Yusuf Suresi Tefsiri

Yusuf Suresi Tefsiri

KURAN’I KERİM TEFSİRİ

ÖMER NASUHİ BİLMEN

Yusuf Suresi Tefsiri, Türkçe Meali ve Açıklaması


Bismillâhirrahmânirrahîm

Bu mübârek sûre yüz onbir âyeti kerimeyi kapsamaktadır. Mekke’i Mükkerreme’de nâzil olmuştur. Yûsuf Aleyhisselâm’ın pek hoş, pek güzel, pek ziyade ibret ve teselli veren kıssasını içerdiği için kendisine “Yûsuf Sûresi” adı verilmiştir. Bu mübârek sûrenin iniş sebebi hakkında birkaç rivayet vardır. Kısacası deniliyor ki: Yahûdi âlimleri, müşriklerin büyüklerine demişler ki: Hz. Muhammed’den sorunuz, Yâkub Aleyhisselâm’ın ailesi ne için Şam’dan Mısır’a intikâl etmiştir?. Ve Yûsuf Aleyhisselâm’ın kıssası neden ibaretdir?. Bunun üzerine Cenâb-ı Hak, bu sûrei celileyi indirmiş, bunda Hz. Yûsuf’a dair pek mükemmel bilgi vermiş, Peygamber Efendimizin ilâhî vahye kavuştuğuna bu da, ayrıca açık bir delil olmuştur. Çünki o tarihe kadar Arab’lar arasıpda bu kıssaya dair böyle mükemmel bilgi mevcud değildir. Bununla beraber bu kıssanın inişi, insanlık alemindeki garip garip ruh hallerini bildiriyor, bir Peygamber adayının ne kadar masumane, ve şerefli hareketlerde bulunmuş olduğunu uyulması gereken bir örnek olmak üzere insanlığın dikkatlerine sunuyor, temizlikle, sabr ve sebât ile, af ve kerem ile vasıflanmış zatların ne kadar güzel mertebelere kavuşacaklarına işaret buyuruyor, Rasûlü Ekrem Efendimize de teselli vererek kavminin ezâ ve cefâsına karşı sabr ve sebatda, affedici muamelelerde bulunmasını tavsiye etmiş oluyor.

1. Elif, Lâm, Râ. İşte bu, apaçık kitabın ayetleridir.

1. Bu mübârek âyetler, Yûsuf Sûresindekiaçıklamaların Kur’an ayetlerinden olduğunu bildiriyor. Ve Kur’an’ı Kerim’in Arap lisanı üzere inmesinin hikmetine işaret ediyor. Ve bu sûrenin inişi ile Rasûlü Ekrem’e evvelce bilmediği en güzel bir kıssanın bildirilmiş olduğunu haber veriyor. Şöyle ki: (Elif, Lâm, Râ) Bu mübârek harflere dâir Bakare sûresinin birinci âyetine bakınız. (İşte bu) Sûredeki izahlar, âyeti kerimelerle birçok hakikatleri (apaçık bildiren kitabın) Kur’an-ı Kerim’in (âyelerîdir.) Evet.. Kur’an-ı Kerim, Rasûlü Ekrem’in peygamberliğini açıkça bildiren bir söz mucizesidir, hidâyet ile sapıklığı, helâl ile haramı bildiren ilâhî bir kitabtır, eski ümmetlerin kıssalarını tarihî hallerini dikkat nazarlarına sunan bir hakikat kitabının açıklamasıdır.

2. Şüphe yok ki, biz onu bir Arapça Kur’an olarak indirdik, umulur ki, siz güzelce anlarsınız.

2. (Şüphe yok ki, biz onu) O apaçık kitabı (bir Arapca Kur’an olarak indirdik) yani: Onu başka lisan ile değil, en geniş, en açık, en ahenkli olan Arab dili üzere Son Peygamber’e indirdik, (umulur ki, siz güzelce anlarsınız) yani: Ey o kitabın hükümleriyle yükümlü olan insanlar!. Size lâyık olan odur ki, o kitabın yüceliğini, kendisinin belâgat yönünden mükemmelliğin!, hükümlerinin hitaplarının bütün insanlığa yönelik bulunduğunu akıllıca düşünür de İslâm şerefine ulaşmayı en büyük bir vazife, en yüksek bir saadet kabul edersiniz. Çünki bu Kur’an-ı Kerim, en edebî, en kapsamlı, en mükemmel hükümleri kapsayıcı bulunmaktadır ve bütün insanlığa hitab etmektedir. Bütün insanları bir kardeşlik dairesinde yaşamaya dâvet eylemektedir ve bütün mü’minlerin ortak ve kutsal bir kitabı bulunmaktadır.

3. Biz sana bu Kur’an’ı vahy etmekle sana en güzel kıssayı anlatıyoruz. Halbuki, sen ondan evvel elbetde bilmiyenlerden idin.

3. Ey Yüce Resûlüm!. (Biz sana bu Kur’an’ı) Busûre-i celileyi (vahyetmemizle sana en güzel kıssayı naklediyoruz.) Yani: Geçmiş ümmetlere ait olan hikâyelerin, olayların arasında en güzel, en mühim en ibret verici olan haberleri sana bildiriyoruz. Veya birçok ibretler!, hikmetleri, nükteleri, faideleri içeren ve bir nice adilce, zalimce şeref lice muameleleri dikkat nazarlarına sunan Yûsuf Aleyhisselâm’ın kıssasını beyan buyuruyoruz. (Halbuki,) Habibim, Ya Muhammed! (Sen ondan evvel) sana böyle ilâhî vahiy gelmeden önce (elbetde) Hz. Yûsuf’a ve benzerlerine ait kıssalardan veya diğer dinî meselelerden (bilmeyenlerdendir.) Bu gibi şeyler senin hatırına gelmemişti. Bunlara dair bilgi sahibi değildin. Şimdi ise bunları böyle mükemmelce bilmen senin hakkında ilâhî bir bir lütuftur. Ve senin peygamberliğe sahip olduğuna. Allah’ın vahyine kavuşmuş bulunduğuna ait kesin bir delil mahiyetindedir.

§ “Kas”, “kasas” ve “İktisâs”, birşeyin arkasına düşmek, bir hayrı olduğu gibi doğru bir şekil üzere rivâyet etmek mânâsınadır. Binaenaleyh “Ahsenülkasse” bir vâkiayı anlatmanın en güzeli veya bir vâkiayı en güzel anlatış demektir. Kıssa ise bir iş, bir hikâye, izi takibedilmeğe lâyık bir hâl, bir hadiseyi rivâyet etmek mânâsınadır. Çoğulu “kısastır.

4. Bir vakit ki, Yusuf babasına demişti: Ey babacağım! Muhakkak ben rüyâmda on bir yıldız ile güneşi ve ayı gördüm, onları bana secde ederlerken gördüm.

4. Bu mübârek âyetler, Hz. Yûsufun gördüğü pek aydınlık bir rüyayı muhterem pederine haber verdiğini bildiriyor, muhterem pederî de onu korumak maksadiyle bu rüyasını kardeşlerine söylememesini kendisine tavsiye buyurduğunu ve Hz. Yûsufun mühim bir bilgiye, muazzam bir nimete kavuşacağını kendisine müjdelemiş olduğunu beyân buyurmaktadır. Şöyle ki: Resûlüm Hz. Muhammed!. Hatırla (bir vakit ki, Yûsuf babasına) Yâkub Aleyhisselâm’a(demişti: Ey babacağım!.) Ey muhterem babacığım!. (Muhakkak ben rüyâmda) uyku hâlinde (onbir yıldız ile güneşi ve ayı gördüm) bunlar gözlerimin önünde görünür oldular, bir de bakıp (onları bana secde ederlerken gördüm.) hepsi de secdeye kapanmaktadırlar. Rivâyete göre bu hâdise zamanında Hz. Yûsuf henüz on iki veya on yedi yaşında bulunuyormuş. Bu rüyâ Kadir gecesine tesadüf etmişti. On iki yıldız ile güneş ve ay gökten inerek Hz. Yûsufa karşı secdeye Yarmışlardı. Bu on iki yıldız Hz. Yûsufun kardeşleriyle, güneş de muhterem pederiyle ve ay da muhterem validesiyle tevil edilmiştir. Bu rüyâ Hz. Yûsufun pek parlak bir geleceğe kavuşacağını gösteriyordu.

5. Babası dedi ki: Yavrucuğum! Rüyanı kardeşlerine haber verme. Sonra senin için bir tuzak kurarlar. Şüphe yok ki, şeytan insan için apaçık bir düşmandır.

5. Yâkub Aleyhisselâm (Dedi ki: Yavrucuğum!.) Ey sevgili yavrum Yûsuf!. Bu (rüyânı kardeşlerine haber verme) bunu onlara söyleme. Onlar bu rüyâya bakarak senin yüksek bir istikbâle kavuşacağını anlarlar da (sonra) bir kıskançlık sebebiyle (senin için bir tuzak kurarlar) senin için bir tuzak hazırlayarak hayatına kasdetmek isterler. (Şüphe yok ki, şeytan insan için apaçık bir düşmandır.) Onun düşmanlığı pek açıktır. Nitekim Hz. Âdem ile Hz. Havva hakkında da büyük bir düşmanlıkta bulunmuştu. Binaenaleyh o şeytan, Hz. Yûsufun kardeşlerine de pek kötü vesveselerde bulunarak onları cinayetlere sevkedebilir. Artık onun şerrinden Cenâb-ı Hak’ka sığınmalıdır.

§ Hz. Yâkub, oğulları içinde Hz. Yûsuf’u daha fazla severdi. Onda daha başka bir güzellik ve olgunluk görünmekte idi. Onun hakkında kardeşlerinin kıskançlık sebebiyle kötülükte bulunacaklarını tahmin ederek rüyasını kardeşlerine söylememesini emretmişti.Rüyâları, hoşlanmayacak veyahut yanlış yorumlayacak kimselere söylememelidir. Ashab-ı Kirâm’dan Ebû Saidilhudri Hazretleri Rasûlü Ekrem Efendimizden şu meâlde bir Hâdisi Şerif rivâyet etmiştir: “Sizden biri seveceği = hoşuna gidecek, bir rüyâ görürse o mutlaka Allah tarafındandır. Artık Allah Teâlâya hamdetsin ve onu söylesin. Yani: Münasip olan kimseye anlatabilir. Ve bundan başka, hoşuna gitmeyecek bir rüyâ gördüğü zaman da o ancak şeytandandır. Artık onun şerrinden Allah’a sığınsın ve o rüyâyı kimseye söylemesin. Çünki bu takdirde o rüyâ, kendisne bir zarar vermez. Salih rüyalar bir nevi ilham kabilindendir.” Çoğu kez hayırlı rüyâların tabiri, gösterdiği şey uzunca bir müddet sonra meydana gelir. Çünki öyle bir müddet beklemeden sonra meydana çıkacak hayırlı hâdiselerin ruh üzerindeki güzel tesiri daha fazla olur, sahibine daha çok zevk verir. İşte Hz. Yûsufun bu rüyâsı da kırk sene sonra meydana gelmiş, anne babası ile kardeşleri bu müddetden sonra kendisiyle görüşmüşler, ona karşı Cenâb-ı Hak’ka şükr için secdeye kapanmışlardır.

6. Ve işte öylece Rabbin seni seçecek ve sana rüyâların tabirinden bilgi verecek ve nimetini senin ve Yâkub hanedanının üzerine tamamlayacak, nasıl ki, onu evvelce ataların İbrahim ve İshak üzerine de tamamlamıştı. Şüphe yok ki, senin Rabbin çok iyi bilendir, hikmet sahibidir.

6. (Ve) Yâkub Aleyhisselâm, Hz. Yûsuf’a dedi ki: (İşte öylece) yüksek şereflere, makamlara kavuşmasına işaret olunduğu gibi (Rab’bin seni seçccek yüksek) derecelere, çeşitli kerametlere, mucizelere muvaffak buyuracak (ve sana) bazı (rüyâların tabirinden bilgi verecek) yani: Bir kısım görülecek rüyâların güzelce tâbirine muvaffak olacaksın. Diğer bir görüşe göre de ilâhî kitapların tefsirine ve birtakım sözlerin yorum ve açıklamasına güç yetireceksîn veyahut birtakım olayların Allah’ın kudreti ile meydana gelip ne gibi hikmetlere dayalı olduğunu Allah’ın ilhamı sayesinde güzelce anlayabileceksin. (Ve) Ey muhterem Yûsuf!. Cenâb-ı Hak (nimetini senin ve Yâkub ailesinin üzerine tamamlayacak) yani: Seni peygamberliğe kavuşturacak, Yâkub Aleyhisselâm’ın diğer çocuk ve torunlarını da yüksek şeref ve üstünlüğe eriştirecektir. Hz. Yûsufun rüyâsındaki on bir yıldızdan maksat, on bir kardeşi olduğundan onların da yıldızlar gibi parlak bir durumda bulunacaklarına işaret edilmiştir. Hatta onların da bilahara peygamberliğe kavuştukları düşünülmüştür. Onlar, Hz. Yûsuf’a karşı öyle bir su-i kasitde bulunmuş oldukları halde böyle bir şerefe nasıl ulaşabilirler?. Diye sorulacak olan bir suale cevaben deniliyor ki: Peygamberlerin masum olmaları peygamberliğe kavuşmalarından sonradır. Onların o su-i kasitleri ise peygamberliklerinden önce olmuştur. Mamafih bu meselede ihtilâf vardır. Peygamberlerin daima mâsum bulunmuş olduklarına inananlar daha çoktur. Onlardan insanlık hâli meydana gelen bazı yasak işler, birer sürçme ve daha iyi olanı terketme kaabilindendir. Kısacası: Cenâb-ı Hak büyük bir şeref ve nimete o yüksek aileyi kavuşturmuştur. (Nasıl ki, onu) O nimeti, o muazzam şerefi (evvelce) Yâkub Aleyhisselâm’ın zamanından önce, ey muhterem Yûsuf, senin büyük (ataların İbrahim ve Ishak üzerine de tamamlamıştı.) Cenâb-ı Hak, onları da peygamberlik ve risalete kavuşturmuştu. Sonra sizi de bu gibi nimetlere kavuşturacaktır. (Şüphe yok ki, senin Rab’bin bir alimdir) herşeyi hakkıyla bilicidir ve (hakîmdir) hikmeti sonsuzdur. Herşeyi bir hikmet ve fayda üzere meydana getiren Kerem Sahibi bir Yaratıcıdır. Şüphesiz buna inanıyoruz.

§ “Ehâdis”, hadisin çoğuludur. Hadis de söz, yeni ortaya çıkan, eski olmayan, yeni şey demektir. Peygamber Efendimizin mübârek sözlerine, fiillerine de hadis denilir. Bunlar kavlî (sözlü) hadisler ve fiilî hadisler kısımlarına ayrılmışlardır. “Hâdis” de “ezelî olmayıp sonradan meydana çıkan şeydir. Hadise” ise olay, mâcerâ, sonradan meydana gelen durum demektir. Çoğulu: “Havâdis”. “Hudüs” da vaktiyle bulunmayan birşeyin bilahara meydana gelmesidir. “Hades” de abdestsizlik, cenabet hâli, sonradan meydana gelmek mânâsınadır.

§ Hedâset de yenilik, halin başlangıcı ve gençlik demektir.

7. And olsun ki, Yûsuf ta ve kardeşlerinde isteyenler için bir nice ibretler var idi.

7. Bu mübârek âyetler, Hz. Yûsuf’a ait kıssanın birçok ibret verici alâmetleri, işaretleri kapsadığını bildiriyor. O mâsumun hakkında kardeşlerinin neler düşünüp nasıl SİM kasitde bulunmak istemiş olduklarını şöylece beyan buyuruyor: (And olsun ki) yani: Sırf hakikattır ki (Yusuf ta ve kardeşlerinde) onlara ait haberde, kıssada, (isteyenler için) onların kıssasına dair bilgi isteyenler için veya onların kıssalarındaki ibretten, işaretleri nazar-ı itibara alacak, onlardan istifade edebilecek düşünen zatlar için (birnicc ibretler var idi) onları her uyanık kimse düşünüp onlardan yararlanmalıdır. “Hz. Yûsufun onbir kardeşi var idi. Bunlardan birisi ana baba bir kardeşi idi ki, adı “Bünyamin” idi. Diğerleri de yalnız baba bir kardeşleri bulunuyordu. İşte Hz. Yûsuf ile bu onbir kardeşine ait kıssanın birnice âyetleri yani: Alâmetleri, ibret verici olayları, işaretleri içerdiği şüphesizdir. Bu cümleden olarak tefsirlerde deniliyor ki: Evvelâ, Kur’an’ı Kerim’in bu kıssayı böyle mükemmel bir suretde bildirmesi, Rasûlü Ekrem Efendimizin ilâhî vahye kavuşmuş yüce bir peygamber olduğuna şahitlik etmektedir. İkincisi:Peygamberimizin yakınlarından bir kısmı sadece bir kıskançlık sebebiyle onun peygamberliğini inkâr edip hakkında düşmanlık gösteriyorlardı. Bu kıssa ise Hz. Yûsuf’a karşı da kardeşlerinin böyle bir durumda bulunmuş olduklarını bildiriyor, fakat daha sonra Cenâb-ı Hak’kın ona yardım etmiş, kardeşlerini ona muhtaç kılmış olduğunu beyan buyuruyor. Artık bu gibi sonuçları düşünüp de sabr edilmesine ve cahilce kıskançlıklardan kaçınılmasına işaretde bulunmuş oluyor. Üçüncüsü: Bu güzel kıssa gösteriyor ki: Hz. Yûsufun rüyâsı uzun bir müddet sonra tabir edildiği şekilde meydana gelmiştir. İşte Hak Teâlâ’nın Son Peygamber’e olan ilâhî vâ’di de, onun düşmanlarına karşı yardıma, zafere kavuşacağı da ergeç meydana gelecektir. Bu gecikmeden dolayı Hz. Muhammed’i yalanlamanın doğru olamıyacağına bu kıssa da bir misâl, bir delil teşkil etmektedir. Dördüncüsü: Bu seçkin kıssa gösteriyor ki: Hz. Yûsufun kardeşleri onun yaşamasını, ve yakınlık görmesini istemiyerek bu husûsda ne kadar çalışmışlar ise de o arzularına kavuşamamışlar ve Cenâb-ı Hak’kın yardımına, ilâhî takdirinin ortaya çıkmasına cengel olamamışlardır. İşte Rasûlü Ekrem Efendimizin muvaffakiyetlerine yüksek derecelere kavuşmasına da onun düşmanları asla engel olamayacaklardır.

8. O vakit ki, demişlerdi: Elbetde Yûsuf ile kardeşi babamıza bizden daha sevgilidir. Halbuki, biz birbirine bağlı kuvvetli bir cemaatiz. Şüphe yok ki, bizim babamız, elbetde apaçık bir hata içindedir.

8. Ve hatırla!. (O vakit ki) Hz. Yûsufun baba bir kardeşleri birbirine (demişlerdi) ki, (elbetde Yûsuf ile) Bünyamin adındaki ana baba bir (kardeşi babamıza bizden daha sevgilidir) onlara olan fazla sevgisi değişmez bir durumdur. (halbuki, biz birbirine bağlı, kuvvetli bir cemaatiz) yani: Biz problemleriçözmeye ve karar vermeye sevgiye daha lâyık bir topluluğuz. (Şüphe yok ki, bizim babamız) Yâkub Aleyhisselâm (elbetde apaçık bir hata içindedir.) Bizim gibi daha kuvvetli, kendisine daha fazla hizmete güç yetiren çocukları var iken bu vasıfları taşımayan diğer iki oğlunu bizden daha fazla seviyor, bu doğru bir hareket değildir. “Hz. Yakub’un oğulları, babalarının yüce bir peygamber olduğunu bilip itiraf ediyorlardı, ancak onun kendileri hakkında eşitliğe riâyet etmeyip diğer iki oğluna daha fazla muhabbet ve ilgi göstermesini bir içtihat hatası gibi kabul ediyorlardı ve kendi içtihatlarına göre de babalarının daha iyi olan muameleyi terketmiş olduğuna kanaat getiriyorlardı. Halbuki, Hz. Yûsuf ile kardeşi daha genç idiler, anneleri “Râhil” de vefat etmişti. Bu cihetle haklarında daha fazla şefkat ve alâka gösterilmesi bir yaratılış gereği, bir ruhî eğilim neticesi olduğu idi. Bununla beraber Hz. Yusuf’ta görünen güzellikler ve üstünlükler ve onun görmüş olduğu rüyâ, onun kadrinin yüceliğini gösterip durmakta idi. Artık öyle pek kıymetli evlada karşı fazla bir sevgi ve ilgi, pek tabiî görülmek lâzım gelirdi. Binaenaleyh Hz. Yâkub mazur idi, ona hata isnâdî doğru olamazdı. Şu kadar var ki, kendisine isnâd edilen dalal, yani hatadan maksad, dünya menfaatlarına riâyet etmemekten ibarettir. Yoksa onun doğruluk ve sevap yolundan ayrılmış olması demek değildir. Artık Hz. Yakub’un oğulları da böyle bir isnatda bulunmakla ictihad! bir hatada bulunmuş demektedirler. Yoksa muhterem babalarına uhrevî bir husus hakkında hata isnâd etmiş değildirler.

§ “Usbe”, kuvvetli bir cemaat demektir. Ondan kırka veya birden ona veyahud üçten ona kadar olan erlere denilir.

§ “İsâbe” de toplu insanlar, atlar, kuşlar demektir. “Usûbet” de kuşatmak, kaplamak mânâsınadır.

9. Yûsuf’u öldürün veya onu bir yere atınız ki, babanızın yüzü yalnız size kalsın ve siz ondan sonra sâlihler olan bir cemaat olursunuz.

9. Hz. Yûsufun on kardeşi arasında öyle bir konuşma, istişâre cereyan ederken hariçten birisi veya içlerinden biri dedi ki: (Yûsuf’u öldürün veya onu bir yere atınız ki) artık babasıyle birleşmeleri mümkün olmasın (babanızın yüzü yalnız size kalsın) babanız tamamen sizinle ilgilenmiş olsun, sizden başkasına iltifatda bulunmasın (ve siz ondan) öyle bir hareketde bulunduktan (sonra sâlihler olan bir cemaat olursunuz) yani: Tevbe edip af dileyerek durumunu düzeltmiş bir topluluk halinde yaşarsınız. Cenâb-ı Hak sizi affetmiş olur veyahut sizin ile babanız arasındaki ihtilâf, düzeltilmiş veya dünyevî işlerinizde iyi hâl sahibi olmuş olursunuz.

10. Onlardan biri dedi ki: Yusuf’u öldürmeyin ve onu kuyunun dibine atıverin, onu kervanlardan birisi alıverir, eğer siz yapacak kimselerden iseniz böyle yapınız.

10. (Onlardan) O kardeşlerden (bir söyleyici) o konuşmaya katılmış olan bir şahıs ki, rivayete göre “Yehuza” adındaki kardeşleridir. Bu onların içinde güzelce rey sahibi bulunuyordu. (Dedi ki: Yusufu öldürmeyin) Buna hacet yok. (Ve onu kuyunun dibine) En aşağı yerine (atı verin) kuyunun en aşağısına bırakınız, ona öldürmek cinayetinde bulunmayınız (onu kervanlardan birisi alıverir.) Başka şehirlere götürür. Ondan kurtulmuş, rahata ermiş olursunuz, bu yeterlidir. (Eğer siz yapacak kimselerden iseniz) babasıyla onun arasını ayırmak isteyip duruyor iseniz (böyle yapınız) bununla yetininiz.

§ “Gıyâbe”; karanlık, bulut, birşeyi gözlerden kaybeden herhangi bir yer demektir. “Cub” de büyük bir kuyu demektir ki, etrafı örtülmemiş bulunur. Bu kuyu Ürdün diyarında imiş veya Mısır ile Medyen arasında imiş. Veya Hz. Yakub’un oturduğu yer olan Kenan’dan üçfersah uzakda bulunuyormuş. Ürdün ile Medyen ise Ken’an nahiyelerindendir.

11. Dediler ki: Ey babamız! Sana ne oluyor ki. Yûsufu bize inanmıyorsun? Ve halbuki, biz onun için elbetde iyiliksever kimseleriz..

11. Bu mübârek âyetler, Hz. Yûsuf’u yanlarında alıp kıra götürmek isteyen kardeşleriyle muhterem babaları arasında cereyan eden konuşmaları tasvir ediyor. Kardeşlerinin kuvvetli bir topluluk olduklarından bahsedip muhterem babalarına da teminat vererek onun korkusunu üzüntüsünü gidermek istemiş olduklarını beyan buyuruyor. Şöyle ki: Hz. Yusuf’un on kardeşi aralarında karar verdikten sonra muhterem babalarına müracaat ederek (dediler ki: Ey Babamız!. Sana ne oluyor ki. Yûsuf’u bize inanmıyorsun?) Halbuki, sen hepimizin babasısın. Yûsuf da bizim kardeşimizdir, bizim aramızda böyle bir kuvvetli bağ vardır, artık bize emin olmak lâzım gelmez mi?. (Ve halbuki, biz onun için elbette iyiliksever kimseleriz) onun hakkında hayır dileriz ona karşı şefkatliyiz, onun hakkında bizden bir kötülüğün meydana gelmesi elbette düşünülmemelidir.

12. Onu yarın bizimle beraber gönder, bol bol meyve yesin ve oynasın. Ve şüphe yok ki, biz onu elbetde koruruz.

12. Ey muhterem babacığım!. (Onu) Kardeşimiz Yûsuf’u (yarın bizimle beraber) Sahraya (gönder) genç kardeşimiz (bol bol meyve yesin) Sahradaki nimetlerden istifade etsin (ve oynasın) gezsin, koşup dursun. (Ve şüphe yok ki, biz onu) o genç kardeşimizi (elbetde muhafaza edicileriz.) Onu güzelce koruyarak sana sapasağlam döndürürüz.

13. Dedi ki: Onu alıp götürmeniz şüphesiz ki, beni üzer. Ve siz ondan habersiz bulunduğunuz halde onu kurdun yemesinden korkarım.

13. Yâkub Aleyhisselâm da onlara cevaben (dedi ki: Onu) oğlum Yûsuf’u (alıp) kırlara (götürmeniz şüphesiz ki, beni üzer) Yani: Onu yanımdan ayırmak istemem, onun benden ayrılışı beni kalben üzüntü ve kedere, endişeye düşürür, onun ayrılığına dayanamam (ve) bununla beraber (siz ondan habersiz bulunduğunuz) kendi aranızda yiyip içmeğe, oynayıp gezmeğe koyulduğunuz bir (halde onu kurdun yemesinden korkarım) çünki, o havalide pek çok kurtlar bulunurmuş, bir dikkatsizlik, bir önemsememe neticesi olarak daha çocuk mesabesinde bulunan Hz. Yûsuf a kurtların saldırması düşünülmüştür.

14. Dediler ki: Biz kuvvetli bir topluluk olduğumuz halde onu eğer kurt yerse artık şüphesiz ki, biz elbetde âcizliğe düşmüş kimseleriz.

14. Muhterem babalarının bu mazeretine rağmen oğulları cevap olarak (dediler ki: Biz kuvvetli bir topluluk) on kişiden oluşan tek vücut bir cemaat (olduğumuz halde onu) o korumasını üzerimize aldığımız Yûsuf’u (eğer kurt yerse artık şüphesiz ki, biz) o takdirde (elbetde hüsrana düşmüş) pek zayıf bulunmuş, helâke uğramış (kimseleriz) eğer biz öyle kardeşimizi koruyamazsak artık bizim varlığımızın hiçbir kıymeti bulunmamış olur. Halbuki, biz bilâkis korumaya

15. Vaktâki, Yûsuf ile beraber gittiler ve onu kuyunun dibine atmaya ittifakla karar verdiler. Biz de ona şöyle vahy ettik: And olsun ki, sen onlara hiç farkında olmadıkları halde bu işlerinden elbetde haber vereceksin.

15. Bu mübârek âyetler de Yûsuf Aleyhisselâma karşı kardeşlerinin yapmış oldukları su-i kasti ve onların yalan yere yemin ederek babalarına ne kadar hakikat dışı beyanatda bulunmuş olduklarını bildiriyor ve Hz. Yûsufun geleceğine ait ne kadar teselli verici bir kısmete kavuştuğunu, Yâkub Aleyhisselâm’ın da sabra sarılarak Cenâb-ıHak’tan yardım beklemiş bulunduğunu beyan buyuruyor. Şöyle ki: Hz. Yûsufun kardeşleri muhterem babalarının müsaadesini aldılar, (vaktaki. Yûsuf ile beraber) sahraya (gittiler) rivâyete göre yolda o mâsuma bazı eza ve cefada bulundular, onu ağlattılar, üzerinden gömleğini çıkarıp aldılar, kendisini (kuyunun dibine atmaya ittifakla karar verdiler) bu kararlarını yerine getirdiler. Cenâb-ı Hak da buyuruyor ki, bu hâdise üzerine (biz de ona) Hz. Yûsuf a (şöyle vahyettik: And olsun ki, sen onlara) o sana böyle su-i kastte bulunmuş kardeşlerine (hiç farkında olmadıkları halde) senin kardeşleri Yûsuf olduğunu anlayamadıkları bir şekilde (bu işlerinden) sana yapmış oldukları bu merhametsizce hareketlerinden (elbetde>) bir müddet sonra kendilerine (haber vereceksin) yani: Sen yaşayacak, nimetlere, mevkilere kavuşacaksın, kardeşlerinle de görüşecek kendilerine bu yapmış oldukları insafsızca muamelelerini haber vereceksin, onlar ise senin Yûsuf olduğunu başlangıçta bilemiyeceklerdir. Bu ilâhî vahiy, Hz. Yûsuf hakkında bir müjdeden ibâretdi. Onun üzüntü ve kederini gidermeye bir vesile olmuştu.

