Haccın Farz Kılınması

Haccın Farz Kılınması

İslam’ın beş şartından biri olan hac, Hicret’in 9. senesinde farz kılındı.[1]

“Doğrusu, insanlar için konulan ilk mâbed, şüphesiz ki Mekke’de bulunan çok mübarek ve bütün âlemlere hidayet olan Beyt’­tir.

“Orada açık alâmetlerle İbrahim’in (a.s.) makamı vardır. Kim ora­ya girerse taarruzdan emin olur.

“Azık ve binek bakımından yoluna gücü yeten her kimsenin o Beyt’i hac­cet­mesi, insanlar üzerinde Allah’ın bir hakkıdır, farzdır. Kim bu farzı tanı­maz­sa, herhalde Allah’ın ihtiyacı yok. O, bütün âlem­lerden müstağnîdir”[2]meâ­lin­de­ki ayet-i kerimeler, Hicret’in 9. yılında nâzil olunca, Hz. Re­sû­lul­lah bir hutbe irad ederek Müslümanlara bu mükellefiyetlerini şöyle bildirdi:

“Ey insanlar! Hac, üzerinize fark kılındı; o halde haccediniz!”[3]

Resûl-i Ekrem’in bu tebliği üzerine sahabeler, “Yâ Re­sû­lal­lah, her yıl mı?” diye sordular.

Peygamber Efendimiz, cevap vermeyerek sustu.

Aynı sualin sahabeler tarafından üçüncü kere tekrarlan­ma­sından sonra Pey­gam­be­ri­miz, “Hayır! Her yıl değil. Şayet (bu sualinize cevap olarak) ‘Evet’ de­miş olsaydım, muhakkak ki her sene haccet­mek üzerinize farz olurdu ve siz buna güç yetiremezdiniz.”[4]

Peygamber Efendimiz, ashab-ı kiramın aynı şeyi tekrar tekrar sor­masından dolayı da şu dersini verdi:

“Ben, (bir şey teklif etmeyerek) sizi kendi halinize bıraktıkça, siz de beni kendi halime bırakınız. Muhakkak ki sizden evvelki milletler, ancak çok sual sormaları ve peygamberlerine karşı muhalefetleri yüzünden helâk olmuşlardır! Binaenaleyh, ben size bir şey emrettiğimde, siz bundan gücünüzün yettiği ka­dar yapınız; bir şeyden de sizi nehyettiğimde, artık onu terk ediniz.”[5]

Peygamber Efendimiz, bir hadislerinde şöyle buyurmuşlardır:

“İslam, beş şey üzerine kuruldu: Allah’tan başka ilâh bulunmadığına ve Muhammed’in Re­sû­lul­lah olduğuna şe­hâ­det etmek, namaz kılmak, zekât ver­mek, haccetmek, Ra­mazan orucunu tutmak.”[6]

Peygamber Efendimizin, Niyetlendiği Haccı Tehir Etmesi

Hac farz kılınınca, Peygamber Efendimiz hac yapmak istedi. Fakat sonra, “Beytullah’ta müşrikler de bulunacaklar ve onu çıplak tavaf edecekler. Bu hal ortadan kalkmadıkça, ben haccetmek istemem”[7]buyurarak şimdilik bu iste­ğini tehir etti.

Gerçekten, müşrikler, geceleyin Kâbe’yi kadın erkek karışık ve çıplak olarak tavaf ederlerdi; üstelik bunu, Kâbe’ye hürmet sayarlardı![8]

Hz. Ebû Bekir’in, Hac Emîrliğine Tayini

Resûl-i Kibriya Efendimiz, kendisi gitmeyince, Hicret’in 9. yılında, Hz. Ebû Bekir’i, Müslümanlara haccettir­mek ve hac yapma usûlünü öğretmek üzere Hac Emîri olarak tayin etti.[9]

Hz. Ebû Bekir, hac yapmak üzere hazırlanmış bulunan üç yüz Müslümanla Medine’den yola çıktı; Medinelilerin ihrama girme yeri olan Zülhuleyfe’ye va­rınca orada ihrama girdi ve “Lebbeyk Allahümme Lebbeyk. Lebbeyke lâ şerîke leke Leb­beyk. İnnel hamde ven’nimete leke ve’l-Mülk. Lâ şerîke leke” diyerek telbiye getirdi.

