Peygamberimizin Müslümanlarla Helalleşmesi

Peygamberimizin Müslümanlarla Helalleşmesi

Resûl-i Ekrem, hastalığının en şiddetli olduğu bir günde ashabıyla helâl­leş­meyi arzu etti.

Yine bir taraftan Hz. Ali’ye, diğer taraftan da Fadl b. Abbas Hazretlerine da­yanarak güçlükle ayağa kalktı ve mescide gitti. Min­be­re çıkıp oturdu.

Hz. Bilâl’e de (r.a.) şu emri verdi:

“Halka nidâ et; mescide toplansınlar. Onlara vasiyet etmek isterim. Bu, be­nim son vasiyetim olacaktır!”

Hz. Bilâl, emri yerine getirdi. Bir anda toplanan halkı, mescit almaz oldu.

Resûl-i Kibriya Efendimiz, Allah’a hamd ve senâdan son­ra ashab-ı kirama şöyle hitap etti:

“Ey insanlar! Sizden ayrılma vaktim oldukça yaklaşmıştır! Sizden birine vurmuşsam, işte sırtım, gelsin vursun! Birinizin malını almışsam, gelsin, hak­kını alsın! Sakın hak sahibi, şayet kısas talebinde bulunursam, ‘Re­sû­lul­lah bana da­rılır’ diye dü­şünmesin! Bilmelisiniz ki benden hakkını isteyene darılmak, be­nim fıtratımda yok­tur.­ Benim yanımda en sevimliniz, hakkı varsa, gelip ben­den onu isteyen kimsedir veyahut helâl edendir. Ben, Rab­bimin huzuruna, üzerimde kul hakkı olmadan varmak is­tiyorum!”[1]

Bir anda ortalığa hazin bir sükût çöktü. Resûl-i Ekrem Efendimiz, sözlerini tekrarladı: “Ey insanlar! Kime vurmuşsam, işte sırtım, gelsin vursun! Her ki­min benden alacağı varsa, işte malım, gel­sin alsın!”[2]

Cemaat içinden biri ayağa kalktı: “Yâ Re­sû­lal­lah! Sizden üç dirhem alaca­ğım var!”

Peygamber Efendimiz, “Ben bu hususta hiç kimseyi yalanlamam ve hiç kimseye ‘Yemin et’ diye teklif de etmem; ancak bu üç dirhemin zimmetime na­sıl geçtiğini öğrenmek isterim!” dedi.

Adam, “Yâ Re­sû­lal­lah! Bir defasında huzurunuza bir fakir gelmişti. Bana, fakire üç dirhem vermemi emrettiniz. Ben de verdim. İşte, istediğim, bu üç dirhemdir!” dedi.

Resûl-i Ekrem Efendimiz, “Doğru söylüyorsun!” dedikten sonra, “Ey Fadl! Buna üç dirhem ver!” buyurdu.[3]

Mescide Açılan Kapıların Kapatılması

Bundan sonra Resûl-i Kibriya Efendimiz, “Mescide açılan kapıları kapatı­nız; sadece, Ebû Bekir’in kapısı açık kalsın!”[4]buyurdu.

Emir gereği Mescid-i Şerif’in çevresindeki evlerin kapısı, Hz. Ebû Bekir’inki hâriç, hepsi kapatıldı.[5]

Hz. Ebû Bekir, Namaz Kıldırmaya Memur Ediliyor

Resûl-i Kibriya Efendimiz, hastalığı esnasında ezan okununca daima Mes­cid-i Şerif’e çıkar ve cemaate namaz kıldırırdı.

Vefatına üç gün kala hastalığı birden ağırlaştı. Bu sebeple artık Mescid-i Şe­rif’e de çıkamaz oldu. O zaman, “Ebû Bekir’e söyleyiniz; insanlara namaz kıl­dırsın!”[6]diye emir vererek, imamlığı Hz. Ebû Bekir’e bıraktı.[7]

Pey­gam­be­ri­mizin Son Namaz Kıldırışı

Hz. Ebû Bekir, Müslümanlara öğle namazını kıldırıyordu.