16. Ve babalarına akşam vakti ağlayarak geldiler.

16. (Ve) Hz. Yûsufun kardeşleri, öyle Sahraya gittikden sonra (babalarına akşam vakti) gündüzün sonunda, gecenin karanlığında (ağlayarak) gözlerinden yaşlar akarak, yanlarında Hz. Yûsuf bulunmaksızın (geldiler) Hz. Yâkub bunları öyle ağlar bir vaziyetde görünce öfkelendi, ne oldu size?. Neden ağlıyorsunuz?. Yûsuf nerede diye sordu.

17. Dediler ki: Ey babamız! Biz hakikaten bir yarış ederek gittik. Yûsuf’u da eşyamızın yanında bıraktık, hemen onu kurt yemiş ve sen bize doğru sözlü kimseler olsak da inanmazsın.

17. Hz. Yakub’a cevaben (dediler ki: Eybabamız!, biz) Sahraya çıkınca kendi aramızda (hakikaten bir yarış ederek gittik) kendi aramızda bir müsâbakada bulunmak için koşup durduk, biraz dolaştık (Yûsuf’u da eşyamızın) elbisemizin, yiyeceğimiz şeylerin vesâirenin (yanında bıraktık) kendisinden biraz ayrıldık (hemen onu kurt yemiş) aradan birçok zaman geçmeden kendisini bir kurt parçalayıp yemiş, biz kendisinden fazlaca kayıtsız bulunmadık. (Ve) Ey muhterem babamız!. (sen bize) kanaatine göre (doğru sözlü kimseler olsak da) Yûsuf’a olan fazla sevginden dolayı bize yine (inanmazsın) bu haber verdiğimiz fâciayı tasdik etmezsin. Artık bizim hakkımızda kötü zanda bulunduğun halde bizi tasdik eder misin?. Elbetde etmeyeceksindir.. Yahut biz her ne kadar Allah’ın yanında doğru kimseler isek de elimizde delil bulunmadığı için sen bizi tasdik etmezsin.

18. Ve gömleği üzerinde yalancı bir kan olduğu halde gelmişlerdi. Dedi ki: Size nefisiniz belki bir işi güzel gösterdi. Artık güzel bir sabr! Ve ancak Allah Teâlâ’dır, sizin şu söylediklerinize karşı kendisinden yardım istenilecek zat.

18. Hz. Yûsufun kardeşleri bir işâret bulunmadıkça muhterem babalarının kendilerini tasdik etmiyeceğini bildikleri için onu kuyuya atarken gömleğini üzerinden almışlardı. (Ve) bu (gömleği üzerinde yalancı bir kan olduğu halde) gerçeğe uymayan, başkasına ait, uydurma bir kan lekesi bulunur bir suretde babalarının yanına (gelmişlerdi) Hz. Yâkub bu gömleği görür görmez onların yalan söylediklerini hemen anladı. Onlara hitâben (dedi ki: Size nefsiniz belki bir işi güzel, gösterdi) nefsiniz size bir suikast muamelesini süslü göstermiş, onu işlemeye sizi sevketmiş, herhalde ifâdeniz doğru değil, Yûsufun öyle ölmüş olduğuna ben inanamam. Bir kere gömlek parçalanmış değildi. Eğer kurdun saldırısı bulunsa idi gömlek öyle kalmazdı. Sonra Hz. Yûsufun rüyâsı, kendisiningelecekte büyük mevkîlere kavuşacağını göstermekde bulunmuştu. Halbuki, bu mevkiler daha ortaya çıkmamıştı. İşte Yâkub Aleyhisselâm bu gibi işaretlere vesâireye bakarak Hz. Yûsufun ölmüş olduğuna inanmamıştı. Diyordu ki: (Artık güzel bir sabr) yani: Güzelce bir sabr, feryat edip sızlanmadan daha iyidir. Yahut benim yapacağım güzel bir sabrdan ibârettir ki, bu da şikayete ah vah etmeye bağlı olmayan bir kalp sükûnetinden bir hakka işleri emânet etmekten ibâretdir. (Ve ancak Allah Teâlâ’dır, sizin şu söylediklerinize) Yûsufun emri hakkındaki ifâdelerinize (karşı kendisinden yardım istenilecek zat.) Öyle elem verici haberlere karşı sabretmek kolay değildir, İnsan kendisini şiddetli bir üzüntü ve kederden kurtaramaz. Bunlar mhsal durumlardır. Meğer ki, Cenâb-ı Hak’kın yardımı olsun, meğer ki mânevî bereketler insanı sabr ve sebâta sevketsin. Bu da ancak Hak Teâlâya sığınmakla onun lütfedeceği güzel bir sabır ile mümkün olur. Binaenaleyh insan dâima yüce yaratanına sığınıp durmalıdır.

19. Ve bir kervan geldi, sucularını gönderdiler hemen kovasını salıverdi. Ey müjde! Bu genç bir köle dedi ve onu bir sermaye olarak sakladılar. Allah Teâlâ ise onların yapacaklarını tamamen bilicidir.

19. Bu mübârek âyetler, kuyuya atılmış olan Hz. Yûsuf’u bir kervan ahalisinin kuyudan çıkararak kendilerine bir ticaret sermayesi edindiklerini ve o muhterem mâsumun değerini bilmeyerek bir Mısır’lıya değersiz bir paha ile sattıklarını bildiriyor. Bu Mısır’lının ise o mâsumun değerini takdir ederek onu eşine tanıtarak ihtimam göstermesini tavsiye eylediğini gösteriyor ve Hak Teâlâ’nın ise her şeye galip ve dilediği kulunu yüceltmeye kaadir olduğuna işaret buyuruyor. Şöyle ki: Hz. Yûsuf, rivâyete göre üç gün kadar kuyuda bir taş üzerinde kalmıştı. (Ve) Sonra (bir yolcukervanı geldi) bunlar Medyen şehrinden Mısır’a gitmekde idiler. (Sucularını gönderdiler) Bu Huzaa Kabilesinden Mâlik adında bir kimse idi, o kafilenin önünde gider, konak yerlerini ve sularını hazırladı. Bu gibi kimselere “varid saka su taşıyıcısı” denilir. Bu sucu (hemen kovasını) kuyunun içine (salıverdi) Hz. Yûsuf, kovanın ipine sarıldı, kova ile beraber kuyunun dışansına çıkarılmış oldu, sucu bunu görünce sevindi (Ey müjde!. Bu genç bir köle dedi) pek güzel bir genç erkek diye arkadaşlarına haber verdi, (ve) o kimseler (onu) Hz. Yûsuf’u (bir sermaye olarak sakladılar) onu öyle kuyudan çıkarmış olduklarını başkalarına haber vermediler, onu satmak için kuyu sâhibinin kendilerine vermiş olduğunu iddia ettiler. Diğer bir yoruma göre de Hz. Yûsufun “Yalnıza” adındaki kardeşi, her gün kuyunun başına gider, bir miktar yiyecek götürüp onu Hz. Yûsuf’a atıverirdi. Birgün gelince onu kuyuda bulamadı, durumu kardeşlerine söyledi, geldiler Hz. Yûsuf’u Kervan halkının yanında gördüler: “Bu bizim kölemizdir, bizden kaçmıştır” dediler, onu o yolculara sattılar. Hz. Yûsuf da hayatına su-i kastte bulunurlar diye ses çıkarmamıştı. (Allah Teâlâ ise onların yapacaklarını tamamen bilicidir.) Binaenaleyh onların Hz. Yûsuf’a ve muhterem babasına neler yapmış oldukları da Cenâb-ı Hak’ka hâşâ gizli kalmamıştır.

20. Ve onu değersiz bir pahaya, sayılı birkaç dirhem ile satı verdiler ve onlar zâten ona değer vermemişlerdi.

20. (Ve onu) O hür, mâsum, pek değerli genci (biraz paha ile) sahte, ayarı noksan veya haram bir para ile ve (sayılmış birkaç dirhem ile) muhtelif rivayetlere göre yirmi veya yirmi iki veyâhut kırk dirhem karşılığında (satıverdiler.) O mübârek zâtın değerini takdir edemediler (ve) bilâkis (onlar) Hz. Yusuf’un kardeşleri veya kervan ahalisi (ona) Hz. Yûsuf’a (değer vermemişlerdi) onlar kıymetbilmez bir halde bulunuyorlardı. Onun içindir ki, öyle değeri yüce bir mâsumu, az bir paha karşılığında satıverdiler. Kervan ahalisi onu bedava elde etmiş oldukları için onun değerini, kıymetini takdir edemiyerek hemen elden çıkardılar. Hz. Yûsufun kardeşleri de para kazanmak sevdasına değil, o mâsum kardeşlerini muhterem babasından uzak düşürmek için ondan kaçındılar onu ne pahasına olursa olsun elden çıkarmak sevdasına düşmüş bulundular. Halbuki, o her pahânın üstünde idi ve zâten hür bir insan olduğu için satılması asla câiz olamazdı.

21. Ve onu satın alan Mısır’lı eşine dedi ki: Onu mevkiine güzelce riâyet et. Umulur ki, bize fâideli olacaktır veya onu evlâd ediniriz. Ve işte Yûsuf’u öylece Mısır’da yerleştirdik ve hem de ona rüyâların tabirini öğretelim diye ve Allah Teâlâ, emrini yerine getirmeye kadirdir. Fakat insanların çoğu bilmezler.

21. (Ve onu) Hz. Yusufu bir köle zannederek (satın alan Mısırlı) onun ne kadar temiz, iyi niyetli bir genç olduğunu anladı. Rivâyete göre kervanın sucusu Mâlik, Mısır’a gelince Hz. Yûsuf’u satılığa çıkarmış, Mısır’ın Maliye Bakanı olan “Kıtfîr” veya “İtfîr” ki, kendisine “Mısır Azizi” denilmekte idi, Mısır hazinelerine bakıyordu. Bu zat, Hz. Yûsuf’u yirmi Dinara satın almıştı, (eşine) “Zeleyhâ” veya “Râhil” adındaki zevcesine (dediki: Onun) Hz. Yûsufun (mevkiine) ikâmet edeceği yere (güzelce riâyet et) yani: Kendisine lûtf ve ihsan ile muamelede bulun (umulur ki, bize fâideli olacak) işlerimizde kendisinden istifâde edeceğiz (veya onu evlâd ediniriz.) Hz. Yûsuf da görülen soyluluk, zekilik, yaratılış güzelliği Mısır azizinin böyle sevgi ve ilgisini çekmişti. Bütün bunlar, o mâsum hakkında Allah’ın lûtfunun birer görüntüsü idi. İşte Cenâb-ı Hak buyuruyor ki: (Yûsuf’u öylece Mısır’da yerleştirdik) onu orada selâmet sahasına erdirdik, alâkalara mazhar ettik, kendisiniyüksek bir mevki sahibi kıldık, kendisine Mısır’da güç, şeref ve şan ihsan buyurduk. (Ve hem de ona rüyâların tabirini öğretelim -diye-) de (kendisine) böyle bir kaabiliyet ve ayrıcalık vermiş olduk. Nitekim zindana atılmış, iki şahsın ve Mısır Hükümdarının rüyâlarını tabir etmiş, kendisinin üstün değeri bu vesile ile de bilinerek kendisine yüksek mevkiler verilmiştir. Kısacası birçok maddî ve mânevî varlıklara kavuşmuştu. (Ve Allah Teâlâ emrini yerine getirmeye kaadirdir.) Yani: O Yüce Yaratıcının her irâde ettiği şey, mutlâka meydana gelir, hiç bir kuvvet ona mâni olamaz, İşte Hz. Yûsuf hakkındaki ilâhî lûtuf larının ortaya çıkmasına da hiç bir şey engel olamamıştır. Onu sıkıntılardan kurtararak nice nîmetlere kavuşturmuştur. (Fakat insanların çoğu bilmezler) Habersizce yaşarlar, Allah’ın takdirine hiç bir şeyin engel olamayacağını güzelce kestiremezler. İşte Hz. Yûsuf hakkında da Allah Teâlâ’nın neler dilemiş olduğu kardeşleri bilmedikleri için onun hayatına kasdetmişlerse de ilâhî irâde tecelli etmiş, o seçkin kulunu yaşatmış. Mısır’da nice nîmetlere erdirmiş ve bilhassa onu peygamberlikle seçkin kılmıştır. Binaenaleyh daima Cenâb-ı Hak’kın korumasına sığınıp durmalıdır.

22. Ne zamanki ergenlik çağına erişti, ona bir hükm ve bir ilim verdik ve işte güzel davrananları öylece mükâfatlandırırız.

22. Bu mübârek âyetler, Hz. Yûsufun olgunluk yaşınca erince büyük faziletlere, mükâfata kavuşmuş olduğunu gösteriyor. Ve Mısır azizinin eşi tarafından Hz. Yûsuf’a karşı meydana gelen eğilimi, Hz. Yûsufun da Allah’ın koruması sayesinde göstermiş olduğu pek iffetli hareketi bildiriyor. Ve bu eğitime karşı çıkmak için kaçınan Hz. Yûsufun arkasını o kadının tâkibetmiş ve çekerek gömleğini yırtmış ve kocasına gerçeğe aykırı şikâyetde bulunmuş olduğunu bean buyurmaktadır. Şöyle ki: Yûsuf Aleyhisselâm, Mısır’da MısırAzizinin yanında bulunuyordu. (Vaktaki ergenlik çağına eriştî) Yani: Gençliğinin nihayetine kavuştu, vücudunun, kuvvetinin en mükemmel bir zamanına ermiş oldu ki, bu müddet, hayatın otuz üçüncü senesidir veya otuzuncu senesi ile kırkıncı senesi arasındaki zamandır. Bu husûsda diğer müddetler de gösterilmektedir. Kısacası insan için böyle bir müddet, ömrünün en kuvvetli, şiddetli bir mevsimidir. Ondan sonra yavaş yavaş düşüş başlar. Nitekim ayın parlak safhası da tamamlandıktan sonra eksilmeğe yüz tutar, İşte Cenâb-ı Hak buyuruyor ki: Hz. Yûsuf da öyle bir yaşa ermişti ki (ona bir hükm) bir hikmet veya insanlar arasında hükme kabiliyet veya peygamberlik (ve bir ilm) bir anlayış, dinî meseleleri bilme veya rüyâları güzelce tabir konusunda güç (verdik) onu böyle fazilet ve olgunluklara seçkin kıldık (ve işte güzel davrananları) yani: Güzel amellerde bulunan mü’minleri, birtakım isyanlardan kaçınıp sabra ve hak’ka sığınanları (öylece) Hz. Yûsufun kavuştuğu gibi bir şekilde (mükâfatlandırırız) nitekim denilmiştir ki: “Cenâb-ı Hak, kendine ibâdet ve itaatte bulunan herhangi bir genç kuluna ihtiyarlıkta hikmet ihsan buyurur. İşte Hz. Yûsuf’da daha pek genç iken dini, ahlâkı, gözetmiş, Allah’ın rızasına aykırı hareketlerden kaçınmış, pek güzel bir halde hareket etmiş olduğu için bilahara dünyevî ve uhrevî nimetlere ve özellikle peygamberliğe kavuşmuştur. Nitekim mütâkip âyetler de bunu göstermektedir.

23. Ve onu evinde bulunduğu kadın, nefisinden muradını almak için tuzağa düşürmek istedi ve kapıları kilitledi ve “haydi gelsene” dedi. Yusuf da dediki: Allah Teâlâ’ya sığınırım. Şüphe yok ki, o benim efendimdir. Benim ikâmetgâhımı güzelce kılmıştır. Muhakkak ki, zâlimler kurtuluşa ermezler.

23. (Ve onu) Hz. Yûsuf’u (evinde bulunduğu kadın) Mısır Âzizinin eşi, Hz. Yûsufun(nefsinden muradını almak için tuzağa düşürmek istedi) yani: Fevkalâde güzel, genç bir halde gördüğü o mâsumun kendisine eğihmini temin etmek arzusuna kapıldı. (Ve) Kadın o eve ait (kapılan kilitledi) Hz. Yûsufun kaçıp kurtulmaması ve başkalarının gelip hallerini anlamaması için böyle yaptı (ve) Hz. Yûsufa hitaben (haydi gelsene?.) ne duruyorsun, koş gel, bana kavuşmanın zevkini tat (dedi) böyle gayrı meşrhu bir teklifte bulundu. (Hz. Yûsuf’da) ona cevaben (dedi ki) ben senin bu istediğinden dolayı (Allah Teâlâ’ya sığınırım) ondan yardım dilerim, öyle ahlâk temizliğine aykırı şeylerden muhafaza buyurmasını niyâz eylerim. Ve ben nasıl öyle bir hareketde bulunabilirim?. (şüphe yok ki, o) Beni satın alan senin kocan (benim efendimdir) madem ki, kader gereği bu esirliğe düşmüş bulunuyorum, insanların gözünde bir köle gibi düşünülüyorum, bu sebeple o zat, benim sahibim durumunda bulunmaktadır ve o zat bana iyilik etmiş, (benîm ikâmetgâhımı güzelce kılmıştır) bana güzelce bir mevki vermiştir. Artık onun âilesine ben hainlikte bulunabilir miyim?. Diğer bir yoruma göre de: O Allah Teâlâ, benim mevlâmdır, bana nimet verendir, beni himaye etti, beni kuyu belâsından kurtardı, selâmet sahasına erdirdi. Artık o Yaratanımın emrine nasıl muhalefet edebilirim?. (Muhakkaktır ki, zalimler kurtuluşa <ermezler.) Binaenaleyh ben de bu teklif edilen gayrı meşrû bir fî’li işlersem zalimlerden olmuş olurum. Artık ben kurtuluş ve selâmete nasıl kavuşabilirim?.

§ Mürâvede; lûgatde birşeyi istemek için gelip gitmek mânâsınadır. Nitekim, suyu ve yaş otları arayıp duran kimseye de “râid” denir. Mürâvede; başkasiyle tartışmada bulunup onun dilediğinden başkasını dilemek mânâsınada da kullanılmaktadır. Ve hile, aldatma niyetinde bulunmak mânâsını da ifade eder.

24. Ve hakikaten kadın ona meyletmişti. O da eğer Rabbinin delilini görmemiş olsa idi kadına meyletmişti. İşte ondan fena bir niyeti ve fuhşa atılmayı uzaklaştıralım diye öyle delilimiz gösterilmiş oldu. Muhakkak ki, o, bizim ihlâslı kullarımızdandır.

24. (Ve hakikaten kadın) Mısır Âzizi’nin eşi (ona) Hz. Yûsufa (meyletmişti) tabii olarak meyletmiş, nefsanî bir eğilim göstermiş, kesin bir niyette bulunmuştu. (O da) Hz. Yûsuf da (eğer Rab’binin delilini görmemiş) kendisine verilmiş olan ilm ve hikmeti, ve gyarı meşru cinsel ilişkilerin nekadar çirkin, terbiyeye aykırı olduğunu kat’î suretde bilip buna kalben inanmamış (olsa idi) o da o (kadına meyledecekti) çünkü Hz. Yûsuf o zaman genç, kuvvetli bulunuyordu, insanın yaratılışı ise, insanı böyle şehvetli bir harekete sevkeder. Buna karşı direnme gösterip hayatî temizliğini korumayı başarmış olması, öyle yüce bir ilâhî delile, açık bir kanıta kavuşma sayesinde mümkün olmuştur. Artık o mübârek zat böyle bir maksat ve eğilimi aslâ taşımamıştır. İşte bu suretle de güzel davranan vasfına sahip olmuştur. (İşte ondan) Hz. Yusuf’tan (fena bir meyli) mutlak mânâda herhangi gayri meşrû bir muameleyi ve kısacası başkasının âilesine suikast gibi bir hareketi (ve fuhuşa atılmayı) zina gibi en çirkin bir cinayeti (defedelim diye) ona (öyle -delilimiz gösterilmiş- oldu) onun hakkında ilâhî koruma böylece tecellhi etti. Zirâ (muhakkak ki, o) Hz. Yûsuf (bizim ihlâslı kullanmızdandır) peygamberlik ve mâsum olmak sıfatına sahiptir. Artık ondan öyle gayrı meşrû hareketler, eğilimler meydana gelemezdi.

25. Ve kapıya koşuverdiler ve kadın onun gömleğini arka tarafından çekip parçaladı. Ve kadının efendisine kapının yanında rastladılar. Dedi ki: Senin ailene kötülük isteyen bir kimsenin cezası, zindana atılmasından veya acıklı bir azabtan başka nedir?

25. (Ve) Hz. Yûsuf, o kadının kötü talebini reddederek elinden kurtulmak için kapı tarafına koşmaya başlayınca kadın da arkasından koşup durdu. Böylece ikisi de (kapıya koşuverdiler) aralarında bir müsabakadır başladı. (Ve kadın onun gömleğini arka tarafından çekip parçaladı) onu elde etmeğe çalışıyordu. (Ve) Derken (kadının efendisine) kocası olan Mısır Âzizi’ne (kapının yanında rastladılar) bu Mısır azizi eşinin amcazadesi ile beraber kapı yanında oturmakta idiler. Bu kadın kendi cür’etini örtbas etmek için kabahati Hz. Yûsuf’a atmak isteyerek kocasına (dedi ki: Senin âilene kötülük dileyen) namusuna saldırıda vesâirede bulunmak isteyen (bir kimsenin cezası) nedir?. Onun hakkında tatbik edilmesi lâzım gelen ceza (zindana atılmasından veya acıklı bir azabtan başka nedir?.) ne olabilir?. Artık ona böyle bir ceza vermek lâzım gelmez mi?. Binaenaleyh Yûsuf’ta benim hakkımda böyle bir kötülükte bulunmak istediği için onu da zindana atmak veya dövmek gerekir. Deniliyor ki: Bu kadın, Hz. Yûsuf’u pek fazla seviyordu, ona pek ziyade eğilimi var idi. Onu kocasının öldürebileceğinden korktuğu için hakkında ceza olmak üzere evvelâ, hapis, sonra da dövmek gibi bir cezayı tâyin ve tavsiye etmiş oluyordu. Çünki hapisten birkaç gün sonra kurtulması mümkündür. Bir dövme cezasının izi ve çoğu defa geçicidir, çabucak yok olur. Bir kimse, ruhen sevdiği bir şahsın büyük, tehlikeli bir cezaya uğramasını elbetde istemez. Hz. Yûsuf hakkında hiç ceza istememesi ise kadını hepten suç altında bırakacağı için kadıncağız buna cesaret edememiş olmalıdır.

26. Yûsuf dedi ki: O kadın benim nefisimden muradını almak istedi. Ve o kadın ın yakınlarından bir şahit de şahitlikte bulundu ki: Eğer onun gömleği ön taraftan yırtılmış ise kadın doğru söylemiştir ve o iseyalancılardandır.

26. Bu mübârek âyetler, Hz. Yûsufun kendisine isnâd edilen suçu kadının işlemiş bulunduğunu söylediğini ve bir şahidin tavsiyesi üzerine yapılan bir muayene neticesinde de o suçu kadının işlediğinin anlaşılmış olduğunu bildiriyor. Artık bu hadiseyi etrafa yaymaması için Hz. Yûsuf’a ve bundan dolayı af dileğinde bulunması için de o günâha girmiş olan kadına tavsiyede bulunduğunu beyân buyurmaktadır. Şöyle ki: Mısır Azizinin eşi Hz. Yûsuf’a suç atmaya cür’et edince Hz. Yûsuf da nefsini müdafaaya mecbur olduğundan (dedi ki:) Ben o kadına asla saldırıda bulunmak istemedim, fakat (o benim nefsimden muradını almak istedi) yani: O benden öyle kötü bir hareketde bulunmamı taleb etti, ben isem ondan kaçındım, firar etdim, öyle bir günahı işlemek istemedim (ve onun) o kadının (yakınlarından bir şahit de şehâdetde) hükümde, görüş beyanında (bulundu ki, eğer onun) Hz. Yûsufun (gömleği ön tarafından yırtılmış ise kadın doğru söylemiştir.) çünki bu takdirde kadın üzerine saldırılmış olacağından dolayı gömlek ön taraftan yırtılmış olur. (Ve) Bu halde (o) Hz. Yûsuf (yalancılardandır.) Kadının hakkındaki ifadesi doğru değildir.

27. Ve eğer gömleği arka taraftan parçalanmış ise o halde kadın yalan söylemiştir. O ise sadıklardandır.

27. (Ve) Bilâkis (eğer gömleği arka tarafından parçalanmış ise o halde kadın yalan söylemiştir.) Çünkü eğer Hz. Yûsuf ona yönelerek saldırmış olsa idi gömleği arkasından yırtılmış olmazdı. Bu hâl gösterir ki: Kadın onun arkasına düşmüş, gömleğini arkasından tutup parçalamıştır. (O ise) Hz. Yûsuf ise bu takdirde (sadıklardandır.) sözü doğrudur. Bu şahit, çoğu müfessirlere göre kadının amcazadesi olan hikmet sahibi bir zat imiş. Bunun böyle kadının yakınlarından olması da Hz. Yûsuf hakkında ilâhî bir lütuftur. Çünkibu şahitlik, suç isnadından uzaktır.

28. Ne zamanki kadının kocası gömleğinin arka tarafından parçalanmış olduğunu gördü, dedi ki: Şüphesiz bu Ey kadın! Sizin tuzağınızdandır. Şüphe yok ki, sizin tuzağınız pek büyüktür.

28. (Ne zaman ki) Kadının kocası Kıtmir, Hz. Yûsufun (gömleğinin arka tarafından parçalanmış olduğunu gördü) Hz. Yûsufun doğruluğuna, eşinin ise yalan söylediğine kanaat getirerek (dedi ki: Şüphesiz bu) o mâsum gence böyle bir suikast isnâd edilmesi, ey kadın!, (sizin tuzağınızdandır) Sizin aldatma ve hileleriniz cümlesindendir, sizin çirkin, gayrimeşru birşeyi talebetmeniz kabilindendir. (şüphe yok ki) ey kadınlar takımı (sizin hileniz pek büyüktür.) erkeklerin hilesinden daha mühimdir. Çünki birçok kadınların durumları, erkeklerin kalbî davranışları üzerinde daha fazla tesir edebilir. Erkeklerin nefsî arzularını daha fazla çekebilir. Birçok kimseler nefsî zevklerini doyurmak için bir kısım kadınlara karşı pek fazla düşkünlük göstererek onların şehvanî telkinleri, ısrarlı teklifleri altında kalabilirler. Bu uğurda nice hakikî menfaatlerini, ahlâkî vazifelerini fedâ etmekten çekinmezler. Bununla beraber erkeklere nisbetle kadınların ahlâksız hareketleri, aldatıcı halleri kendi haklarında daha fazla utanma ve hayayı gerektirmektedir. Hattâ deniliyor ki: Şeytanlar insanlara karşı gizlice ve israr etmeksizin vesveselerde bulunurlar. Bir takım kadınların vesveseler! ise yüze karşı olacağından ve çok kere arzularını temin için israrda bulunacaklarından dolayı onların ruhlar üzerindeki tesirleri daha fazladır. Maamafih güzel bir dinî terbiyeye, bir ahlâkî fazilete kavuşan kadınlar da nefislerine hakim; Mensup oldukları cemiyetlerin gelişip ilerlemesine hizmet etmiş olacakları için melekler kadar bir şeref ve temizliğe sahip demektirler.

29. Ey Yûsuf! Sen bundan bu hadiseyi söylemekten kaçın. ey kadın! Sen de günahın için af dileğinde bulun. Muhakkak ki, sen hepten günâha girmiş olanlardan oldun.

29. Bu hâdise üzerine o kadının kocası dedi ki: (Ey Yûsuf!. Sen bundan) bu hadiseyi ona buna söylemekten, bunun insanlar arasına yayılmasına meydan vermekten (kaçın) bunu sakın kimseye söyleme, senin ise doğruluğun, temizliğin anlaşılmıştır. Sonra da eşine dönerek dedi ki: Ey kadın!. Sen de (günâhın için af dileğinde bulun.) Yûsuf’a yalan yere isnâd ettiğin kabahatden dolayı Cenâb-ı Hak’ka tevbekâr ol, Hak Teâlâ’dan aflar dile, (muhakkak ki, sen hepten günâha girmiş olanlardan oldun) bunun mânevî cezasından kurtulmak için bundan başka çâre yoktur.

§ Tefsirlerde deniliyor ki: Hz. Yûsuf ile o kadına böyle tavsiyede bulunan Kıtmîr, yumuşak huylu bir erkek olduğu için bu kadar bir tavsiye ile yetinmiştir. Onun gayreti az, bir erkek olduğu görüşünde olanlar da vardır. Çünki karısını daha fazla hesaba çekmemiştir. Bununla beraber bu tavsiyeyi yapanın o hâdiseye şahitlik etmiş olan zâttan ibaret olduğuna da ihtimâl verilmektedir.

30. Ve şehirdeki bir takım kadınlar dedi ki: Azîz’in karısı, genç kölesinin nefisinden muradını almak istiyormuş. Muhakkak ki, onun yüreğini kaplayan ince deriyi bir sevgi parçalamış. Şüphe yok ki, biz onu elbette bir apaçık sapıklık içinde görüyoruz.

