vazifelerinizi yerine getirmeye koşunuz, öyle dünyevî varlıklar, menfaatlar, sizin bu vazifelerinizi yapmanıza engel olmasın. Siz ebedî selâmet ve saadeti dikkate almalısınız.
58. Ve o kimseler ki, îmân ettiler ve iyi amellerde bulundular cihete ki, onları cennetten altlarından ırmaklar akan yüksek makamlara, içlerinde ebediyyen kalmak üzere yerleştireceğizdir. İyi amellerde bulunanların mükâfatı ne kadar güzeldir.
58. Evet.. (Ve o kimseler ki, îman ettiler ve) îmanlarını tasdik etmek ve sağlamlaştırmak için (iyi amellerde bulundular) üzerlerine düşen dinî, ahlâki vazifeleri yerine getirmeye çalıştırlar (elbette ki, onları cennetten) o ebedî saadet yurduna mahsus olup (altlarından ırmaklar akan yüksek makamlara) köşklere eriştireceğiz. Onları o yüksek sarayların, köşklerin (içlerinde ebediyyen kalmak üzere yerleştireceğizdir) Evet.. Onlar böyle mükâfatlara kavuşacaklardır. Artıkdüşünmelidir ki (iyi amellerde bulunanların mükâfatı ne kadar güzeldir) binaenaleyh insanlar böyle bir mükâfata ulaşmak için daha dünyada iken güzel amellere devam edip durmalı değil midirler?.
59. O zatlar ki, sabrettiler ve Rablerine tevekkülde bulunurlar.
59. Evet.. O güzel amellerde bulunan müminler (O zatlar) dır (ki) onlar dünyada iken (sabrettiler) bir takım engellere, meşakkatlere karşı, göğüs germekten ayrılmadılar, müşriklerin eza ve cefalarına, hicretin zahmetlerine tahammül gösterdiler (ve Rablerine tevekkülde bulunurlar) Cenab-ı Hak’kın rahmetine, himayesine itimat eder ve sığınırlar, fâni bir arzu uğrunda dinî vazifelerini bırakmış olmazlar. İşte böyle zatlar, o ebedî mükâfatlara lâyık olmuşlardır.
60. Ve yeryüzünde yürüyen nice hayvanlar vardır ki, rızkını taşımıyor. Onları da sizleri de Allah Teâlâ rızıklandırır Ve o, hakkıyla işiticidir, bilicidir.
60. Evet.. Kâinatın yaratıcısından başka kime tevekkül ve itimad edilebilir?. Ve o Kerim mabûdun lütuf ve ihsanından nasıl ümit kesilebilir. Bütün mahlûklatını koruyan, yaşatan o Yüce Yaratıcıdır (Ve) yeryüzünde (yürüyen nice hayvanlar vardır ki) onlardan hiç birisi kendi (rızkını yüklenmiş olmaz) kendileri için geçim kaynağı olacak bir şey toplamış, bir yerde biriktirmiş bulunmaz. Bütün (onları da sizleri de Allah Teâlâ rızıklandırır) her gün hepinize de rızık ihsan eder, hepinizi de takdir edilen vakte kadar yaşatır, barındırır. (ve o) Kâinatın Yaratıcısı her söylenilen sözü (hakkıyla işiticidir) sizin de neler söylediklerinizi, hicret ettiğiniz takdirde ihtiyaç içinde kalacağınıza ait lakırdılarınızı da tamamen işitmektedir. Ve o Yüce Mâbud bütün mahlûkatının durumlarını (bilicidir) sizin kalplerinizdekilerini de bilmektedir, nelere muhtaç olup olacağınız da o Kerem Yaratıcıtarafından bilinmektedir. İnandık!. Rivayete göre Mekke-i Mükerreme’de bir kısım zayıf müslümanlar vardır. Müşriklerden korkarak îmanlarını açığa vuramayacak bir halde idiler, bir kısım müslümanlar da kâfirlerin eza ve cefalarına uğramakta idiler, kendilerine Medine-i Münevvere’ye hicret etmeleri tavsiye buyurulmuş, onlar da: “Bizim orada evlerimiz, mallarımız yok, artık bizlere orada kim yemek verir, su içirir” demişler. Bunun üzerine bu mübârek âyetler nazil olmuştur. Buyurulmuş oluyor ki: Cenab-ı Hak’kın yarattığı yerler çoktur, kullarını rızıklandıran da ancak O’dur. Allah’a tevekkül ederek hicret edenler de rızıklanacaklardır. Korkmaya lüzum yok. “Bu hicret, Mekke-i Mükerreme’nin fethinde evvel vacip idi. Sonra bu vücub kalmamıştır. Büyük bir sakınca bulunmadıkça bir müslüman, yurdundan çıkıp başka bir yere hicrete dinen mecbur değildir.