Bu sırada Resûl-i Kibriya Efendimiz, bedeninde bir hafiflik hissetti. Hz. Ab­bas ile Hz. Ali’nin yardımıyla yavaş yavaş Mescid-i Şerif’e çıktı.

Hz. Ebû Bekir, Fahr-i Âlem Efendimizin gelmekte oldu­ğunu anlayınca, geri çekilmek istedi. Efendimiz, yerinde durması için işaret etti. Sonra Hz. Ebû Be­kir’in yanına oturtulmasını emir buyurdu. Hz. Ebû Bekir’in sol tarafına götü­rüp oturttular. Hz. Ebû Bekir ayak­ta, oturmuş olan Efendimize tâbi oldu.[8]

Resûl-i Kibriya Efendimizin Mescid-i Şerif’te Müslümanlara kıldırdığı son namaz budur!

Hz. Cebrail’in, Hatırını Sormak İçin Gelişi

Rebiülevvel ayının onu, Cumartesi günü idi.

Cenab-ı Hak tarafından Cebrail (a.s.) geldi, Resûl-i Kib­riya Efendimizin hal ve hatırını sordu.

“Ey Ahmed!” dedi. “Yüce Allah, sana ikram olarak beni gönderdi. Sana so­racağı şeyi senden çok daha iyi bildiği halde, sana, ‘Kendini nasıl buluyorsun?’ diye soruyor.”

Rabb-i Rahîm’ine kavuşmanın hasretini yüreğinde duyan Fahr-i Kâinat Efendimiz, “Ey Cebrail! Kendimi baygın ve sıkıntılı bir halde görüyorum!” di­ye cevap verdi.[9]

Vefatından Bir Gün Evvel

Rebiülevvel ayının 11’i, Pazar günü...

Cin ve insin peygamberi Hz. Muhammed (a.s.m.), yatağında, şiddetli ateş­ler içinde idi. Etrafında Ezvac-ı Tâhirat vardı. Başucunda Hz. Âişe validemiz otu­ruyordu.

Bu sırada Hz. Üsame, ordugâhtan gelip huzur-u saadetlerine girdi. Efendi­miz, dalgın yatıyordu. Yerinden kımıldayacak hali yoktu. Hz. Üsame, mübarek el­lerini ve başlarını öptü. İçi hüzün ve keder doluydu. Azamî hürmet içinde Kâi­natın Efendisinin karşısında ayakta durdu. Efendimiz ona bir şey söyle­me­di. Sadece ellerini göğe kaldırdı ve onun üzerine sürdü. Ona dua ettiği anla­şıl­dı.[10]

Resûl-i Ekrem Efendimizin duasını alan Hz. Üsame, doğruca or­dusunun ba­şına döndü.

Hz. Cebrail’in İkinci Gelişi

Rebiülevvel ayının 11’i, Pazar günü...

Hz. Cebrail, yine hatırlarını sormak üzere geldi. Bu esnada Yemen’de pey­gamberlik dava eden yalancı Esvedü’l-Ansî’nin îdam olunduğunu haber verdi. Re­sûl-i Ekrem Efendimiz de bu haberi ashab-ı kirama bildirdi.[11]

O Pazartesi…

Hayatında mühim hadiselerin meydana geldiği Pazartesi günü... Rebiülev­vel ayının 12’si... Böyle bir Pazartesi gününde mübarek gözlerini dün­yaya aç­mışlardı.

Bu gün de, Resûl-i Kibriya Efendimizin bir ara hastalığı hafifleyip kendine geldi. Bu hafifliği hisseder etmez yatağından kalktı. Hazırlıklarını yaparak Mescid-i Şerif’e teşrif etti.

O sırada ashab-ı kiram saf bağlayıp Hz. Ebû Bekir’in ar­kasında sabah na­mazı kılıyordu. Kâinatın Efendisi, bu nurani manzarayı görmekle son derece sevindi, hatta tebessüm buyurdu. Kendileri de Hz. Ebû Bekir’e uyarak nama­zını eda etti.

Resûl-i Ekrem Efendimizi, aralarında mütebessim bir sima ile gören saha­beler, bütün bütün sıhhat zannıyla son derece sevindiler.[12]

Peygamber Efendimiz, Hücre-i Saadetlerinde

Son günün sabah namazını Hz. Ebû Bekir’e uyup ashabının arasında kıla­rak onları sevince gark eden Fahr-i Kâinat, namazın edasından sonra yine hücre-i saadetine döndü. Yataklarına yattılar.