30. Bu mübârek âyetler, Hz. Yûsufa âit olayın Mısır’da yayıldığını ve bir takım kadınların bu hususdaki dedikodularını bildiriyor. Ve Mısır Âzizi’nin eşi olan Zeliha’nın kendisini mazur göstermesi için o kadınlara nasıl bir ziyafet vermiş olduğunu, o kadınların da Hz. Yûsufun güzelliğine hayran olarak ellerindeki bıçaklar ile kendi ellerini nasıl kesmiş bulunduklarını tasvir ediyor ve bunu üzerine Zeliha’nın yine eğitimde devam ettiğini göstererek Hz. Yûsufhakkında ne gibi tehdit edici bir ifadede bulunmuş olduğunu anlatmaktadır. Şöyle ki: Hz. Yûsuf ile Zelihâ’ya âit olay Mısır’da yayılmaya başlamış, her ne kadar olayın gizli tutulması tavsiye edilmiş ise de bu mümkün olmamış, nitekim:

( …………………… ) denilmiştir. Yani.. İki dudağı aşan veya iki kimse arasında söylenen gizli bir şey, nihâyet her tarafa yayılır. (Ve) İşte Mısır şehrinde de Hz. Yûsufa âit olay yayılmıştı. O (şehirdeki bir takım kadınlar dedi ki: Azîz’in karısı) yani: Mısır maliye bakanının eşi Zelihâ (genç kölesinin nefsinden muradını almak istiyormuş) onunla gayrimeşru ilişki talebinde bulunmuş, o genç ise bundan kaçınıyormuş. (Muhakkak ki onun) Zeliha’nın (yüreğini kaplayan ince deriyi bir sevgi) kalbine kadar tesir eden bir ilişki sevdası (parçalamış) kendisini pek büyük bir tesir altında bırakmış (şüphe yok ki, biz onu) Zelihâ’yı (elbetde bir apaçık sapıklık içinde görüyoruz.) yani: Onun iffete, temiz hayata aykırı olan hâli, gözler ile görülecek bir hâlde meydanda bulunuyor. Bir Mısır Âzizi’nin âilesine bu yakışır mı?.

§ Böyle Mısır Âzizi’nin eşi olduğunu açıklamaları, bu olayın insanlar arasında daha fazla yayılmasını dilemiş olduklarından dolayıdır. Çünki öyle büyük makam sahiplerine ait haberler ile insanlar daha fazla alâkadar bulunur. Bu kadınlar, rivâyete göre hükümdârın sarayına mensub beş kişinin eşlerinden ibâretmiş.

§ “Şeğaf”, yürek kabı, kalp zarı, bir nazik yufka dendir ki, yürek onun içinde bulunur. Bir sevginin şeğafta bulunması ise o sevginin kalp perdelerini yırtarak tâ içerisine kadar işlemesi demektir.

31. Ne zamanki, onların gizledikleri dedikodularını işitti, onlara bir davetçigönderdi ve onlar için çakı ile kesilecek bir yemek sofrası hazırladı. Ve onlardan her birine bir bıçak verdi. Ve ey Yûsuf! Onların karşılarına çık dedi. Vaktaki onu gördüler, onu pek büyüttüler ve kendi ellerini kesiverdiler ve dediler ki: Allah Teâlâ’yı tenzîh ederiz, bu bir insan değil, bu ancak üstün bir melektir.

31. (Ne zaman ki) Zelihâ kendi hakkında (onların) o kadınların hilelerini, yani (gizledikleri dedikoduları) gıybetleri, kötü lâkırdıları (işitti) kendisinin mazur bir durumda bulunduğunu kendilerine anlatmak için (onlara) o kadınlara (bir davetçi gönderdi) evini bezetti, oturulacak koltuklar vesaireyi yerleştirdi (çakı ile kesilecek bir yemek sofrası hazırladı) evini çeşitli yemekler ile, rengârenk meyveler ile süsledi (ve onlardan herbirine bir bıçak verdi) bu dâvet edilen kadınlar, rivâyete göre Zelihâ’nıp aleyhinde söylenen beş kadın ile Mısır’ın şerefli âilelerinden otuz beş kadından ibâret imiş. (ve) Bu misafir kadınlar gelip yemek yemeğe, meyvelerini bıçaklariyle doğramaya başladıkları bir sırada Zelihâ Hz. Yûsuf’e hitaben (onların) o misafir kadınların (karşılarına çık dedi) onun emrine karşı gelmekten korkan Hz. Yûsuf da mecburen yanlarına çıkıverdi. (Vaktaki) O misafir kadınlar (onu) o güzellik ve letâfetin ta kendisi olan Hz. Yûsuf’u (gördüler, onu pek büyüttüler) onun büyüklüğünü, yüceliğini itiraf ettiler, onun güzelliğine karşı hayretler içinde kaldılar. Çünki Hz. Yûsuf pek güzel idi. Onun güzelliği diğer insanlara göre Bedir gecesindeki ayın diğer yıldızlara karşı olan üstün güzelliği durumunda bulunmakta idi. (Ve) o kadınlar (kendi ellerini kesiverdiler) onun çok fevkalâde olan güzelliğine karşı hissettikleri hayretlerden ve dehşetlerden dolayı ellerindeki meyveler zanniyle parmaklarını o bıçaklar ile yaraladılar. Bununla beraber bu ârızaya ehemmiyet vermeyerek (dediler ki. Allah Teâlâ’yı tenzih ederiz) yani: O Yüce Yaratıcı’nın bütün noksanlardan,âcizlerden uzak olduğunu itiraf ederiz. O ne kudret ve hikmet sahibidir ki, böyle seçkin bir mahlûk meydana getirmiştir. (Bu bir insan değil, bu ancak bir üstün melektir.) yani: Bu pek fazla güzelliğe sahip, iffetli ve masum, melek özelliğinde şerefli bir zâtdır. İşte Hz. Yûsuf onların üzerinde de böyle bir tesir yapmıştı.

§ Müttekâ; dyanılacak, itimat edilecek yer, üzerinde istirahat edilerek oturulacak herhangi bir mevki. Sandalye ve benzeri gibi herhangi birşey.

32. Dedi ki: İşte bu o kimsedir ki, bundan dolayı beni kınadınız. Yemin ederim ki, ben onun nefisinden muradımı istedim de o kaçındı günâha girmek istemedi. Ve eğer benim ona emrettiğimi yapmaz ise elbetde zindana atılacaktır. Ve elbetde zillete düşmüş olanlardan olacaktır.

32. O misafir kadınlar Hz. Yûsuf’u öyle mükemmel görüp dehşetler içinde kalınca Zelihâ (dedi ki: İşte bu o kimsedir ki, bundan dolayı beni kınadınız) buna sevgim sebebiyle hakkımda dedikoduda bulundunuz. Bunun bu güzelliğini, bu yüceliğini vaktiyle gömüş olsa idiniz elbetde beni mazur görürdünüz. (Yemîn ederim ki, ben onun nefsinden muradını istedim de o kaçındı) istediğimi kabul etmedi, (günâha girmek istemedi) iffet ve masumiyetini korumaya devam edip durdu. O kadınlar da Hz. Yûsuf’u görünce ona karşı kalben büyük bir sevgi ve meyil göstermiş oldukları için artık Zelihâ’yı kınayamaz bir hâle gelmişlerdi. Zaten Zelihâ’da bunu anladığı için öyle açıklamaya cür’et etmiştir, (ve) Demiştir ki: (Ona emrettiğim! yapmazsa) Davet ettiğim hususta bana itaatde bulunmazsa (elbetde>) o (zindana atılacaktır) hapis cezasına uğrayacaktır. (Ve elbetde) Zindanda (zillete düşmüş olanlardan olacaktır.) İşte Zelihâ, o mâsum zâta karşı böyle bir tehdide cür’et etmiş oldu. Hattâ rivâyete göre o misafirkadınlar da yapılan dâvete icâbet etmesini Hz. Yûsuf’a tavsiye eylemişlerdi. Fakat masumiyet şerefine ulaşan, peygamberliğe aday olan öyle muhterem, üstün bir zât, o gibi gayrimeşru davetlere icâbet eder mi?. Hiç öyle insani tehditlere kıymet verir mi?. Elbetteki icâbet etmez, elbetteki kıymet vermez.

§ “İstîsam”; İsmet taleb etmektir, yani iffet ve namusa aykırı bir durumda bulunmaktan çekinmektir. Ismet ise, nâmuslu, iffetli ve masumane bir hâlde bulunmak demektir.

33. Yûsuf dedi ki: Rab’bîm! Benim için zindan, beni kendisine dâvet ettikleri şeyden daha sevgilidir. Ve eğer beden onların hilelerini bertaraf etmez isen onlara meyleder ve câhillerden olmuş olurum.

33. Bu mübârek âyetler de Hz. Yûsufun ahlâk temizliğini korumka için Cenâb-ı Hak’ka dua ve niyazda bulunup öyle kadınların gayrimeşru arzularına uymaktansa zindana atılmasını tercih ettiğini bildiriyor. Bu husustaki dua ve yakarışın Allah katında kabul edildiğini: Hakkındaki hilelerden kurtulup iffet ve masumiyetini korumayı başarmış olduğunu beyân buyurmaktadır. Şöyle ki: Yûsuf Aleyhisselâm Zeliha’nın ve diğer kadınların gayrimeşru eğilimlerini ve tavsiyelerini görünce iffet ve masumiyetinin komüması için Cenâb-ı Hak’ka dua etmeye başladı da (dedi ki: Rab’bim!.) ey Kerem Sahibi olan mâbudum!. (Benim için zindan) Zeliha’nın beni tehdit için söylediği hapishane (beni kendisine dâvet ettikleri şeyden) öyle haram olan bir münasebet ve ilişkide bulunmaktan (daha sevgilidir) Evet. Onların dâvet ettikleri şey, kötülüğü emreden nefsin meyledeceği bir muameledir. Fakat o dünyada kınanmıştır, âhiretde de âzabı gerektirmektedir. Binaenaleyh âkıbeti, neticesi itibariyle iğrençtir, felâkete yol açmaktadır. Bilakis odan kaçınmak, iffeti korumak ise dünyada övgüye, âhiretde de ebedî sevaba vesîledir. Artıkhangi tam akıllı bir kimse öyle gayrimeşru bir fiile eğilim gösterebilir?. O halde mâsum, peygamberliğe aday bir zât ise elbetteki, ondan nefret eder, dünyevî sıkıntılara katlanarak öyle pek çirkin, sorumluluk gerektiren bir hareketi asla tercih etmez. Böyle bir felâkete düşmemek için insan dâima Cenâb-ı Hak’ka yalvarmalıdır. İşte bunun ne kadar fenâ bir hareket olduğuna işaret için Hz. Yûsuf buyuruyor ki: (Ve eğer) Ey Rabbim!, (benden onların) o kadınların (hilelerini bertaraf etmez isen) onların teklif ettikleri masumiyete aykırı bir hareketden beni korumazsan olabilir ki, ben insanlık hali (onlara meyleder) arzularına uyar (ve cahillerden) beyinsizlerden (olmuş olurum.) Hz. Yûsufun bu niyâzı, bir duadır, bir istirhamdır. Gösteriyor ki: Bir insan öyle bir felâkete düşmemek için daima Allah Teâlâ’ya yalvarmalıdır ve dünyevî, uhrevî bir horluğu gerektirecek bir şeyi işlemektense o hususta gerektiğinde her türlü sıkıntılara katlanmalıdır. Çünkü bunun sonu selâmetdir.

§ Hz. Yûsuf’u kendisine dâvet eden, bu husûsda hile yapan gerçekte yalnız Zelihâ’dır. Fakat diğer kadınlar da Zeliha’nın davetini uygun görerek ona riâyeti Hz. Yûsuf’a tavsiye etmiş oldukları için bu dâvet, bu hile hepsiyle ilgili görülmüştür. Maamafih şöyle de deniliyor ki o kadınlar da kendi nefisleri hakkında böyle bir dâvetde, eğilimde bulunmuşlardı. Gerçek bilgi Allah katındadır.

34. Artık onun duâsını Rabbi kabul etti de ondan onların hilelerini bertaraf buyurdu. Şüphe yok ki, O’dur hakkıyla işiten, tamamiyle bilen O’dur.

34. (Artık onun) Hz. Yûsufun (duasını Rab’bi kabul etti) Ey Rabbim!. Onların hilelerini benden bertaraf et diye yapılan duasını Allah Teâlâ kabul buyurdu (da on’dan) o mâsum zatdan (onların) o kadınların (hilelerini) kötü niyetlerini, gayrı meşrû tavsiyelerini (bertarafbuyurdu) onu iffet ve masumiyet üzere sâbit kıldı (şüphe yok ki, o) o Kerem Sahibi Yaratıcıdır, kullarının bütün du’alarını, yakarışlarını (işiten ve) kullarının durumlarını, faydalarını da (tamamiyle bilen o’dur) artık kulları hakkında hikmet ve menfaatin gerçeği ne ise onu meydana getirir.

35. Sonra onlara, o gördükleri delilleri müteakip onu herhalde bir müddet zindana atmaları kanaatı uygun göründü.

35. (Sonra onlara) Mısır Azizi ile onun arkadaş ve dostlarına (o gördükleri âyetleri müteakip) yani: Yûsuf Aleyhisselâm’ın beraatini, iffet ve faziletini gösteren alâmetlerden, şahitliklerden haberdar olduklarına rağmen (onu) o mübârek zâtı (herhalde bir müddet zindana atmaları kanaatı) rey ve fikri (uygun göründü.) O şekilde muameleye karar verdiler. Çünki Hz. Yûsuf’a isnâd edilen hâdise etrafa yayılınca Mısır Âzizinin âilesi bir suçlama içinde kalmıştı İnsanların dedikodusunu gidermek ve kendilerini suçtan uzak göstermek, kabahati Hz. Yûsuf’a atmak için o mâsumun bir müddet hapsin! uygun görmüşlerdi.

§ Hz. Yûsuf dua ederken zindana atılmasînın kendisince daha sevgili olduğunu söylemişti. Âlimlerden bâzı zatlar diyorlar ki: Eğer Hz. Yûsuf duasında böyle demese idi bir müddet zindana atılmış olmazdı. Çünkü bir kul Cenab’ı Hak’tan selâmet ve âfiyet temennîsinde bulunmalıdır. Bir belâya uğrayınca da eğer imkânı yok ise ona sabr etmeyi değil, ondan kurtulmayı, âfiyet ve selâmet bulmayı niyâz etmelidir. Tirmizinin rivâyet ettiği üzere bir zât, Allah Teâlâ’dan sabr istiyormuş, Rasûlü Ekrem bunu işitince o zâta buyurmuş ki: “Sen Allah Teâlâ’dan belâ istedin, ondan âfiyet iste.”

36. Ve onunla beraber iki genç de zindana girdi. Bunlardan biri dedi ki: Muhakkak ben kendimi rüyada görüyorum ki, şarap sıkıyorum. Diğeri de dedi ki: Ben de kendimi görüyorumki, başımın üstünde bir ekmek taşıyorum. Ondan kuşlar yiyor. Bize bunun yorumunu haber ver. Şüphesiz ki, biz seni iyilik sahiplerinden görüyoruz.

36. Bu mübârek âyetler, Hz. Yûsuf ile beraber zindanda bulunan iki gencin rüyâlarını tabir etmesi için Yûsuf Aleyhisselâm’a müracaat etmiş olduklarını bildiryor. Hz. Yûsufun da o rüyâları tabir etmeden evvel o gençleri imân dairesine sokmak için kendilerine bir mucize göstermek istemiş olduğuna işaret buyuruyor. Şöyle ki: (Ve onunla beraber) yani: Hz. Yûsuf ile birlikte (iki genç de zindana girdi) bunlardan biri Mısır hükümdarının aşçısı, diğeri de sâkisi (içki sunan) imiş, hükümdara karşı suikastde bulunacakları haber verilmekle zindana atılmışlardı (bunlardan biri) hükümdarın sâkisi olan genç Hz. Yûsuf’a müracaat ederek (dedi ki: Muhakkak ben kendimi) rüyada (görüyorum ki, şarap sıkıyorum) yani: Çıkacak sularından şarap yapılacak olan üzüm salkımlarını sıkmakta bulunuyorum, bu neyi gösterir? (Diğeri de) Hükümdarın aşçısı olan genç de (dedi ki: Ben de kendimi) rüyada (görüyorum ki, başımın üstünde bir ekmek taşıyorum) başımın üstündeki kap içinde bir ekmek bulunuyorda (ondan kuşlar yiyor) onu parçalayıp kaçırıyorlar. Ey muhterem Yûsuf!. (Bize bunu yorumunu haber ver) bizim bu gördüğümüz rüyâların neye işaret ettiğini bize anlat!. (Şüphesiz ki, biz seni iyilik sahiplerinden görüyoruz.) Sen cömert bir zatsın, bizim bu rüyâlarımızı yorumlamak lûtfunda bulun.

§ Bunlar Hz. Yûsufun güzel rüyâ tabir ettiğini işitmişlerdi. Onu denemek için böyle iki rüyâ uydurarak ondan yorumunu sormuş olmaları muhtemeldir. Veyahut hakikaten bu rüyâları görerek neye işaret ettikleri hususunda endişeye düştükleri için o mübârek zâta müracaatda bulunmuşlardı.

§ Hz. Yûsuf pek güzel ahlâk ve davranışları iletanınmış idi. Omç, namaz gibi ibâdetlere devam eder, rüyâları güzelce yommlandı, arkadaşlarına hürmet gösterir, hastaları ziyâret eyler, üzüntülü olanların üzüntülerini gidermeğe çalışır, hapishanede bulunanlara sabr tavsiye buyururdu. Bu cihetle ona “seni güzel davrananlardan görüyoruz” diye hitâb etmişlerdi.

37. Hz. Yûsuf’ta dedi ki: İkinizin rızıklanacağınız bir yemek gelmez ki, ancak ben onu daha size gelmezden evvel haber veririm. Bunlar bana Rabbimin öğretmiş olduğu şeylerdendir. Şüphe yok ki, ben Allah Teâlâ’ya iman etmeyen bir kavmin dinini terk ettim ve onlar evet onlar âhireti inkâr eden kimselerdir.

37. Bu iki gencin bu talebine karşı Hz. Yûsuf da (dedi ki: İkinizin rızıklanacağınızın bir yiyecek gelmez ki) yani: Size evinizden yemeniz için bir yiyecek gönderilecek olmaz ki, yahut siz rüyanızda size rızk olmak üzere gönderilmiş bir yiyecek görmezsiniz ki (ancak ben onu daha size gelmezden evvel) uyanıklık halinde (haber veririm) sonra o yiyecek haber verdiğim gibi meydana gelir. İşte bu da bir mucize kaabilindendir. Nitekim Hz. İsa’da böyle bir mucize sahibi olduğunu kavmine haber vermişti. Hz. Yûsuf da o gençleri ikaz ve irşâd için şöyle buyurdu: (Bunlar) Böyle rüyâları tabir etmek, gayba, geleceğe âit şeylerden haber vermek (bana Rab’bimin) vahy ve ilhâm yoluyla (öğretmiş olduğu şeylerdendir.) Cenab’ı Hak bana böyle bir başarı vermiştir. Şüphe yok ki, ben Allah Teâlâya imân etmeyen bir kavmin Mısır Âziz’i ile onun aile fertlerinin ve Mısır halkının (dinini terkettim) yani: Onların dinine, milliyetine asla iltifat etmedim, onlara dünya için tâbi olmadım, onların kötülüğüne ortak olmaktansa zindana atılmayı tercih ederek onları terkeyledim. Evet.. Hz. Yûsuf mâsum olduğundan onların dinine aslâ tâbi olmamıştır. Onların dinini terkten maksat iseonların dünyevî varlıklarına kıymet vermediğini, onların kötülüklerine ortak olmayıp zindanı tercih ile onlardan büsbütün ayrılmış olduğunu beyandır. (Ve) Buyurmuştu (onlar) o kendilerini terketmiş olduğu şahıslar (evet.. Onlar) o imânsız gürûh (âhireti) de (inkâr eden kimselerdir) artık onlara akıllı, düşünen bir insan tâbi olabilir mi?. Yani: Ey genç zindan arkadaşlarım!. Siz de bu yönü düşününüz de o gibi dinsizlerden olmayınız, Allah Teâlâyı, âhiret hayatını tasdik ediniz, Yüce Peygamberlerin yolunu takibe çalışınız. Onların dinine tâbi olunuz, işte ben sizin için bir misâl.

38. Ve babalarını İbrahim’in, İshak’ın ve Yakub’un dinine tâbi oldum. Bizim için Allah’a her hangi bir şeyi ortak koşmamız doğru olamaz. Bu tevhit bizim üzerimize ve insanların üzerine Allah Teâlâ’nın bir lütfudur. Fakat insanların çoğu şükretmezler.

38. Bu mübârek âyetlerde Hz. Yûsufun peygamber sülâlesine mensup olduğunu ve Allah’ın birliği inancına kavuşmanın insanlık için ilâhî bir lûtuf olduğunu ve bir takım uydurma isimleri içeren, hayrdan uzak putların ise Cenâb-ı Hak’ka ortak koşulmasının doğru olamıyacağını zindandaki arkadaşlarına bildirerek onları uyandırmağa çalıştığını ve Allah’ın dinini kabule teşvik etmiş bulunduğunu açıklamaktadır. Şöyle ki: Yûsuf Aleyhisselâm, kendilerine hitâb ettiği arkadaşlarına haklarında sözlerinin daha tesirli olması için kendisinin tevhid dini üzere olup en yüksek, en meşhur bir sülaleye mensup olduğunu bildirerek dedi ki: (Ve babalarım İbrahim’in, İshak’ın, ve Yakub’un dinine tâbi oldum) yani: Ben de onlar gibi tevhid dinine kavuştum. (bizim için) bizim gibi Peygamberler zümresi için (Allah’a herhangi bir şeyden) yani: İnsanlardan, meleklerden, yıldızlardan, ve diğer mahlûklardan herhangi bir şeyi (ortak koşmamız doğru olamaz.) ÇünkiAllah Teâlâ’dan başka bir mâbud yoktur. Ona hiç bir şey ortak koşulamaz. Özellikle Allah Teâlâ bizim gibi kullarını mâsum, küfr ve isyandan temizlemiştir. Artık ona nasıl ortak koşabiliriz?. (Bu -tevhit-) Allah Teâlâ’nın birliğini bilip ona itikat etmek (bizim üzerimize ve insanların üzerine Allah Teâlâ’nın bir lütfudur) Cenabı Allah birliğini bizlere bildirmiş, Allah’ın birliği sayesinde ebedî saadete kavuşacağımızı da va’d buyurmuştur. Cenâb-ı Hak birliğini, Peygamberlere ilâhî vahyi ile, diğer kullarına da Peygamberleri vasıtasiyle bildirmiştir. Bu insanlık hakkında ne büyük bir ilâhî lütuftur. Artık bunu takdir edip, Cenâb-ı Hak’ka şükr etmeli değil miyiz?. (Fakat insanların çoğu) bu büyük nimete (şükr etmezler) bunun değerini bilmezler, Cenâb-ı Hak’ka ibâdet ve itaati bırakarak öyle bâtıl putlara vesâireye tapar dururlar.

39. Ey benim iki zindan arkadaşım! Çeşitli Tanrılar mı hayırlıdır. Yoksa gücüne karşı durulamaz olan Allah mı?

39. Hz. Yûsuf, kalblerini hakkı kabul eyaklaştırmak için buyurdu ki: (Ey benim iki zindan arkadaşım!.) Bir kere düşününüz. Öyle sizin ve birçok insanların tapıp durduğunuz (çeşitli tanrılar mı) kendinizce mâbıt tanıdığınız öyle altundan, gümüşten, demirden, taştan, ağaçtan vesaireden büyük ve küçük birer şekilde yapılmış olan uydurma mabutlar mı sizce (hayırlıdır.) daha fazla övgüye, ibâdet ve itaate lâyıktır. (Yoksa bir) Olan, birliğe ve ilahlığa sahip bulunan ve (kahhar olan) her dilediğini yapmaya kaadir, bütün kendisine muhalif olanları kahr ve yok etmeye gücü yeten (Allah mı?.) hayrlıdır. Yani: Faraza o ortak koştuğunuz putlarda sizce bir hayır düşünülmüş olsa bile Allah’ın dini sayesinde kavuşulacak hayrın karşısında o zannedilen, tasavvur edilen hayrın ne ehemmiyeti olabilir?. Halbuki, o putlar hiç bir hayra sahip değildirler. Onlar uydurma mâbutlardanibarettirler. Artık onlara nasıl ibâdet edilebilir. İşte bu hususa şölece işaret buyuruluyor:

40. Sizin Allah’tan başka ibâdet ettiğiniz şeyler bir takım isimlerden başka birşey değildirler. O isimleri siz ve babalarınız takmışsınızdır. Allah Teâlâ bununla hiçbir delil indirmemiştir. Hükm ise başkasına değil, ancak Allah’a mahsustur. Başkasına değil, ancak ona ibâdet ediniz diye emretmiştir. İşte dosdoğru olan din bundan ibaretdir fakat insanların çoğu bilmezler.

40. Ey zindanda bulunan müşrik kimseler!. (Sizin Allah’tan başka) Kendilerine (ibadet ettiğiniz şeyler) haddızatında bir varlığa, bir ilahlık sıfatına sahip şeyler olmayıp (bir takım isimlerden başka birşey değildirler) onlar bir takım, âdi yaratılmış şeylerden ibarettirler (o isimleri) onlara (siz ve babalarınız takmışsınızdır) onlar taşlardan, ağaçlardan ve diğer yaratılmış şeylerden ibarettirler. Onlara öyle Tanrı, ilâh adını sizler ve atalarınız vermiş bulunuyorsunuz. Evet.. (Allah Teâlâ bununla) onlara ibâdete ve itaat edilmesine dâir (hiçbir hüccet) bir kanıt, bir delil (indirmemiştir.) Onları siz öyle delilsiz mâbud tanımış bulunuyorsunuz. (Hükm ise) İşleri, hikmete göre düzenleyip yapmak ise (başkasına değil, ancak Allah’a mahsustur.) birliğe ve kemâl sıfatlarına sahip, ortak ve benzerden uzak olan Allah Teâlâya âitdir. O Yüce Yaratıcı ise (başkasına değil, ancak ona) onun yegâne zatına (ibâdet ediniz diye) ey insanlar!. Sizlere (emir etmiştir) artık nasıl olur da başkalarına ibâdetde bulunabilirsiniz?. (Dosdoğru olan din, bundan ibaretdir) yani: O Kâinatın Yaratıcısını birleyip tenzih etmekten ve yalnız ona kullukta bulunmaktan ve onun hükmlerine riâyet eylemekten ibaretdir, başka değildir. (Fakat insanların çokları bilmezler) Müşrik olanlar bu hakikatı anlamazlar, kendilerini azaba sevk edecek şeyleri işleyerek bunun pek korkunç neticesinidüşünmezler.

41. Ey iki zindan arkadaşım! Rüyânızın tâbirine gelince Biriniz efendisine şarap sunacaktır ve diğeri ise asılacak da başından kuşlar yiyecektir. Hakkında yorum istediğiniz iş, tamam olmuştur.

41. Bu mübârek âyetler de Hz. Yûsufun arkadaşlarını Allah’ın dinine davetini müteakip rüyâlarını tâbire başlamış, onlardan birinin kurtulup hükümdara şakilik edeceğini, diğerinin de asılacağını kat’î suretde haber vermiş olduğunu bildiriyor. Ve kendisi hakkında hükümdara haber vermesini, o kurtulacağını bildirdiği arkadaşına söylemiş ise de, ona bu konuyu şeytanın unutturmuş bulunduğunu beyân buyurmaktadır. Şöyle ki: Hz. Yûsuf, zindandaki arkadaşlarına Allah’ın birliğine ve peygamberliğe dair bilgi verdikten sonra suallerine cevap olmak üzere buyurdu ki (Ey iki zinda arkadaşım!.) Rüyânızın tâbirine gelince (biriniz efendisine şarap sunacaktır) bu, vaktiyle de Mısır hükümdarına şakilik etmekte bulunmuş olan kimsedir. (Ve diğeri ise asılacak da başından) etlerini, parçalayarak (kuşlar yîyecektir.) Bu da o hükümdarın vaktiyle aşçısı olan şahıstır. Hz. Yûsuf, bunları açıkça belirlememişti. Çünki asılacak şahsın hemen, acılar, ıztıraplar içinde kalmasına sebebiyet vermek istememişti. Maamafih yorumladığı rüyâ sâkinin hayatta kalacağına işaretden uzak değildi. Rivâyete göre bu tabirden endişeye düşen iki genç, biz hakikaten öyle bir rüya görmedik, ancak bir şaka olmak üzere öyle söyledik demişler. Hz. Yûsuf’da işte (hakkında yorum istediğiniz iş tamam olmuştur.) dedi. Yani: Tabirini istediğiniz şeylerin neticesi bundan ibaretdir. Doğru veyahut yalan söylemiş olmanız sonucu değiştirmez. Hakkınızda Allah’ın takdiri bu şekilde ortaya çıkacaktır.

42. Ve o ikisinden kurtulacağını sanmış olduğuna dedi ki: Beni efendinin yanında an.Fakat efendisine anmayı ona şeytan unutturdu ve artık zindanda senelerce kalıverdi.