61. Andolsun ki, eğer onlara sorsan ki, kim gökleri ve yeri yarattı? Ve güneşi ve ayı buyruğu altında tuttu? Elbette diyeceklerdir ki: Allah O halde nasıl çevriliyorlar?
61. Bu mübârek âyetler de müşriklerin çelişen ve makul olmayan durumlarını gösteriyor. Allah Teâlâ’nın mahlûkatı hakkında dilediği gibi tasarrufta bulunacağını bildıriyor. Gökleri ve yeri yaratan, güneşi ve ayı buyruğunda tutan ve gökten suları indirip yeryüzüne hayat veren zatın Allah Teâlâ’dan başka olmadığını itiraf ettikleri halde yine küfür ve şirkten ayrılmayanların o akılsızca düşüncelerini gözler önüne sererek kendilerini ikaz buyurmaktadır. Şöyle ki: Ey Yüce Peygamber!. (Andolsun ki) Eğer sen (onlara) Mekke-i Mükerreme’deki ve diğer yerlerdeki müşriklere (sorsan) ki (kim gökleri ve yer yarattı) onları böyle mükemmel bir nizam üzere meydana getirdi (ve güneşi ayı buyruğunda tuttu?.) lazım olan yiyecekler vesaireyi yetiştirmek, vakitleri bildirmek, yeryüzünde güzelceyaşanılmasını temin için o gibi ışıklı, nurani, parlak semavi cisimleri kim var etti ki, onlar öyle bir itaat ve intizam dairesinde devam edip durmaktadırlar?. (Elbette ki,) O müşrikler (diyeceklerdir ki: Allah) onları bütün mükemmel sıfatları toplayan Yüce Yaratıcı var etmiştir, onlara o varlığı, o intizamı ancak o hikmet sahibi mabût vermiştir. Bu hususta o müşriklerin inkâra takatları yoktur. (o, halde) o müşrikler (nasıl çevriliyorlar?.) böyle bir sözden, Cenab-ı Hak’kın yaratıcılıkta tek olduğunu itiraftan sonra Allah’ın birliğini bırakarak şirke, bir takım mahlûkata tapınmaya nasıl cür’et gösteriyorlar?. Bu ne kadar çelişki bir hareket!.
62. Allah, rızkı kullarından dilediğine bol verir, dilediğine de kısar. Şüphe yok, Allah her şeyi hakkıyla bilendir.
62. Evet.. (Allah) O Yüce Yaratıcı ki: Onun ilâhi tasarrufları, bu âlemde hikmetin gerektidiği şekilde tecelli etmektedir. (rızkı) da (kullarından dilediğine bol verir) onu bol bol rızık olarak verir ve yine (dilediğine) o kullarından herhangi bir dilediği için rızkını (kısar) hikmetin gereği ne ise kullarını ona göre rızka, nimete kavuşturur. çeşitli kullarından da kimisini bol bir geçime, kimini de dar bir geçime sahip kılar ve bazı kullarını bir müddet fazlaca rızıklandırdığı halde bir müddet de dar bir rızık içinde bırakır (Şüphe yok ki, Allah, her şeyi hakkıyla bilendir) binaenaleyh, o Hikmet Sahibi Yaratıcı, kullarının her zaman neye lâyık olduklarını bilir, haklarında hikmet ve faydaya uygun olan çeşitli ve farklı şeyleri yaratır. Bütün bu varlık değişiklikleri o Yüce Yaratıcının varlığına pek mükemmel birer şahittir.
