KURAN’I KERİM TEFSİRİ
ÖMER NASUHİ BİLMEN
Beled Suresi Tefsiri, Türkçe Meali ve Açıklaması
Bismillâhirrahmânirrahîm
Bu mübârek sûre “Kaf” sûresinden sonra Mekke-i Mükerreme’de nâzil olmuştur. Yirmi âyet-i kerîmeyi içermektedir. Mekke-i Mükerreme beldesine yemîn ile başladığı için kendisine böyle “Beled sûresi” adı verilmiştir.
Bundan evvelki “El-Fecr” sûresinde cimrilik, mirasa düşkünlük, fakirlere yardımdan kaçınmak hâlleri kınanmış, huzura ermiş nefsin mutluluğu bildirilmişti. Bu “EI-Beled” sûresinde de öyle bir hırs ve tama’dan kurtulmanın yolları gösterilmiş ve kalp huzurunun ne ile meydana geleceği bildirilmiş olduğu için aralarında güzel bir münâsebet vardır.
1. Yemin ederim bu beldeye.
1. Bu mübârek sûre, insanların nasıl bir tabiatta yaratılmış olduklarını gösteriyor. Ve insanların kendi kuvvetlerine nasıl böbürlendiklerini bildiriyor. Kerem Sâhibi Yaratıcı’nın insanlara ihsân buyurmuş olduğu nîmetleri hatırlatıyor, insan için kurtuluş ve selâmet yolunu ve nefis ve arzularıyla cihad usulünü tâyin ediyor. Kimlerin nîmet ve saadete ereceklerini, kimlerin de mutsuzluğa, azaba tutulacaklarını beyan buyurmaktadır.
Şöyle ki: Allâh-ü Teâlâ, beyan buyuracağı şeylerin ehemmiyetine dikkatleri çekmek için buyuruyor ki: (Yemîn ederim bu beldeye..) Yâni: Mekke-i Mükerreme’ye, öteden beri Allah’ın himâyesinde olup her türlü saldırılardan emîn bulunan harem-i şerif sahasına.
2. Ve sen bu beldede ikamet etmektesin.
2. (Ve sen) Ey Resûl-i Ekrem!, (bu beldede) Böyle mübârek bir şehirde (ikâmet etmektesin.) yâni: Senin gibi en büyük bir Peygamberin ikâmetgâhı olan, o cihetle de pek büyük bir şerefe ve hürmete sâhip bulunan bu beldeye yemîn ederim.
Bu ilâhî beyanda şuna da işaret vardır ki: O mübârek belde, Resûl-i Ekrem’in yerleşip ikâmet edeceği bir emîn saha bulunmaktadır. O Yüce Peygamber, oradan hicret buyursa da orası yine mânen O Yüce Peygamberin ikâmetgâhı durumundadır. Nitekim hicretten sonra bir gazve neticesinde o mübârek belde, yine Resûl-i Ekrem’in idaresi altına girmiştir.
3. Ve bir pedere ve zürriyetine de Andolsun,
3. (Ve bir pedere ve zürriyetine de) Andolsun. Bundan maksat, ya Hz. Âdem ile onun neslidir veyâhut Hz. İbrâhim ile onun oğlu Hz. İsmail’dir. Bilmektedir ki: Mekke-i Mükerreme beldesindeki Kâbe-i Muazzama’yı Hz. Âdem’in oğlu Şîd Aleyhisselâm binâ etmişti. Sonra İbrâhim Aleyhisselâm da muhterem oğlu İsmail Aleyhisselâm ile o mübârek beldeye gidip Kâbe-i Muazzama’yı yeniden binâ eylemiştir. İşte bunları binâ edenlere de yemîn edilmiş oluyor.
4. Muhakkak ki: Biz insanı elbette bir meşakkat içinde bulanacağı bir mahiyette yarattık.
4. (Muhakkak ki, biz insanı elbette bir meşakkat içinde) Bulunacağı bir mahiyette (yarattık.) İnsanlar, doğdukları günden ölecekleri güne kadar bir takım hayatî sıkıntılara, ihtiyaçlara, ârızâlara hedef olmaktadırlar. Bu hâl, insanlığın takdir edilmiş olan hayatî durumlarından ibaret
bulunmaktadır. Artık insan, vakit vakit bâzı hoş olmayan hâllere mâruz kalırsa bundan dolayı büyük bir ümitsizliğe, bir hüzn ve kedere tutulmamalıdır. Bunun bir hikmet gereği olduğunu anlamalı, kaldırılmasını Cenab-ı Hak’tan temennî etmelidir.
