Peygamber Efendimiz, Havazin kabilesinden dört oymağın, Medine’ye takriben on kilometre uzaklıkta bulunan Türebe vadisinde bir araya geldiklerini haber aldı. Bu oymaklardan biri olan Sa’d b. Bekroğulları, Hayber Yahudilerinin Hicret’in 6. yılında Medine’ye yapacakları baskında kendilerine yardım edecekleri vaadinde de bulunmuşlardı.
Bunun üzerine Resûl-i Ekrem Efendimiz, Hicret’in 7. senesi Şâban ayında Hz. Ömer’i otuz kişilik bir askerî birliğin başına kumandan tayin ederek Türebe’ye gönderdi.
Düşman, mücahitlerin kendilerine doğru gelmekte olduğunu haber almış ve kaçmıştı. Oraya varan İslam birliği kimseye rastlayamadı.
Hz. Ömer, emrindeki birlikle buradan ayrılarak Medine yolunu tuttu. Cedr denilen mevkiye geldiklerinde kılavuz, orada bulunan Has’amoğulları üzerine yürümesini teklif edince, Hz. Ömer, “Resûlullah (a.s.m.), onlarla çarpışmamı emretmemiştir!” diye cevap verdi. Hiçbir çarpışma olmadan Hz. Ömer birliğiyle Medine’ye döndü.[1]
Hz. Ebû Bekir’in Havazinlilere Gönderilmesi
Bir bakıma Hz. Ömer’in Türebe’ye yaptığı seferi tamamlamak mahiyetini taşıyan bu seferde, Peygamber Efendimiz, yine Şâban ayında, Hz. Ömer döndükten sonra, Hz. Ebû Bekir’i, Necd bölgesindeki Havazinliler üzerine yürümek için vazifelendirdi. Beraberindeki askerî birlikle Havazinlilerin yurduna varan Hz. Ebû Bekir, onlara ansızın bir baskın düzenledi. Bazılarını öldürdüler, bazılarını da esir aldılar; bir kısım ganimet de ele geçirerek Medine’ye geri döndüler.[2]
Eban b. Said b. Âs’ın Müslüman Olması
Eban b. Said b. Âs, Peygamber Efendimizin akrabası idi. Soyu, Efendimizle üçüncü dedesi Abdülmenaf’ta birleşiyordu.
Babası Ebû Uhayha, Kureyş müşriklerinin ileri gelenlerindendi. Hudeybiye Seferi’nden önce idi. Eban, ticaret maksadıyla Şam’a gitmişti. Orada karşılaştığı bir Hıristiyan papazına, “Ben Kureyşliyim! İçimizden biri çıktı; peygamber olduğunu söylüyor. Senin bu husustaki fikrin nedir?” diye sorar.
Papaz, “Onun ismi nedir?” der.
Eban, “Muhammed’dir” cevabını verince, Papaz, “Dur, sana onu tarif edeyim” diye söyler ve Resûl-i Ekrem Efendimizin şekli ve şemalini, sıfatlarını, babasının, dedesinin soyunu tek tek anlatır.
Eban, Peygamberimizin aynen anlattığı gibi olduğunu söyleyince de papaz, “Öyle ise, vallahi, o önce Araplara, sonra da yeryüzüne hâkim olacaktır! Sen, o sâlih zâta benden selam söyle!” der. Bunun üzerine Eban, Mekke’ye gelir ve birtakım araştırma ve soruşturmalardan sonra Hicret’in 7. yılı başlarında İslamiyetle şereflenir.[3]
Hz. Ömer’in, Cemile bint-i Sâbit’le Evlenmesi
Hz. Ömerü’l-Faruk, Hicret’in 7. yılında, Medineli Müslümanlardan Sâbit b. Aklah’ın kızı Cemile’yle evlendi. Önceki ismi Asiye olan Cemile Hâtun, Peygamber Efendimiz hicretle Medine’ye gelince, ona ilk bîat edip Müslüman olan on kadından biri idi.
Hz. Ömer, evlendikten sonra onun ismini beğenmeyip, Cemile diye değiştirdi. Ancak o, bunu kabul etmek istemedi. Annesinin kendisine taktığı isimle yâd edilmesini arzu ediyordu.
Durumu Peygamber Efendimize iletti. Hz. Resûl-i Ekrem ona, “Bilmez misin ki muhakkak, Allah, Ömer’in dili ve kalbi iledir” dedikten sonra, “Senin ismin Cemile’dir!” buyurdu. Hz. Ömerü’l-Faruk’un (r.a.) Âsım adındaki oğlu, bu Cemile Hâtun’dan dünyaya gelmiştir.[4]
[1]İbn Sa’d, Tabakat, c. 2, s. 89-117; Taberî, Tarih, c. 3, s. 99; İbn Kesir, Sîre, c. 3, s. 418.
[3]İbn Esir, Üsdü’l-Gabe, c. 5. s. 417.
[4]İbn Sa’d, a.g.e., c. 5, s. 15, c. 8, s.12; İbn Esir, a.g.e., c. 5, s. 417.