Nitekim Yüce Allah Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyurmaktadır:
“…Hiç kimse yarın ne kazanacağını bilemez. Hiç kimse nerede öleceğini de bilemez. Şüphesiz Allah hakkıyla bilendir, (her şeyden) hakkıyla haberdar olandır.” (Lokmân, 31/34)
Son nefeste iman ile yahut imansız göçmek, tüm insanlar için söz konusu olabilir. Bu konuda herhangi bir hüküm verilemez.
İman ile amel birbirinden bağımsız düşünülemez. Öyle ki Kur'an’da iman edenlerin başlıca vasfı olarak onların “namaz kılanlar” olduğu sıklıkla zikredilir. (bk. Bakara, 2/3, 43, 45, 177, 277; Maide, 5/55; vd.)
“Bir de bize, ‘Namazı dosdoğru kılın ve Allah’a karşı gelmekten sakının.’ diye emrolundu. O, huzurunda toplanacağınız Allah’tır.” (Enam, 6/72)
ayet-i kerimesinde görüldüğü üzere, namaz apaçık farz kılınmıştır.
İmandan sonra en önemli ibadet olan namazın, savaş gibi olağanüstü bir durumda bile terk edilemeyeceği (Nisa, 4/102) bildirilmiştir.
Yine başka bir ayette, “Sabrederek ve namaz kılarak (Allah’tan) yardım dileyin. Şüphesiz namaz, Allah’a derinden saygı duyanlardan başkasına ağır gelir.” (Bakara, 2/45) buyurularak iman ile namaz ilişkisi başka bir boyutuyla ortaya konulmuştur.
Dolayısıyla namazsız bir hayat gitgide imanı zayıflatır ve kişiyi küfre sürükleyebilir.
Namazın farz olduğuna inanan, ancak namaz kılmayan kimse günahkar olur; Allah’ın emrine aykırı hareket ettiği için tövbe edip bu davranışından vazgeçmedikçe, hatasını telafiye çabalamadıkça cezaya müstehak olacağı kesindir.
Öte yandan, bir kimse nasıl bir yaşam sürerse, yaşamını yine aynı çizgi üzerinde sonlandırma ihtimali daha yüksektir.
Sonuç olarak; Müslümanın imanını amel ile güçlendirmesi, son nefesini imanlı vermek ümidiyle Allah’tan niyazda bulunması, bu arzusu doğrultusunda kendisinden beklenilen surette bir yaşam sürdürme çabası içinde olması ve gücü yettiği ölçüde ibadetlerini yerine getirmeye çalışması gerekir.