42. (Ve) Hz. Yûsuf (o ikisinden) o iki zindan arkadaşı olup kendisinden rüyâlarının tabirini istemiş olan iki gençten (kurtulacağını sanmış olduğuna) yani: Zindandan çıkacağını bilmiş olduğu gence (dedi ki: Beni efendinin yanında an) Mısır hükümdarına benden gördüğün mâsumiyete, ahlâkî fazilete, ve benim haksız yere zindana atılmış olduğuma dâir bilgi ver (fakat efendisine) Mısır hükümdarına Hz. Yûsufun masum hâlini (anmayı ona) o sâkiye (şeytan unutturdu da) Hz. Yûsuf hakkında bu güzel şahitlikte bulunamadı onun zindandan çıkmasına vasıta olamadı (artık) Hz. Yûsuf (zindanda senelerce kalıverdi) bu müddet müfessirlerin ekserisine göre yedi seneden ibaretdir. Bundan evvel de beş sene zindanda kalmıştı ki, toplamı on iki seneden ibaretdir. Bu âyeti celile şöylece de yorumlanmaktadır. (Fakat efendisine anmayı) yani: Âlemlerin Rabbi olan Allah Teâlâya hâlini arz ile ondan yardım istemeyi (ona) Hz. Yûsuf “a (şeytan unutturdu da) kendi hâlinin Mısır hükümdarına bildirilmesini sâkiden istedi. Bu ise, peygamberliğin şanına karşı bir sürçme mesabesinde bulunmuştu. Artık bundan dolayı Hz. Yûsuf uzun bir müddet daha zindanda kalıverdi. Müfessirlerin çoğu bu görüştedirler. Bu bir dalgınlık eseri idi. Hz. Yûsuf, hükümdar gibi bir mahlûktan yardım istemiş bulunuyordu. Aslında bir zulmü kaldırmak için mahlûkatdan yardım işlenilmesi şeriâtda câizdir. Fakat peygamberlik ve sıddîklik mertebesine ulaşan zatlar için öyle bakışlarını görünen sebeplerden çekerek tamamen sebeplerin müsebbibi olan Kâinatın Yaratıcısına yönelmek ve niyazda bulunmak daha üstündür. “Nitekim” buyurulmuştur ki: Salih kimselerin yaptıkları iyilikler, Allah’a yakın olanların günahları mesabesindedir. “Allah’a tevekkül edenin yâverî haktır””Naşâd gönül bir gün olur şâd olacaktır”

43. Ve hükümdar dedi ki: Ben rüyâmda yedi semiz sığır görüyorum ki, onları yedi zayıf sığır yiyor ve yedi yeşil başak ile diğer kuruları görüyorum. Ey seçkin topluluk! Eğer siz rüyâ tabir ediyorsanız benim rüyâm hakkında bana yorum yapınız.

43. Bu mübârek âyetler, Mısır hükümdarının rüyasını başkaları bir yığın hayalden ibaret kabul ederek yorumlayamadıkları için onu tabir ettirmek üzere nihayet zindandan çıkan gencin Hz. Yûsuf’u hatırlayarak ona müracaat ettiğini ve o rüyâyı Hz. Yûsuf’a anlatarak ondan bilgi almak istediğini beyân buyurmaktadır. Şöyle ki: Hz. Yûsufun zindandan çıkacağı zaman yaklaşmıştı. Cenab’ı Hak, bunun için bir rüyâ tabirini vesîle kıldı. Mısır hükümdarı “Riyanı ibnilvelîd” acâip korkunç bir rüyâ görmüş, (ve) bu (hükümdar) seçkin ve bilgin zatları toplayarak (dedi ki: Ben rüyâmda yedi semiz sığır görüyorum ki) yani: Gördüm ki, bu hükümdar rüyasının çok tesiri altında kalmış olduğu için “gördüm” yerinde “görüyorum” demiştir ki, rüyânın hâlâ tesirinden kurtulamamış olduğunu bununla anlatmak istemiştir. (Onları yedi zayıf) Sığır (yiyor) bunlar rüyada kurumuş bir ırmaktan çıkmış bir halde görülmüşler imiş. (Ve) Yine rüyâmda (yedi yeşil başak ile) buğday veya arpa sünbülü denilen otlar ile (diğer kurulan) görüyorum. Yâni rüyâmda yedi yeşil başak üzerine eğilen, dolaşan bir halde yedi kuru başağı da gördüm. (Ey seçkin topluluk!.) Ey şerefli zatlar bilginler, hekimler, manzaralarıyle gözleri, eserleriyle kalpleri dolduran dostlarım!. (Eğer siz rüyâ tabir ediyorsanız) Rüyâların nelere işaret ettiğine dâir bilginiz var ise, onlar dış ve iç âlemde nelere işaret olunduğunu anlar iseniz (benim rüyâm hakkında bana fetva verîniz) şu size söylediğim rüyânın yorumunu bana haber veriniz, bu rüyâ neye işaret ediyor?. Buhususta yorum yapın demeyip de “fetvâ verin” demesi, rüyasının ehemmiyetine ve sorduğu kimselerin şerefine işaret içindir.

44. Dediler ki: Bunlar karmakarışık rüyâlardır ve biz karışık rüyâların yorumunu bilici değiliz.

44. O seçkin topluluk, hükümdara cevaben (dediler ki:) senin bu gördüğün rüyâ haddızatında (karmakarışık rüyâ) yani: Birbirine karışmış, ot demetleri gibi çeşitli, bâtıl rüyâlardan ibâret, hakikî birşeye işareti yok (ve biz) öyle (karşıık rüyâların yorumunu bilici değiliz.) Onlar için bizce bir yorum yoktur. Onları bizden sorma.

§ Rüyalar başlıca üç kısma ayrılmaktadır. Bir kısmı salih rûyâlardır ki, bunlar melekler vasıtasiyle olur. Bunlar yorumtanıp tabir edilebilir. Bir kısmı da nefsin hayalleri kabilindendir, birer kuruntu neticesidir. Hayal gücünün tasvir ettiği asılsız şeylerdir. Diğer bir kısmı da şeytanın vesvesesi kabilindendir ki, bunları şeytan, insanları üzüntü ve endişeye düşürmek için insalara uyku halinde atar. Bu iki kısım, evham kaabilinden olup yoruma tâbi olmaz. Bunlardan dolayı Cenâb-ı Hak’ka sığınmalıdır.

45. Ve o ikisinden kurtulmuş olan, uzunca bir müddetden sonra hatırladı da dedi ki: Ben size onun tabirini haber veririm, beni hemen gönderiniz.

45. (Ve o ikisinden) yani: Zindana atılmış iki gençten (kurtulmuş olan) zindandan çıkarılarak hükümdara şâki tâyin edilen şahıs (uzunca bir müddetden sonra) Hz. Yûsuf’u, onun ne kadar güzel rüyâ tabir ettiğini ve onun kendisine yapmış olduğu vasiyeti, temenniyi (hatırladı da) hükümdara ve yanındaki şerefli topluluğa (dedi ki: Ben size onun) hükümdarımızın gördüğü rüyânın (tabirini) neye işâret ettiğini (haber veririm) ben ona dâir size bir haber getirebilirim. (Beni) hemen zindanda bulunanan Hz. Yûsufunyanına (gönderîniz) ondan o rüyâ hakıknda bilgi alarak gelir size arzederim.

46. Hz. Yûsuf a geldi dedi ki: Yûsuf! Ey pek doğru sözlü! Bize bilgi ver, yedi semiz sığır hakkındaki onları yedi zayıf sığır yiyor. Ve yedi yeşil başak ile diğer kuru başaklar Hakkında. Umulur ki, o insanlara dönerim, belki, onlar da doğruyu öğrenirler.

46. Sâki’nin bu ifadesi üzerine onu Hz. Yûsufun yanına gönderdiler. O da (Hz. Yûsuf’e geldi) zindanda onunla görüştü ve ona tam bir hürmetle (dedi ki: Yusuf!. Ey pek doğru sözlü) zat!, (bize bilgi ver) sana nakledeceğim rüyânın neye işâret ettiğine hükmet, onu yorumlama lûtfunda bulun. Hükümdarın rüyasında gördüğü (yedi semiz sığır hakkındaki onları yedi zayıf) sığır (yiyor) bu neye işaret ediyor. (Ve) Yine hükümdarın rüyasında gördüğü (yedi yeşil başak ile diğer kuru başaklar) hakkındaki bu başaklar birbirine karışmış bulunuyormuş. Bununla da acaba neye işaret edilmiş oluyor?. (Umulur ki, o insanlara dönerim) O hükümdar ile yaındaki topluluğun yanına bir engel çıkmadan senin vereceğin bilgi ile dönerim. Ve (ihtimâl ki:) onlar da (öğrenirler) onlar da bu sayede bu rüyânın yorumunu, neye işâret ettiğini anlamış olurlar. Veya Ey muhterem Hz. Yûsuf!. Senin ilm ve fazilet itibariyle olan yüksek mertebeni öğrenmiş olurlar.

47. Dedi: Yedi yıl âdetiniz üzere ekersiniz. Sonra biçeceğiniz şeyleri başağı içinde bırakınız. Ancak yiyeceklerinizden az bir miktar müstesnâ.

47. Bu mübârek âyetler, Mısır hükümdarının görmüş olduğu rüyayı Yûsuf Aleyhisselâm’ın ne şekide yorumlayıp tabir buyurmuş olduğunu bildirmektedir. Şöyle ki: Hz. Yûsuf kendisinden yorumu istenilen rüya hakkıda sual eden şahsa (dedi ki: Yedi yıl âdetiniz) üzere ekinlerinizi (ekersiniz)yani: Ziraat hususundaki âdetiniz üzere biribiri ardınca yedi sene ekin ekiniz. Böyle ziraatde bulunmak onların zaten âdetleri olduğu için ve bunun ehemmiyetine işaret için bunu emir ederek (ekiniz) dememiş, “ekersiniz” diye buyurmuş ve bununla rüyadaki yedi semiz sığırın bu yedi bereketli seneyi gösterdiğine işaretde bulunmuştur. Ve buyurdu ki, (sonra yiyeceğiniz şeyleri başağı içinde bırakınız) tâki, bozulmasın, kendilerini bit, kene gibi şeyler yemesin. Mısır’ın civarında, ağaçlı çukur sahalarında böyle arızalar vukû bulurmuş. (Ancak) O seneler içinde (yiyeceklerinizden az bir miktar müstesnâ) böyle az bir miktardan başkasını, gelecek sıkıntılı seneler için saklayınız, ihtiyaç miktarını asmayınız. Bu güzel bir iktisadî tavsiye mahiyetinde bulunmaktadır.

§ “Deeb” lâfzı: ciddiyet, canlılık, âdet, devam, birşeyi diğer birşeye çalışarak ulaştırmak mânâsınadır. Deeben demek; devamlı, peş peşe, adet üzere gibi bir mânâ ifade eder.

48. Sonra onun ardından yedi şiddetli sene gelir ki: Onlar için önceden biriktirmiş olduklarınızı yerler. Ancak tohumluk için saklıyacağınızdan birazı müstesnâ.

48. Hz. Yûsuf, rüyada görülen yedi zayıf sığır ile yedi kurumuş başakların yorumuna da işaret için buyurdu ki: (Sonra onun ardından) O yedi bolluk, ucuzluk senenin arkasından (yedi şiddetli) kurak sene (gelir ki, onlar için) o kurak seneler için, yani: O senelerde yaşayanlar için (önceden biriktirmiş) başaklar içinde bırakmış (olduklarınızı yerler) işte yedi zayıf sığır ile yedi kurumuş başak da böyle yorumlanmış oluyor. (Ancak) O ekinlerden (tohumluk için saklayacağınızdan bir azı müstesnâ) bunları yemeyip yine gelecek senenin ziraati için saklamış olursunuz.

49. Sonra bunu müteakip bir sene de gelir ki, onda insanlar yağmura kavuşurlar. Ve on’da sıkıp sağacaklar.

49. Maamafih bu kıtlık böyle devam etmez. (Sonra bunu müteakip) o yedi kıtlık senelerinin arkasından (bir sene de gelir ki, onda) o sene içinde (insanlar yağmura kavuşur) bol bol yağmurlar yağar, yerlerin bitirme kuvvetini arttırır ve yâhut o sene içinde insanlar yardıma, kurtuluşa ulaşırlar. Öyle bir darlıktan kurtulurlar, (ve on’da) O senede insanlar (sıkıp sağacaklar) dır. Yani: Bol bol meyvelere, sebzelere kavuşacaklardır, üzüm, hurma, zeytin, susam gibi şeyleri sıkarak sularından istifâde edeceklerdir. Veyahut birçok sağılır hayvanata kavuşarak onları sağacaklar, sütlerini alıp içeceklerdir. Bu feyizli, bereketli seneye dâir rüyada bir işaret yoktur. Hz. Yûsuf, bunu sırf kavuştuğu bir vahiy ve ilham neticesi olarak onlara müjdelemiştir ve ileride öyle de gerçekleşmiştir. Yoksa bu, rüyanın yorumundan bir parça değildir. Bu mübarek âyetler, rüyaları tabir etmenin câiz olduğunu göstermektedir.

50. Ve hükümdar dedi ki: Onu bana getiriniz. Ne zaman ki ona elçi geliverdi, dedi ki: Efendine dön, ona sor ki, o ellerini kesen kadınların maksatları ne imiş? Şüphe yok ki, benim Rabbim onların hilelerini hakkıyla bilicidir.

50. Bu mübârek âyetler, Mısır hükümdarının fazilet ve olgunluğu kendisince de anlaşılmış olan Hz. Yûsuf’u zindandan çıkarıp yanına almayı istediğini bildiriyor. Hz. Yûsufun da, iffet ve temizliğinin, hainlikten uzak olduğunun daha iyi anlaşılması için hemen zindandan çıkmayıp kadınlardan hakkında araştırma yapılmasını teklif buyurmuş olduğunu bildiriyor. Yapılan sual neticesinde de kadınların Hz. Yûsuf’u temize çıkardıklarını, Mısır Âziz’inin eşi de kusurun kendisinde olup Hz. Yûsufun kusurdan beri olduğunu itiraf ettiğinden onun da bu ifadesini beyân buyurmaktadır. Ve Hz. Yûsufun mütevazi davranarak kendini temize çıkarmayıpnefislerin kötülüğü emrettiğini ve herhalde Cenab’ı Hak’ka sığınmanın lüzumuna işaret buyurmuş olduğunu gösteriyor. Şöyle ki: Hz. Yûsuf ile görüşüp ona hükümdarın rüyasını yorumlatmış olan elçi, hükümdara gelip yommu anlatdı, hükümdar da Hz. Yûsufun ilm ve faziletini anladı. (Ve hükümdar dedi ki: Onu) Hz. Yusufu (bana getiriniz) o yorumu kendisinden de işiteyim, kendisine ikram edeyim (vaktaki) bu teklif üzerine (ona) Hz. Yûsuf’a hükümdar tarafından davet için (elçi geliverdi) bu elçi o hükümdara şakilik yapan genç imiş, hükümdarın bu davetini ulaştırmca Hz. Yûsuf (dedi ki: Efendine dön, ona sor ki: O ellerini kesen kadınların maksatları ne imiş?.) Neden dolayı onlar öyle ellerini yaraladılar, onların hâl ve durumları neden ibâret bulunmuştu, (şüphe yok ki, benim Rab’bim) Yüce Allah (onların) o kadınların (hilelerini hakkıyla bilicidir.) o kadınlar ki: Hz. Yûsuf’a Zeliha’nın arzusunu yerine getirmeği teklif etmişlerdi. Bu bir hile kabilinden idi. Ve bu açıklamada şuna da işaret var ki: Eğer o kadınlar Hz. Yûsuf aleyhine gerçek dışı açıklamada bulunmak suretiyle şahitlik ederlerse bu bir hile ve oyun olacağından elbetde Cenab’ı Hak, bunu bilir, onların cezalarını verir. Artık böyle bir hileye nasıl cesaret edilebilir?. Hz. Yûsuf dâvete hemen icâbet ederek zindandan çıkmamıştı. Tâki kendisinin masumiyet ve temizliği hükümdarca tamamen anlaşılıp kendi hakkında bir töhmet şüphesi bulunmasın. Hz. Yûsuf, bu suretle de insanlık için bir fazilet örneği olmuştur. Her insan için lâzımdır ki, kendini töhmetden kurtarabilmek için çalışsın, töhmetli mevkilerden kaçınsın, gerektiğinde iffetini, beraatini gösterecek sebeplere başvursun.

51. Hükümdar kadınlara dedi ki: Durumunuz ne idi? O vakit ki, Yûsufun nefisinden muradınızı almak istemiş idiniz. Dediler ki: Hâşâ! Allah için biz onun aleyhinde bir kötülükbilmiş değiliz.Âziz’in karısı da dedi ki:Şimdi hak ortaya çıktı.Onun nefisinden ben murad almak istemiştim ve şüphe yok ki, o elbette doğrulardandır.

51. Hükümdarın gönderdiği elçi, geri gelip Hz. Yûsufun dileğini haber verince (hükümdar) Zelihâ ile diğer kadınları huzuruna çağırarak onlara (dedi ki: Mühim hâliniz) önemli durumunuz (ne idi?) söyleyiniz bakalım (o vakit ki. Yûsufun nefsinden murâdınızı almak istemiş) ona kavuşma temennisinde bulunmuş (idiniz) ona karşı böyle hilede bulunmaya cesaret göstermiştiniz. Zeliha’nın ziyafetinde bulunan kadınlar, Hz. Yûsuf’a Zeliha’nın arzusuna riâyet etmesini tavsiye etmiş oldukları için kendilerine bu şekilde hitâb olunmuştur. O kadınlar da Hz. Yûsufun öyle gayrı meşrû arzulara meyletmekten uzak olduğunu beyân etmek ve onun iffet ve temizliğinden dolayı hayretlerini göstermek için (dediler ki: Hâşâ!. Allah için biz onun aleyhinde bir kötülük bilmiyoruz) yani: Cenâb-ı Hak’ki Hz. Yûsuf gibi iffet ve masumiyet sahibi bir zâtı yaratmaya kaadir olmamakdan tenzih ederiz. Hz. Yusuf’tan hiçbir hiyanetin, suikastin meydana geldiğini asla bilmiyoruz. (Azîz’in karısı) Zelihâ (de dedi ki: Şimdi hak ortaya çıktı) anlaşıldı (onun nefsinden ben murad almak istemedim) ona kavuşabilmek için ben ona karşı hile ve düzen kurmak arzusunu gösterdim. (Ve şüphe yok ki, o) Hz. Yûsuf (elbetde sadıklardandır.) O doğru sözlü zatlardandır, o bana değil ben ona hilede iftirada bulunmuş idim. Hz. Yûsuf kendi hakkında araştırma yapılması için Zelihâyı sözkonusu etmemiş, onun hakkını gözetmek, şerefini korumak, ondan meydana gelen bir eğilimi gizlemek için onun adını söylememişti. Zelihâ da Hz. Yûsufun bu nezâket ve iyilikseverliğini anlamış, bu iyiliğe karşı bir iyilik ile karşılıkta bulunmak isteyerek hakikatı itiraf etmek dayanıklılığınıgöstermiştir.

52. Hz. Yûsuf dedi ki: Bu, bilmesi içindir ki: Ben ona gıyabında hiyanet etmiş olmadım. Ve şüphesiz ki. Allah Teâlâ hâin olanların hilesini başarıya ulaştırmaz.

52. Hz. Yûsuf, şöyle de demişti ki: (Bu) Gerçek durumun ortaya çıkması için zindanda kalıp hemen dâvete icâbet etmemem, Mısır Âziz’inin (bilmesi içindir ki, ben ona gıyabında) o benden, ben ondan gaip bir hâlde iken ne eşi ve ne de sâire hakkında (hiyânet etmiş olmadım) ben öyle bir töhmetden uzağım. İşte bunun güzelce anlaşılması için bir müddet daha zindanda kalmayı tercih ettim (ve şüphesiz ki. Allah Teâlâ hâin olanların hilesini) hiçbir şekilde başarıya (muvaffakiyete erdirmez.) onu yerine getirmez. Binaenaleyh eğer ben de hâin olsa idim, Cenâb-ı Hak, beni de bu büyük tehlikeden kurtarmazdı. Madem ki, kurtardı, lehimde şahitlikler yapıldı, artık benim o isnat edilen töhmetden beraat ettiğim anlaşılmıştır.

53. Ve nefisimi temize çıkarmıyorum. Şüphe yok ki: Nefis kötülüğü pek fazla emredicidir. Rabbimin esirgemiş olduğu müstesnâ. Muhakkak ki: Rabbim çok bağışlayıcıdır, çok esirgeyicidir.

53. (Ve) Yûsuf Aleyhisselâm, kendi nefsini övüp, temize çıkarmadığını göstermek için bir alçakgönüHülük alâmeti olarak dedi ki: Ben (nefsimi temize çıkarmam) bütün kusurlardan, kötülüklerden tenzîh eylemem (şüphe yok ki, nefis) insanlığın nefsanî kuvveti ve psikolojik durumu elbetdeki (kötülükle pek fazla emir edicidir.) Kendisi şehvetlere eğilim gösterir, kendi kuvvetini kötülüğe yöneltmek ister (Rab’bimin esirgemiş olduğu müstesnâ) Cenâb-ı Hak, insanlığın nefislerinden bir kısmını öyle şehvetlere fazla düşkünlükten kötülüklere atılmaktan korumuştur. İşte Hz. Yûsufun nefsi de bu cümledendir. O Yüce bir Peygamber olduğu için masumiyete ilâhîkorumaya kavuşmuştur. (Muhakakk ki: Rab’bim) gafurdur, yani (bağışlayıcıdır) bağışı pek büyüktür, kötülüğe meyletmiş olan nefis sahiplerini de tövbekâr olup Allah’ın affına sığınırlarsa onları affeder ve bağışlar ve O Kerem Sahibi Yaratıcı, rahîmdir (çok esirgeyicidir) nice nefîsler Allah’ın bir rahmeti sayesinde kötülüklerden kaçınarak masumane bir hâlde yaşamaya kaadir olur. Bütün bu başarılar, Allah Teâlâ’nın bir lûtf ve merhameti neticesidir.

§ Diğer bir yoruma göre bu iki âyeti celile, Mısır Âzizi’nin eşine ait itiraf ı ifade etmektedir. Zelihâ, bir özür dileme maksadıyle demiş oluyordu ki: Ben şimdi itiraf ediyorum, vaktiyle kusur bende olmuştu. Artık Hz. Yûsuf bilsin ki, ben şimdi onun gıyabında ona hainlik etmiş, onu yalanlamış bulunmuyorum, benim ona eğilim göstermiş olduğumu söylüyorum. Gerçek durum neden ibâret ise onu itiraf etmiş bulunuyorum. Onun hakkında vaktiyle yapmış olduğum hileden, aleyhte söylemiş bulunduğum lâkırdıdan dolayı kendimi temize çıkarmıyorum. Kötülüğü emreden nefis, insanı kötülüğe sevkeder. Ancak Hz. Yûsufun nefsi gibi ilâhî rahmet sayesinde günahsızlığa kavuşan nefisler müstesnâ, onlardan öyle fenalıklar meydana gelmez. Böyle kusurları bilip itiraf etmek, ondan tevbe edip af dilemek ahlâkî bir fazilet eseri olduğu için övülmüştür.

54. Ve hükümdar dedi ki: Onu bana getirin, onu kendime tahsis edeyim. Vaktaki onunla konuştu Dedi ki: Şüphesiz sen bizim yanımızda makam sahibi ve güvenilir birisin.

54. Bu mübârek âyetler de masumiyet ve fazileti sâbit olan Hz. Yûsuf’u Mısır hükümdarının yanına alarak kendisini yüksek bir makama, ve selâhiyete eriştirdiğini bildiriyor. Ve Hz. Yûsufun güzel hareketlerine bir mükâfat olmak üzere kendisine Allah tarafından bir lûtuf olmak üzere Mısır’da öyle yüksek bir makam, geniş bir selâhiyet ihsanbuyurulmuş olduğunu beyân buyuruyor ve imân ile takva sahiplerinin daha nice uhrevî nimetlere kavuşacaklarını müjdelemektedir. Şöyle ki: Nihayet Hz. Yûsufun beraati, yüce mertebesi tamamen anlaşılmış oldu, onun haksız yere zindana atılmış olduğu hükümdarca da anlaşıldı, (ve hükümdar) Reyyan (dedi ki onu) Hz. Yusufu (bana getirin) o muhterem zâtı (kendime tahsis edeyim) onu benim özel danışmanlanından kılayım. Artık kendilerine böyle emir edilen kimseler zindana geldiler, Hz. Yûsuf’u zindandan çıkararak hükümdarın sarayına götürdüler (Ne zaman ki) hükümdar (onunla) Hz. Yûsuf ile (konuştu) onunla sohbete başladı. Veyahut Hz. Yûsuf, hükümdar ile konuştu, hükümdar, o temiz yaratılışlı zât ile konuşmasından çok haz duydu. Rüyasını ona yeniden yorumlattırdı. (Dedi ki: Şüphesiz sen bizim yanımızda makam sahibi ve güvenilir birisin) sen pek doğru, emin bir zâtsın, ülkemizin idaresi hakkında görüşün nedir?. Bize bildir.

55. Hz. Yûsuf’da dedi ki: Beni yurdun hazineleri üzerine tayin et, muhakkak ki, ben çok iyi korurum, bu işi bilirim.

55. Bunun üzerine Hz. Yûsuf da (dedi ki: Beni yurdun hazineleri üzerine tayin et) Mısır’ın arazisine, mallarına, ürünlerine ben bakayım (ve muhakkak ki, ben çok iyi korurum) Memleketin servetini, ekonomisini güzelce idareye, korumaya güç yetiririm ve ben (bu işi bilirim) yurdun nasıl idare edileceği ve bütün halkın menfaatlerine nasıl çalışılacağı konusunda tam bilgi sahibiyim.

§ Yûsuf Aleyhisselâm, o yörede büyük iktisadî hâdiselerin meydana geleceğini ilâhî vahiy yoluyla ve görülen rüyanın işaretiyle bilmiş idi, kendisi ise yaratılıştan pek büyük bir zekâya, idare kabiliyetine sahip bulunuyordu. Artık öyle müşkil ve buhranlı zamanlarda ıslah etmeye kudreti olan bir zâtın halkın işlerini idare etmesi bir insanlık görevidir. Özelliklekıtlık ve pahalılığa tutulacak bir topluluk hakkında lâzım gelen tedbirleri güzelce almaya güç yetiren bir zâtın bu vazifeyi üslenmesi aklen pek güzeldir. İnsanlık hakkında bir merhamet icabıdır. İşte bu gibi sebeplerden dolayı idi ki, Hz. Yûsuf, Mısır’da öyle bir mevkle tâyin edilmesini istemişti. Özellikle kendisi Yüce bir Peygamber olduğundan insanlığa bu şekilde de iyilikte bulunmayı uygun görmüştü.

56. Ve öylece Yûsuf için o yerde bir makam, bir selâhiyet verdik. Oradan dilediği yerde ikâmet eder idi. Biz dilediğimize rahmetimizi nasib ederiz. Ve iyilik edenlerin mükâfatını zâyi etmeyiz.

56. Bu sırada maliye bakanı Kıtmîr ölmüş, eşi Zelihâ da dul kalmıştır. Mısır hükümdarı tarafından Mısır maliye bakanlığına Hz. Yûsuf tâyin edilmiş, Zelihâ da Hz. Yûsuf’e nikâh edilerek onun eşi olmak şerefine kavuşmuştu. Kısacası artık Hz. Yûsuf çileden kurtulmuş, Allah’ın yardımıyla rahata ermişti. Şüphe yok ki, bunlar birer Allah’ın lûtfunun eseri idi, hükümdarlar vesâire ise bu hususta birer âlet, birer görünür sebeplerden ibâret bulunmuştu. İşte bu hususa işaret için Cenab’ı Hak buyuruyor ki: (Ve öylece) Zindandan kurtardığımız gibi (Yûsuf için o yerde) Mısır diyarında (bir mevki) yüksek bir kudret (bir selâhiyet verdik) onu pek iyi bir idare sahibi kıldık (oradan dilediği yerde ikâmet eder idi) yani: O ülke sanki yalnız onun bir ikametgâhı olmuştu. Bir insan kendi evinde nasıl tasarruflarda bulunabilirse o da Mısır da öyle tasarrufta bulunabiliyordu. (Biz dilediğimize merhametimizi nasib ederiz) yani: Ben Kerem Sahibi Yaratıcı, dilediğim kullarıma dünyada da âhirette de rahmetimi, lûtf ve ihsanımı tahsis ederim (ve iyilik edenlerin) ihsan sahiplerinin (mükâfatını zâyetmeyiz.) Ya hemen veya daha sonra kendilerine kavuştururuz. Çünki lâyık olanların mükâfatını zâyetmek, ya acizlikten veyacehâletden veya cimrilikten doğar. Bu gibi hallerin hepsi de Allah Teâlâ’nın hakkında imkânsızdır, o bilicidir, kerem sahibidir, kudretlidir Yüce Yaratıcıdır. Buna inancımız tamdır. İşte Hz. Yûsuf de lâyık olduğu mükâfata kavuşmuştur. Bu muhterem zât maliye bakanı olunca rüyanın tâbirine göre hareket etmişti. Mısır’ın yedi sene içindeki ürünlerin! güzelce elde etmiş, lüzumundan fazlasını saklatmış idi. Bilahara meydana gelen yedi kıtlık senesi içinde de o saklanılan ürünleri her tarafa bir intizam dairesinde dağıtmaya başlamşıtı. Şam, Ken’an beldelerinden Mısır’a müracaat edenlere de bir usul dairesinde zahire vermek lûtfunda bulunmuştu, bir intizam dairesinde fazla ve noksan harcamadan sakınarak pek adilce ve iktisatlı bir tarzda idareye devam etmiş, çevresini fazla darlıklardan, üzüntülerden kurtarmayı başarmıştır.