Bu ilâhî beyan, Resûl-i Ekrem hakkında da bir teselli mahiyetindedir. Tâ ki: Kavmi tarafından göreceği bâzı eza ve cefadan dolayı çok müteessir olmasın ve ayrıca yeminin de cevabı bulunmaktadır.
“Kebed”; Şiddet, meşakkat, zahmet demektir.
5. Sanıyor mu ki: Onun üzerine hiç bir kimse güç yetiremeyecektir?
5. O kendi kuvvetine güvenen kibirli insan (Sanıyor mu ki: Onun üzerine hiç bir kimse, güç yetiremeyecektir!.) O, kendisini herkesten daha kuvvetli zannediyor, ona buna verdiği eza ve cefadan dolayı bir gün cezaya uğramayacağına inanıyor. Bu ne kadar cehâlet…
“Pençe-i şir olsan pençen yine eyler şikest”
“Bu mesel meşhurdur ki: Dest ber balayi dest”
Rivâyete göre bu insandan maksat, Resûl-i Ekrem’e karşı düşmanlıkta bulunmuş olan Velid Binil’mugîre ve Ebül’eşed bini Kel’dedir.
6. Der ki: Ben yığın yığın mal telef ettim.
6. O gururlu insan (Der ki, ben yığın yığın mal telef ettiğini.) yâni: O şahıs kendi nefisi ve arzusu uğrunda veya bâzı zâtları İslâm dinini kabulden alıkoymak maksadiyle sarf etmiş olduğu fazlaca servetiyle iftihar etmekte bulunuyor. Câhiliye ehli, böyle lüzumsuz, israfçı, gayr-i meşrû harcamayı, bir büyüklük alâmeti sayarak onurda iftiharda bulunurlarmış.
“Lübed”; fazla, çok toplu mânâsınadır.
7. Zanneder mi ki: Onun hiç bir kimse görmemiştir?
7. O sarf ettiği malîle iftihar eden şahıs (Zanneder mi ki: Onu hiç bir kimse görmemiştir?.) onun o israfçı ve haince maksadını kimse anlamamıştır!. Elbette ki: Onu yaratmış olan Yüce Yaratıcı, onun bütün fiil ve arzularını görüp bilmektedir.
8. Onun için iki göz vermedik mi?.
8. Evet.. O Hikmet Sahibi Yaratıcı, buyuruyor ki: (Onun için) O kibirli, gafil şahıs için (iki göz vermedik mi?) o gözleri kendisine veren bir Kerem Sahibi Yaratıcı, onun bütün yaptıklarını görür bilir, Artık o şahıs, o gözlerini güzel kullanarak kendisine verilen nîmetleri görüp onları kendisine ihsan buyurmuş olan Kerem Sahibi Yaratıcısına tefekkürde, kullukta bulunmalı değil midir?.
9. Ve bir dil ile iki dudak -vermedik mi?
9. (Ve) O insana (bir dil ile dudak) da vermedik mi?. Bunlar da ne kadar birer büyük nimettir. Bunlar ile konuşmaya, yiyip içemeye, ağzın kapamaya kaadir bulunaktadır. Bunları da kötüye kullanmamalı değil midir?.
“Şefe” Dudak, her şeyin kenarı, kıyısı demektir.
10. Ve biz ona iki de tepe yolu gösterdik.
10. (Ve biz ona) o gafil insana (iki de tepe yolu gösterdik.) yâni: Takip edilmesi haddizatında mühim olan iki yola dair bilgiler verdik ki: Onlar da hayır ve şer, hidâyet ile sapıklık, hak ile bâtıl yollarıdır. Artık bunlara dair verilen bilgilerden istifâde etmeli değil mi idi?.
“Necdeyn” iki yüksek mekân, iki yüksek yol demektir.
11. Fakat o, o sarp yokuşu geçemedi.
11. (Fakat o) kibirli şahıs (o sarp yokuşu geçemedi.) görünürde müşkül olan şükür vazifesini yerine getiremedi, kendisine gösterilen meşru yolu takip edemedi, hakkında sırf hayır olan bir fedakârlıkta bulunamadı.
“Iktiham” müşkülâta göğüs germek, tahammül göstermek, suya dalmak güç bir şeye atılmak demektir.
“Akabe” de dağ içinde olan yol, sarf yokuş demektir.
