Ucb ehli (kendini beğenenler) daima nefslerine bakarlar ve ibadetlerini önemseyip büyük görürler. Günah işleyenler ise her zaman korku ve ümit arasında dönüp dururlar. Kul ile Rab arasında en büyük perde ucbdur. Ucbun tek engelleyicisi günahkârlık düşüncesidir. Çünkü kendini beğenmek insanı Rahman yanından isyan vadisine, günahkârlık düşüncesi ise isyan vadisinden affa ve Rahman tarafına çevirir. Ucb nefs ve heva yönüne, günahlar Mevlâ yanına meyletmenin sebebidir.Ey günahkâr, günahını hüsnüzannını engelleyecek derecede gözünde büyütme. Ârifler Hakk'ın af ve keremine karşı günahlarını küçük görürler.
Hüsn-i zandan Hazreti Hakk'a seni men' etmesin
Cürmü isyânın ne rütbe olsa da zenb-i kebîr
Mârifetle kalbini tezyin eden ehl-i kemâl
Zenbini aff-ı Hüdâ'ya karşı addeyler sagîr
Günah işleyenler günahlarını iki yönden büyük sayarlar: Pişmanlık ve tövbeye sebep olması ve yeis ve umutsuzluk doğurması. Birinci cihet tövbeye devam etmeyi, Cenab-ı Hakk'a dönüp sığınmayı gerektirdiğinden güzel ve muteberdir, iman eserlerindendir.
İbn Mesud Hazretleri (ra): "Bir mü'min işlediği günahları üzerine yıkılacak kadar korkunç bir dağ gibi görür. Münafıksa onu üzerine konmuş da hareket edince uçup gidecek bir sinek gibi küçümser." buyurdu.
Denilmiştir ki: "Taat küçük görüldükçe büyür, mâsiyet büyütüldükçe küçülür."
İkinci cihet ilâhî rahmetten mahrumluk getireceği ve imanı bozacağından ötürü kötüdür ve günahın kendisinden bile şerlidir. Bu umutsuzluk Hak Teâlâ'nın cömertliğini ve keremini bilmemektir. Bütün âlemlerin günahları toplansa, rahmet deryası yanında bir damla bile olamayacağı halde ilâhî rahmeti daraltmaktır. İtaat edenlerin ibadetinden faydalanmayan, isyan edenlerin mâsiyetlerinden zarar görmeyen Cenab-ı Hakk'ın azametini, sınırlı akıl ve idrak ile ölçmektir. Hakk'ın büyüklüğünü beşerî hâllere benzetmek gibi ahmakça ve şeytanca bir cesarettir. Eğer bir mürid, mağfiret etmek için bahane arayan Cenab-ı Hakk'ın cemal sıfatlarını bilse, marifet nuru ile aydınlanıp ârif-i billâh olsa, elbette Allah'ın sonsuz fazlına ve keremine karşı günahını küçümser, mağfiretin genişliğine göre suç ve günahlarını hor görür de ilâhî affa uğramayacak hiçbir günah tasavvur edemez. Bununla birlikte âlemde bu geniş rahmet ve mağfirete ve Peygamber Efendimizin umumi şefaatine mazhar olmak üzere günah işlemeyi âdet eden bir fırkanın da olması hikmet gereğidir. Zira şu mealde hadisler vardır:
"Siz günah işlemeseniz, Cenab-ı Hak istiğfar edecek ve mağfiret olunacak günahkâr bir kavmi sizin yerinize getirirdi."
"Benim şefaatim, ümmetimin büyük günah işleyenlerine mahsustur." Bu hadisler işte bu ilâhî hikmeti açıklayıp yorumlamaktadır.