57. Ve elbette ki, imân eden ve takvaya devam edip duran kimseler için âhiretin mükâfatı daha hayırlıdır.

57. Allah Teâlâ Hazretleri, Yûsuf Aleyhisselâm’ın daha gençliğinden beri pek takva sahibi, pek güzel davranan, şerefli bir zât olduğuna işaret için de buyuruyor ki: (Ve) Şüphe yok (elbetdeki, imân etmiş) Allah’ın birliğini tasdik eylemiş (ve tekvaya devam edip duran) günahlardan, kötü şeylerden kaçınmaya devam edip durmuş (kimseler için âhiretin mükâfatı daha büyüktür.) Her türlü dünyevî nimetlerin üstündedir. İşte Hz. Yûsuf da olgun bir mümin, gerçek takva sahibi olup, özellikle peygamberlik şerefini taşıdığı için o dünyada mükâfatlara erdiği gibi âhiret âleminde de daha mükemmel, ebedî mükâfatlara, ilâhî lütuflara elbetdeki kavuşacaktır. Bu, bütün insanlık için en güzel, en kutsî bir teşviktir. Artık ebedî mükâfatlara kavuşmak isteyenler için imâna sarılmaları, takvadan ayrılmamaları pek gereklidir.

58. Ve Yûsufun kardeşleri geldi, hemen onun huzuruna girdiler. Derhal onları tanıdı. Onlar ise onu tanımıyorlardı.

58. Bu mübârek âyetler, Hz. Yûsuf ile kardeşlerinin Mısır’daki görüşmelerini ve Hz. Yûsufun onları tanıyıp onların Hz. Yûsuf’u tanıyamadıklarını bildiryor. Ve Hz. Yûsufun kardeşlerine güzelce muamele yapıp yiyecek verdiğini ve diğer bir kardeşlerini de Mısır’a getirmelerini teklif edip aksi takdirde kendilerine artık yiyecek vermiyeceğini bildirmiş olduğunu, kardeşlerinin de bu isteğe uyduklarını beyân buyurmaktadır. Şöyle ki: Hz. Yûsufun yorumu üzere Mısır’da yedi sene pek bolluk olmuş, fazla yiyecekler saklanılmıştı sonra yedi senede bir darlık başlamış, yağmurlar yağmamış, ekinler olmamış, her taraf bir sıkıntı İçinde kalmıştı. Dışardan birçok kimseler Mısır’a geliyorlar, Hz. Yûsuf vasıtasiyle belirli miktarda yiyecek alabiliyorlardı. İşte bu sırada Hz. Yakub’un bulunduğu Şam hududundaki Filistin = Ken’an diyarında da kıtlık ve pahalılık yüz göstermişti. Artık Hz. Yakub’un oğulları (ve) Hz. Yûsufun baba bir (kardeşleri) olan on zât, erzak almak için Mısıra (geldi) maksadlarını arzetmek üzere (hemen onun) Hz. Yûsufun (huzuruna girdiler) ihtiyaçlarını bildirdiler, Hz. Yûsuf da (derhâl onları tanıdı) Hz. Yûsuf, kendisinin kuvvetli anlayışı ve kardeşlerinin şekil ve huy bakımından değişikliğe uğramamış olmaları sebebiyle onların kimler olduğunda aslâ tereddütde bulunmadı (onlar ise) o kardeşleri ise (onu) Hz. Yusufu (inkâr ediciler idi) yani onu tanıyamadılar, onun Hz. Yûsuf olduğuna aslâ ihtimâl veremediler. Çünki o zindana atıldığı zaman pek genç idi, ve İbni Abbas Hazretlerinden rivayete göre o zindana atıldığı tarihten itibaren kırk sene geçmişti ve şimdi ise yüksek bir makamda bulunduğundan kendisine sıkıca bakılmasına sosyal terbiye müsaade etmezdi. Maamafih Hz. Yûsufun artık vefat etmiş olduğunu da kardeşlerizannediyorlardı.

59. Ve onların yüklerini hazırlayıp tanzim edince dedi ki: Bana siz baba bir kardeşinizi getiriniz. Görmüyor musunuz ki, ben ölçeği tamam ölçüyorum ve ben misafir kabul edenlerin en hayırlısıyım.

59. Hz. Yûsuf, Mısır’da biriktirilen erzâkı bir oran dahilinde dağıtıyordu. Dışardan gelen her şahıs için bir deve yükünden fazla yiyecek vermiyordu. Binaenaleyh kardeşleri de on kişi olduğundan onlara da o oranda yiyecek verilmesini emretdi. Maamafih onların pederleri ve onun yanında kalmış diğer bir kardeşleri adına da bu defa bir fazla yardım olarak yiyecek vermişti. (Ve onların yüklerini hazırlayıp tanzim edince) de yani: Onlara verilecek erzâkı temin edip hazırlayınca da onlara (dedi ki:) siz pederinizin yanında kalmış “Bünyamin” adında bir kardeşinizin bulunduğunu söylüyorsunuz, onun için de ileride yine erzak verilmesi için (bana siz) o söylediğiniz (baba bir kardeşinizi) de tekrar gelince (getiriniz) ki, size tekrar erzak verelim. (Görmüyor musunuz ki, ben ölçeği) nüfus başına fazla ve noksan olmaksızın (tam ölçüyorum) bizim idaremizde böyle bir intizam vardır. (Ve ben misafir kabul edenlerin en hayırlısıyım) dışardan gelenlere her türlü iyilikte, kolaylık gösterekte bulunuyorum. Gerçekten de, Hz. Yûsuf, kardeşlerini de o müddet içinde misafir olarak kabul etmiş, kendilerine güzelce muamelede ve ziyâfetlerde bulunmuştu.

§ “Cihaz”; lûgatte birşeyi hazırlamaktır ve insanın hâlini, idaresini islâh eden şeydir ve gelin için, misafir için veya ölü için lâzım gelen şeydir. “Techiz” de böyle bir malı hazırlamaktan ibâretdir.

60. İmdi onu bana getirmezseniz artık benim yanımda sizin için bir kile bile hububat yoktur ve bana yaklaşmayınız.

60. Hz. Yûsuf, şöle de buyurdu: İşte bizim nasıl iyi kötü iş yapmakta bulunduğumuzu görüp anladınız (İmdi onu) o kardeşiniz! (bana getirmez iseniz artık) benden bir yardım beklemeyiniz (benim yanımda sizin için bir kile) miktarı bile erzak (yoktur) size hiçbir yardım yapılanıayacaktır. (Ve bana yaklaşmayınız) gelip bana müracaatda bulunmayınız, bizim ülkemize girmeyiniz, bizden artık lûtf ve ihsan beklemeyiniz. Hz. Yûsufun bu hitabeleri birer teşvik ve korkutma mahiyetinde bulunuyordu.

61. Dediler ki: Ondan dolayı babasına müracaat edeceğiz ve müsaade almaya çalışacağız. Ve muhakkak biz bunu herhalde yapacağız.

61. Hz. Yûsufun kardeşleri de bu ihtarlara cevaben (dediler ki: Ondan dolayı) o kardeşimizi de alıp sana getirmek için (babasına) Hz. Yakub’a (müracaad eder) ondan (müsaade almaya çalışırız) onu alıp getirmek için her türlü çareye başvururuz. (Ve muhakkak biz) bunu, bu emir ettiğin şeyi, kardeşimizi alıp sana getirmeyi (herhalde yaparız) bu husûsda gayretimizi sarfetmekten geri durmayız.

§ Müravede; birşeyi başkasından tatlılıkla, nezaketle ve aldatma yoluyla istemektir.

62. Ve Hz. Yûsuf hizmetkârlarına dedi ki: Onların sermayelerini yükleri içine koyuveriniz. Belki âileleri yanına dönüp gidince onun farkına varırlar ve umulur ki: Geri dönerler.

62. Bu mübârek âyetler, Hz. Yûsufun emriyle kardeşlerinin getirmiş oldukları erzak bedellerinin kendi yüklerine gizlice konulmuş olduğunu bildiriyor. Ve kardeşleri kendi yurtlarına dönünce muhterem babaları ile görüşüp tekrar yiyecek alabilmek için geri kalan kardeşlerinin de kendileriyle beraber Mısır’a gitmesine müsaade istemiş olduklarını anlatıyor ve Hz. Yakub’un da onların sözlerine güvenemeyeceğine işâret edip Cenab’ı Hak’kınkoruma ve himayesine sığınmış olduğunu bildirdiğini ifâde etmektedir. Şöyle ki: (Ve) Hz. Yûsuf, kardeşlerine öylece teklifde bulunduktan sonra kendi (hizmetkârlarına) erzakları ölçüp dağıtan genç uşaklarına (dedi ki: Onların) o kardeşlerin (sermayelerini) aldıkları yiyecekler için verdikleri bedelleri ki, bir rivâyete göfe dirhemlerden ibâret bulunuyormuş (yükleri içine koyuveriniz) öyle gizlice kendilerine iâde etmiş olunuz (belki âileleri yanına dönüp gidince) Ken’an diyarına dönünce (onu) o sermayelerinin kendilerine iâde edildiğini yüklerini açınca görüp (bilirler) tekrar yiyecek almak için elde bir sermaye edinmiş olurlar. (Ve umulur ki) bizim yanımıza (geri dönerler) gelip erzak alırlar.

§ Hz. Yûsuf ne için o sermayelerini kardeşlerine iâde etmişti?. Bunun başlıca sebepleri muhterem babasına, kardeşlerine yardım etmek ve tekrar gelip yiyecek alabilmelerini te’min içindi. Bu suretle de bir cömertlik göstermek ve senelerden beri olan ayrılığa bir son vermenin başlangıcını hazırlamak içindi.

§ “Fetâ”; lûgatde genç, delikanlı, yiğit, mert demektir. Çoğulu, Fityandır.

§ Bize; ticaret için kullanılan mal, sermâye demektir. “Rihâl” de Rehl’in çoğuludur ki: Hayvanların sırtlarına yükletilen eşyalar, vesâiredir. Bir yerden diğer bir yere gitmeğe de rahlet, irtihâl denilir.

63. Ne zaman ki babalarına dönüverdiler, dediler ki: Ey babamız! Bizden erzak yasaklandı, artık bizimle beraber kardeşimizi de gönder ki, erzak alalım ve muhakkak ki, biz onun için elbette koruyucu kimseleriz.

63. (Ne zaman ki) Hz. Yûsufun kardeşleri muhterem (babalarına) Yâkub Aleyhisselâm’ın yanına (dönüverdiler) Mısır’da gördükleri ikramı, ziyafetleri antatlılar ve (dediler ki: Ey pederimiz!.) Bir daha müracaat ettiğimizzaman bize tekrar yiyecek verilmeyecek (bizden yiyecek men edildi) kardeşimiz Bünyamin bizimle beraber Mısır’a gitmedikçe artık bize yiyecek verilmiyeceğini Mısır maliye bakanı bize hatırlattı. Bizim ise yiyeceğe ihtiyacımız var (artık) tekrar yiyecek alabilmemiz için (bizimle beraber kardeşimizi de) Bünyamin’i de (gönder ki) onun adına da bizim adımıza da (yiyecek alalım ve) sen Bünyâmin’den dolayı korkma, (muhakkak ki, biz onun için elbetde koruyucu kimseleriz) onu güzelce korumaya gücümüz yeter. Onu sana iâde edinceye değin korumaya çalışır dururuz.

64. Hz. Yâkub da dedi ki: Onun hakkında size inanabilir miyim? Meğer ki evvelce kardeşi hakkında size güvendiğim gibi ola. İmdi Allah Teâlâ’dır, en hayırlı koruyucu ve merhamet edenlerin en merhametlisi.

64. Hz. Yâkub da onların bu sözlerine, güvencelerine cevaben (dedi ki: Onun) Bünyâmin’in korunması (hakkında size inanabilir miyim?.) Vaktiyle Yûsuf hakkında vermiş olduğunuz güvencenin nasıl asılsız olduğu meydana çıkmış değil mi? (Meğer ki) Yine aldanarak (evvelce) Bünyâmin’in (kardeşi) Yûsuf (hakkında size güvendiğim gibi ola) o güvenim nasıl ki, boşa çıkmış oldu, bu defa da emniyet edersem öyle olmak ihtimâli var. Evet.. Hz. Yûsuf hakkında yemin ederek güvence vermişlerdi. Halbuki, bu güvenceye riâyet etmemişlerdi. Artık onların bu sözlerine de nasıl güvenilebilirdi? Güven ise kalbin inanmasından ibâretdir ki, bunun meydana gelmesi için onu bozacak bir hadisenin vuku bulmamış olması gerekir. Binaenaleyh Hz. Yâkub onların sözlerine itimat edemiyeceğin! bildirmiş ve demşitir ki: (İmdi) Öyle insanlar vesâire değil, sırf (Allah Teâlâ’dır en hayırlı koruyucu) mahluklarını koruyup muhafaza edici (ve) O Kerem Sâhibi Yaratıcıdır kullarına (merhamet edenlerin en merhametlisi) artık ben ancak O YüceYaratıcıya sığınırım, işlerimi ona havâle ederim, beni bir daha Yûsufun kaybolması gibi bir musibete, bir üzüntüye uğratmayacağını O Kerem Sahibi mâbudumun lûtuf ve ihsanından beklerim. Hz. Yâkub, bu suretle hatırlatmış oluyor ki: İnsan her işinde başarıya ulaşabilmesi için Cenâb-ı Hak’ka sığınmalıdır, ve her hususunda emniyetini, selâmetini, başarısını O Yüce Yaratıcı’dan beklemelidir, niyâz etmelidir.

65. Ne zaman ki yüklerini açtılar, sermayelerinin kendilerine geri verildiğini gördüler. Dediler ki: Ey babamız! Daha ne isteriz? Bu bizim sermayemizdir, bize geri verilmiş. Âilemize yine yiyecek getiririz ve kardeşimizi koruruz ve bir deve yükü de arttırırız. Bu ise az bir miktardır.

65. Bu mübârek âyetler, Hz. Yakub’un Mısırdan dönen oğullarının kendilerine sermayelerinin geri verilmiş olduğunu anlayınca daha bolca yiyecek getirebilmeleri için diğer bir kardeşlerini de yanlarına alarak tekrar Mısır’a gitmelerini muhterem babalarından istemiş olduklarını bildiriyor. Hz. Yakub’un da oğullarına hitâben Allah adına yemîn ile kendisine güvence verilmedikçe onlara müsaade de bulunmayacağını bildirdiğini ve Mısır’a gidince de şehire farklı kapılardan girmelerini onlara tavsiye eylediğini ve bununla beraber Allah’ın takdirine hiç bir şeyin engel olamıyacağını da onlara ihtar buyurmuş olduğunu beyân buyurmaktadır. Şöyle ki: Yûsuf Aleyhisselâm’ın kardeşleri Mısır’dan kendi yurtlarına dönmüşlerdi (Ne zaman ki) Mısır’dan getirmiş oldukları (yüklerini açtılar) erzak almak için Mısır’a götürmüş oldukları (sermayelerinin kendilerine geri verilmiş olduğunu gördüler) kendilerine bir iyilik, bir yardım yapılmış olduğuna kanaat getirdiler, Hz. Yakub’a hitâben (dediler ki, ey babamız!. Daha ne isteriz?.) bu, Mısır maliye bakanının bizlere bir ihsanı değil mi?. (Bu) yüklerimizdençıkan şey (bizim sermayemizdir) Mısır’a götürmüştük (bize geri verilmiş) hakkımızda ne iyi bir yardım!. Bu sermaye ile tekrar Mısır’a gidelim (âilemize yine) bu sermaye ile (erzak) geçimimize vasıta olabilecek şeyler (getiririz) Mısır hükûmetinden almış bulunuruz. (Ve) Bu kere bizimle beraber göndereceğin (kardeşimizi) Bünyamin’i de (muhafaza ederiz) onu tehlikelerden koruruz, ona korkacağın bir şey isâbet etmez. (Ve) Onun adına da yiyecek alacağımız için (bir deve yükü de) erzakımızı (arttırırız) şimdi (bu) getirmiş olduğumuz (ise az bir erzaktır.) Bize yetmez. Artık müsaade et de kardeşimizi de beraber alıp Mısır’a götürelim. Diğer bir yomma göre de (bu ise) öyle bir deve yükü daha erzak alıp getirebilmemiz ise: Mısır maliye bakanının bizlere göstermiş olduğu ikrama, misâfirperverliğe göre (az bir miktardır) cüz’î birşeydir, onu da bize vermekten çekinmez.

§ “Meyir”; başka yerden yiyecek getirmek demektir. “Meyire” de böyle getirilen erzaktır. Böyle bir erzâkı getirmeye “imtiyar” da denilir.

66. Dedi ki: Onu sizinle beraber göndermem, onu bana getireceğinize dâir Allah Teâlâ’dan bana sağlam bir söz verinceye kadar. Ancak kuşatılmanız hariç. Vaktaki, ona teminatlarını getiriverdiler. Dedi ki: Allah Teâlâ’da dediklerimizin üzerine şâhitdir.

66. Hz. Yâkub da oğullarının bu arzularına cevaben (dedi ki: Onu) oğlum Bünyâmin’i (sizinle beraber) Mısır’a (göndermem) buna hiç bir vakit müsaade etmem (onu bana getireceğinize dâir Allah Teâlâ’dan bana sağlam bir söz verinceye kadar) yani: Bünyâmin’i hakkında kötü bir muamelede bulunmaksızın tekrar bana getireceğinize dâir Cenâb-ı Hak’kın kutsal adına yemin ederek bana öyle kuvvetli, tekitli bir söz vermedikçe onu sizinle beraber göndermem. (Ancak) sizin kaediniz olmaksızın bir musibetle (kuşatılmanız hariç) gittiğiniz yerde sizin içinsaymaya güç yetiremeyeceğiniz bir felâket yüz göstersin, hepinizde bir kötülüğe, bir helâke uğramış olasınız, böyle bir hâl ise müstesnadır, o takdirde siz mazur sayılırsınız. Hz. Yakub’un böyle kendisine teminat vermelerini teklif etmesi üzerine oğulları (Ne zaman ki tâki, ona) Hz. Yakub’a istediği şekilde (teminatlarını) Allah’ın adına yemin etmek suretiyle taahhütlerini (getiriverdiler) and içtiler, teminat verdiler, Hz. Yâkub da (dedi ki: Allah Teâlâ dediklerimiz üzerine şahiddir) bu aramızdaki konuşmayı, andı tamamiyle bilmektedir. Artık buna riâyetde bulunmak bizim için bir vazifedir. Hz. Yâkub, bu ifadesiyle oğullarının verdikleri teminata hakkıyla uymalarını kendilerine tavsiye etmiş bulunuyordu.

67. Ve dedi ki: Oğullarım! Bir kapıdan girmeyiniz, ayrı ayrı kapılardan giriniz. Maamafih Allah tarafından takdir edilen herhangi bir şeyi sizden savamam. Hükm ancak Allah’ındır. Ben Allah’a dayandım ve tevekkül edenler ancak ona dayansınlar.

67. Hz. Yâkub, bütün oğullarının Mısır’a gitmelerine müsaade etti (ve dedi ki: Oğullarını!.) Mısır’a gittiğiniz zaman hepiniz şehre (bir kapıdan girmeyiniz) araları ayrılmış olan (ayrı ayrı kapılardan giriniz) o kapılar öyle birbirine pek yakın: Bitişik bir halde bulunmasın. Bu size göz değmesine engel olan fâideli bir hareketdir. (Maamafih Allah tarafından) takdir edilen her (hangi bir şeyi sizden savamam) Allah göstermesin, hakkınızda bir kötü hâdise takdir edilmiş ise o elbetteki, meydana gelir. Benim bu tavsiyem ise bir şefkat eseridir, görünen sebeplere riâyet etmenin lüzumuna bir işâret içindir, yoksa (hüküm ancak Allah’ındır) onun iradesinin dışında kimse bir şeye kaadir olamaz. (Ben Allah’a tevekkül ettim) benim vekilim o’dur. Onun her fiiline ben razıyım, onun bir hikmet gereği olduğuna inanıyorum.Allah’ın takdiri ne ise o tecellî eder (ve tevekkül edenler) hak’ka itimad etme hususunda sebat etmek isteyenler (ancak ona) o eşsiz Yaratıcıya (tevekkül etsinler) başkalarına dayanıp, güvenmesinler. Çünki yalnız Hak Teâlâya dayanıp güvenmek, vazifelerin en büyüğü bulunmaktadır.

§ Tefsirlerde ayrıntılı olarak yazılı olduğu üzere Yâkub Aleyhisselâm’ın oğulları, kuvvete, olgunluğa ve güzelliğe sahip idiler, muhterem bir zâtın oğulları olan seçkin bir topluluk halinde bulunuyorlardı. Onların öyle birlikte bir kapıdan içeri girmeleri insanların kendilerine bakışlarını çekebilirdi. Bu yüzden göz değmesine uğramaları düşünülebilirdi. İsabeti ayrı = göz değmesi ise arasıra olan bir hakikattır. Bu hikmet gereği bazı insanlarda bulunan bir ruhsal durumun eseridir. Yaratılışlarındaki uğursuzluktan, yüreklerindeki kıskançlık ve fakirlikten doğmaktadır. Bunlar bakıp hoşlandıkları veya kıskandıkları bazı kimseler üzerinde yanlızca gözlerinin dokunmasiyle kötü tesirlerde bulunurlar. Bu hâl inkâr edilemez. Nice gözlerde gizli kuvvetler vardır ki, varlıklar üzerinde çeşit çeşit tesirlerde bulunur. Binaenaleyh bazı gözlerde de böyle görülemeyen bir kuvvet, bir özellik bulunabilir ki, onun yanlızca yönelmesiyle bir kötü hâdise meydana gelebilir. Bunu kimse aklen inkâr edemez. Naklen ise bu sâbittir. Ve vakit vakit de görülmektedir. Nitekim bir hâdisi şerifte de: (Elâynü hakkan) buyurulmuştur. Yani: Göz dokunması, sâbittir, hakikaten meydana gelmektedir. Yine hâdisi şerif kitaplarında ve tefsirlerde yazılı olduğu üzere Rasûlü Ekrem Efendimiz, muhterem torunları Hz. Hasan ile Hz. Hüseyin hakkında Allah Teâlâyı sığınır. ( ………….. ) diye dua ederdi, İbrahim Aleyhisselâm da oğulları İsmail ve Ishâk Aleyhimesselâm hakkında böyle duada, İstiazede bulunurdu. Yâni: İkinizi de Allah Teâlâ’nın kelimeleriyle, ilâhî âyetleriyle her bir şeytandan, yılan, akrep gibi her bir zararlı hayvandan, ve her bir kötü bakışlı gözden dolayı Cenâb-ı Hak’kın koruma ve himayesine havâle ederim. Kısacası: Zararlı şeylerden kaçınmak fâideli şeyleri elde edebilmek için görünen sebeplere başvurmakla beraber asıl Cenâb-ı Hak’kın korumasına sığınmalı, ona dayanmalıdır. Kurtuluş ve selâmeti ondan beklemelidir. Evet.. Tevekkül etmek istiyor isen işini yapmaya çalış, meselâ: Ekinİni ek, sonra Cenâb-ı Hak’ka dayan, maksadın tahakkukunu onun bereketinden bekle. İşte Hz. Yakub’un oğullarına tavsiyesi de böyle sebeplere başvurmanın câiz olduğunu göstermektedir.

68. Ne zaman ki, babalarının kendilerine emretdiği şekilde şehre girdiler, böyle bir giriş, onlardan hiçbir ilâhî takdiri savar olmadı. Ancak Yakûb’un nefisindeki bir dileği yerine getirmiş oldu. Ve şüphe yok o, kendisine öğretmiş olduğumuzdan dolayı bir ilim sahibi idi. Fakat insanların çoğu bilmezler.

68. Bu mübârek âyetler de Hz. Yûsufun kardeşlerinin tekrar Mısır’a gidip babalarının tavsiyesi üzere şehre girdiklerini ve bu suretle muhterem babalarının bir arzusuna hizmet etmiş, fakat takdir edilen hususların tecellîsini bertaraf edememiş bulunduklarını bildiriyor. Ve Hz. Yûsufun özkardeşini yanına alarak kendisini ona bildirdiğini ve ona teselli verdiğini ve onu yanında alıkoymaya bir vesile olmak üzere su kabını onun yükü içine bıraktırmış bulunduğunu beyân buyurmaktadır. Şöyle ki: Yâkub Aleyhisselâm’ın müsaadesiyle bütün oğulları Mısır’a gittiler. (Ne zaman ki)Muhterem (babalarının kendilerine emretdiği şekilde) ayrı ayrı kapılardan şehre (girdiler, böyle) dağınık (bir giriş, onlardan) o muhterem âile efradından (hiçbir ilâhî takdir savar olmadı) haklarında takdir edilen şey ne ise yine o meydana geldi, onların o tedbirleri kendilerini Allah’ın korumasından beri kılmadı, ancak Cenâb-ı Hak’kın koruması sâyesinde göz değmesine uğramadılar. Fakat haklarında başka türlü takdir edilen hususlar, ortaya çıktı. Bir kardeşlerinin bir müddet Mısır’da alıkonulmasına lüzum görüldü. Hz. Yâkub da bu sebeple yine geçici bir müddet üzüntü ve keder içinde kaldı. Fakat öyle başka başka kapılardan şehre girilmesi (ancak) Hz. (Yakub’un nefsindeki bir dileği yerine getirmiş oldu) onun bir şefkat eseri olan emrine uyulmasını sağladı. Veyahud böyle dağınık bir şekilde şehre girilmesiyle Hz. Yâkub, kendi nefsindeki, düşüncesindeki bir dileği, bir şefkât eserini meydana getirmiş oldu. Oğullarının kendisine muhalefet etmediklerini görmüş bulundu. İşte o giriş, yalnız kendisi için böyle fayda verici olmuştur. (Ve şüphe yok ki, o) Hz. Yâkub (kendisine öğretmiş) vahyile, delil getirmekle ile bir nice şeyler bildirmiş (olduğumuzdan dolayı bir İlim sâhibi idi) Allah’ın takdirine bir şeyin engel olamayacağını bilirdi, bazı hâdiselerin meydana gelip veya gelmemesine bazı şeylerin sebep olarak yaradılmış bulunduğunu biliyordu, birçok hakikat ve menfaat hakkında bilgi sâhibi bulunuyordu. Binaenaleyh oğularına bir tavsiyesi de bir ilm neticesi olmuştur. (Fakat insanların çoğu bilmezler) Kaderin sırlarını bilmezler. Bir takım sebeplere sarılmanın kadere engel olacağını sanar dururlar. Hz. Yâkub ise elbetde böyle bir kanaatde bulunmamıştır.

69. Ve Yûsufun huzuruna girdikleri zaman, kardeşini yanına alıverdi. Ve dedi ki: Şüphe yok, ben senin kardeşinim artık onların yaptıkları şeyden dolayı üzülme.

69. Hz. Yakub’un oğulları tekrar Mısır’a gittikleri (ve) kardeşleri Hz. (Yûsufun huzuruna girdikleri zaman) Hz. Yûsuf, Bünyamin adındaki ana-baba bir (kardeşini yanına alıverdi) hakkında birçok gönül alıcı muamelede bulundu. Sonra da ona (dedi ki: Şüphe yok, ben senin kardeşinim) öyle senelerce muhterem babasından uzak düşmüş olan Yûsuf benim (artık) o diğer kardeşlerimizin benim hakkımda vaktiyle (yaptıkları şeyden dolayı üzülme) o ilâhî bir takdir eseri idi ki, meydana gelmiş oldu. Cenab’ı Hak da lûtf ve ihsanda bulundu. Bizleri yine bir araya getirdi, nîmetlere kavuşturdu. Hz. Yûsuf, Bünyâmin’e şu meâlde bir tenbihde bulunmuştu. Şimdi seni bir bahane ile bir müddet yanımda alıkoyacağım, bundan dolayı da sakın üzüntüye kapılma, neticesi pek güzel olacaktır.

70. Ne zaman ki; onların yüklerini hazırlattı, su kabını kardeşinin yükü içine koydu. Sonra bir tellâl: Seslendi ki: Ey kâfile halkı şüphe yok ki, siz hırsızlarsınız.

70. (Ne zaman ki) Yûsuf Aleyhisselâm (onların) o kardeşlerinin (yüklerini hazırlattı) kendilerine verilecek yiyecekleri hemen hazırlattı, bu sırada (su kabını) altundan veya gümüşden yapılmış olan maşrapasını veya cevherler ile süslenmiş olan pek kıymetli bir ölçeği, Bünyamin adındaki (kardeşinin yükü içine) bizzat veya hizmetçisi vâsıtasiyle gizlice (koydu) kardeşleri kendi yanından ayrılıp biz gittikden (sonra) arkalarından (bir tellal seslendi ki) yüksek bir sesle çağırdı ki: (Ey kafile!.) Halkı, Kervan ahalisi!, durunuz. (Şüphe yok ki, siz hırsızlarsınız) yani: Siz vaktiyle Hz. Yûsuf’u babasından çalarcasına almış, kuyuya atmış, o suikaedinizi gizlemiş kimselersinizdir. Yahud böyle bir seslenme, Hz. Yûsufun emriyle olmaksızın hizmetçiler tarafından yapılmıştı. Veyahud bu seslenme, bir soru mahiyetindedir. Denilmiş oluyordu ki:Siz herhalde hırsız kimseler misiniz?. Durunuzda araştırmada bulunalım.

71. Onlar döndüler de dediler ki: Ne arıyorsunuz?

71. Bu mübârek âyetler, Yûsuf Aleyhisselâm’ın kendilerine hırsızlar diye seslenilen kardeşlerinin sorusuna verilen cevabı ve o hususa dâir iki tarafın konuşmasını ve hırsız olan şahsın çaldığı mal karşılığında ceza olarak köle edinileceğini beyân buyurmaktadır. Şöyle ki: Hz. Yûsufun kardeşleri yiyeceklerini alarak Mısırdan ayrılmak üzere yola çıkmışlardı. Arkalarından seslenilerek siz hırsız kimselersiniz!. Durunuz gitmeyiniz denilince bu zatlar (onlara) o seslenen şahsa, hükümdarın adamlarına doğru (döndüler de dediler ki:) Hangi malınız çalınmış?. (Ne arıyorsunuz?.)