12. O sarp yokuşun ne olduğunu sana ne şey bildirdi?
12. (O sarp yokuşun ne olduğunu) Ondan ne kastedildiği (sana ne şey bildirdi?.) Onun sarp, yüksek olması ne itibariledir!. Bunu biliyor musun?.
13. O bir köle azad etmektir.
13. O Akâbe, o görünürde müşkil olan yol (Bir köle âzad etmektedir.) fedakârlıkta bulunup bir köleyi hürriyete kavuşturmaktadır. Böyle bir hareket, sâhibinin fâziletine, insanîyete hizmetine büyük bir alâmettir. Bunun sevabı pek çoktur. Hattâ İmam-ı Âzam’a göre bir köleyi veya bir cariyeyi âzad etmek, sadaka vermekten eftaldir. Bu mesele de İslâmiyetin hürriyete verdiği kıymeti göstermektedir.
14. Yahut bir kıtlık gününde yemek yedirmektir.
14. (Yâhut) Akâbe denilen şey (bir kıtlık gününde) bir ihtiyaç zamanında (yemek yedirmektedir.) Yiyecek vermektir, nafaka temin etmektir.
“Mesgabe”; açık, kıtlık, meşakkat içinde bir ihtiyaç demektir.
15. Yakını olan bir yetime.
15. (Karabet sâhibi olan bir yetime) Akrabadan bulunan babasız, yoksul bir çocuğa, öyle zavallı bir yavruya yemek yedirmek, ne güzel merhametlice bir muameledir.
“Makrebe” Neseb hususunda yakınlık demektir.
16. Veyahut yerlere serilmiş bir yoksula.
16. (Veyâhut) Akâbe denilen iyilik (yerlere serilmiş) ihtiyacından dolayı topraklar üzerinde kalmış olan (bir yoksula) öyle yemek yedirmektir.
“Matrebe” Fakirlik ve ihtiyaç demektir. Esasen topraklanmak mânâsına olup fazlaca fakirlikten kinâyedir.
17. Sonra da iman etmiş olanlardan ve birbirlerine sabır tavsiye edenlerden ve merhameti tavsiyede bulunanlardan olmaktır.
17. (Sonra da) Öyle fedakârlıkta bulunacak kimse, o fedakârlığı ile beraber (îman etmiş olanlardan) İslâm dinini kabul etmiş bulunanlardan (ve birbirlerine sabrı tavsiye edenlerden) yüz gösteren bir mûsibetten, bir meşakkatten dolayı
din kardeşlerine sabır ve güçlü olmayı tavsiye edip duranlardan (ve) birbirlerine (merhametli) şefkatli, güzelce muameleyi (tavsiyede bulunanlardan olmaktır.) İşte bu vasıfları taşıyan zâtlar, en yüksek bir hidâyet yolunu takibe muvaffak olurlar.
18. İşte sağda olanlar onlardır.
18. (İşte sağda olanlar) Kitapları sağ taraflarından verilecek muhterem kullar (onlardır.) o seçkin vasıtalara, fedakârlığa sâhip bulunandır.
19. Ve o kimseler ki: Bizim âyetlerimizi inkâr ettiler, onlar da soldakilerdir.
19. (Ve o kimseler ki: Bizim âyetlerimizi inkâr ettiler) Allah’ın birliğine ve kudretine şâhitlik eden dış ve iç âlemdeki delilleri dikkate almadılar, Kur’an-ı Kerim gibi bir semâvî kitabı yalanladılar, bir nice parlayıp duran hakikatleri gizlemeğe çalıştılar, (onlar da soldakilerdir.) En kötü insanlık için en zararlı olanlar da onlardır. Onlar, o inkârları sebebile yarın âhirette kitaplarını sol taraflarından alarak lâyık oldukları cezalara kavuşacaklardır.
20. Onların üzerlerine her tarafı kapalı bir ateş vardır.
20. Evet.. Yarın âhirette (Onların üzerlerine her tarafı kapalı) kendilerini kaplayan, içinden çıkabilmeyecekleri (bir ateş vardır) o da cehennemden ibarettir.
“Mü’sade” kitlenmiş, kapatılmış, tatbik edilmiş, kuşatmış demektir. İşte böyle pek korkunç bir âkıbete tutulmamasını isteyen her akıllı insan için lâzımdır ki: İslâm dairesinde yasasın, dinî emirlere ve yasaklara riâyetten ayrılmasın, bu hidâyet ve selâmet yolunu tam bir muvaffakiyetler takibe kavuşmasını Kerem Sâhibi Mâbud’dan niyâz eylesin. Ve başarı, Allah’tandır.
