Peygamber Efendimizin Sekiz Mucizesi

Peygamber Efendimizin Sekiz Mucizesi

Cenâb-ı Hak, Rasûlullâh Efendimiz’e hiçbir peygambere vermediği mu’cizeler ihsan etmiştir. Bunlardan birkaçını bir araya getirdik.

Onun en büyük mu’cizesi şüphesiz Kur’an-ı Kerim’dir. Kur’an-ı Kerim, kendinden önceki bütün semâvî kitapları tasdik eden, onlardaki devam etmesi gereken ilahî mesajları muhafaza eden, diğerlerini nesheden, ahir zaman ümmetinin ihtiyaçlarını da dikkate alarak yeni hükümler getiren lafzıyla ve manasıyla mu’ciz bir kelâmdır. O, bir i’câz ve hidâyet kitabıdır. Peygamberimiz Kur’an ile müşriklere meydan okumuş, onun benzeri bir söz getirmelerini istemiş, hatta onun en kısa sûresine muadil bir sûre getirmelerini istemiş fakat onlar buna güç yetirememişlerdir. Bu mu’cize kıyamete kadar devam edecektir. Diğer peygamberlerin mu’cizeleri ise kendi zamanları ile sınırlı kalmıştır.

"SÂKİN OL EY UHUD!"

Bir gün Nebiyy-i Ekrem Efendimiz, Hz. Ebû Bekir, Ömer ve Osman (r.a) ile birlikte Uhud Dağı’na çıkmıştı. O sırada dağ sarsılmaya başladı. Âlemlerin Efendisi ayağıyla yere vurup şöyle buyurdular:

“–Sâkin ol ey Uhud! Senin üzerinde bir peygamber, bir sıddîk ve iki şehîd vardır.” (Buhârî, Ashâbu’n-Nebî, 6; Tirmizî, Menâkıb, 18/3703; Nesâî, Ahbâs, 4)

Gerçekten de Hz. Ebû Bekir (r.a) yatağında vefât etmiş, diğer iki halîfe de şehîd edilmişlerdir.

HAZRET-İ HASAN'IN İKİ TOPLULUĞU ISLAHI

Ebû Bekre
(r.a) şöyle buyurur:

“Rasûlullâh (s.a.v)’i minberde gördüm, yanında Hz. Hasan (r.a) vardı. Bazen halka yöneliyor, bazen Hasan’a yöneliyor ve:

«Benim bu oğlum seyyiddir (efendidir)! Ümîd ediyorum ki Allâh Teâlâ, bununla müslümanlardan iki muazzam topluluğun arasını ıslâh edecektir!» buyuruyorlardı.” (Buhârî, Sulh, 9, Menâkıb, 25; Fedâilu’l-Ashâb, 22; Ahmed, V, 44)

Hicrî 40 senesi Ramazan ayında 5. Râşid Halîfe olarak Hz. Hasan’a bey’at edildi. Bu esnâda Muâviye de halîfelik için mücâdele ediyordu. Hz. Hasan 6 ay 3 gün halifelik yaptıktan sonra H. 41 senesinde Hz. Hasan’ın kumandasındaki kırk-elli bin asker ile Muâviye’ye tâbi çok sayıdaki asker arasında muhârebe vukûuna ramak kalmış iken, Allah’ın rızâsını kazanmak ve Ümmet-i Muhammed’in kanını muhafaza etmek maksadıyla halifeliği Muaviye’ye bıraktı ve büyük bir fitneye mânî oldu. Böylece insanlar barış ve huzûra kavuştular. Bu fedâkârlık senesine“Âmu’l-Cemâa: Birlik yılı” adı verildi. Bu hareketiyle Hz. Hasan (r.a) müslümanlar arasında kan dökülmesine mânî olmuş, insanların barış ve huzur içinde yaşamalarına vesile olmuştur.[1]

YAĞMUR DUASI

Enes (r.a) şöyle buyurur:

“Rasûlullah (s.a.v) zamanında Medîne ahâlîsine bir kıtlık isabet etti. Bir Cuma günü Efendimiz (s.a.v) hutbe îrâd ederlerken bir kişi ayağa kalktı ve:

«‒Yâ Rasûlallah! At sürüleri helak oldu, koyun sürüleri mah­voldu. Allah Teâlâ’ya duâ etseniz de bize yağmur ihsân eylese!» dedi.