Bu arada, Kumandan Hz. Üsame, son defa kendisiyle vedalaşmak üzere geldi.

Resûl-i Ekrem, “Allah’ın bereketiyle artık hareket et!” buyurdu.[13]

Emri alan Kumandan Hz. Üsame b. Zeyd, doğruca ordugâha gidip müca­hit­lere hareket emrini verdi.

Hz. Ebû Bekir’in, İzin İsteyip Sünh’taki Evine Gidişi

Pazartesi günü, Hz. Ebû Bekir de, Fahr-i Kâinat Efendimizin durumunun bir ara iyileştiğini fark etmişti. Bunun için huzura girip, “Yâ Re­sû­lal­lah! Allah’a hamdolsun! O’nun lütuf ve keremi ile sağ sâlim sabaha çıktınız! Müsaade bu­yurursanız, Sünh’taki evime gideyim” dedi.

Resûl-i Kibriya Efendimiz, “Olur” buyurdu.

Bunun üzerine Hz. Ebû Bekir, Sünh’taki evine gitti.[14]

Müslümanlara ve Ev Halkına Son Seslenişi

Son gün... Pazartesi günü...

Resûl-i Kibriya Efendimizin mübarek dillerinden şu cüm­leler dökülüyordu:

“Ey insanlar! Karanlık gece kıtaları gibi fitneler geliyor­dur!

“Ey insanlar! Siz bana karşı hiçbir şeyle delil bulamazsınız; zira ben, ancak Allah’ın kitabı Kur’an’ın helâl kıldığını helâl, haram kıldığını da haram kıldım!

“Ey kızım Fâtıma! Ey halam Safiyye! Allah katında mak­bul olacak ameller işleyiniz (Bana güvenmeyiniz)! Çün­kü ben, sizi Allah’ın azabından kurtara­mam!”[15]

Pey­gam­be­ri­mizin, Hz. Fâtıma’ya Söyledikleri

Hz. Fâtıma, Resûl-i Ekrem’in hayatta kalmış olan biricik kızı idi. Kâinatın Efendisinin evlat sevgisini kendisiyle tatmin ettiği tek evladı...

Hz. Fâtımatü’z-Zehra, güzel ahlâkta, yürüyüşte, oturuşta, kalkışta Peygam­ber Efendimize en çok benzeyen evladı idi.

Resûl-i Ekrem, hastalığının son gününde bir ara biricik kızı, güzel ahlâk ve zarafet timsâli Hz. Fâtıma’yı yanına çağırdı.

Hz. Fâtıma gelince, onu sol tarafına oturttu. Ona gizlice bir şey söyledi.

Hz. Fâtıma’yı birden bir hüzün ve keder havası kapladı. Arkasından göz­yaş­ları boşanmaya başladı.

Peygamber Efendimiz, sonra yine bu güzide kızına gizlice bir şey daha söy­ledi. Bu sefer, biraz evvel gözyaşı döken Hz. Fâtıma, birden gülümseyip se­vinmeye başladı.

O sırada orada bulunan Hz. Âişe, daha sonra bunun sebebini sorunca, Hz. Fâtıma şu cevabı verir:

“Önce bana pek yakında dünyadan ve benden ayrılacağını söyledi; bunun için ağladım! Sonra da ‘Ailem içinde en evvel bana sen kavuşacaksın’ deyince de sevindim!”[16]

Son Anlar…

Rebiülevvel ayının 12’si, Pazartesi günü...

Güneş, batıya doğru kayıyordu.

Resûl-i Kibriya Efendimizin mübarek başları, Hz. Âişe’nin kucağında, göğ­süne dayalı idi. Artık nefes alıp vermekte güçlük çekiyordu. Dili Allah’ı zik­ret­mekle meşguldü: “Allahım, beni Refîk-i A’lâ’­ya[17]ulaştır!” duasını tekrarlı­yor­du. Bu esnada bile ümmetime irşadda bulunmaktan geri durmuyordu: “Elle­ri­niz­deki kölelerinize iyi davranınız! Namaza, namaza dikkat ve devam edi­niz!”[18]diyordu.