Beled Suresi Tefsiri, Türkçe Meali ve Açıklaması
Bismillâhirrahmânirrahîm
Bu mübârek sûre “Kaf” sûresinden sonra Mekke-i Mükerreme’de nâzil olmuştur. Yirmi âyet-i kerîmeyi içermektedir. Mekke-i Mükerreme beldesine yemîn ile başladığı için kendisine böyle “Beled sûresi” adı verilmiştir.
Bundan evvelki “El-Fecr” sûresinde cimrilik, mirasa düşkünlük, fakirlere yardımdan kaçınmak hâlleri kınanmış, huzura ermiş nefsin mutluluğu bildirilmişti. Bu “EI-Beled” sûresinde de öyle bir hırs ve tama’dan kurtulmanın yolları gösterilmiş ve kalp huzurunun ne ile meydana geleceği bildirilmiş olduğu için aralarında güzel bir münâsebet vardır.
1. Yemin ederim bu beldeye.
1. Bu mübârek sûre, insanların nasıl bir tabiatta yaratılmış olduklarını gösteriyor. Ve insanların kendi kuvvetlerine nasıl böbürlendiklerini bildiriyor. Kerem Sâhibi Yaratıcı’nın insanlara ihsân buyurmuş olduğu nîmetleri hatırlatıyor, insan için kurtuluş ve selâmet yolunu ve nefis ve arzularıyla cihad usulünü tâyin ediyor. Kimlerin nîmet ve saadete ereceklerini, kimlerin de mutsuzluğa, azaba tutulacaklarını beyan buyurmaktadır.
Şöyle ki: Allâh-ü Teâlâ, beyan buyuracağı şeylerin ehemmiyetine dikkatleri çekmek için buyuruyor ki: (Yemîn ederim bu beldeye..) Yâni: Mekke-i Mükerreme’ye, öteden beri Allah’ın himâyesinde olup her türlü saldırılardan emîn bulunan harem-i şerif sahasına.
2. Ve sen bu beldede ikamet etmektesin.
2. (Ve sen) Ey Resûl-i Ekrem!, (bu beldede) Böyle mübârek bir şehirde (ikâmet etmektesin.) yâni: Senin gibi en büyük bir Peygamberin ikâmetgâhı olan, o cihetle de pek büyük bir şerefe ve hürmete sâhip bulunan bu beldeye yemîn ederim.
Bu ilâhî beyanda şuna da işaret vardır ki: O mübârek belde, Resûl-i Ekrem’in yerleşip ikâmet edeceği bir emîn saha bulunmaktadır. O Yüce Peygamber, oradan hicret buyursa da orası yine mânen O Yüce Peygamberin ikâmetgâhı durumundadır. Nitekim hicretten sonra bir gazve neticesinde o mübârek belde, yine Resûl-i Ekrem’in idaresi altına girmiştir.
3. Ve bir pedere ve zürriyetine de Andolsun,
3. (Ve bir pedere ve zürriyetine de) Andolsun. Bundan maksat, ya Hz. Âdem ile onun neslidir veyâhut Hz. İbrâhim ile onun oğlu Hz. İsmail’dir. Bilmektedir ki: Mekke-i Mükerreme beldesindeki Kâbe-i Muazzama’yı Hz. Âdem’in oğlu Şîd Aleyhisselâm binâ etmişti. Sonra İbrâhim Aleyhisselâm da muhterem oğlu İsmail Aleyhisselâm ile o mübârek beldeye gidip Kâbe-i Muazzama’yı yeniden binâ eylemiştir. İşte bunları binâ edenlere de yemîn edilmiş oluyor.
4. Muhakkak ki: Biz insanı elbette bir meşakkat içinde bulanacağı bir mahiyette yarattık.
4. (Muhakkak ki, biz insanı elbette bir meşakkat içinde) Bulunacağı bir mahiyette (yarattık.) İnsanlar, doğdukları günden ölecekleri güne kadar bir takım hayatî sıkıntılara, ihtiyaçlara, ârızâlara hedef olmaktadırlar. Bu hâl, insanlığın takdir edilmiş olan hayatî durumlarından ibaret
bulunmaktadır. Artık insan, vakit vakit bâzı hoş olmayan hâllere mâruz kalırsa bundan dolayı büyük bir ümitsizliğe, bir hüzn ve kedere tutulmamalıdır. Bunun bir hikmet gereği olduğunu anlamalı, kaldırılmasını Cenab-ı Hak’tan temennî etmelidir.