63. Andolsun ki, eğer onlara: Gökten suyu kim indirdi de onunla yeri ölümünden sonra kim diriltti diye sorsanız, elbette derler ki: Allah. De ki: Hamd Allah’a mahsustur. Fakat onların çoğu akıl erdiremezler.
63. Evet.. (Andolsun ki, eğer onlara:) O şirke düşmüş kimselere (Gökten) yukarıdaki bulutlardan (suyu kim indirdi) yağmurları yağdırdı (da onunla) o suyu ile (yeri ölümden sonra diriltti) yeryüzünde yeniden çeşit çeşit nebatları vesaireyi meydana getirdi, onu yer bir hayata kavuşturdu (diye sorsanız) o müşrikler yine (elbette derler ki: Allah) bütün bunları böyle yaratıp vücude getiren zatın bir Yüce Yaratıcı’dan ibaret olduğunu itirafta bulunurlar. Resûlüm!. Artık sen de (de ki: Hamd Allah’a mahsustur) o Hikmet Sahibi Yaratıcı, ne büyüktür ki, o müşrikler de bu hakikatı itirafa mecbur oluyorlar, o Yüce Mabûd’un yaratıcılığını inkâra cür’et edemiyorlar. (fakat onların çoğu, akıl erdiremezler) Bu itiraflanına aykırı hareketlerde, kanaatlerde bulunurlar, putlara, insanlara taparak onlara da bir nevi yaratıcılık, mabutluk isnadında bulunurlar. Sözleri ile fiilleri arasındaki çelişkinin farkında olamıyorlar. Ancak bir kısmı, bilâhara güzelce düşünerek fikir değiştirmiş, Allah’ın birliğini tasdik ederek küfür ve şirkten kurtulmuş bulunur. İşte Resûl-i Ekrem’e îman edip de İslâmiyet’e ermiş olan bir kısım müşrikler, bu kabildendir ki, artık onlar İslâmiyete ermiş, hakiki, daimi bir hayata, bir saadete aday olmuşlardır. Bu zatların, fâni varlıklar arkasından koşan, asıl yaratılışlarına aykırı hareketlerde bulunan müşrikler ile, dinsizler ile alâkaları kalmamıştır. İtibar ise son nefesidir.
64. Bu dünya hayatı eğlenceden ve bir oyundan başka birşey değildir. Ve hakikaten ahiret yurdu ise elbette ki, daimî hayat O’dur, eğer bilecek olsalar idi.
64. Bu mübârek âyetler, bu dünya hayatının bir eğlence kabilinden olup asıl ahiret hayatının ebedî temenni etmeye lâyık olduğunu bildiriyor denizlerden Allah’ın yardımı selâmete, nimete kavuşan müşriklerin bunumüteakip nankörlükte bulunarak şirk ve isyana koşup durduklarını gösteriyor. Ve o müşriklerin harem dairesi gibi bir emniyet sahasına kavuştuklarını ve onların çevresindeki kimselerin tecavüzlere uğradıklarını gördükleri halde, yine nankörlük edip durmalarını kınamak için teşhir ediyor. Ve o müşrik ve iftiracı kimselerin en zalim kimseler oldukları ve onlar için cehennemin bir karargâh bulunduğunu ihtar eyliyor. Allah yolunda cihadda bulunan müminlerin ise ilâhi lütuflara mazhar olacaklarını müjdelemektedir. Şöyle ki: Ey insanlar!. Bir kere güzelce düşününüz, şüphe yok ki: (Bu dünya hayatı) geçicidir. Adeta (bir eğlenceden ve bir oyundan başka birşey değildir.) bu gibi şeylerin devamı, ebedî faidesi olmadığı gibi dünya hayatı da bu kabildendir, az sonra yok olacaktır. (ve hakikaten ahiret yurdu ise elbette ki, daimi hayat O’dur) O bakidir, yok olmayacaktır, orada kimseye ölüm gelmeyecektir. (eğer) Bütün dünyaya dalıp gaflet içinde yaşayanlar (bilecek olsalar idi) öyle cahilce hareket etmezlerdi, o çabucak yok olan bir yaşayışı, ebedî bulunan ahiret hayatı üzerine tercih etmiş olmazlardı. O ebedî âlemde selâmet ve saadet içinde yaşayabilmelerini temin edecek ibadetlere itaatlere çalışır dururlardı.