Bu hazin manzara, orada bulunan Hz. Fâtıma’nın yüreğini adeta dağlı­yor­du. Bir ara Resûl-i Kibriya Efendimizi bağrına bastı; “Vay, babamın çektiği ız­dı­raba!” diyerek gözlerinden yaşlar boşanmaya başladı.

Peygamber Efendimiz, “Bugünden sonra baban hiçbir ız­dı­rap çekmeyecek­tir” buyurdu ve ilave etti: “Kızım, sakın ağ­la­ma! Ben vefat ettiğim zaman ‘İnnâ lillah ve İnnâ ileyhi râciûn’ de.”[19]

Hz. Cebrail ile Hz. Azrail’in Birlikte Gelişleri

Resûl-i Kibriya Efendimiz, bu fani dünyada artık son dakikalarını yaşı­yor­du.

Bu esnada, Hz. Cebrail, Hz. Azrail’le geldi. Resûl-i Kibriya Efendimizin hal ve hatırını sordu; sonra, “Ölüm meleği Azrail, içeri gir­mek için izninizi ister!” de­di.

Resûl-i Kibriya Efendimiz müsaade edince, Hz. Azrail içeri girdi. Efendimi­zin önüne oturdu.

“Yâ Re­sû­lal­lah!” dedi. “Yüce Allah, senin her emrine itaat etme­mi bana em­retti. İstersen ruhunu alacağım, ister­sen sana bıraka­ca­ğım!”

Resûl-i Kibriya Efendimiz, Hz. Cebrail’e baktı. O da, “Yâ Re­sû­lal­lah, Mele-i A’lâ seni beklemektedir!” dedi.

Bunun üzerine, Hâtemü’l-Enbiya Efendimiz, “Yâ Azrail, gel, me­mu­riyetini yerine getir” diye buyurdu.[20]

Pey­gam­be­ri­mizin, Rabbine Kavuşması

Mübarek başları Hz. Âişe’nin kucağında, göğsüne dayalı idi. Yanında su kabı vardı. İki elini suya batırıp ıslak ellerini mübarek yüzüne sürdü. Mübarek dudaklarından “Lâ ilâhe illallah” cümlesi dö­küldü. Sonra ellerini yüzünden kaldırdı. Göz­lerini evin tavanına dikti. “Allahım, Refîk-i A’lâ!” cümlesini tekrar­laya tekrarlaya altmış üç yaşında iken mübarek ruhu Refîk-i A’lâ’ya yük­seldi.[21]

Tarih, Hicret’in 11. senesi, Rebiülevvel ayının 12’si, Pazartesi günü. Milâdî: 8 Haziran 632.