72. Dediler ki: Hükümdarın su kabını arıyoruz ve onu getirecek kimse için bir deve yükü vardır. Ve ben de ona kefilim.

72. O seslenenler de (dediler ki: Hükümdarın su kabını arıyoruz) o maşrapa kaybolmuş (ve onu getirecek kimse için) onu öyle inceleyip araştırmaya ihtiyaç bırakmaksızın alıp bize getirecek şahıs için (bir deve yükü) yiyecek (vardır) ona bir ayak kirası, bir mükâfat olmak üzere böyle bir şey verilecektir. (Ve) Öyle seslenen kimse de dedi ki: (Bende ona) O yiyeceğin verileceğine (kefilim) onun verilmesini üzerime alırım.

73. Dediler ki: Allah’a and olsun, siz de muhakkak bilmişsinizdir ki, biz bu yerde fesat çıkarmak için gelmedik ve biz hırsız kimseler de değiliz.

73. Hz. Yûsufun kardeşleri üzüldüler ve (dediler ki: Allah’a and olsun) ki, biz hırsız kimseler değiliz. (Siz de) Ey Mısır hükümdarının adamları (muhakkak bilmişsinizdir ki,) daha evvel bizim gelip gitmemizden, şahsî hallerimizden dolayı bakıp anlamışsınızdır ki (biz bu yerde) bu Mısırdiyarında öyle hırsızlık gibi bir fesat çıkarmak için) buraya (gelmedik ve) yine siz muhakkak bilirsiniz ki (biz) hiçbir şekilde (hırsız kimseler olmadık) artık bizlere öyle bir suçlama nasıl isnâd edilebilir?. Hattâ deniliyor ki: Vaktiyle onların yükleri içine gizlice konulmuş olan sermayelerini tekrar Mısıra gidince hükümete geri verip teslim etmişlerdi. Bu defa denilmiş oluyor ki: Eğer biz hırsız kimseler olsa idik öyle denklerimiz arasında bulunan bir sermayeyi size geri verir miydik?.

74. Dediler ki: Eğer siz yalancı kimseler oldunuz ise onun cezası nedir?

74. Hz. Yûsufun adamları ve o seslenen şahıs (dediler ki: Eğer siz yalancı kimseler oldunuz ise) yani: Ey yolcular!. Eğer kaybolan su kabı sizin eşyanız arasında bulunur da yalan söylemiş olduğunuz anlaşılırsa (onun) öyle bir hırsızlığın (cezası) sizin dininize göre (nedir?.) Böyle bir şeyi çalan kimse ne şekilde cezaya çarptırılır.

75. Dediler ki: Onun cezası, kimin yükünde bulunur ise, işte o onun cezasıdır. Biz zâlimleri böylece cezâlandırırız.

75. Hz. Yûsufun kardeşleri de hırsızlıktan beri olduklarına kanaatleri olduğu için kendi dinlerinin hükmünü açıklayarak (dediler ki: Onun cezası, kimin yükünde bulunursa) yani: O çalınan şey, aranır da hangimizin yükünden meydana çıkar, çalınmış olduğu ortaya çıkarsa (o) çalmış olan şahıs (onun) o hırsızlık fî’linin (cezasıdır) bir sene kadar müddetle köle olarak malını çalmış olduğu şahsın yanında kalmaya mahkûm olur. (Biz zâlimleri) Hırsızları böyle köle olarak alıkoymak suretiyle (cezalandırırız) bizim dinimizin hükmü budur. Mısır hükûmetinin kanunlarına göre ise böyle bir hırsız döğülürdü ve kendisinden çaldığı malın iki misli alınırdı.

76. Artık kardeşinin yükünden önce onların yüklerini aramaya başladı. Sonra onukardeşinin yükünden çıkarıverdi. İşte Yûsuf için böyle bir tedbir yaptık. Yoksa hükümdarın dinine göre kardeşini alıkoyabilecek değildi. Ancak Allah Teâlâ’nın dilemesi hariç. Biz dilediğimiz kimseyi derecelerle yükseltiriz. Ve her bilgi sâhibinin üstünde daha iyi bilen birisi vardır.

76. Bu mübârek âyetler, Hz. Yûsufun öz kardeşini geçici olarak yanında alıkoymak için seçtiği tedbirin nasıl cereyan ettiğini bildiriyor. Kaybolan malın kendi yükünde bulunması bahanesiyle o kardeşini yanında alıkoyduğunu ve diğer kardeşlerinin ricalarına karşı vermiş olduğu cevabı beyân buyurmaktadır. Şöyle ki: Kaybolduğu söylenilen su kabının kafile eşyası arasında aranmasına lüzum gösterilmişti. Bunun üzerine kafile geri dönerek yüklerinin aranmasını istediler. (Artık) Hz. Yûsuf (kardeşinin) ana baba bir kardeşi Bünyâmin’in (yükünden önce onların) o diğer baba bir kardeşlerinin (yüklerini aramaya başladı) bir suçlama şüphesi bulunmasın diye böyle hepsini aramayı gerekli gördü. (Sonra) da (onu) o kaybolan su kabını (kardeşinin yükünden) arayıp buldu, meydana (çıkarıverdî) güyâ bu hırsızlığı o yapmış gibi görülerek onu Hz. Yûsuf yanında alıkoydu. Cenab’ı Hak’da buyuruyor ki: (İşte Yûsuf için böyle bir tedbîr yaptık) yani: Hz. Yûsufun öz kardeşini yanında bırakması ve sonuçta kendisinin varlığından bütün kardeşlerinin haberdar olmaları için böyle bir muamele yapmayı Hz. Yûsuf’e ilhâm etmiş olduk. (Yoksa hükümdarın dinine göre) onun hırsızlar hakkındaki hükmünü dikkate alarak (kardeşini ahkoyabilecek değildi) çünki o hükümdarın cezâsı böyle bir hırsızlığın yapılması durumunda hırsızlık yapanı döğmekten ve ondan iki kat para cezası almaktan ibâret idi. Halbuki, Hz. Yûsufun tâbi olduğu ilâhî dinin hükmü öyle değildi. Bilâkis hırsızlık edeni bir sene kadar köle olarak alıkoymaktı. Maamafih şimdi hakikî bir şekildebir hırsızlık da yok idi. Artık kardeşini elbetde hükümdarın hükmüne tâbi tutamazdı. (Ancak, Allah Teâlâ’nın dilemesi hariç) yani hükümdarın hükmü üzere muâmele yapılmasına Cenâb-ı Hak’kın izin vermesi müstesna. Diğer bir görüşe göre de: Fakat Allah Teâlâ’nın dilemesiyle kardeşini hükümdarın dininden başka bir dine, Yâkub ailesinin dinine “şeriatine göre yanında alıkoydu, onu geçici bir köle gibi gösterdi. Cenab’ı Hak, Yûsuf Aleyhisselâm’ın bu husustaki tedbirini yerinde bulmuş olduğunu göstermek için buyuruyor ki: (Biz dilediğimiz kimseyi derecelerle yükseltiriz) yani: Dilediğimiz kulu ilm ve irfan ile, dini hükümlere riâyet ile seçkin kılar ve onun kaderini yüceltiriz. İşte Hz. Yûsuf da böyle bir şerefe kavuşmuş, kardeşlerinden daha fazla yüksek derecelere sahip olmuştu. (Ve her bilgi sâhibinin üstünde daha iyi bilen birisi vardır.) Evet.. İlm sonsuz değildir, insanlığın ilm sahasındaki mertebeleri ise farklıdır. Hiçbir kimse kendisini bütün ilm sahiplerinin üstünde zannedemez. İşte Hz. Yûsufun kardeşleri de haddizatında birer bilgin zatlar idilerse de Hz. Yûsuf İlim bakımından onlardan üstün idi. Kısacası: Bütün beşerî ilimler, birbirinden farklıdır ve sonludur. Ancak Allah Teâlâ’nın ilmi sonsuzdur. Öğrenmeden münezzehdir, bütün mahlûklarının ilimlerinin üstündedir, ezelîdir, ebedîdir. Buna inancımız tamdır. Bu âyeti kerime bir delildir ki:

İlm, makamların en şereflisidir, ve derecelerin en yükseğidir.

“Ilmin ulûvvi kadrini ber vechi bihterîn”

“Isbat eder şehadeti hel yestevillezîn”

77. Dediler ki: Eğer çaldı ise onun bir kardeşi de daha evvel çalmış idi. Yûsuf de bunu nefisinde gizledi ve bunu onlara açıklamadı. Dedi ki: Siz kötü bir durumdasınız ve Allah Teâlâ sizin anlattığınızı çok iyi bilir.

77. Yûsuf Aleyhisselâm’ın kardeşleri kendilerinden utanmayı savmak ve nefislerini teselli etmek için (dediler ki: Eğer) Bünyamin oyükünden çıkarılan maşrapayı (çaldı ise onu bir kardeşi de daha evvel çalmış idi) onun öz kardeşi de vaktiyle bir hırsızlık yapmış değiliz. Hz. (Yûsuf da bunu) onların bu isnâdından meydana gelen kalbi üzüntüsünü (nefsinde gizledi) sabr etti, sükûtda bulundu. (Ve bunu onlara açıklamadı) Onların sözlerinden dolayı üzlüdüğünü, bu ruhî durumunu onlara anlatmadı, ilgisiz kaldı. Ve kendi kendine kalben (dedi ki:) Ey kardeşlerim!, (siz kötü bir durumdasınız) yani: Bana hırsızlık isnat ettiğinizden dolayı veya beni vaktiyle babamın yanından ayırarak hakkımda zalimce muamelede bulunmuş olduğunuzdan dolayı kötü bir vaziyetde bulunmuşsunuzdur. (Ve Allah Teâlâ sizin anlattığınızı) bana öyle hırsızlık isnâd etmenizin doğru olmadığını, onun bir iftiradan ibâret bulunduğunu (çok iyi bilir) artık sizi, bana isnat ettiğiniz o vuku bulmayan vasıfdan dolayı sorumlu tutabileceğini hiç düşünmez misiniz?. Artık ne cesaret ki, bana öyle gerçeğe aykırı bir isnâdda bulunmuş oldunuz?.

§ Hz. Yûsufun kardeşleri Bünyamin hakkında bunun kardeşi de bir hırsızlıkla bulunmuşdu sözleriyle Hz. Yûsuf’u kasdetmişlerdi. Hz. Yûsuf’e vaktiyle bir hırsızlık isnâd edilmiş idi. Şöyle ki: Bu hususta çeşitli rivâyetler vardır. Kısaca deniliyor ki: Hz. Yûsuf gençliği zamanında muhterem babası Hz. Yakub’un evindeki bir tavuğu alarak bir dileniciye vermişdi. Veya muhterem babasının sofrasına âit yiyeceklerden alarak fakirlere verirdi. Veyahud Hz. Yûsuf annesinin emri üzerine o putu gizlice alıp kırmış, helâya atmış, bunun neticesinde o şahsın puta ibâdeti terkedeceğini urumuşlardı. İşte bu gibi bir olay Hz. Yûsuf hakkında bir hırsızlık kabul edilmişti. Diğer bir rivâyete göre de Hz. Yûsufun annesi vefat edince onu halası, yani Ishâk Aleyhisselâm’ın kızı yanına aldı, bu kadın daha pek çocuk bulunan Hz. Yûsuf’u pek fazla seviyordu. Hz. Yâkub o mâsumu kendiyanına almak isteyince bu halası bir hile düşündü, İshâk Aleyhisselâm’dan kendisine intikâl eden bir kemer vardı ki, bu kemer ile bereket umulurdu. Bu kemeri daha çocuk olan Hz. Yûsufun elbisesi altından beline bağlanmış olduğunu görmüşler. Hz. Yâkub da eğer onu Yûsuf çalmış ise onu bir sene yanında alıkoy demiş, halası da bu bahane ile o pek sevdiği mâsumu bir müddet daha yanında tutmuştu. Kısacası: Bunlardan hiç biri bir hırsızlık değilse de kardeşleri böyle bir şeyi hırsızlık sanarak. Hz. Yûsuf’a isnâd etmişlerdi.

78. Dediler ki: Ey Aziz! Muhakkak onun çok yaşlı bir babası vardır. Onun yerine bizden birini al. Şüphesiz ki, biz seni iyilik edenlerden görüyoruz.

78. Yûsuf Aleyhisselâm kardeşi Bünyamin’i yanında alıkoymaya karar verince diğer kardeşleri (dediler ki: Ey Aziz!.) ey muhterem maliye bakanı!. (Muhakkak onun) o yanında alıkoyduğun Bünyâmin’in (çok yaşlı) pek ihtiyar büyük bir mevki sâhibi bir (babası vardır) onun ayrılığına dayanamaz, onu çok sevdiği için onun ayrılığına sabr etmez (onun yerine bizden birini al) tutukla, onun o muhterem babasına iyilikde bulun, onu salıver, babasına gönder (şüphesiz ki, biz seni iyilik edenlerden görüyoruz.) Senin çok cömert, iyiliksever olduğunu görüp duruyoruz. Artık bize bu lûtfta da bulun.

79. Dedi ki: Biz malımızı yanında bulduğumuzdan başkasını almaktan Allah’a sığınırız. Şüphe yok ki, biz o halde elbetde zâlimler oluruz.

79. Hz. Yûsufta onlara cevaben (dedi ki: Bîz malımızı yanında bulduğumuzdan başkasını almaktan Allah’a sığınırız) onun yerine başkasını alıp yanımızda bırakamayız, öyle bir hareket günâhdır, Cenâb-ı Hak, bizi öyle bir işte bulunmaktan korusun. (Şüphe yok ki,) Eğer biz sizin dediğiniz gibi yaparsak, malımızı kendi yükünde bulmadığımızı alır köleyaparsak (biz o halde elbetde zalimleriz) oluruz sizin bildirdiğiniz dinî hükme karşı çıkmış, ve zâlim kimselerden olmuş oluruz. “Hz. Yûsufun kardeşini bir müddet yanında alıkoyması, ilâhî bir vahye dayanmaktaydı, Cenâb-ı Hak tarafından müsaade edilen bir tedbirden ibâret bulunmuşdu. Bu yüzden diğer kardeşleri üzüntülü olacaklarından dolayı bu onların hakkında bir keffaret mahiyetinde bulunmuştur. Hz. Yâkub da bu vesile ile daha nice yüksek derecelere kavuşmuştur. Bunda kim bilir daha nice hikmetler de vardır. En doğrusunu Allah bilir.

80. Ne vakit ki, ondan ümitlerini kestiler, birbiriyle fısıldaşarak diğerlerinden ayrıldılar. Büyükleri dedi ki: Babanızın muhakkak Allah’a yemin ile teminat almış olduğunu ve sizin evvelce de Yûsuf hakkında yapmış olduğunuz kusuru bilmiyor musunuz? Artık babam bana izin verinceye kadar veya benim için Cenab’ı Hak hükmedinceye kadar bu yerden ayrılmam ve o, hükmedenlerin en hayırlısıdır.

80. Bu mübârek âyetler de Hz. Yûsufun kardeşlerinin Bünyamin’i kurtaramıyacaklarını anlayınca ümitsiz bir şekilde yurtlarına dönmeğe başladıklarını ve büyük kardeşlerinin de bunları hesaba çekerek babasının müsaadesi veya Cenâb-ı Hak’kın bir hükmü olmadıkça Mısırdan ayrılmayacağım söylemiş olduğunu beyân buyurmaktadır. Şöyle ki: Hz. Yûsufun kardeşleri, Mısır’da alıkonulacak olan Bünyâmin’in yerine kendilerinden birinin alıkonulmasını rica etmişlerdi. (Ne zaman ki) bu ricalarının kabul edilmediğini anlayarak (ümitsizliğe düştüler) ümitleri kesilmiş oldu. Bu on kardeş (birbiriyle fısıldaşarak) gizlice konuşarak (diğerlerinden ayrıldılar) diğer kimselerden ayrılarak bir tarafa çekildiler (büyükleri) yani: Onların yaşça büyüğü olan “Rubil” veya ilm ve fazilet itîbariyle büyükleri olan “Yehuza” veya “Şem’un” adındaki kardeşleri (dedi ki:) Bir kere düşününüz!.(Babanızın) bu Bünyamin”! sizinle beraber Mısır’a göndermeden evvel onu koruyacağınıza dâir (muhakkak Allah’a yemin ile sizden teminat) bir kuvvetli söz (almış olduğunu) bilmediniz mi?. Elbetde bilirsiniz, (ve sizin evvelce de Yûsuf hakkında yapmış olduğunuz kusuru) onu muhafazada bulunmamış olduğunuzu bilâkis, onun hayatına kasdetmiş bulunduğunuzu (bilmediniz mi?.) Elbetde bilmişsinizdir. (Artık babam bana) dönmem için (izin verinceye kadar veya benim için) Bünyâmin’in hangi bir sebeple salıverilmesi suretiyle veya başka bir sebeple bu yerden ayrılmama (Cenâb-ı Hak hükm edinceye kadar) ben kendi kendime (bu yerden ayrılmam) Mısır’da kalırım, (ve o) Yüce Yaratıcı (hükmedenlerin en hayırlısıdır.) Çünki o mutlaka hak ile adâlet ile hükmeder. Binaenaleyh onun hükmüne riâyet, bütün kulları için bir kulluk vazifesidir.

§ “Neciyy”; kelimesi münâci ve tenâci mânâsınadır. Çoğulu da “enciyedir” Münâci, sırrını gizlice söyleyen kimse demektir. Tenâci de birbiriyle gizlice konuşmak gizli bir şeyin farkına varmaktan ibâretdir. “Neciyya” kelimesi çoğul mânâsında hâl olarak gelmiştir ki, birbiriyle gizlice konuşarak, istişarede bulunarak mânâsını ifâde etmektedir.

81. Babanıza dönünce deyiniz ki: Ey babamız! Şüphe yok ki, oğlun hırsızlık etti. Biz bildiğimiz şeyden başkasına şahitlik etmedik ve biz gaybı bilip onu koruyucular değiliz.

81. Mısır’da kalmayı tercih eden büyük kardeşleri diğerlerine (dedi ki:) siz (babanıza) Hz. Yakub’un yanına (dönün de) o mübârek zâta (deyiniz ki: Ey babamız!. Şüphe yok ki oğlun) Bünyamin (hırsızlık yaptı) şöyle ki: Hükümdarın kaybolan su kabı onun yükü arasından meydana çıkarıldı, (biz bildiğimiz şeyden başkasına şahitlik etmedik) biz bu hadiseyi böyle gördüğümüz için veya Mısır hükümdarının ve adamlarının iddialarına göreBünyâmine hırsızlık isnâd etmiş oluyoruz. Görünen durum bunu gösteriyor. (Ve biz gaybı) görünmeyen durumu, gelecekte neler olacağını bilip onu (koruyucular değiliz) biz ona dâir bir bilgiye sâhip bulunmuyoruz. Sana yemin ederek söz verdiğimiz zaman, ileride bir hırsızlık hadisesinin vukû bulacağını, veya böyle bir hadisenin gerçeğe aykırı olarak iddia edileceğini elbette ki, bilmiyorduk. Binaenaleyh biz yeminimize muhalefet etmiş değiliz, bizi mazur gör.

82. Ve içinde bulunduğumuz şehre sor ve içinde gelmiş olduğumuz kervan’a da. Ve biz şüphe yok ki, elbetde doğru kimseleriz.

82. Bu mübârek âyetler, Mısır’dan dönen oğullarının, sözlerinde doğru olduklarını söyleyerek Hz. Yakub’a güven vermek istediklerini, Hz. Yakub’un da oğullarına verdiği cevabı ve sabra sarıldığını ve Mısır’da kalan oğullarının da Allah’ın yardımı ile gelip kendisine kavuşacaklarını bildirerek üzüntülerini gizlemeğe çalıştığını beyân buyurmaktadır. Şöyle ki: Hz. Yûsufun Mısır’dan dönüp gelen kardeşleri babalarının huzuruna girdiler (ve) Mısır’da kalmış olan büyük kardeşlerinin tavsiyesi üzerine muhterem babalarına dediler ki: Eğer bizim sözümüze inanmıyor isen (içinde bulunduğumuz şehre sor) yani: Bir müddet içinde kaldığımız Mısır ahalisinden sor, hâdise Mısır’da yayılmıştı. Onlar sana bizim doğru sözlü olduğumuzu haber verirler. (ve içinde gelmiş olduğumuz kervan’a da) sor, bizimle beraber Mısır’a gidip dönen Ken’an ahalisinden de bu hadiseyi sor. Gerçek durum, güzelce anlaşılmış olur. (Ve şüphe yok ki) Allah’a and olsun ki (<elbetde) sözümüzde (doğru kimseleriz) artık bizim sözümüze güven.

83. Dedi ki: Hayır, size nefisleriniz bir işi süslemiştir. Artık bana düşen güzel bir sabırdır, umulur ki. Allah Teâlâ onların hepsini bana getiriverir. Şüphe yok ki o, çok iyibilendir, hikmet sahibidir.

83. Hz. Yâkub da oğullarının bu sözlerine karşı (dedi ki, hayır) iş haddizatında öyle değil, (size nefisleriniz bir işi süslenmiştir) yani: Yaptığınız bir hareket, sizce fâideli görünmüştü. Bünyâmin’i alıp Mısır’a götürmeniz, fazla bir erzak almak arzusuyla sizce uygun görülmüştür. Mısır hükümdarınca bilinmeyen sizin fetvânız ise yerinde olmayan bir fetvâ idi. Bu fetvâ kardeşiniz hakında doğru olamazdı, çünki o hırsızlık yapacak bir kâbiliyetde değildir. Fakat size böyle bir işi, bir fetvâ vermeyi nefsiniz, kolaylaştırdı ve süslü gösterdi. (Artık güzel bir sabır) yani: Benim isim güzel bir sabrdır. Veya benim sabrım, güzel bir sabırdır. (Umulur ki. Allah Teâlâ onların hepsini) Yûsuf’u da Bünyâmin’i de diğer Mısır’da kalan kardeşlerini de (bana getiriverir) bunlardan hiç biri geri kalamaz, bana kavuşurlar Şüphe yok ki) Her şeyi hakkıyla (bilen) ve her fiilinde (hikmet sâhibi olan ancak o’dur) O Yüce Yaratıcıdır. O bizlerce gizli kalan şeyleri de tamamen bilir ve her ne irâde ve takdir buyurursa mutlâka bir hikmet ve menfaata dayanır. Hz. Yâkub böyle uzun bir müddet üzüntü ve keder içinde kalmış olduğu ve bunun neticesinde Allah’ın yardımı ile kavuşma zevkine nâil olacağını ilâhî lûtuflardan beklediği için böyle oğullarına birgün kavuşacağını söylemiştir. Artık her şeyi hakkıyla bilen ve her emrinde, takdirinde bir nice hikmet tecellî eden Kerem Sahibi Bir Yaratıcıdan böyle bir netice elbettedeki, beklenebilir.

84. Ve onlardan yüz çevirdi. Ve ey Yûsuf’um diye sızlandı ve gözleri hüzünden dolayı bembeyaz kesildi. Artık kederini içine atıyordu.

84. (Ve) Hz. Yâkub (onlardan) o huzuruna dönen oğullarından (yüz çevirdi) onların öyle üzüntü ve kederi arttıran sözlerini dinlememek için onlardan yüzünü başka bir tarafa döndürdü (Ve ey Yûsuf ‘um!.) neredesin?. Gel,tam zamanın (diye sızlandı) böyle çoktan beri kendisinden uzak düşmüş olan Yûsufünden dolayı pek fazla bir üzüntü ve hasret göstermiş oldu (ve gözleri üzüntüsünden dolayı) Yûsuf’u için fazlaca ağlar olduğundan dolayı (bembeyaz kesildi) gözlerinin siyahı beyaza dönüşmüş gibi oldu. Hattâ bir rivâyete göre pek az görebilir oldu. Bilahara Hz. Yûsufun gömleğini yüzüne sürmesi sebebiyle Cenâb-ı Hak onun mübârek gözlerini yine pek güzel görür bir hâle getirmiştir. Nitekim (96) ncı âyeti celîle bunu bildirmektedir. (Artık üzüntüsünü içine atıyordu.) Yani: Üzüntülü ve kederli bulunduğu halde bunu kimseye göstermek istemiyordu. Sabr ederek Cenab’ı Hak’ka sığmıyordu. Takdire râzı idi, halinden kimseye şikâyetde bulunmazdı. Üzülmek ve ağlamak gibi şeyler ise irâde dışı olduğundan bu onun sabrına, hak’ka tevekkülüne engel bulunmuş değildir. Hattâ bazı elem verici hâdiselerden dolayı ağlamak mübahtır. Buna insan mâni olamaz. İmamı Buhari ile İmamı Müslîm’in rivayetine göre Rasûlü Ekrem Efendimiz, mâsum yavrusu İbrahim vefat edince ağlamış ve buyurmuştu ki: Kalp üzüntü duyar, gözyaşlarını akıtır. Fakat Rabbimizin gazabını çekecek bir şeyi biz söylemeyiz ve biz ey İbrahim!. Senin ayrılığından dolayı elbetde üzüntülüyüz. Velhâsıl böyle bir ağlama, mübâhdır. Fakat bir musibetden dolayı bağırıp çağırmak, yüzü veya göğsü tokatlamak, yakaları, elbiseleri parçalamak suretiyle ağlamalar kınanmıştır, dînen yasaktır, kadere karşı bir isyan demektir. Binaenaleyh böyle bir hareketde bulunmamalıdır.

85. Dediler ki: Vallahi sen hasta oluncaya kadar veya helâk olmuşlardan oluncaya kadar Yûsuf’u anıp durmaktan geri kalmayacaksın.

85. Bu mübârek âyetler, Yâkub Aleyhisselâm hakkında Hz. Yusuf’tan dolayı olan pek fazla üzüntüsünün bir tehlikeye sebebiyetverebileceğini oğullarının kendisine söylemiş olduklarını bildiriyor. Hz. Yakub’un da onlara verdiği cevabını ve onlara Allah’ın rahmetinden ümitlerini kesmeyerek kardeşleri Yûsuf ile Bünyamin’ gidip araştırmalarını tavsiye buyurduğunu zikretmektedir. Şöyle ki: Yâkub Aleyhisselâm’ın pek fazla üzüntü içinde bulunduğunu gören oğulları veya evinde bulunan torunları ile hizmetçilerinden ibâret bir cemaat (dediler ki: Vallahi) and olsun ki (sen hasta oluncaya kadar) ölümüne sebep olacak bir hastalığa tutuluncaya kadar (veya helâk olmuşlardan oluncaya kadar) tamamen vefat edinceye kadar (Yûsuf’u) tam bir üzüntü ile (anıp durmaktan geri kalmayacaksın) yazık değil mi sana?. Neden bu kadar kederli bulunuyorsun. Velhâsıl böyle söyleyenler, Hz. Yakub’un dış görünüşüne bakarak hayatının tehlikeli bir vaziyetde olduğunu anlayarak yemin etmişler, o mübârek zâtın üzüntülerini azaltmak arzusunda bulunmuşlardı.

§ “Tefteli”; kelimesi, burada “lâtezalü” mânâsınadır. “Fütüv” kelimesi ise bir şeyi anıp durmaktır. “Hared”; üzüntü ve kederden, hastalıkdan dolayı aklı ve şuuru bozulmuş, vücûdu eriyip zayıf düşmüş olan kimse demektir.

86. Dedi ki: Ben derdimi ve üzüntümü ancak Allah Teâlâ’ya arzederim ve ben Allah Teâlâ’dan sizin bilmiyeceğiniz şeyi bilirim.

86. Yâkub Aleyhisselâm da kendisinin öyle fazla üzüntüsünden bahseden cemaate cevaben (dedi ki:) Ben hüzn ve kederimden dolayı sizlere şikâyetde bulunmuyorum (ben derdimi ve üzüntümü ancak Allah Teâlâ’ya arzederim) ona sığınırım, uğradığım dert ve elemden beni kurtamasını ancak O Kerem Sâhibi Mâbud’dan dua ve niyazda bulunurum (ve ben Allah Teâlâ’dan) hakkımda tecellî edecek olan lûtuf ve merhameti beklemekteyim ve (sizin bilmeyeceğiniz şeyi bilirim.) O Kerem Sâhibi Yaratıcı, sizcebilinmeyen bir şeyi bana bildirmiştir. Hz. Yakub’un bu ifadesi gösteriyor ki: O, Hz. Yûsufun hayatta olduğunu ve ona bir gün kavuşacağını bilmiş bulunuyordu. Bu bilgisi ilâhî bir vahiy ile olmuş idi. Hz. Yûsufun rüyası da henüz gerçekleşmemiş olduğundan bu da onun hâlâ hayatta, olduğuna bir delil demekti. Hattâ deniliyor ki: Hz. Yâkub, rüyasında ölüm meleğini görmüş, Yûsufun canım aldın mı? Diye ondan sormuş, o da: Ey Allah’ın Peygamberi!. Ben onun canını almadım demiş, sonra Mısır tarafına işâret ederek onu o tarafta ara diye buyurmuştur. Bununla beraber Hz. Yâkub oğulları hakkında Mısır Âziz’inin ne kadar güzel muamelede bulunduğunu ve o Azîz’in hâl ve durumunu öğrenince onun Hz. Yûsuf olduğundan ümitli idi.

87. Oğullarım! Gidinizde Yusuf’tan ve kardeşinden bir haber arayıp sorunuz. Ve Allah’ın rahmetinden ümitsizliğe düşmeyiniz. Çünki Allah’ın rahmetinden kâfirler topluluğundan başkası ümidini kesmez.