Şeyh Ebi Hasan Şâzelî Hazretlerine biri gelip etrafında bazı günahların işlendiğini çok garip görerek anlatınca, Şeyh Hazretleri çok şaşarak:
"Acaba sen Cenab-ı Hakk'ın mülkü olan bu âlemde isyan olmamasını mı istiyorsun? Hiç günah işlenmemesini mi arzu ediyorsun? Hâlbuki Allah'ın ülkesinde günah olmamasını arzu etmek, Cenab-ı Hakk'ın mağfiretinin, Muhammedî şefaatin olmamasını istemek demektir. Bu, hikmete uygun düşmez. Zira çok günahkâr vardır ki sayısız günah işlediği hâlde yine affa ve mağfirete nail olur." demiştir.
Hikmetin neticesi mâsiyete teşvik değil, rahmet deryasının dairesini genişletmektir. Çünkü haddinden ziyade büyütülen günahlar, mağfiretten umut kesmeyi getirir ki bu küfürdür. İman gereği ise havf ve recâ arasında Cenab-ı Hakk'a dönerek af dilemek tir. Zira kendini kusursuz görmek de caiz değildir; ameli bozar, ucba düşürür, yani kendini beğenmeye sebep olur. Bu hususta şu hadis-i şerif vardır: "Bir mü'min için günah, ucbdan hayırlı olmasaydı; Cenab-ı Hak bir mü'min ile günahının arasını asla boş bırakmazdı."
Ucb ehli (kendini beğenenler) daima nefslerine bakarlar ve ibadetlerini önemseyip büyük görürler. Günah işleyenler ise her zaman korku ve ümit arasında dönüp dururlar. Kul ile Rab arasında en büyük perde ucbdur. Ucbun tek engelleyicisi günahkârlık düşüncesidir. Çünkü kendini beğenmek insanı Rahman yanından isyan vadisine, günahkârlık düşüncesi ise isyan vadisinden affa ve Rahman tarafına çevirir. Ucb nefs ve heva yönüne, günahlar Mevlâ yanına meyletmenin sebebidir. Kendini beğenmek ihtiyaçsızlığa, kibirlenmeye sebep olur. Günahlar acze ve yokluğa götürür. Kulluğa yakışan Rabbine ihtiyaç ve yokluk arz etmek; iman ehline düşen, Hakk'a döndüren ve kavuşturan hâlleri gerçekleştirmek ve orada durmaktır.
Kaynak: Atâullah İskenderî, Şerh: Kastamonulu Seyid Hafız Ahmed Mahir Efendi, Hikem-i Atâiyye, Sufi Kitap, s. 107-109, 8. Baskı, Nisan 2019.
Hüsn-i zandan Hazreti Hakk'a seni men' etmesin
Cürmü isyânın ne rütbe olsa da zenb-i kebîr
Mârifetle kalbini tezyin eden ehl-i kemâl
Zenbini aff-ı Hüdâ'ya karşı addeyler sagîr
Günah işleyenler günahlarını iki yönden büyük sayarlar: Pişmanlık ve tövbeye sebep olması ve yeis ve umutsuzluk doğurması. Birinci cihet tövbeye devam etmeyi, Cenab-ı Hakk'a dönüp sığınmayı gerektirdiğinden güzel ve muteberdir, iman eserlerindendir.
İbn Mesud Hazretleri (ra): "Bir mü'min işlediği günahları üzerine yıkılacak kadar korkunç bir dağ gibi görür. Münafıksa onu üzerine konmuş da hareket edince uçup gidecek bir sinek gibi küçümser." buyurdu.
Denilmiştir ki: "Taat küçük görüldükçe büyür, mâsiyet büyütüldükçe küçülür."
