Önder

Önder

ZORUNLU YÜRÜYÜŞ

Ordu, Mustalikoğulları kabilesine karşı harekete geçmiştir. Zafer kolaylıkla kazanılır... Fakat dönüş yolculuğunun başlarında yaşanan bir olay büyük bir tehlikenin habercisidir.

Bir mola yerinde, Medineli bir Müslümanla Mekke'den hicret etmiş bir diğer Müslüman arasında basit bir sebepten bir tartışma yaşanır. Sonra olay hızla büyür ve bir Mekkeli-Medineli çatışmasına dönmeye başlar. Önlem alınmazsa, o güne kadar Müslümanların en büyük maddi güç dayanaklarını oluşturan iç birlik ve kardeşlik ruhu ortadan kalkmak üzeredir.

Duruma hızla el koyan Hz. Muhammed (asv) emir verir; ordu yürüyüşe geçer. Oysa her zaman molada geçirilen günün en sıcak saatleridir. O gün akşama kadar ve gece boyu hızlı tempoyla yürüyüş devam eder. Ertesi gün öğle saatlerinde nihayet mola izni verilir, ama neredeyse yirmi dört saattir hareket halinde olan orduda hiç kimse dünkü kavgayı devam ettirebilecek güce sahip değildir. Bütün ordu yarı baygın bir biçimde uyuyakalır. Bu arada Hz. Muhammed (asv) baş gösteren tehlikeyi ortadan kaldıracak girişimlerde bulunmuş, kavganın büyümesi adına en tehlikeli saatler de atlatılmıştır.[1]

ADAM HAKLI

Bir arkadaşından bir miktar hurma ödünç alır. Ödeme zamanı gelince de o an kendi imkânı olmadığı için, Medineli bir Müslümana kendi adına borcunu ödemesini söyler. Fakat Medinelinin verdiği hurmaların kalitesi daha düşüktür. Alacaklı kabul etmez. Medineli kızar:


“Allah’ın Elçisinin verdiği hurmaları mı reddediyorsun?" der. Alacaklı, boynunu bükerek;

"Eğer Allah'ın Elçisi de adaletli davranmazsa, kimden adalet bekleyeceğiz?" diye sorar.
Bu durumdan Hz. Muhammed (asv)'in bilgisi yoktur. Haberdar edilince hüzünlenir, gözleri dolu dolu:

"Adam haklı!.." der.

Emir verir, hurmalar değiştirilir.[2]

KAN DAVASI

Mescit'te hutbe okurken, Müslümanlıkta yeni birisi, ayağa kalkar, kan davası gütmektedir. Hz. Muhammed (asv)'in sözünü keserek;


"Ey Allah'ın Elçisi!" der ve Mescid'te oturan bir grubu işaret ederek, "Bunların ataları bizim aileden birini öldürmüşlerdi. Biz de karşılık olarak onlardan birinin öldürülmesini talep ediyoruz." Hz. Muhammed (asv) sakin ama kararlı, cevap verir:

“Babanın intikamı oğlu üzerinden alınamaz.”[3]

SOPAYI UZATINCA

Arkadaşları arasında savaş ganimetlerini paylaştırmaktadır. Kalabalık tarafından sıkıştırılır. Biri de ağırlığını Hz. Muhammed (asv)’e vererek, yaslanır. O ise elindeki küçük sopa ile yaslanan kişiyi iterek, uyarmak ve etrafını biraz rahatlatmak ister. Fakat kazara sopa adamın ağzının kenarını çizerek, biraz kanatır. Bunu görünce Hz. Muhammed (asv) ganimet dağıtımına derhal ara verir, sopayı adama uzatarak, onun da aynı şeyi kendisine yapmasını ve ödeşmelerini ister. Tavrı ciddidir. Herkes şaşkınlık içerisindedir. Arkadaşı bir an tereddüt ettikten sonra eliyle sopayı iterek konuşur:


“Ey Allah’ın Elçisi! Seni bağışlıyorum.”[4]

HİÇ YALAN SÖYLEMEDİN

Görevinin ilk ve en sıkıntılı yıllarıdır. Dinini anlatmak için çaldığı her yüz kapıdan belki biri açılmaktadır. Bir gün yakın akrabalarını Mekke yakınlarındaki bir tepenin eteklerinde toplar, kendi kişiliğini ve arkada bıraktığı yaşamını peygamberlik iddiasının doğruluğuna delil olarak gösterecektir. Akrabalarına sorar:


"Şu tepenin arkasında bir düşman ordusu var, baskına hazırlanıyor desem, hiçbir kanıt istemeden bana inanır mısınız?”