Bu ilâhî beyan, Resûl-i Ekrem hakkında da bir teselli mahiyetindedir. Tâ ki: Kavmi tarafından göreceği bâzı eza ve cefadan dolayı çok müteessir olmasın ve ayrıca yeminin de cevabı bulunmaktadır.
“Kebed”; Şiddet, meşakkat, zahmet demektir.
5. Sanıyor mu ki: Onun üzerine hiç bir kimse güç yetiremeyecektir?
5. O kendi kuvvetine güvenen kibirli insan (Sanıyor mu ki: Onun üzerine hiç bir kimse, güç yetiremeyecektir!.) O, kendisini herkesten daha kuvvetli zannediyor, ona buna verdiği eza ve cefadan dolayı bir gün cezaya uğramayacağına inanıyor. Bu ne kadar cehâlet…
“Pençe-i şir olsan pençen yine eyler şikest”
“Bu mesel meşhurdur ki: Dest ber balayi dest”
Rivâyete göre bu insandan maksat, Resûl-i Ekrem’e karşı düşmanlıkta bulunmuş olan Velid Binil’mugîre ve Ebül’eşed bini Kel’dedir.
6. Der ki: Ben yığın yığın mal telef ettim.
6. O gururlu insan (Der ki, ben yığın yığın mal telef ettiğini.) yâni: O şahıs kendi nefisi ve arzusu uğrunda veya bâzı zâtları İslâm dinini kabulden alıkoymak maksadiyle sarf etmiş olduğu fazlaca servetiyle iftihar etmekte bulunuyor. Câhiliye ehli, böyle lüzumsuz, israfçı, gayr-i meşrû harcamayı, bir büyüklük alâmeti sayarak onurda iftiharda bulunurlarmış.
“Lübed”; fazla, çok toplu mânâsınadır.
7. Zanneder mi ki: Onun hiç bir kimse görmemiştir?
7. O sarf ettiği malîle iftihar eden şahıs (Zanneder mi ki: Onu hiç bir kimse görmemiştir?.) onun o israfçı ve haince maksadını kimse anlamamıştır!. Elbette ki: Onu yaratmış olan Yüce Yaratıcı, onun bütün fiil ve arzularını görüp bilmektedir.
8. Onun için iki göz vermedik mi?.
8. Evet.. O Hikmet Sahibi Yaratıcı, buyuruyor ki: (Onun için) O kibirli, gafil şahıs için (iki göz vermedik mi?) o gözleri kendisine veren bir Kerem Sahibi Yaratıcı, onun bütün yaptıklarını görür bilir, Artık o şahıs, o gözlerini güzel kullanarak kendisine verilen nîmetleri görüp onları kendisine ihsan buyurmuş olan Kerem Sahibi Yaratıcısına tefekkürde, kullukta bulunmalı değil midir?.
9. Ve bir dil ile iki dudak -vermedik mi?
9. (Ve) O insana (bir dil ile dudak) da vermedik mi?. Bunlar da ne kadar birer büyük nimettir. Bunlar ile konuşmaya, yiyip içemeye, ağzın kapamaya kaadir bulunaktadır. Bunları da kötüye kullanmamalı değil midir?.
“Şefe” Dudak, her şeyin kenarı, kıyısı demektir.
10. Ve biz ona iki de tepe yolu gösterdik.
10. (Ve biz ona) o gafil insana (iki de tepe yolu gösterdik.) yâni: Takip edilmesi haddizatında mühim olan iki yola dair bilgiler verdik ki: Onlar da hayır ve şer, hidâyet ile sapıklık, hak ile bâtıl yollarıdır. Artık bunlara dair verilen bilgilerden istifâde etmeli değil mi idi?.
“Necdeyn” iki yüksek mekân, iki yüksek yol demektir.
11. Fakat o, o sarp yokuşu geçemedi.
11. (Fakat o) kibirli şahıs (o sarp yokuşu geçemedi.) görünürde müşkül olan şükür vazifesini yerine getiremedi, kendisine gösterilen meşru yolu takip edemedi, hakkında sırf hayır olan bir fedakârlıkta bulunamadı.
“Iktiham” müşkülâta göğüs germek, tahammül göstermek, suya dalmak güç bir şeye atılmak demektir.
“Akabe” de dağ içinde olan yol, sarf yokuş demektir.