Hz. Ali’nin Arkadan Gönderilmesi

Üç yüz kişiden ibaret İslam’ın ilk hacı kafilesi Medine’den hareket ettikten bir müddet sonra, Berâe (Tevbe) Suresi nâzil oldu. Ashab-ı kiram, “Yâ Re­sû­lal­lah! Bu sureyi, halka okumak üzere Ebû Bekir’e gönderseniz!” dedi.

Peygamber Efendimiz, “Bu tebliği ya benim veya ev halkımdan birisinin ye­rine getirmesi lâzımdır” diye buyurdu.[10]

Arapların âdet ve geleneklerine göre, herhangi bir anlaşmayı an­cak kabile­nin reisi veya onun akrabasından biri yapabilir veya bo­zabilirdi.

Hz. Ali, akrabalık cihetiyle Peygamber Efendimize Hz. Ebû Bekir’den daha yakın bulunuyordu. Bu sebeple, Resûl-i Ekrem Efendimiz, Hz. Ali’yi huzuruna çağırdı ve “Be­râe Suresi’nin baş tarafından şu yazılmış olanları götür” diye em­rettikten sonra şöyle buyurdu:

“Kurban kesme günü Mina’da toplandıkları zaman halka yüksek sesle ilan et ki: Hiçbir kâfir, cennete giremez. Bu yıl­dan sonra hiçbir müşrik, hac yapma­yacak! Hiçbir çıplak, Beytullah’ı tavaf etmeyecek! Kimin Re­sû­lul­lah’la an­laş­ması varsa, onun anlaşması, müddeti bitinceye kadar geçerli olacaktır; müd­detsiz anlaşmalar için dört ay müddet tanınacaktır!”[11]

Hz. Ali, neden kendisinin gönderilmek istendiğini öğren­mek istiyordu.

“Yâ Re­sû­lal­lah!” dedi. “Ben yaşlı olmadığım gibi, hatib de değilim!”

Peygamber Efendimiz, “Bunu, mutlaka ya ben götüreceğim ya da sen götü­receksin. Fakat sen git! Muhakkak Allah, senin diline ve kalbine sebat ihsan eder!”[12]buyurdu.

Bunun üzerine Hz. Ali, derhal Medine’den hareket etti. Beraberinde Ebû Hüreyre de (r.a.) vardı. Yolda Hz. Ebû Be­kir’e yetişti.

Hz. Ebû Bekir ona, “Amir misin, memur mu?” diye sor­du.

Hz. Ali, “Memurum” dedi ve geliş maksadını izah etti: “Re­sû­lul­lah (a.s.m.), beni, halka Berâe Suresi’ni okuyayım ve ahd sahibine ahdinin tamamlanaca­ğı­nı haber vereyim diye gönderdi.”[13]

Mekke’ye Varış

Hz. Ebû Bekir başkanlığındaki ilk hacı kafilesi Mekke’ye sâlimen girdi. Hz. Ebû Bekir, bir hutbe irad buyurdu. Hutbesinde, halka haccın nasıl yapılacağını anlattı.

Hz. Ebû Bekir hutbesini bitirince, Hz. Ali ayağa kalktı ve “Ey insanlar! Ben, size, Re­sû­lul­lah’ın elçisiyim” dedikten sonra Berâe Suresi’nin (Tevbe Suresi) ilk otuz veya kırk ayetini okudu.

Bu surenin ilk beş ayeti meâlen şöyledir:

“Allah ve Resûlünden, muahede ettiğiniz müşriklere bir ültimatomdur: Bundan böyle yeryüzünde dört ay istediğiniz gibi dolaşın. şunu da bilin ki siz, Allah’ı âciz bırakacak değilsiniz! Allah, herhalde, kâfirleri rüsva edecek!

“Bir de, Allah ve Resûlünden hacc-ı ekber günü insanlara bir ilandır ki Al­lah ve Resûlü, müşrikleri himâye etmekten artık kesin olarak uzaktır!