“Evet" derler, "çünkü bu güne kadar senin hiçbir yalanına hiç kimse şahit olmadı. Yemin ederiz ki sen ‘Emin’sin."
Konuşmanın devamında ise aynı insanlar davetini ve peygamberliğini reddederler belki, ama aslında O'nu onaylamışlardır. Farkında olmadan...[5]

GÜNEŞİ BİR ELİME AYI BİR ELİME...

Kureyş'in ileri gelenlerinin korkusu giderek büyümektedir. Aldıkları bütün önlemlere rağmen Hz. Muhammed (asv)'in etrafındaki küme giderek genişlemektedir. Kendi aralarında toplanarak "Bir kez de tatlılıkla deneyelim." derler. İçlerinden O'nun üzerinde etkili olacağına inandıkları birini seçerek elçi yaparlar. Elçi, Hz. Muhammed (asv)'in karşısında konuşmaya başlar:


“Ey Muhammed, sen bizim tanrılarımızı incittin, içimize tartışma ve bozgunculuk tohumları ektin, dayanışmamızı, birliğimizi bozdun, hepimize üzüntü ve dert getirdin. Eğer zenginlik istiyorsan, seni ülkemizin en zengini yapalım. Güç, iktidar ve liderlik istiyorsan, seni başımıza reis yapalım. İstediğin güzel bir kadın varsa, söyle, hemen senin olacaktır. Eğer hastaysan ve bu peygamberlik iddian ondan kaynaklanıyorsa, en iyi doktorları bulup seni tedavi ettirelim.”
Elçi bir insanın bu teklifler karşısında dayanmasının imkânsız oluşundan aldığı güvenle O'nun cevabını bekleyerek sözünü noktalar. Şimdi söz Hz. Muhammed (asv)'dedir.

“Ben mal istemiyorum. Hükümdarlık arzum da yok. Hatice'den başkasında da gözüm yok. Hasta da değilim. Ben sadece Allah'ın aciz bir kuluyum. O Allah ki beni size elçi olarak gönderdi. Bunu kabul ediyorsanız peşimden gelin. Aksi halde şunu aklınızdan hiç çıkarmayın, güneşi bir elime, ayı diğer elime koysanız bile bu davadan dönmem.”[6]

ON BEŞ GÜN SONRA

Bir arkadaşı yanına gelerek, dilenir. Bundan hoşnut olmaz, herkesin kendi ayakları üzerinde durmasından ve kimseye yük olmamasından yanadır. O'nu bir şeyler verip göndereceği yerde, sorar:


“Evinde para eder eşyan var mı?”


“Örtü ve yatak olarak kullandığım bir çul ve su içtiğim bir kap var.”

“Git onları getir!”
Eşyalar mescide gelince açık arttırmayla satışa çıkarılır. İki gümüşe satılır. Hz. Muhammed (asv) paraları uzatarak: Bir gümüşle yiyecek al. Diğeriyle de bir balta alarak bana getir.

Arkadaşı söylenenleri yapar. Elinde balta ile geldiği sırada Hz. Muhammed (asv) kendi elleriyle baltaya bir sap hazırlamaktadır. Ve baltayı sapa takarak, arkadaşına uzatır.

“Şimdi ormana git, odun kes ve sat. On beş gün sonra görüşelim." der.
Arkadaşı on beş gün sonra gelir. Yüzü gülmektedir.

"Ey Allah'ın Elçisi! On gümüş biriktirdim." diyerek paralarını gösterir. Allah'ın Elçisi de gülmektedir şimdi:

“Bunlarla biraz yiyecek ve giyecek al. İhtiyaçlarını gör ve unutma, kendi kendine yetmek bir insan için dilenmekten daha onurludur. Dilenmek sadece hasta ve sakat olanlar içindir.”[7]

YOLUNU KAYBETTİĞİNDE

Bir göçebe Arap, Müslüman olma niyetiyle gelmiştir; fakat henüz kararı kesin değildir. Netleştirmek için Hz. Muhammed (asv)'e sorar


“İnsanları neye çağırıyorsun?”