Rasûlullah (s.a.v) hemen ellerini kaldırıp dua ettiler.

Gökyüzü ayna gibi parlak iken bir rüzgâr esti, bu­lutlar meydana geldi. Sonra bulut toplandı ve gökyüzü kırbalarının ağzını açtı, bardaktan boşanırcasına yağmur yağmaya başladı. Mescid’den çıktık, sulara batarak evlerimize geldik. Öbür Cuma’ya kadar yağmur hep yağıp durdu. Cu­ma vakti yine o kişi veya bir başkası Rasûlullah (s.a.v)’in huzûrunda ayağa kalkıp:

«‒Yâ Rasûlallah! Evler yıkıldı, Allah Teâlâ’ya duâ etseniz de yağmuru durdursa!» dedi.

Rasûlullah (s.a.v) tebessüm ettiler, sonra da:

«(Allâh’ım!) Etrafımıza yağdır, üzerimize değil!» diye duâ ettiler.

Bulutlara baktım, açılıverdiler ve Medîne’nin etrâfında tâc gibi bir şekil oluşturdular.” (Buhârî, Menâkıb, 25)


SA'D BİN EBÎ VAKKAS'IN HASTALIĞI VE EFENDİMİZDEN DUYDUĞU MÜJDE

Saʻd bin Ebî Vakkâs (r.a) Vedâ Haccı’nda Mekke’de şiddetli bir hastalığa yakalanmıştı. Efendimiz (s.a.v)’e:

“‒Yâ Rasûlallah! Arkadaşlarım gidip de ben kalacak mıyım? (Burada ölecek miyim?)” diye sordu.

Allah Rasûlü (s.a.v):

“Hayır, sen burada kalmayacaksın. Allah rızâsı için güzel işler yaparak yükseleceksin. Allah’tan öyle umuyorum ki, daha nice yıllar yaşayarak kimi insanlar (mü’minler) senden fayda, kimileri de (kâfirler) zarar görecektir.”
buyurdular. (Buhârî, Cenâiz 36, Vesâyâ 2, Nefekât 1, Merdâ 16, Daavât 43, Ferâiz 6; Müslim, Vasıyyet 5)

Hakîkaten Saʻd (r.a) uzun seneler hayatta kaldı, pek çok hayırlı işler yaptı Irak’ın fethi onun eliyle gerçekleşti ve oraya vâli oldu.

HABEŞ NECÂŞÎSİ'NİN VEFAT HABERİ


Receb ayı içinde iken, Habeş Necâşîsi vefât etti. Allâh Rasûlü (s.a.v), arada deniz bulunduğu ve karadan da günlerce gidilecek mesâfe olduğu hâlde Necâşî’nin vefâtını hemen o gün ashâbına haber verdi ve:

“–Uzak bir beldede ölen kardeşinizin cenâze namazını kılınız!” buyurdu.

Sahâbîler:

“−Yâ Rasûlallâh! Kimdir o?” diye sorduklarında, Fahr-i Kâinât (s.a.v):

“–Necâşî Ashama’dır! Bugün Allâh’ın sâlih kulu Ashama öldü! Kardeşiniz için Allâh’tan mağfiret dileyiniz!” buyurdu ve gıyâbî cenâze namazı kıldırdı. (Müslim, Cenâiz, 62-68; Ahmed, III, 319; IV, 7)

Sonradan Necâşî’nin gerçekten tam da Allâh Rasûlü’nün haber verdiği gün vefât ettiği öğrenildi.

PEYGAMBERİMİZE SELÂM VEREN TAŞ VE BULUNDUĞU YER

Rasûlullah Efendimiz (s.a.v) şöyle buyururlar:

“Mekke-i Mükerreme’de bir taş vardır. Peygamber olarak gönderildiğim günlerde bana selâm verirdi. Ben şu an da onun hangi taş olduğunu biliyorum.” (Tirmizî, Menâkıb, 5/3624. Krş. Müslim, Fedâil, 2; Dârimî, Mukaddime, 4/20; Ahmed, V, 89, 95)

Tâhiru’l-Mevlevî
(rahmetullâhi aleyh) şöyle buyurur:

“Hz. Ebû Bekir’in evi hicrî 623 tarihinde, Yemen Meliki Nureddin bin Ömer bin Ali el-Mesʻûdî tarafından mescide çevrilmiştir ve hâlen Mekke’de kuyumcular çarşısında (bugün Hilton otelinin bulunduğu yerde) mâmur olup ziyâret edilmektedir. Bu evin sırasında Hacer-i Mütekellim, karşısında da Hacer-i Mütteke’ nâmıyla iki taş vardır ki birincisinin Rasûlullah (s.a.v) Efendimiz’e selâm verdiği, ikincisine de Efendimiz (s.a.v)’in dayandığı rivâyet edilir.”[2]

PEYGAMBERİMİZİN ÇAĞRISINA GİDEN HURMA SALKIMI


İbn-i Abbâs
(radıyallâhu anhümâ) şöyle buyurur:

“Bir bedevî Rasûlullah (s.a.v) Efendimiz’e gelerek:

«–Senin Nebî olduğunu nereden anlayabilirim?» dedi.

Rasûl-i Ekrem Efendimiz (s.a.v):

«–Hurma ağacından şu salkımı çağırdığımda yanıma gelirse benim Allâh’ın Rasûlü olduğuma şehâdet eder misin?» buyurdular.

Rasulullah (s.a.v) o salkımı çağırdılar. Salkım hurma ağacından aşağıya inmeye başladı ve Nebiyy-i Ekrem (s.a.v) Efendimiz’in yanına düştü.

Sonra Efendimiz (s.a.v) ona:

«‒Dön!» buyurdular, o da yerine döndü. Bunun üzerine bedevî İslâm’a girdi. (Tirmizî, Menâkıb, 6/3628)

ABBAS (R.A.)'IN MALLARINI HABER VERMESİ

Rasûl-i Ekrem (s.a.v) Efendimiz’in amcası Abbas (r.a), Bedir esirleri arasında Medine’ye getirilince Efendimiz (s.a.v) ona:

“–Ey Abbas! Kendin, kardeşinin oğlu Akîl, Nevfel bin Hâris ve anlaşmalın Utbe bin Cahdem için fidye öde!” buyurdular.

Abbas (r.a) fidyeleri ödemek istemedi ve:

“–Ben bundan evvel Müslümandım, savaşa çıkmak için beni zorladılar!” dedi.

Rasûlullâh (s.a.v):

“–Senin hâlini en iyi Allâh Teâlâ bilir. Dediğin doğru ise Allâh Teâlâ elbette ecrini verir. Lâkin senin durumun görünüşte bizim aleyhimize idi. Dolayısıyla fidyeni öde!” buyurdular ve onun yanında bulunan 20 ukiyye altına da harp ganimeti olarak el koydular. Abbas:

“–Yâ Rasûlallâh! Hiç olmazsa bunu fidye yerine say!” dedi.

Rasûlullâh (s.a.v):

“–Hayır! Bu Allâh Teâlâ’nın senden bize nasip ettiği ganimettir.” buyurdular. Abbas (r.a):

“–Bundan başka malım yok!” dedi.

Bunun üzerine Allâh Rasûlü (s.a.v):

“–Yola çıkarken Mekke’de hanımın Ümmü’l-Fadl’a bıraktığın mallar nerede? Yanınızda ikinizden başka kimse yoktu. Sen:

«‒Bu seferimde eğer öldürülürsem Fadl’a şu kadar, Kusem’e şu kadar, Abdullah’a şu kadar ver!» demiştin!” buyurdular.

Bu sözler üzerine hayrette kalan Abbas (r.a):

“–Seni hak ile gönderen Allâh’a yemin ederim ki bunu benden ve Ümmü Fadl’dan başka hiç kimse bilmiyordu. Şunu kesinlikle biliyorum ki Sen Allâh’ın Rasûlü’sün!” dedi. (Ahmed, I, 353; İbn-i Sa’d, IV, 13-15. Krş. Buhârî, Cihâd, 172)

Dipnotlar: 1) İbn Abdi’l-Berr, el-İstîâb, I, 371. 2) Tâhiru’l-Mevlevî, Müslümanlığın Medeniyete Hizmetleri, sad. Abdullah Sert, İstanbul: Bahar Yayınları, 1974, II, 132.
Daha yeni Daha eski