87. Kısacası: Yâkub Aleyhisselâm, Hz. Yûsufun hayatta olduğuna kanaat getiriyordu. Binaenaleyh buyurdu ki: (Oğullarını) tekrar Mısır’a (gidiniz de Yûsuf ten ve) onun yanında bırakmış olduğu (kardeşinden) Bünyâmin’den (bir haber arayıp sorunuz) onlara dâir bilgi edinmeye çalışınız (ve Allah’ın rahmetinden) lûtuf ve ihsanından (ümitsizliğe düşmeyiniz) ümidinizi kesmeyiniz. Allah’ın rahmeti sâyesinde Yûsufa kavuşmuş olabilirsiniz. Allah’ın rahmetinden ümidini kesmek mü’minlere asla câiz değildir. Mü’minlere lâyık olan o’dur ki: Kavuştukları nîmetlerden dolayı Cenâb-ı Hak’ka hamd ve şülerde bulunsunlar, bir musibete uğrayınca da onun giderilmesini Hak Teâlâ’dan rica ederek beklesinler. (Çünki Allah’ın rahmetinden kâfirler topluluğundan başkası ümidini kesmez) Evet.. Her kim ki, Cenâb-ı Hak’kın varlığına kudretine rahmet ve lûtfuna ve bütün mahlûklarının hallerinibildiğine inanır da tasdik ederse artık öyle bir zât, Allah’ın rahmetinden ümidini kesebilir mi?. Ancak her kim, Cenâb-ı Hak’kın kudretinin üstünlüğünü inkâr ederse veya o Yüce yaratıcının bütün âlemlerin durumlarını bilmediğini sanarsa veya O Kerem Sâhibi Mâbud’un cömert değil, hâşâ cimri olduğuna inanırsa işte öyle bir kimse Allah’ın rahmetinden ümidini keser. Böyle üç kanaatden her biri ise bir küfrden ibâretdir. Binaenaleyh Allah Teâlâ’nın rahmetinden, lûtuf ve kereminden ümitsizliğe düşmek ancak kâfir olanlara mahsustur. Evet.. Kâfirler Hak Teâlâ Hazretlerinin varlığını, yüce sıfatlarını lâyıkiyle bilmedikleri için onun rahmetinden ümitli olamazlar.

88. Ne vakit ki, onun huzuruna girdiler, dediler ki: Ey Âzîz! Bizi de, ailemizi de kıtlık kapladı ve bir değersiz sermaye ile gelmiş olduk. Artık bize ölçüyü tamamla ve bize bağışta bulun, şüphe yok ki, Allah Teâlâ bağışta bulunanları mükâfata erdirir.

88. Bu mübârek âyetler. Yûsuf Aleyhisselâm’ın tekrar Mısır’a gidip ihtiyaçlarını kendisine arzeden kardeşlerine kendisini tanıtmak istediğini gösteriyor. Onların vaktiyle kardeşleri Yûsuf ile Bünyâmin’e neler yapmış olduklarını sorduğunu bildiriyor. Onların da yoksa Yûsuf sen misin?, diye suallerine cevaben: Evet.. Yûsuf benim, diyerek kendisini bildirip sabr ve takva sâyesinde Allah’ın lûtfuna kavuştuğuna işâret buyurmuş olduğunu beyan etmektedir. Şöyle ki: Hz. Yakub’un kendilerine verdiği nasihatı, tavsiyeyi kabul eden oğulları tekrar Mısır’a gittiler. (Ne vakit ki) Hz. Yûsufun (huzuruna girdiler) ona tam bir hürmetle hitab ederek (dediler ki: Ey Aziz!. bizi de) arkamızda bırakmış olduğumuz (ailemizi de kıtlık kapladı) hepimize açlık ızdırabı isâbet etti, hepimize şiddetli bir açlıktan dolayı güçsüzlük geldi. (Ve bir değersiz sermaye ile) Mısır’a (gelmiş olduk)mikdarı az veya kıymeti noksan veya kimsenin rağbet edemiyeceği geçmez kalp para ile veyahut ehemmiyetsiz bir eşya ile Mısır’a kadar gelerek erzak almak istiyoruz. Bu sözleriyle Hz. Yûsufun merhametini çekmek istiyorlardı. Ve dediler ki: (artık bize ölçüyü tamamla) bu zayıf durumumuzdan dolayı bizlere şefkat göster de fazlaca erzak ver. (Ve bize bağışta bulun) sermayemizi kabul ederek onun değerinin üstünde bir erzak vermek lûtfunda bulun. Yâhut bize bir sadaka kabilinden olmak üzere kardeşimiz Bünyamin’i bize iade et. Bu kardeşler Hz. Yûsufun fiil ve hareketlerine bakarak kendisinin Allah’ın dinine sarılmış bir zât olduğuna inandıkları için şöyle de dediler: (Şüphe yok ki. Allah Teâlâ bağışta bulunanları mükâfata erdirir.) Binaenaleyh sen de bize bağışta bulun.

§ Denilebiliyor ki: Hz. Yâkub bir Peygamber idi onun için sadaka verilmesi câiz olabilir miydi? Buna cevaben deniliyor ki: Onun şeriatına göre ihtimâl ki, câiz idi. Sadakaları kabulün câiz olmaması yalnız bizim Yüce Peygamberimize mahsus bulunmuştu. Yâhut bu sadakadan, bağıştan maksat, hakikaten sadaka değildi. Belki Yûsuf Aleyhisselâm’ın kardeşleri, onun kendilerine yapacağı iyiliğe ve kardeşleri Bünyamin’ iâde etmesine bir alçak gönüllülük eseri olarak ve kalbinin yufkalığını çekmeye bir vesîle olmak için öyle bağış adını vermişlerdi. Yoksa o, haddızatında bir sadaka mahiyetinde değildi.

89. Dedi ki: Biliyor musunuz? Siz câhilliğiniz yüzünden Yûsufa ve kardeşine neler yaptığınızı?

89. Yûsuf Aleyhisselâm da kardeşlerinin o istirhamı üzerine onlara hitâben (dedi ki:) siz (biliyor musunuz?) hiç takdir edebildiniz mi (siz câhilliğiniz yüzünden) yani: Gençliğiniz zamanında veya câhil kimseler gibi hareketde bulunup, yaptığınızın âkıbetini düşünemez bir hâlde iken (Yûsuf’a ve kardeşine) Bünyâmin’e(neler yaptığınızı?.) Yani: Yûsuf’u babasından ayırdınız, kuyuya attınız. Sonra da onu bir köle diye sattınız. Bünyamin hakkında lâyık olmayan sözler söylediniz, onun hırsızlıkta bulunmuş olduğunu sandınız, onu bu yüzden hesâba çektiniz. Hattâ, rivâyete göre kaybolan su kabı onun yükünden çıkınca onu hesâba çekmişler, ey Râhi! oğulları!. Bize sizin tarafınızdan sürekli belâ gelip duruyor demişler. Hz. Yûsuf, onların bu gibi hareketlerine işâret etmiş, onlara bir nevi nasihatda bulunarak kendilerini tevbeye teşvik buyurmuş oluyordu.

90. Dediler ki: A sen evet.. muhakkak sen Yûsuf musun? Dedi ki: Ben Yûsufum ve bu da kardeşimdir. Şüphe yok ki. Allah Teâlâ bizim üzerimize lütufta bulundu. Çünki her kim Allah’tan korkar ve sabr ederse, artık muhakkak ki. Allah Teâlâ güzel davrananların mükâfatını zâyi etmez.

90. Hz. Yûsufun kardeşleri onun hâline, güzel yüzüne, mânâlı sözüne bakarak onu tanıdılar, ona bir istifhamı takriri yoluyla hitâb ederek (dediler ki: A sen, evet muhakkak sen Yûsuf musun?.) Evet evet.. sen kardeşimiz Yûsuf’sun Yûsuf. Hz. Yûsuf da onlara (dedi ki:) evet.. (Ben Yûsufum ve bu da) bu yanımdaki Bünyamin de benim ana baba bir (kardeşimdir) artık benim Yûsuf olduğumu tamamen anlamış olunuz, İşte Bünyâmin’e dâir ifâdem de benim Yûsuf olduğumu göstermektedir. (Şüphe yok ki: Allah Teâlâ bizim üzerimize lûtufda bulundu) bize dünyevî ve uhrevî nîmetler verdi, ve kısacası bizim aramızı senelerce ayrılıktan sonra birleştirdi (Çünkî her kim Allah’tan korkar) günahlardan kaçınırsa (ve sabr ederse) belâlara ve insanların ezâ ve cefâsına karşı sabırlı olmaya muvaffak olursa ihsan vasfına sâhip bulunmuş olur. (Allah Teâlâ,) ise öyle (güzel davrananların mükâfatını zâyetmez) elbetde onları bir nice mükâfatlara kavuşturur. İşte Hz. Yûsufun hâlide buna parlak bir misâldir, kendisine karşı gösterilen câzip, nefsanî eğilimlerden kaçınmış, iffet ve temizliğini korumuş; muazzam bir sakınma örneği kesilmişti. Senelerce muhterem babasından uzak düşmüş, zindanda, gurbetlerde kalmış, fakat sabr ve tahammülden ayrılmamıştır. Özellikle bir zamanlar hayatına kasdetmiş olan kardeşlerini affederek haklarında büyük iyiliklerde bulunmuştur. İşte bu gibi pek yüksek ahlâk ve davranışlarının mükâfatı olarak da Mısır’da büyük bir mevkle, pek mühim bir nîmete kavuşmuş, peygamberlik itibâriyle sâhip olduğu yüce makam ise en büyük bir ilâhî lutuftur.

91. Dediler ki: Allah’a and olsun. Allah seni bizim üzerimize ebetde tercih buyurmuştur. Halbuki, biz elbetde hata edicilerden olmuştuk.

91. Bu mübârek âyetler, Hz. Yûsufun kadrinin yüceliğini kardeşlerinin takdir ederek ona karşı kusurlarını İtirafda bulunmuş olduklarını bildiriyor. Hz. Yûsufun da onları hesaba çekmeyip kendilerine pek mükemmel bir tesellîde bulunduğunu ve gömleğini bir ferahlık sebebi olmak üzere muhterem babasına gönderip onların hepsini Mısıra dâvet buyurmuş olduğunu ifâde etmektedir. Şöyle ki: Hz. Yûsufun kardeşleri onu tanıyarak lûtuf ve keremine kavuşunca (dediler ki: Allah’a and olsun) hiç şüphe yok ki, (Allah) Teâlâ (seni bizim üzerimize elbetde> tercih) ihtiyar (buyurmuştur) yani: Seni akıl ile, ilm ile takva ile, yumuşak huyluluk ve lûtuf ile büyük bir başarıya eriştirmekle seçkin biri kılmıştır. (Halbuki, biz) isek sana kötülük ettik, günahkâr olduk (elbetde hatâ edicücrden olmuştuk) bunun içindir ki, Cenâb-ı Hak, bizi sana muhtaç ederek bizi böyle bir utangaç duruma uğratmış oldu. Bu sözler, onların kusurlarını anlayarak tövbeye, af dileyinde bulunmaya ve Hz. Yûsufun affına muhtaçolduklarını İtiraf etmeleri demektir. Ve denilmiştir ki: Hz. Yûsufun kendilerinden her durumda üstün olduğunu söylemeleri, kendilerinin peygamberlik mertebesine sâhip olmadıklarına da bir işâreti taşımaktadır. Çünki onlar da peygamberlik makamına sâhip olsalar idi böyle söylemezlerdi, peygamberlik makamının yanında ona bağlı olmayan makamları, nîmetler yok durumundadır.

92. Dedi ki: Bugün sizin üzerinize bir kınama yoktur. Allah Teâlâ sizin için mağfiret buyurur. Ve o, merhamet edelerin en merhametlisidir.

92. Hz. Yûsuf’da kardeşlerinin öyle kusurlarını İtiraf etmelerine karşı ne kadar affedici olduğunu göstermek üzere (dedi ki:) Ey kardeşlerim!. Üzülmeyiniz. (Bugün sizin üzerinize bir kınama yoktur) vaktiyle hakkımda yapmış olduğunuz hoş olmayan bir muameleden dolayı şimdi sizin başınıza kakmak, kınamak vuk’u bulmayacaktır. (Allah Teâlâ) Bağışlayıcıdır, Kerem Sahibidir (sizin için mağfiret buyurur) elverir ki siz samîmî olarak tövbekâr olasınız (ve o) Yüce Yaratıcı, bütün kulları hakkında ve bilhassa tevbe eden ve af dileyen mü’minler hakkında (merhamet edenlerin en merhametlisidir.) Sizi de ilâhî merhametine kavuşturur. Artık Üzülmeyiniz.

93. Şu gömleğimi götürün de onu babamın yüzüne sürün. Görecek bir hâle gelir. Ve bütün ailenizle beraber bana geliniz.

93. Yûsuf Aleyhisselâm, muhterem babasının üzüntü ve kederden dolayı mübârek gözlerinin bembeyaz kesilmiş olduğunu haber almıştı. Bundan dolayı, kardeşlerine buyurdu ki (Şu gömleğimi götürün de onu babamın yüzüne sürün) gözlerine dokundurun, (görecek bir hâle gelir) yine evvelce olduğu gibi güzelce görmeğe başlar, bir arıza kalmaz (ve bütün ailenizle) muhterem babanızla ve diğer aile fertlerinizle berâber hepiniz (bana geliniz) hiç biriniz geri kalmayınız, gelip Mısır’da benim yanımda ikâmet ediniz.

94. Ne zaman ki, kâfile ayrıldı. Babaları dedi ki: ben muhakkak Yûsufun kokusunu alıyorum. Eğer bana bunaklık isnâd etmiyecek olsa idiniz elbetde beni tasdik ederdiniz.

94. Bu mübârek âyetler de Hz. Yakub’un kendisine gönderilmekte olan gömleğin kokusunu hemen almış olduğunu ve etrafında bulunanların ise onu şaşkın bir halde sanmış bulunduklarını bildiriyor. Bunu müteakip getirilen gömleği Hz. Yakub’un yüzüne sürmekle gözlerinin yine tamamiyle görür bir hâle geldiğini ve vaktiyle bildirdiği bir hâkikatin meydana çıktığını etrafındakilere hatırlattığını beyân buyurmaktadır. Şöyle ki: Hz. Yûsufun kardeşleri tekrar Kenan’a döndüler (Ne vakit ki) bunların meydana getirdikleri (kâfile) Mısır’ın hududundan (ayrıldı) Kenan hududunun daha başlangıcında iken (babaları) Hz. Yâkub, bir mucize eseri olarak yanında bulunanlara (dedi ki: Ben muhakkak Yûsufun kokusunu alıyorum) saba rüzgârı, o güzel kokuyu Cenâb-ı Hak’kın izniyle bir harika olmak üzere üç veya sekiz veya daha fazla gün uzak olan bir mesafeden Hz. Yakub’a getirmiş oldu. Hz. Yâkub, şunu da ilâve buyurdu. (Eğer bana bunaklık isnâd etmiyecek olsa idiniz) bunun cevabı hazf edilmiştir. Buyurulmuş oluyordu ki: Eğer Yûsuf’a olan fazla muhabbetimden dolayı şuursuzca lakırdılar söylemekde olduğuma inanmayacak olsaydınız, beni tasdik ederdiniz Yûsufun korkusuna hakîkaten kavuştuğumu anlamış olurdunuz.

§ Fened; ihtiyarlıktan dolayı aklın, rey’in zayıf olması demektir. “Fenid” de fazla yaşlı olmasından dolayı aklı zayıf olan kimsedir. “Tefnid” de bir kimseyi âciz ve zayıf akıllı sanmaktır. Yalanlamak, korkutmak mânâlarını da ifâde eder.

95. Dediler ki: Allah’a and olsun muhakkak sen elbette eski şaşkınlığının içindesin.

95. Hz. Yakub’un yanında hazır bulunanlar(dediler ki: Allah’a and olsun) ey mübarek zât!, (muhakkak sen elbetde eski şaşkınlığının içindesin) hâlâ Yûsuf hakkındaki eski muhabbetinin tesiri altında yaşıyorsun, aradan seneler geçmiş olduğu halde onu unutamıyorsun. Öyle pek fazla muhabbetinden dolayı hareketini şaşırmış bir vaziyetde bulunuyorsun. Onlar, Hz. Yûsuf’u vefat etmiş sanıyorlardı. Öyle bir kokunun alınmasına imkân vermiyorlardı. Böyle bir hâkikanın Allah’ın kudretiyle meydana gelebileceğini düşünemiyorlardı.

96. Ne vakit ki müjdeci geldi, onu yüzünün üzerine koydu, hemen görür hâle döndü. Dedi ki: Ben size dememiş mi idim ki, sizin Allah tarafından bilmeyeceklerinizi ben bilirim.

96. (Ne zaman ki müjdeci geldi) Yani: O konuşmadan birkaç gün sonra Hz. Yakub’un oğulları Mısır’dan dönmüş oldular, Hz. Yûsufun gömleğini, o kardeşlerin büyüğü olan “Yalnıza” almış getirmişti, İşte bu zât, Hz. Yûsufun hayatta olduğunu müjdelemekle gömleği uzatınca (onu) o gömleği Hz. Yâkub alıp (yüzünün üzerine koydu) gözlerine sürdü (hemen görür hale döndü) yani: Evvelce olduğu gibi yine Allah’ın kudretiyle güzelce görür oldu, gözlerinden güçsüzlük gidiverdi. Yûsuf una kavuşacağından dolayı kalbinden üzüntü ve keder kaybolup gitti. Sonra yanına gelen oğullarına (dedi ki) sizi Mısır’a gönderdiğim zaman (ben size dememiş mi idim ki) Allah’ın rahmetinden ümîdinizi kesmeyin, ben (sizin Allah’tan bilmeyeceklerinizi ben bilirim) yani Size Allah tarafından bildirilmeyecek şeyleri ben ilâhî vahiy vasıtasıyla bilirim. İşte Yûsufun hayatta olduğu hakkındaki bilgim de bu cümledendir.

§ Rivâyete göre bu gömleği getiren zât, vaktiyle Hz. Yûsufun kanlı gömleğini mübârek pederine götüren “Yalnıza” idi. O evvelki kusurunu bu defâki müjdesiyle telâfi etmek istemiştir.Bu defa getirilen bu gömlek ise “essiracülmünir” tefsirinde ve diğerlerinde anlatıldığına göre Hz. İbrahim’in gömleği imiş. Nemınd onu ateşe çıplak bir halde attığı zaman Cibrili Emin o gömleği cennetden getirerek Hz. İbrahim’e giydirmiş idi. Bu mübârek gömlek ile bereket umulurdu. Nihayet Yâkub Aleyhisselâm’a intikâl etmişti. O da bu gömleği, bir muska hâlinde nazardan korunması için Hz. Yûsufun boynuna asıvermişti. Kardeşleri onu çıplak bir hâlde kuyuya atınca o muska halindeki gömleği çözmüş, kuyuda onu giymişti. İşte onu şimdi de muhterem babasına göndermiş bulunuyordu. Tefsiri kebirde ve diğerlerinde denildiği üzere bu gömleğin Hz. Yakub’a fayda vereceğini Hz. Yûsuf bir ilâhî vahiy ile bilmiş idi. Maamafih Hz. Yâkub, fazla üzüntü ve kederinden dolayı görme zayıflığına uğramıştı. Kalbe ferahlık veren şeyler ise ruhu kuvvetlendirir. Cismanî kuvvetlerden zayıflığı giderir, gözleri aydınlatır. Tıbbî kanunlar böyle bir hâlin doğruluğuna işâret etmektedir. İşte Hz. Yûsufun gömleği de kalbi pek fazla kederli olan Yâkub Aleyhisselâm’ın kalbinin ferahlamasına sebep olarak onun sıhhatine, mübârek gözlerinin daha fazla ışıklı olmasına bir vesile bulunmuştur.

97. Dediler ki: Ey babamız! Bizim için günahlarımız hakkında af dileğinde bulun, muhakkak ki, biz hatâ ediciler olmuşuzdur.

97. Bu mübârek âyetler, Hz. Yâkub’tan oğullarının af isteme talebinde bulunduklarını Yâkub Aleyhisselâm’ın da onlara tesellî vererek haklarında af dileğinde bulunacağını bildirmiş olduğunu beyân buyurmaktadır. Şöyle ki: Hz. Yûsufun kardeşleri, o, muhterem zât hakkında vaktiyle yapmış oldukları haksız muameleden dolayı utanç duymuş ve Allah’ın affına muhtaç olduklarını anlamış bulunduklarından Yâkub Aleyhisselâm’ınlûtfuna sığınarak, (Dediler ki: Ey babamız!. Bizim günahlarımız hakkında af dileğinde bulun) bizi af buyurmasını Cenâb-ı Hak’tan niyâz et. Kardeşimize karşı yapmış olduğumuz muameleden dolayı affa muhtacız. (Muhakkak ki, bîz hatâ edicilerden olmuşuzdur) yani: Kardeşimiz Yûsuf hakkında yapmış olduğumuz muameleden dolayı kasden günah işlemiş bulunuyoruz. Maamafih biz şimdi o günahımızı İtiraf ediyoruz. Günahını İtiraf eden kimsenin müsamaha, ve af isteme talebinde bulunması ise bir haktır.

Nitekim bir hâdisi şerifte:

Bir kul günahını İtiraf eder sonra da tevbe eylerse Allah Teâlâ da onun tevbesini kabul buyurur.

98. Dedi ki: Sizin için Rabbimden yakında bağışlanma talebinde bulunacağım. Şüphe yok ki, o, bağışlayıcıdır, merhamet edicidir.

98. Hz. Yâkub da oğullarının bu yakarışlarına cevaben (Dedi ki:) Ey kusurlarını itiraf eden oğullanmî. (Sizin için Rab’bimden bağışlanma talebinde bulunacağım) tâki, sizlerin kusurlarını af buyursun, sizinle benim ârâmî âhirette ayırmasın. (Şüphe yok ki, o) Kereme Sahibi Yaratıcı (bağışlayıcıdır) kullarının kusurlarını örter, af eder ve (merhamet edicidir) kullarını himaye eder, haklarında lûtf ve ihsanda bulunur. Artık siz de teselli bulunuz. Sizin hakkınızda da ilâhî lütufları tecellî eyler. Hz. Yakub’un bu tarzdaki açıklaması, oğullarının kalplerini teskin etme ve ricâlarının kabul edildiğini müjdeleme mahiyetinde bulunmuştur. Deniliyor ki: Yâkub Aleyhisselâm’ın derhal af dileğinde bulunmayı? da yakında af isteğinde bulunacağım demesi, o af dileğini seher vaktine veya cuma gecesinetehir edeceğinden dolayı idi. Çünki o vakit, duaların bir kabul zamanıdır. Kısacası: O Yüce Peygamber, oğulları hakkında af talebinde bulunmuş ve bütün oğullarının Allah’ın mağfiretine kavuştuklarına dâir kendisine ilâhî vahyi tecellî etmiştir. Hz. Yûsufun kardeşlerinin bilahara peygamberlik şerefine nâil olup olmadıkları kesin olarak bilinmemektedir. Bu husûsda ihtilâf vardır.

99. Ne zaman ki, Yûsufun yanına girdiler, babasıyle anasını yanına alıp kucakladı ve dedi ki: Mısır şehrine inşaallah, güven içinde giriniz.

99. Bu mübârek âyetler, Yâkub Aleyhisselâm ile oğulları ve ailelerinin Mısır’a gidip Hz. Yûsuf ile görüştüklerini ve Hz. Yûsuf’a kavuşmalarından dolayı şükür secdesine kapandıklarını bildiriyor. Hz. Yûsufun da babasına, anasına hitâben rüyasının bu şekilde gerçekleştiğini ve kavuştuğu nîmetleri anarak Kâinatın Yaratıcısına şükürlerini arzederek ondan güzel bir son niyazında bulunduğunu beyân buyurmaktadır. Şöyle ki: Hz. Yûsufun dâveti üzerine Yâkub Aleyhisselâm oğullarını, ailelerini toplayarak Mısır’a doğru yola çıkmıştı. Bunlar rivâyete göre yetmiş iki erkek ile kadından ibâret bulunuyordu. Hz. Yûsuf, bu muhterem zatları büyük bir törenle Mısırın dışansına çıkarak karşılamada bulunmuştu. (Ne zaman ki) Bu teşrif eden zâtlar. Hz. (Yûsufun yanına girdiler) ona kavuştular, Hz. Yûsuf (babasiyle anasını yanına alıp) kendilerine sarıldı, onları tam bir hürmetle bağrına basarak (kucakladı) pek büyük bir hürmet ve sevinç içinde bulundu (ve) o zatlara (dedi ki: Mısır şehrine inşaallah) her türlü üzüntülerden, hoş olmayan hâdiselerden (emin emin olarak giriniz) hepinizde emniyet ve selâmet içinde Mısır’a teşrif etmiş olunuz. Hz. Yûsufun bu iyiliksever temennisi,kardeşleri için bir teminat mahiyetinde bulunmuştur. Bir rivâyete göre Yûsuf Aleyhisselâm’ın annesi henüz hayatta imiş, diğer bir rivâyete göre annesi vefat etmişti. Yâkub Aleyhisselâm, Hz. Yûsufun teyzesi “Lia” ile evlenmişti, İşte Hz. Yûsufun annesinden maksat, bu teyzesidir.

100. Ve babası ile anasını yüksek bir taht üzerine kaldırdı ve onun için hepsi secdeye kapandılar ve dedi ki: Ey babacığım! İşte bu, evvelce görmüş olduğum rüyâmın yorumudur. Onu Rabbim gerçekleştirdi ve muhakkak ki, bana ihsanda bulundu. Çünki beni zindandan çıkardı ve sizi çölden getirdi, benim ile kardeşlerimin arasını şeytan bozduktan sonra. Şüphe yok ki, Rabbim dilediğine lûtfedicidir. Muhakkak ki, çok iyi bilen ve hikmet sâhibi olan o’dur o.

100. Ne zaman ki, Yâkub Aleyhisselâm ile oğulları ve aileleri Mısır’a girdiler. (Ve) Hz. Yûsuf ile buluştular, Yûsuf Aleyhisselâm (babası ile anasını) sarayındaki (yüksek bir taht) bir kürsü, bir yüksek yer (üzerine kaldırdı) kendilerine hürmette bulundu (ve) bu anda (onun için) Hz. Yûsuf’a kavşutuklarından dolayı (hepsi) babasiyle anası ve bütün kardeşleri (secdeye kapandılar) yani: Böyle bir kavuşma nîmetine ulaşmalarından dolayı Cenâb-ı Hak için şükür secdesinde bulundular. İbni Abbas Hazretlerinden rivâyet olunmuştur ki: Bu âyeti celîledeki secdeden maksat, Yûsuf Aleyhisselâm’a kavuştuklarından dolayı onun huzurunda Cenâb-ı Hak için bir şükür secdesinde bulunmaktan ibâretdir. Maamafih şöyle de denilmiştir ki: Bu secdeden maksat, bir eğilmekten bir tevâzu göstermekden ibaretti, buna secde denilmiştir. Yoksa bu, alnı yere koymak suretiyle olan bir secde değildi. Böyle bir secde ibâdet yoluyla yapılan bir secde olmayıp bazı zatlara karşı selâm ve hürmet yoluyla yapılan saygı şeklinde bir vaziyetden ibâretdi. Böyle bir hareket, eskiümmetlere câiz bulunmuşdu. İslâm şeriatında bu kaldırılmıştır. Öyle secde gibi sayılacak hareketler insanlara karşı yapılamaz. Mefatihülgayb; Essiraccülmünir, tefsirlerine bakınız.

§ Hz. Yûsuf o zatların böyle şükür secdesinde bulunduklarını görünce gençliği zamanındaki rüyasını hatırladı (ve) muhterem babası Yâkub Aleyhisselâm’a hitab ederek (dedi ki: Ey babacığım!. İşte bu) sizin böyle şükür secdesine kapanmanız, benim (evvelce görmüş olduğum rüyâmın) onbir yıldız ile güneşin ve aynı benim için secdeye vardıkları şeklindeki rüyâmın (yorumudur) böylece fiilen gerçekleşen mânasıdır. (Onu) o rüyâmı (Rab’bim gerçekleştirdi) işâret edildiği şekilde meydana getirdi, (ve muhakkak ki,) Kerem Sahibi Yaratıcım (bana ihsanda bulundu) beni lûtf ve keremine kavuşturdu (çünki beni zindandan çıkardı) öyle bir imtihandan sonra beni ondan kurtardı ve (sizi çölden) Filistin sahrasından, böyle bir cemiyet merkezi olan bir beldeye (getirdi) bizleri birbirimize kavuşturdu. Hz. Yâkub aslında Ken’an ilinde öyle bir şehirde bulunuyordu kendisi şehir ahalisinden idi fakat koyun ve sığır gibi hayvanlarla beraber sahraya çıkar, vakit vakit öyle çöllerde bulunurlardı. Bu sebeple çölden geldiği beyân olunmuştur. (Benim ile kardeşlerimîn arasını şeytan bozduktan sonra) şimdi yeniden böyle bir kavuşmaya, bir lütfa ulaşmış bulundum. (Şüphe yok ki: Rab’bim) Kerem ve Merhamet Sahibidir (dilediğine lûtfedicidir) herhangi müşkil bir hadiseyi dileyince kolaylaştırır, meydana gelmesini dilediği şeyin sebeplerini güzelce yaratır (Muhakkak ki, bilen) her işin sebeplerini, tedbirlerini hakkıyle bilen ve (hakîm olan) her şeyi münasip vaktinde, hikmetin gereğine göre meydana getiren (o’dur) evet (o) Yüce Yaratıcıdır. Hz. Yûsuf, kavuştukları muvaffakiyetlerinîmetleri bir şükür lisanıyla zikrederken kardeşlerini utandırmamak için, onların başlarına kakmış olmamak için kuyudan çıkarılmış olduğunu açıklamamış öyle bir nezâketde, affedici bir durumda bulunmuştur. Uyulması gereken ne güzel bir örnek!.