12. O sarp yokuşun ne olduğunu sana ne şey bildirdi?
12. (O sarp yokuşun ne olduğunu) Ondan ne kastedildiği (sana ne şey bildirdi?.) Onun sarp, yüksek olması ne itibariledir!. Bunu biliyor musun?.
13. O bir köle azad etmektir.
13. O Akâbe, o görünürde müşkil olan yol (Bir köle âzad etmektedir.) fedakârlıkta bulunup bir köleyi hürriyete kavuşturmaktadır. Böyle bir hareket, sâhibinin fâziletine, insanîyete hizmetine büyük bir alâmettir. Bunun sevabı pek çoktur. Hattâ İmam-ı Âzam’a göre bir köleyi veya bir cariyeyi âzad etmek, sadaka vermekten eftaldir. Bu mesele de İslâmiyetin hürriyete verdiği kıymeti göstermektedir.
14. Yahut bir kıtlık gününde yemek yedirmektir.
14. (Yâhut) Akâbe denilen şey (bir kıtlık gününde) bir ihtiyaç zamanında (yemek yedirmektedir.) Yiyecek vermektir, nafaka temin etmektir.
“Mesgabe”; açık, kıtlık, meşakkat içinde bir ihtiyaç demektir.
15. Yakını olan bir yetime.
15. (Karabet sâhibi olan bir yetime) Akrabadan bulunan babasız, yoksul bir çocuğa, öyle zavallı bir yavruya yemek yedirmek, ne güzel merhametlice bir muameledir.
“Makrebe” Neseb hususunda yakınlık demektir.
16. Veyahut yerlere serilmiş bir yoksula.
16. (Veyâhut) Akâbe denilen iyilik (yerlere serilmiş) ihtiyacından dolayı topraklar üzerinde kalmış olan (bir yoksula) öyle yemek yedirmektir.
“Matrebe” Fakirlik ve ihtiyaç demektir. Esasen topraklanmak mânâsına olup fazlaca fakirlikten kinâyedir.
17. Sonra da iman etmiş olanlardan ve birbirlerine sabır tavsiye edenlerden ve merhameti tavsiyede bulunanlardan olmaktır.
17. (Sonra da) Öyle fedakârlıkta bulunacak kimse, o fedakârlığı ile beraber (îman etmiş olanlardan) İslâm dinini kabul etmiş bulunanlardan (ve birbirlerine sabrı tavsiye edenlerden) yüz gösteren bir mûsibetten, bir meşakkatten dolayı
din kardeşlerine sabır ve güçlü olmayı tavsiye edip duranlardan (ve) birbirlerine (merhametli) şefkatli, güzelce muameleyi (tavsiyede bulunanlardan olmaktır.) İşte bu vasıfları taşıyan zâtlar, en yüksek bir hidâyet yolunu takibe muvaffak olurlar.
18. İşte sağda olanlar onlardır.
18. (İşte sağda olanlar) Kitapları sağ taraflarından verilecek muhterem kullar (onlardır.) o seçkin vasıtalara, fedakârlığa sâhip bulunandır.
19. Ve o kimseler ki: Bizim âyetlerimizi inkâr ettiler, onlar da soldakilerdir.
19. (Ve o kimseler ki: Bizim âyetlerimizi inkâr ettiler) Allah’ın birliğine ve kudretine şâhitlik eden dış ve iç âlemdeki delilleri dikkate almadılar, Kur’an-ı Kerim gibi bir semâvî kitabı yalanladılar, bir nice parlayıp duran hakikatleri gizlemeğe çalıştılar, (onlar da soldakilerdir.) En kötü insanlık için en zararlı olanlar da onlardır. Onlar, o inkârları sebebile yarın âhirette kitaplarını sol taraflarından alarak lâyık oldukları cezalara kavuşacaklardır.
20. Onların üzerlerine her tarafı kapalı bir ateş vardır.
20. Evet.. Yarın âhirette (Onların üzerlerine her tarafı kapalı) kendilerini kaplayan, içinden çıkabilmeyecekleri (bir ateş vardır) o da cehennemden ibarettir.
“Mü’sade” kitlenmiş, kapatılmış, tatbik edilmiş, kuşatmış demektir. İşte böyle pek korkunç bir âkıbete tutulmamasını isteyen her akıllı insan için lâzımdır ki: İslâm dairesinde yasasın, dinî emirlere ve yasaklara riâyetten ayrılmasın, bu hidâyet ve selâmet yolunu tam bir muvaffakiyetler takibe kavuşmasını Kerem Sâhibi Mâbud’dan niyâz eylesin. Ve başarı, Allah’tandır.