“Bununla birlikte (ey kâfirler, küfürden ve muahedeye riayetsizlikten) tevbe ederseniz, bu, sizin için hayırlıdır. Yok, yine yüz çevirirseniz, bilin ki siz Al­lah’ı âciz bırakacak değilsiniz!

“(Ey Resûlüm) sen, Allah’ı, Peygamberi tanımayanlara elîm bir azabı müj­dele! Ancak muahede yapmış olduğunuz müşriklerden bilâhare size ahitle­rin­de hiçbir eksiklik yapmamış ve sizin aleyhinizde hiçbir kimseye yardım et­me­miş olan müstesnadır. Bunlara, müddetlerine kadar ahitlerini tamamıyla ifa edin! Çünkü Allah, müttekileri (anlaşma hukukuna riayet edenleri) sever.

“O haram olan aylar çıktı mı, artık o müşrikleri nerede bulursanız, öldürün! Yakalayın, hapsedin ve onların bütün geçit başlarını tutun. Eğer, onlar tevbe edip müşriklikten vazgeçerler ve namaz kılıp zekâtı verirlerse, kendilerini ser­best bırakın! Çünkü Allah, Gafûr’dur (çok affedicidir), Rahîm’dir (çok merha­metlidir).

“Ve eğer müşriklerden biri eman dilerse, ona eman ver; ta ki Allah’ın kelâ­mını dinlesin. Sonra da onu, emin olduğu yere kadar ulaştır. Çünkü bunlar hakikati bilmez bir kavimdirler.”[14]

Daha sonra Hz. Ali, “Ben, size dört şeyi bildirmeye me­mu­rum” dedi ve me­mur bulunduğu hususları halka ilan etti: “Hiçbir kâfir, cennete giremez! Bu se­neden sonra hiçbir müşrik, haccetmeyecek! Beytullah çıplak tavaf edil­me­yecek! Kimin Re­sû­lul­lah’la (a.s.m.) anlaşması varsa, onun anlaşması, müddeti bitin­ceye kadar muteber olacak! Bunlar dışındakilere dört ay daha mühlet tanın­mıştır. Bun­dan sonra hiçbir müşrik için ne ahd, ne de himâye var­dır.”[15]

Hz. Ali yanında, Hz. Ebû Hüreyre de yukarıdaki hususları zaman zaman halka yüksek sesle ilan ediyordu.

Haclarını tamamladıktan sonra Hz. Ebû Bekir, Hz. Ali ve beraberindeki sa­ha­beler Medine’ye döndüler.

[1]Tecrid Tercemesi, c. 6, s. 11-12.
[2]Âl-İmrân, 96-97.
[3]Ahmed İbn Hanbel, Müsned, c. 1, s. 255; Müslim, Sahih, c. 2, s. 975.
[4]Ahmed İbn Hanbel, a.g.e., c. 2, s. 113-255; Müslim, a.g.e., c. 2, s. 975.
[5]Müslim, a.g.e., c. 4, s. 102.
[6]Buharî, Sahih, c. 1, s. 11; Müslim, a.g.e., c. 1, s. 45; Tirmizî, Sünen, c. 5, s. 5.
[7]İbn Kesir, Sîre, c. 2, s. 332.
[8]Halebî, İnsanü’l-Uyûn, c. 3, s. 233.
[9]İbn Hişam, a.g.e., c. 4, s. 188; İbn Kesir, a.g.e., c. 4, s. 68.
[10]İbn Hişam, a.g.e., c. 4, s. 190.
[11]İbn Hişam, a.g.e., c. 4, s. 190; Tirmizî, a.g.e., c. 3, s. 222.
[12]İbn Kesir, Tefsir, c. 2, s. 333.
[13]İbn Hişam, a.g.e., c. 4, s. 190; İbn Sa’d, a.g.e., c. 2, s. 168.
[14]Berâe (Tevbe), 1-5.
[15]İbn Hişam, a.g.e., c. 4, s. 190-191; İbn Kayyim, Zâdü’l-Meâd, c. 3, s. 30
Daha yeni Daha eski