Osmanlılar, koğuculuk, iftirâ, tezvîr, küfür, kin, garaz, kumar, intihar, düello ve cinâyet gibi her türlü fenâlıklardan son derece kaçınıp korunmaya çalışmışlardır. Öyle ki dıştan bakanlar, onların bu fenâlıkları âdeta bilmediklerine hükmetmişlerdir.
Du Loir şöyle der:
“Türkler herhangi bir intikam hissi beslemekten son derece çekinirler: Dinlerinin bu husûsa âit bir hükmü mûcibince cuma namazına başlamadan önce düşmanlarını affettiklerini âdeta îlân etmek durumundadırlar. Aksi hâlde namazlarının kabul edilmeyeceğine inanırlar. Ayrıca her bayramın birinci günü de onlar için umûmî bir barış günüdür. Birbirlerine rastladıklarında musâfaha ederler ve küçük olan büyüğünün elini öptükten sonra ellerini başlarına götürüp «Bayramın mübârek olsun!» derler.”
Yine Du Loir:
“Küfürbazlık, öfke ve intikam hissinin müşterek mahsûlü olduğu gibi, kumarbazlığın da tabiî bir neticesidir. Bu, hristiyan memleketlerinde pek yaygın bir şekilde mevcuttur. Ancak Osmanlılar’ın sokaklarında da evlerinde de hiçbir küfür sözü işitilmez. Bunun yüzümüzü kızartacak ve bizi hayrete düşürecek tarafı da, Osmanlılar’ın yalnız ağızlarında değil, lisanlarında da küfür kelimelerinin bulunmayışıdır. Onlar yalnız «Vallâhi» şeklinde Allâh’a yemin ederler.” demektedir.
Nitekim o devre şâhid olan yaşlı kimseler bilirler ki, bir şahsın kendisini kızdıran bir meselede muhâtabı için kullandığı cümleler:
“Lâ havle…” veya;
“Lâ havle velâ kuvvete illâ billâh…”
“Hay Allah derdini alsın!”
“Fesübhânallâh!”
“Hasbünallâhu ve ni‘mel-vekîl!”
“Yâ sabır!” gibi güzellik ve hayır telkîn edici ifâdelerden ibarettir. Tekke ve zâviyelerde de duvarlara asılı levhalarda tesellî için:
“Bu da geçer yâ hû!”, “Vazgeç yâ hû!” ve “Hoş gör yâ hû!” tâlimatları meşhurdur.