65. Gemiye bindikleri zaman, dini Allah’a has kılmak suretiyle ihlasla duada bulunurlar. Fakat, onları selâmetle karaya çıkarınca, o vakit hemen şirke düşerler.
65. Halbuki, müşrik olanlar, bu âkibeti nazara almazlar. (Vaktaki onlar gemiye binmiş olurlar) Denizde çarpışan korkunç dalgalar arasında kalırlar, o zaman ölüm korkusunda dolayı (dinî Allah’a has kılmak suretiyle halisane duada bulunurlar) o kendilerine tapar oldukları putları unuturlar, onlardan bir faide beklemezler, yalnız Allah Teâlâ’ya sığınarak bir selâmet sahiline erdirmesini yalnız o Kerim Yaratıcı’dan niyâza başlarlar. Fakat öylekalmazlar (Ne zamanki) Allah Teâlâ (onları selâmetle karaya çıkardı) o müşrikleri korkudan kurtarıp bir selâme alanına kavuşturdu mu, onlar o yalvarışlarını unuturlar (o vakit hemen şirke düşerler) yine putlara tapınmaya başlarlar, onlardan menfaat beklerler. Bu ne kadar ahmaklık!. “Hatta rivayet olunuyor ki: Cahiliye devrindeki müşrikler, bir gemiye bindikleri zaman yanlarına putlarını da alırlarmış. Fakat şiddetli bir rüzgâr eserek dalgalar meydana gelince o putları denize atarak yalnız: Ey Yarabbim!. Diye duaya başlarlarmış. Fahri Razi merhum “Ellevâmi” adındaki eserlerinde şöyle diyor: Bu hal gösteriyor ki, Àlemlerin Rabbini bilmek, her insanın yaratılışında vardır. Onlar, genişlik zamanında gaflette bulunurlar, fakat bir sıkıntı yüz gösterdi mi, şüphe yok ki, hemen Cenab-ı Hak’ka sığınmaya başlarlar.
66. Kendilerine verdiğimiz şeye nankörlük etsinler ve istifadede bulunsunlar diye. Fakat yakında bileceklerdir.
66. Evet.. Müşrikler, öyle bir felâketten, korkunç bir vaziyetten kurtulunca (Kendilerine yediğimiz şeye) öyle kurtuluş nimetine (nankörlük etsinler ve) putlara taparak onlardan güyâ (istifadede bulunsunlar diye) yine şirke düşerler, nimete karşı nankörlüğe devam etmek isterler. İşte müşriklerin delice hareketleri! (fakat) onlar (yakında bileceklerdir.) Evet… Onlar ölür ölmez o müşrikce hareketlerinin cezasına kavuşacaklardır, o yüzden nasıl bir azaba uğradıklarını görüp anlayacaklardır. İşte küfür ve şirkin pek müthiş âkibeti!
67. Ya görmediler mi ki, biz güven içinde kutsi bir yer yaptık, halbuki, insanlar onların çevresinden zorla kapılıp götürülmektedir. Artık batıla mı îmân ediyorlar ve Allah’ın nimetine mi nankörlükte bulunuyorlar?