İkinci cihet ilâhî rahmetten mahrumluk getireceği ve imanı bozacağından ötürü kötüdür ve günahın kendisinden bile şerlidir. Bu umutsuzluk Hak Teâlâ'nın cömertliğini ve keremini bilmemektir. Bütün âlemlerin günahları toplansa, rahmet deryası yanında bir damla bile olamayacağı halde ilâhî rahmeti daraltmaktır. İtaat edenlerin ibadetinden faydalanmayan, isyan edenlerin mâsiyetlerinden zarar görmeyen Cenab-ı Hakk'ın azametini, sınırlı akıl ve idrak ile ölçmektir. Hakk'ın büyüklüğünü beşerî hâllere benzetmek gibi ahmakça ve şeytanca bir cesarettir. Eğer bir mürid, mağfiret etmek için bahane arayan Cenab-ı Hakk'ın cemal sıfatlarını bilse, marifet nuru ile aydınlanıp ârif-i billâh olsa, elbette Allah'ın sonsuz fazlına ve keremine karşı günahını küçümser, mağfiretin genişliğine göre suç ve günahlarını hor görür de ilâhî affa uğramayacak hiçbir günah tasavvur edemez. Bununla birlikte âlemde bu geniş rahmet ve mağfirete ve Peygamber Efendimizin umumi şefaatine mazhar olmak üzere günah işlemeyi âdet eden bir fırkanın da olması hikmet gereğidir. Zira şu mealde hadisler vardır:
"Siz günah işlemeseniz, Cenab-ı Hak istiğfar edecek ve mağfiret olunacak günahkâr bir kavmi sizin yerinize getirirdi."
"Benim şefaatim, ümmetimin büyük günah işleyenlerine mahsustur." Bu hadisler işte bu ilâhî hikmeti açıklayıp yorumlamaktadır.
Şeyh Ebi Hasan Şâzelî Hazretlerine biri gelip etrafında bazı günahların işlendiğini çok garip görerek anlatınca, Şeyh Hazretleri çok şaşarak:
"Acaba sen Cenab-ı Hakk'ın mülkü olan bu âlemde isyan olmamasını mı istiyorsun? Hiç günah işlenmemesini mi arzu ediyorsun? Hâlbuki Allah'ın ülkesinde günah olmamasını arzu etmek, Cenab-ı Hakk'ın mağfiretinin, Muhammedî şefaatin olmamasını istemek demektir. Bu, hikmete uygun düşmez. Zira çok günahkâr vardır ki sayısız günah işlediği hâlde yine affa ve mağfirete nail olur." demiştir.
Hikmetin neticesi mâsiyete teşvik değil, rahmet deryasının dairesini genişletmektir. Çünkü haddinden ziyade büyütülen günahlar, mağfiretten umut kesmeyi getirir ki bu küfürdür. İman gereği ise havf ve recâ arasında Cenab-ı Hakk'a dönerek af dilemek tir. Zira kendini kusursuz görmek de caiz değildir; ameli bozar, ucba düşürür, yani kendini beğenmeye sebep olur. Bu hususta şu hadis-i şerif vardır: "Bir mü'min için günah, ucbdan hayırlı olmasaydı; Cenab-ı Hak bir mü'min ile günahının arasını asla boş bırakmazdı."
Ucb ehli (kendini beğenenler) daima nefslerine bakarlar ve ibadetlerini önemseyip büyük görürler. Günah işleyenler ise her zaman korku ve ümit arasında dönüp dururlar. Kul ile Rab arasında en büyük perde ucbdur. Ucbun tek engelleyicisi günahkârlık düşüncesidir. Çünkü kendini beğenmek insanı Rahman yanından isyan vadisine, günahkârlık düşüncesi ise isyan vadisinden affa ve Rahman tarafına çevirir. Ucb nefs ve heva yönüne, günahlar Mevlâ yanına meyletmenin sebebidir. Kendini beğenmek ihtiyaçsızlığa, kibirlenmeye sebep olur. Günahlar acze ve yokluğa götürür. Kulluğa yakışan Rabbine ihtiyaç ve yokluk arz etmek; iman ehline düşen, Hakk'a döndüren ve kavuşturan hâlleri gerçekleştirmek ve orada durmaktır.
Kaynak: Atâullah İskenderî, Şerh: Kastamonulu Seyid Hafız Ahmed Mahir Efendi, Hikem-i Atâiyye, Sufi Kitap, s. 107-109, 8. Baskı, Nisan 2019.