101. Ya Rabbi ! Muhakkak ki, sen bana mülkten verdin ve hâdiselerin bir kısım yorumunu bana öğrettin. Ey göklerin ve yerin yaratıcısı! Benim dünyada da âhiretde de veliyyi nimetim sensin. Beni Müslüman olarak öldür ve beni sâlihler arasına kat.

101. Yûsuf Aleyhisselâm, muhterem babasına kavuştukdan sonra Hak Teâlâ Hazretlerine şükretmeye başlayarak bir mânevî zevk ile dedi ki: (Ya Rabbi!. Muhakkak ki, sen bana mülkten verdin) beni bu yerde mülk ve servete erdirdin, Mısır gibi büyük bir ülkenin maliye bakanı yaptın (ve hâdiselerin bir kısım yorumunu bana öğretdin) yani: Beni sâdık rüyaları tâbire muvaffak kıldın veyahud ilâhî kitaplarını açıklamaya, sırlarını keşfedip anlatmaya, Peygamberlere âit sünnetlerin gizliliklerini tâyin edip öğretmeye selâhiyetli kıldın. (Ey göklerin ve yerin Yaratıcısı!.) Ey bunları yoktan var etmiş olan Hikmet Sâhibi Yaratıcı!. (Benim dünyada da, âhirette de veliyyî nîmetim sensin) bütün işlerime sâhip ve hâkim olan, beni nîmetlere kavuşturan ancak senin yegane zâtındır. (Beni müslüman olarak öldür) benim ruhumu, senin dinine her şekilde hizmetçi, tam bir samimiyet ve teslimiyet ile vasıflanmış olduğum halde al (ve beni salihlere kavuştur) baba ve dedelerimden veya bütün mü’minlerden dinlerine son derece bağlılıkla vasıflanmış zâtlar topluluğuna beni de kat. Nitekim haddizatında öyle olmuştur. Hz. Yûsuf bu duasiyle müslümanlığın ve durumu düzeltmenin ne kadar temenniye lâyık olduğunu göstermiş, ve bizler için de dâima böyle bir duada bulunmanın lüzumuna işâretde bulunmuş demektir.

§ Yâkub Aleyhisselâm, Ishâk Aleyhisselâm’ın oğludur, onun vefatında yerine geçmiş, Peygamber olmuştur. Muhterem babasının yurdu olan Ken’an ilinde kalmış, orada oğulları, torunları dünyaya gelip çoğalmışlardır. Hz. Yakub’un lakabı “İsrail” olduğundan onun çocuk ve torunlarına “Beni İsrail” denilmiştir. Hz. Yûsuf’a kavuştuktan sonra yirmi dört yıl birlikde yaşamıştı. Âhirete intikâl edince vasiyeti üzerine mübârek nâsı Şam’a nakledilerek orada muhterem babası İshâk Aleyhisselâm’ın kabri yanına defnedilmiştir.

§ Yûsuf Aleyhisselâm, muhterem pederinin vefâtından sonra yirmi üç sene kadar daha Mısır’da kalmış, yüksek bir idâre başında bulunmuştu. Bir rivâyete göre onun zamanındaki Mısır hükümdarı, Hz. Yûsufun dinini kabul ederek müslüman olmuşdu. Nihayet Hz. Yûsufun duası kabul edilmiş (120) yaşında o.larak vefat edip muhterem ecdadına kavuşmuştur. Hz. Yûsuf vefat edince kendisinden pek fazla hoşnut olan Mısır ahalisinden her gurup, o mübârek zâtın kendi mahallesi kabristanına defnedilmesini şiddetle temennide bulunmuşdu. Bu husûsda çekişme ve mücâdeleye meydan verilmemesi için mübârek cesedi bir mermer sanduka içine konularak akan Nil nehrinin orta bir yerine defnedilmişti. Kendisinden bütün ahalinin eşit bir şekilde teberrükde bulunabilmeleri için böyle bir çareye başvurulmuştu. Belki de Cenab’ı Hak onun mübârek cesedini gayrimüslim olan Mısır ahalisi kabristanında bulunmakdan korumuştu. Dörtyüz sene sonra Musa Aleyhisselâm İsrail Oğulları ile Mısır’dan çıkınca Hz. Yûsufun kabrini bulup mübârek cesedini o mermer sanduka içinden çıkarmış, arzı mukaddese (Filistin’e) nakletmiş, mübârek baba ve dedelerinin medfûn oldukları yere defnetmiştir. Hz. Yûsufun eşi Zelihâ’dan (Ef raina) ve(Midta) adında iki oğlu ile (Rehme) adında bir kızı dünyaya gelmişti. Efrâim Yûşâ Aleyhisselâm’ın dedesidir. Rehme de Eyüp Aleyhisselâm’ın eşidir. Musa Aleyhisselâm ile beraber Mısırdan çıktıkları zaman İsrail’in Oğullarının sayısı, çocuklar ile ihtiyarlardan başka (600570) kadar bulunmuş idi ki, bunlar harp ve dövüşe atılabilecek bir vaziyetde bulunan kimseler imiş. (Essiraccülmünir tefsirine bakınız.)

102. İşte bu gayb haberlerindendir. Onu sana vahy ediyoruz. Halbuki sen onların yanlarında değildin, o zaman ki, onlar işlerini yapmaya toplanmışlar ve onlar hile yapar bulunmuşlardı.

102. Bu mübârek âyetler, Hz. Yûsufun kıssası vaktiyle Rasûlü Ekrem’ce ve muhitince bilinmez iken bilahara bu kıssa hakkındaki Kur’ânî izahların gayba dâir hususlardan haber vermek kabilinden bir mucize olduğuna işâret ediyor. Ve bütün insanlar için bir uyanma vesilesi olan böyle bir mucizeye rağmen yine birçok kimselerin kendilerinden bir ücret de istenilmediği halde imân şerefinden mahrum kalmakda olduklarını beyan buyurmaktadır. Şöyle ki: Ey Yüce Resûl!. (İşte bu) açıklanan Yûsuf kıssası (gayıp haberlerindendir) hiçbir kimsenin böyle ayrıntılı olarak, gerçeğe uygun bir şekilde bilmediği haberler cümlesindendir. (Onu sana vahy ediyoruz) o haberi, o mühim tarihî olayı Kur’an’ı Kerim vasıtasiyle sana bildirmiş oluyoruz. (Halbuki sen onların) Hz. Yûsufun kardeşlerinin (yanlarında değildin) bu bilinen bir hakikattır ki, onların zamanları pek önce idi, evet onların yanında değil idin (o zaman ki, onlar) o kardeşler (işlerini yapmaya toplanmışlar) dı, Yûsuf’u kuyuya atmak için görüş birliğine yarmışlardı (ve onlar hile yapar bulunmuşlardı) Yûsuf hakkında ezâ ve cefada bulunmak için gizlice tedbir almışlardı. İşte onların bu hâllerinden elbette ki, sen haberdar değildin ve sen kitapları okumadınve kimseden bir şey öğrenmedin. Senin bulunduğun muhit ise zâten bilgin kimselerin yurdu değildi. Artık bu uzun, mühim bir kıssayı böyle bütün etraf iyle haber vermen bir mucize mahiyetinde değil de nedir?. Evet.. Bu bir mucizedir ki, bunu öğrenenler, Hz. Muhammed’in peygamberliğini tasdik ederek imân nîmetine kavuşmalıdırlar. Ne yazık ki; bunu takdir edemeyenler de var.

103. Ve insanların çoğu sen fazlaca arzu etsen de imân edici kimseler değildirler.

103. Evet.. Böyle bir mucizeye rağmen yine hakkı kabul etmeyenler çoktur (Ve insanların ekserisi) insanların çoğu veya o zamandaki Mekke ahalisinin birçokları, Habibim!. (Sen fazlaca arzu etsen de) imâna gelmelerini fazlasıyla istesen de, doğru sözlü olduğuna şahitlik eden nice hârikalar göstersen de onlar yine (imân edici kimseler değildirler.) onlar inatçı kimselerdir, küfrlerinde israr eder dururlar.

§ Rivâyete göre Yehudilerden ve Mekke ahalisinden bir takımları Hz. Yûsufun kıssasını Rasûlü Ekrem’den sormuşlar, İslâmiyeti kabul edeceklerine dâir söz vermişlerdi. Peygamber Efendimiz de onlara bu kıssayı böyle mükemmel ve hakikata uygun bir şekilde ilâhî vahye dayanarak haber verdiği hâlde onlar yine İslâmiyeti kabul etmemişlerdi. Yüce Peygamberimiz ise onların bu inkârcı hallerinden üzüldüğünden dolayı bu mübârek âyetler ile kendisine teselli verilmiş oluyordu.

104. Halbuki: Sen bunun üzerine onlardan bir ücret istemiyorsun. Bu ise âlemler için bir öğütten başka bir şey değildir.

104. (Halbuki sen) Ey Yüce Resûl!, (bunun üzerine) bu Kur’an-ı Kerim’i bundaki böyle hakikate uygun herhangi bir kıssayİ bildirme ve anlatma karşılığında (onlardan bir ücret istemiyorsun) sen sırf Allah rızâsı için onları uyandırmaya, haktan haberdar etmeğeçalışıyorsun. Senin hakkında suçlama sebebi olacak bir şey yoktur. Sen onlardan öyle dünyevî bir menfaat beklemekte değilsin. (Bu ise) senin onlara böyle hakikatı bildirmen ise veya bu Kur’an’ı Kerim ise, bundaki çeşitli hakikatları, ibretleri içeren herhangi bir sûre ise bütün (âlemler için) yalnız bir kavme değil, belki bütün mükellef insanlar için. Allah Teâlâ tarafından (bir öğütten başka bir şey değildir.) Bu iyilikseverlikten, bir uyanma ve yükselmeye vesîle olacak vâsıtadan ibârettir. Bununla öyle âdi, şahsî bir menfaat kasdedilmiş bulunmamaktadır. Artık isteyen bunu kabul eder, selâmet ve saadete erer, istemeyen de lâyık olduğu akıbete kavuşur. Bunu kendileri düşünmelidirler.

105. Ve göklerde ve yerde nice alâmetler vardır ki, insanların çoğu onlardan yüz çevirir oldukları halde onların üzerinden geçer giderler.

105. Bu mübârek âyetler, Cenab’ı Hak’kın varlığına, kudret ve yüceliğine âit nice delillerin mevcut olduğunu bildiriyor. Buna rağmen birçok insanların imândan mahrum olduklarını, şu ânî ve geleceği düşünmekden gâfil bulunduklarını, Rasûlullaha ve mü’minlere âit vazifenin ise insanları açık ve belli deliller ile irşada çalışmakdan ibâret olduğunu beyân buyurmaktadır. Şöyle ki: Rasûlü Ekrem Hazretleri bütün insanların imân nîmetine kavuşmalarını arzu buyuruyordu. Etrafında bulunanlara güzel güzel nasihatlar da veriyordu. Buna rağmen onlardan bir çokları imândan kaçınıyorlardı. Allah’ın birliğini takdir edemiyorlardı. İşte onların cahilce, gaf ilçe hallerini beyân için Cenâb-ı Hak buyuruyor ki: (Ve göklerde ve yerde) Kâinatın Yaratıcısının birliğine ve ilminin, kudretinin, hikmetinin mükemmelliğine işâret eden (nice alâmetler) deliller (vardır ki) öteden beri (insanların çoğu) onları birer ibret gözüyle seyrederler. Meselâ gök lâvhalarında parlayan yıldızları,güneşi, ayı onların değişen hallerini düşünmezler, yeryüzündeki sahralara, dağlara, denizlere ve diğer eşsiz eserlere bir tefekkür nazarı ile bakmazlar. Bilâkis (onlardan) o kadar kudret eserlerinden (yüz çevirir oldukları halde) onları müşâhede etmemiş gibi bir vaziyet alarak (onların üzerinden geçer giderler) onların ne kadar muntazam birer kudret eseri olduğunu düşünerek onları yaratmış olan Yüce Yaratıcı’nın varlığına, birliğine delil getirmezler. Artık onlar, Rasûlü Ekrem’in risâlet ve peygamberliğine şâhitlik eden delilleri de elbetde düşünemezler. Bu, onlardaki birer karanlık ruhsal durumun neticesidir. Yaratılışlarındaki kabalıklar, karanlık perdeler, irfan nûrundan mahrumiy etler, kendilerini öyle bir sapıklığa düşürmüştür.

106. Ve onların çoğu Allah Teâlâ’ya imân etmez ve onlar ancak müşriklerdir.

106. (Ve) insanların (çoğu Allah Teâlâ’ya) birliğini; ortak ve benzerden münezzeh olduğunu bilip ikrar etmek suretiyle (imân etmez) aslında bir kısmı Allah vardır, derler, onun varlığını, yaratıcılığını kabul ederler, fakat bu makbul bir imân değildir. Çünki onlar bir takım kimseleri de kendilerine Rab = Tanrı edinirler, Allah’a evlâd isnadında bulunurlar veya karanlığı, nuru birer yaratıcı sanırlar. Binaenaleyh böyle müşrikce bir durumdaki imân, gerçek ve Allah’ın kabul ettiği imâna yakın bir imân olamaz. (Ve onlar ancak müşriklerdir.) imândan, İslâmiyet’den mahrum kimselerden başkası değildirler.

107. Ya kendilerine Allah’ın azâbından hepsini kuşatacak bir felâketin gelmesinden veya kendilerine farkında olmadıkları halde kıyametin ansızın gelmesinden emin mi oldular.

107. Öyle şirke düşmüş, hakikî imândan mahrum kalmış kimseler, ne cesâret ki, öylekâfirce bir harekete cür’et göstermiş oluyorlar!. Onlar (Kendilerine Allah’ın azâbından) ilâhî cezalar kabilinden olup (hepsini kuşatacak) olan (bir felâketin gelmesinden) hiç endişede bulunmazlar mı?. (Veya kendilerine farkında olmadıkları hâlde) pek fazla gaflet içinde bulundukları bir zamanda (kıyâmetin ansızın gelmesinden emin mi oldular) ki, bu kadar aldırmaksızın ve gâfilce bir hâlde yaşamaya cür’et gösterip duruyorlar?.

108. De ki: İşte benim yolum budur. Allah Teâlâ’ya açık bir delil ile dâvet ederim, ben de ve bana tâbi olanlar da. Ve Allah Teâlâ’yı tenzih ederim ve ben müşriklerden değilim.

108. Yüce Resûlüm!. Sen o gibi güzelce düşünmeden yoksun kimselere (De ki: İşte benim yolum budur) benim insanlara gösterdiğim, kendilerini sevketmek istediğim selâmet ve saadet yolu, işte bu İslâm dinidir, Allah’ın birliğini tasdike dâvet yoludur. Ben bütün insanları (Allah Teâlâ’ya) onu birlemeye, ona imâna (açık bir delil ile dâvet ederim) her akıllı kimsenin anlayıp kanaat edeceği açık, kesin birer delil ile insanları aydınlatmak ve hakkı kabule sevketmek isterim. Evet.. (Ben de ve bana tâbi olanlar da) böyle bir dâvetde bulunur, Allah rızası için insanları irşâd ve islaha çalışmak isteriz. (Ve) Yüce Peygamberim!. Şunu da de ki: Subhanallah yani ben (Allah Teâlâ’yı tenzîh ederim) O Yüce Yaratıcı, ortak ve benzerden uzaktır, bir takım sapıkların yanlış âkidelerinden beridir. (Ve ben müşriklerden değilim) ben öyle Cenâb-ı Hak’ka ortak ve eş koşanlardan kâfir kimselerden uzağım, Allah’ın birliğine aykırı olan inançlardan kendimi uzak tutarım.

109. Ve senden evvel göndermedik, ancak şehirler ahalisinden kendilerine vahyettiğimiz bir takım erkekler gönderdik. İnkârcılar yeryüzünde gezip dolaşmadılar mı? Baksalar ya kendilerinden evvelkilerin âkibetleri nasılolmuştur. Ve elbetde âhiret yurdu sakınmış olanlar için hayırlıdır. Artık akıl erdiremeyecek misiniz?

109. Bu mübârek âyetler, insanlara gönderilen Peygamberlerin ancak şehirlerde yetişmiş olan erkek insanlardan ibâret olduklarını ve geçmiş kavimlerin tarihi durumlarının nazarı dikkate alınması lüzumunu bildiriyor. Vaktiyle gönderilen Peygamberlere ümitlerini kesmiş oldukları bir zamanda Allah’ın yardımının gelmiş olduğunu, inkârcı kavimlerin de ilâhı kahrın pençesinden kurtulamamış olduklarını beyân buyuruyor. Şöyle ki: Bir takım kimseler, Peygamber Efendimizin risaletinde şüphe etmişler, Cenâb-ı Hak, bizlere Peygamber olarak melek göndermeli değil mi idi?. Demişler, işte bu gibi yanlış düşünceleri red için buyuruluyor ki: (Ve) Resûlüm Ya Muhammed!. Aleyhisselâm (senden evvel) de insanları hak dine dâvet için, melek (göndermedik, ancak şehirler ahalisinden) birer medeniyet merkezi olan beldelerde bulunan insanlardan (kendilerine) dinî hükümleri (vahy ettiğimiz bil takım erler) erkek zatları (gönderdik) binaenaleyh seni de Ey Yüce Peygamber!. Mekke’i Mükerreme gibi “Ümmül Kura” denilen pek kıymetli, tarihî bir şehir ahalisinden olmak üzere Peygamber göndermiş olduk. O inkarcılar (yeryüzünde gezip dolaşmadılar mı?) onlar dünya tarihinden bir bilgi, bir ibret hissesi almazlar mı?. Onlar (Baksalar ya) güzelce düşünmeli değil midirler ki (kendilerinden evvelkilerin) birçok inkârcı kavimlerin (âkibetleri nasıl olmuştur) Nuh kavmi gibi, Âd kavmi gibi helâk olmuş kavimlerin hayatları nasıl sönmüş gitmiştir. Onlar geçici bir varlık sâhibi bulunmuşlar ise de nihâyetleri pek elem verici olmuş, bir nice felâketlere uğramışlardır. Onların tarihî halleri ne kadar bir ibret vesilesidir, (Ve elbette âhiret yurdu) âhiret hayatı, uhrevî saadet cennet âlemi (sakınmış olanlar için hayırlıdır.) Allah Teâlâ’dankorkmuş, onun dinî hükmlerine rivâyetde bulunmuş kimseler, âhirette ne büyük nîmetlere kavuşacaklardır. Artık Ey Yüce Peygamber’i tasdik etmeyenler, siz (Akli erdiremeyecek misiniz?.) akıllarınızı güzelce kullanarak Son Peygamber’in pek yüksek, pek fâideli emirlerine, tavsiyelerine riâyet etmeli değil misiniz?. Nedir bu sizdeki gaflet, bu inkâra cür’et!.

§ Bu âyeti kerime gösteriyor ki: İnsanlara gönderilen Peygamberler şehirler ahalisinden olan muhterem erkek insanlardır. Çöllerde yetişmiş, devamlı çöllerde yaşamış kimseler, medenî görüşe, medenî terbiyeye tamamen kavuşamayacakları ve kendilerinden dürüstçe hareketler görülüp duracağı için onların arasından Peygamberler gönderilmemiştir. Geçici olarak çölde oturan zâtlar ise müstesnâ. Bununla berâber insanlara gönderilen Peygamberler, bütün erkek zatlardır. Bunlar pek muhterem, fevkalâde güçlü ve zeki erkek insanlardır. Çünki bütün insanlar melekleri görüp onların bildirdiğini anlayacak bir kabiliyette değildirler. Kadınlar da yaratılış itibarıyle zayıftırlar, erkekler kadar zahmetlere tahammüllü değildirler, erkeklere karşı mücadeleye atılmaya kudretleri kâfi bulunmamaktadır. Erkeklere nisbetle bir takım hakikatları anlama ve tatbik etme hususundaki kaabiliyetleri noksandır. Binaenaleyh kadınlardan da Peygamberler gelmemiştir.

110. Nihâyet o Peygamberlerin ümitsizliğe düştükleri ve kendilerinin hakikaten yalana çıkarıldıklarını sandıkları zaman onlara yardımımız geliverdi. Artık dilediğimiz kimseler kurtuluşa erdirildi ve suçlular topluluğundan ise âzabımız geri döndürülmeyecektir.

110. Bir takım dinsizlerin, müşriklerin geçici bir dünyalığa kavuşmaları kendilerini kibirlendirmesin. Nitekim kendilerinden evvelki kavimler de bir müddet varlık içindeyaşamışlardır. Fakat; düşünülmelidir ki, onlar bilâhare felâketlere uğramışlardır. Evet.. O kavimler, Peygamberlerine karşı düşmanlık göstermişler ve onları yalanlamışlardı. (Nihâyet o Peygamberlerin ümitsizliğe düştükleri) o kavimlerin artık imân etmelerinden ümitlerini kestikleri veya onlara karşı yardıma kavuşacaklarını artık beklemedikleri (ve kendilerinin hakikaten yalana çıkarıldıklarını sandıkları) yani: Kendilerini kavimlerinin hakikaten yalanlayıp duracaklarını yakinen anladıkları (zaman) öyle bir sırada (onlara) o Peygamberlere (yardımımız geliverdî) bütün düşmanları, kendilerini yalanlayan dinsizler birer gün azab ile mahvolup gittiler. Evet.. Cenâb-ı Hak buyuruyor ki: (Artık dilediğimiz kimseler) o Peygamberler ile onlara imân edenler (kurtuluşa erdirildi) onlar ilâhî korumaya kavuştular (ve suçlu olan kavimden ise) kendilerine gelecek olan (âzabımız geri döndürülmeyecektir.) artık asrı saadetteki ve bilahara dünyaya gelmiş ve gelecek olan kavimlerin de o geçmiş kavimlerin tarihi durumlarını, başlarına gelmiş olan felâketlerini düşünerek onlardan birer ibret dersi almaları icabetmez mi?. Elbette sonraki inkârcıları da en nihâyet öyle fecî bir âkibet karşılayacaktır. Ne mutlu tarihten, peygamberlerin kıssalarından bir uyanıklık dersi alarak hayatlarını dindarca bir şekilde düzenlemeyi başarmış olanlara.

111. Muhakkak ki, onların kıssalarında temiz akıl sâhipleri için bir ibret vardır. Kur’an uydurulacak bir söz değildir. Fakat o, kendisinden öncekileri tasdiktir. Ve her şeyin ayrıntılı olarak beyânıdır ve imân edecek olan bir kavim için bir hidâyettir ve bir rahmettir.

111. Bu âyeti kerime, izah edilen kıssanın ne kadar ibretli uyanmaya ve istifâde etmeye vesîle olduğunu bildiriyor. Kur’an’ı Kerim’in de sırf hakikat olduğunu, diğer mukaddeskitapları tasdik ettiğini ve bütün dinî esasları kapsayıp mü’minler için bir hidâyet rehberi ve sırf rahmet olduğunu şöylece beyân buyurmaktadır. (Muhakkak ki, onların kıssalarında) Yani: Hz. Yûsuf ile kardeşlerinin veyahut Kur’an-ı Kerim’de bildirilen Peygamberler ile ümmetlerinin hayat tarihlerinde kendilerine âit doğru haberlerde (temiz akıl sâhipleri için) kötü düşüncelerden beri, güzel tefekküre sâhip, hakikaten aydın ve kalbi temiz zâtlar için (bir ibret vardır) büyük bir öğüt vardır, o sâyede birçok hakikatları anlayıp tasdik ederler. Yine o sâyede Son Peygamber Hz. Muhammed’in ilâhî vahye mazhar bir Yüce Peygamber olduğunu anlayarak onu tasdike ve onun gösterdiği selâmet yolunu takibe muvaffak olurlar. Onun tebliğ ettiği Kur’an’ı Kerim’i yücelterek ondan hakkıyla istifadeye çalışırlar. Evet.. O Kur’an-ı Kerim (uydurulacak bir söz değildir) onun beyanları birer hakikattır. O ebedî bir mucizedir. Onu tebliğ eden zâtın hayatının temizliği bilinmektedir. Onun Cenâb-ı Hak adına, gerçeğe aykırı olarak bir şey isnat etmesi asla iddia edilemez. (Fakat) o apaçık kitap (kendisinden evvelkini) Tevrat gibi, İncil gibi gökten inmiş olan ilâhî kitapları (tasdiktir) onların da asılları İtibariyle birer ilâhî kitap olduğunu bildirmektedir. İşte Peygamberlere ve özellikle Hz. Yûsuf a dâir verdiği bilgiler de o mukaddes kitaplardaki açıklamalara uygundur. (Ve) Kur’an-ı Kerim (her şeyin ayrıntılı olarak beyanıdır) yani: Bilinmesine ihtiyaç görülen dinî esasları âkideleri, nasihatları açıkça veya işâret yoluyla içermektedir. Hâdis ile kıyas ile veya icma-ı ümmet ile sâbit olan şeyler de yine esâsen Kur’an’ı Kerim’den ilham alınarak çıkarılmıştır. Diğer bir yoruma göre de Kur’an-ı Kerim, Hz. Yûsufun kıssasına dâir ayrıntıları içermektedir. (Ve) Kur’an’ı Kerim, (imân edecek olan bir kavim için) yani: Kur’an-ı Kerim’in ilâhî bir kitab olduğunu tasdik eden zâtlar için (birhidâyettir) sapıklıktan kurtaran, selâmet ve saadet yoluna sevkeden bir hakikat rehberidir. (ve bir rahmettir) mü’minler bu sayede dünyevî ve uhrevî hayırlara, menfaatlere kavuşurlar, Allah’ın lûtfuna ulaşmış bulunurlar. Çünki o kutsal kitaptan yararlanacak zâtlar, öyle hakikî şekilde imân eden, temiz itikatlı olan muhterem kullardır. Cenâb-ı Hak, cümlemizi o yüksek zümreye bağlanmaktan yoksun bırakmasın. Âmin.

§ “İbret” = İtibar: Bilinen bir yoldan bilinmeyen bir yola geçip gitmek, o bilinmesi keşfetmek demektir. Meselâ: Dünyadaki cüzlerin yok olmasını görmekle bütün kâinatın yok olacağına intikâl etmek bir ibret meselesidir. Asıl ibretten maksat, kendisinden ders alınacak hâdisedir. Düşünce ve tefekkürdür, ahlâkî süslemek için örnek edinmeye lâyık olan herhangi bir husustur. İnsan o sâyede birçok şeyleri anlayıp keşfetmeye, kalbini aydınlatmaya hâlini düzeltmeye muvaffak olur.

“Bir göz ki, onun olmaya ibret nazarında”

“Ol düşmanıdır, sahibinin baş üzerinde”

İşte Yûsuf Aleyhisselâm’ın kıssasını güzelce düşünen, nazarı dikkate alan bir kimse de bu sâyede bir nice hakikatları öğrenmiş olur, kalbini vicdanını akla gelen bir nice yüce şeylerle aydınlatabilir. Bu mübârek kıssa kısaca;

(l): İnsan tabiatının çoluk ve çocuğa olan sevgisini, eğilimini gösteriyor.

(2): İnsanların yaratılışları İtibariyle ihtirasların düşkünü olduklarını, bu yüzden aralarında kıskançlıkların, mücadelerin meydana geldiğini bildiriyor.

(3): Birçok insanlarda aşk ve sevginin, şehvanî hareketlerin, ruhî eğilimlerin, hilekârca muamelelerin yüz gösterdiğini anlatıyor.

(4): Mâsumiyete ve temiz ruhlara sâhip olan zatların ise öyle gayrimeşru eğilimlerden, hareketlerden ne kadar kaçınmakta olduklarını en parlak bir misâl ile anlatmış bulunuyor.

(5): Cenâb-ıHak’kın hükmlerine râzı, riayetkâr olan, gördükleri bazı hoş olmayan düşmanca hareketlere karşı sabrederek sükûnetlerini muhafaza eden, af ve lûtuf la karşılıkta bulunan zatların da bilahara ne kadar selâmete, maddî ve mânevî mükâfatlara, makamlara kavuşacaklarına pek güzel, ibret verici bir misâl göstermiş oluyor.

(6): Olanca mâsumiyetine, iyilikseverliğine rağmen kendisine kavminin bir kısım fertleri tarafından düşmanlık ve kıskançlık gösterilmiş olan Yüce Peygaberimize de bir tesellî mahiyetinde olup onun da evrensel bir başarıya kavuşacağına açık bir işaret taşımaktadır.

(7): Hiç bir kimseden bir şey okuyup yazmamış, dünya tarihini öğrenmemiş, kırk yaşına kadar hikmet gereği ümmi bulunmuş olan temiz ahlâklı bir zâtın, böyle ibret verici bir kıssayı bu kadar ayrıntısıyla, bu kadar fasîh ve edebî bir şekilde anlatan Kur’an âyetlerini insanlık âlemine tebliğ buyurması, kendisinin ilâhî vahye mazhar, insanlık için en mükemmel bir hidâyet rehberi, bir rahmet vesîlesi olan yüce bir Peygamber olduğuna en kuvvetli bir şâhit, en kesin bir delil durumunda bulunmuş oluyor. Artık Hak Teâlâ Hazretleri o Yüce Peygamberimize ümmet olmak şerefinden bizleri mahrum bırakmasın. Âmin..
Daha yeni Daha eski