67. Ya o müşriklerin bir gurubunu oluşturan ve Mekke-i Mükerreme’de ikamette bulunan birkısım inkârcılar, (Va görmediler mi ki,) düşünüp anlamadılar mı ki, onların içinde yaşadıkları o mübârek beldeye (biz güven içinde kutsî bir yer yaptık) orasını düşman tecavüzünden emin, ahalisini istirahata, hürriyete kavuşturmuş bulundurmaktayız. Bunun da şükrünü yerine getirmeleri icabetmez mi?. (halbuki, insanlar onların çevresinden) Mekke’nin dışında bulunan yerlerde (zorla kapılıp götürülmektedir) esir alınmakta, öldürülmekte ve malları saldırıya uğramaktadır. (artık) o müşrikler, bu nimetleri kendilerine ihsan buyuran Kerim Yaratıcıyı birleyip kutsamıyorlar da (bâtıla mı) şeytanlara mı putlara mı, uydurma dinlere mi (îman ediyorlar) halbuki onların bâtıl şeyler ohduğunda akıllı olan bir kimse şüphe etmez. Ve onları öyle şirke düşerek (Allah’ın nimetine mi nankörlükte bulunuyorlar) bu ne hal!. Yalnız o Kerim Yaratıcı’ya ibadette ve şükürde bulunmaları icabettiği halde ona kulluğu terkederek bir takım fâni mahlûkata ibadette bulunup duruyorlar. Bu ne kadar bir gaflet ve cehalet!.
68. Ve daha zalim kim vardır o, kimseden ki, Allah’a karşı yalan yere iftirada bulunmuştur. Veya kendisine geldiği zaman hak şeyi yalanlamıştır. Cehennemde kâfirler için bir duracak yer yok mudur?
68. (Ve daha zalim kim vardır?) Bir kere düşünmeli (O kimseler ki, Allaha karşı yalan yere iftirada bulunmuştur) elbetteki, en zalim odur. Evet. Allah’ın birliğini, inkâr eden putlara tapınan onlara ibadet etmelerini kendilerine Cenab-ı Hak’kın emrettiğini iddiada bulunan, biz babalarımızı bunlara ibadet eder bulduk diyerek şirkinde ısrar edip duran kimseden daha zalim kim olabilir?. (veya) O kimseden daha zalim kim vardır ki, (kendisine geldiği zaman) tebliğ ettiği vakit hem (hak şeyi yalanlamıştır.) İşte bu da en zalim bir kimsedir. İşte Son Peygamberliğini Kur’an-ıKerim’in ilâhi bir kitap olduğunu inkâr eden herhangi bir şahıs, böyle en zalim bir kimsedir. Artık öyle kimseler, uhrevî cezalarına hazırlansınlar. (Cehennemde kâfirler için bir duracak yer yok mudur?.) Elbette ki, vardır. Onlar öyle müthiş âkibeti hiç düşünmüyorlar mı ki, böyle bir şirk ve inkâra cü’ret etmiş bulunuyorlar?.
69. Ve o kimseler ki, bizim uğrumuzda cihadda bulundular, elbette onları bizim yollarımıza hidayet ederiz ve şüphe yok ki, Allah Teâlâ elbette iyi davrananlarla beraberdir.
69. (Ve) Bilakis (o kimseler ki,) o inanan ve ibadet eden kullar ki, (bizim uğrumuzda cihad da bulundular) gizli ve açık olan din düşmanlarına karşı cihada atıldılar, İslâm dinini müdafaaya çalıştılar (elbette onları) o mücahit, fedakâr kulları (bizim yollarımıza hidayet ederiz) onlara muvaffakiyet verin, onları uhrevî nimetlere kavuştururuz, onları pek nurlu bir âkibete erdiririz (ve şüphe yok ki, Allah Teâlâ elbette iyi davrananlarla beraberdir) mümin, hak yolunda fedakâr olan kullarını dünyada zaferlere, nimetlere ulaştırır, ahiret âleminde de ilâhi rahmetine, ilâhi mükâfatına ve manevî yakınlığına kavuşturacaktır. Ne yüce bir Rabbani lütuf. Hak Teâlâ Hazretleri hepimizi o salih zatlar zümresine katsın. Hz. Peygamber hürmetine Amin. Hamd, âlemlerin Rabbi Allah’a aittir.