عَلٰى مَنْ اُنْزِلَ عَلَيْهِ الْفُرْقَانُ الْحَك۪يمُ مِنَ الْعَرْشِ الْعَظ۪يمﭭ مِنَ الرَحْمٰنِ الرَّح۪يمﭭ ، صَاحِبِ الْمِعْرَاجِ وَمَا زَاغَ اْلبَصَرُ سَيِّدِنَا مُحَمَّدٍ اَلْفُ اَلْفِ صَلَاةٍ وَاَلْفُ اَلْفِ سَلَامٍ عَلَيْكَ يَارَسُولَ اللّٰهِ عَلٰى مَنْ بَشَّرَ بِرِسَالَتِهِ التَّوْرٰيةُ وَالْاِنْج۪يلُ وَالزَّبُورُ وَالزُّبُرُ وَبَشَّرَ بِنُبُوَّتِهِ الْاِرْهَاصَاتُ وَهَوَاتِفُ اْلجِنِّ وَاَوْلِيَآءُ الْاِنْسِ وَكَوَاهِنُ اْلبَشَرِ وَسَكَنَتْ لَهُ الشَّمْسُ وَانْشَقَّ بِاِشَارَتِهِ الْقَمَرُ سَيِّدِنَا وَمَوْلٰينَا مُحَمَّدٍ اَلْفُ اَلْفِ صَلَاةٍ وَاَلْفُ اَلْفِ سَلَامٍ عَلَيْكَ يَا حَب۪يبَ اللّٰهِ ﱬ مَنْ جَآءَتْ لِدَعْوَتِهِ الشَّجَرُ وَنَزَـلَـ سُرْعَةً بِدُعَآئِهِ الْمَطَرُ وَاَظَلَّتْهُ الْغَمَامَةُ مِنَ اْلحَرِّ وَشَبَغَ مِنْ صَاعٍ مِنْ طَعَامِهِ مِآٰتٌ مِنَ الْبَشَرِ وَنَبَعَ اْلمَآءُ مِنْ بَـيْنِ اَصَابِعِه۪ ثَلَاثَ مَرَّاـتٍـ كَالْكَوْثَرِ وَسَبَّحَ ف۪ى كَــفَّيْهِ الْحَصَاةُ وَالْمَدَرُ وَاَنْطَقَ اللّٰهُ لَهُ الضَّبَّ وَالظَّبْىَ وَالذِّئْبَ وَالْجِذْعَ وَالذِّرَاعَ وَالْجَمَلَ وَالْجَبَلَ وَالْحَجَرَ وَالشَّجَرَ سَيِّدِنَا وَمَوْلٰينَا وَشَف۪يعِنَا مُحَمَّدٍ اَلْفُ اَلْفِ صَلَاةٍ وَاَلْفُ اَلْفِ سَلَامٍ عَلَيْكَ يَآ اَم۪ـينﭯ وَحْىِ اللّٰهِ


[1]İbn Sa’d, a.g.e., c. 2, s. 255; Taberî, a.g.e., c. 3, s. 191; İbn Kesir, Sîre, c. 4, s. 457.
[2]İbn Kesir, a.g.e., c. 4, s. 457.
[3]İbn Sa’d, a.g.e., c. 2, s. 255; Taberî, a.g.e., c. 3, s. 191.
[4]İbn Sa’d, a.g.e., c. 2, s. 227-228; Müslim, Sahih, c. 4, s. 1854-1855.
[5]İbn Sa’d, a.g.e., c. 2, s. 227.
[6]İbn Sa’d, a.g.e., c. 2, s. 217.
[7]Peygamber Efendimizin hayatında, Hz. Ebû Bekir on yedi vakit namaz kıldırmıştır.
[8]İbn Sa’d, a.g.e., c. 2, s. 218; Ahmed İbn Hanbel, a.g.e., c. 1, s. 356-357.
[9]İbn Sa’d, a.g.e., c. 2, s. 259.
[10]İbn Sa’d, a.g.e., c. 2, s. 119-120.
[11]Taberî, a.g.e., c. 3, s. 220.
[12]İbn Hişam, a.g.e., c. 4, s. 302; Ahmed İbn Hanbel, a.g.e., c. 3, s. 196.
[13]İbn Sa’d, a.g.e., c. 2, s. 191.
[14]İbn Hişam, a.g.e., c. 4, s. 304; İbn Sa’d, a.g.e., c. 2, s. 191.
[15]İbn Hişam, a.g.e., c. 4, s. 303-304; İbn Sa’d, a.g.e., c. 2, s. 256; Taberî, a.g.e., c. 3, s. 196.
[16]İbn Sa’d, a.g.e., c. 2, s. 247; Buharî, Sahih, c. 3, s. 92; Müslim, Sahih, c. 4, s. 1904.
[17]Refîk-i A’lâ, en yüksek makamlarda bulunan Peygamberler Cemaati demektir.
[18]İbn Sa’d, a.g.e., c. 2, s. 254; Ahmed İbn Hanbel, a.g.e., c. 1, s. 78.
[19]İbn Sa’d, a.g.e., c. 2, s. 312.
[20]İbn Sa’d, a.g.e., c. 2, s. 259; İbn Kesir, a.g.e., c. 4, s. 550.
[21]İbn Sa’d, a.g.e., c. 2, s. 229; Ahmed İbn Hanbel, a.g.e., c. 6, s. 89; Buharî, a.g.e., c. 3, s. 96; İbn Kesir, a.g.e., c. 4, s. 475
Daha yeni Daha eski