“Yalnız Allah’a ibadet etmeye. O Allah ki, başın bir derde girdiğinde O’nu çağırırsın, seni kurtarır. O Allah ki, bir kuraklık olduğunda O’nu çağırırsın. Yeri yeşertir. O Allah ki, çölde yolunu şaşırdığında O’nu çağırırsın, yolunu buldurur.”

Gelen adamın bütün soru işaretleri silinmiştir. Çünkü Hz. Muhammed (asv) davet ettiği dini onun anlayacağı şekilde anlatmıştır.[8]

BAZEN OLUR

Bir arkadaşı kimseye açamadığı büyük bir sıkıntıyı Hz. Muhammed (asv)'e getirir:

“Ey Allah'ın Elçisi! Karım bir çocuk doğurdu, teni esmer. Ben ise beyazım?..”

Hz. Muhammed (asv) sorunu anlamıştır. Nezaketi daha ileri gidilmesine izin vermez. Arkadaşının sözünü bitirmesini beklemeden bir soru sorar:

“Senin develerin var mı?”

“Evet, var.”

“Peki, renkleri nedir?”

“Genellikle kırmızı”

“İçlerinde boz renkli de olur mu?”

“Evet, bazen olur.”

“O boz renk nereden gelmiştir?”

“Herhalde atalarından birine çekmiştir.”

“Karının doğurduğu çocuk da belki atalarından birine çekmiştir.”


Arkadaşı tatmin olmuş bir vicdan ve mutlu bir yüz ile yanından ayrılır.[9]

HZ. FATMA (r.anha)'YA HİZMETÇİ

Kızı Hz. Fatma (r.anha) son derece sıkıntılı bir evlilik yaşamı sürmektedir. Kocası Hz. Ali (ra)'nin anlatımıyla:


"Evimizde hizmetçi yoktu. Bütün işlerini bizzat Fatma kendisi yapıyordu. Zaten, bütünü bir tek odadan ibaret olan bir hücrecikte kalıyorduk. O hücrecikte, Fatma ocağı yakar ve yemek pişirmeye çalışırdı. Çok kere, ateşi alevlendirmek için eğilip üflerken, ateşten çıkan kıvılcımlar benek benek elbisesini yakardı. Onun için elbisesi delik deşik olmuştu. Yaptığı sadece bu değildi. Ekmek yapmak, evin ihtiyacı olan suyu taşımak da onun yüklendiği işlerdendi. Ayrıca değirmen taşını çevire çevire eli, su taşıya taşıya da sırtı nasır bağlamıştı."
O günlerde Medine'ye savaş esirleri getirilir. Bunlar ihtiyacı olan Müslümanlar arasında ev işlerine yardım etmeleri için dağıtılmaktadır. Hz. Ali (ra)eşine:

“Git babandan bir tane de bizim için iste." der.
Hz. Fatma (r.anha) ister. Fakat peygamber babanın cevabı olumsuzdur.

"Kızım" der "Mescid'te yatıp, kalkan, öğrenimle meşgul olan fakir arkadaşlarımın ihtiyacı senden önceliklidir. Kusura bakma onlarınkini gidermeden, senin için bir şey yapamam." [10]

MUHAMMED'İN KIZI FATMA DA OLSA

Mekke yeni fethedilmiştir. Mahzumoğulları kabilesinin reisinin kızı hırsızlık yapar. Hırsızın adı Fatma'dır. Cezalandırılması için Hz. Muhammed (asv)'e getirilir. Fakat günün siyasi dengeleri Mahzumoğullarıyla aranın bozulmamasını gerektirir. Durumun nezaketini değerlendiren bazı arkadaşları araya, Hz. Muhammed (asv)'in kıramayacağını düşündükleri birini koyarlar. Bu, Hz. Muhammed (asv)'in evlatlığı Zeyd'in oğlu, genç Üsame'dir. Yani bir bakıma manevi torunu. Üsame:


"Ey Allah'ın Elçisi! Bu kadını babasının hatırı için affetseniz..." der.
Fakat Hz. Muhammed (asv)'in hayatının en kızgın anlarından biriyle karşılaşır. Cevap şiddetlidir:

“Bu istediğiniz şey sizden önceki toplulukların yok edilme sebebidir. Onların içinde de hatırlı ve güçlü biri bir suç işledi mi affedilir, halktan biri işledi mi cezalandırılırdı. Allah'a yemin ederim ki, bu suçu işleyen Mahzumoğullarının reisinin kızı Fatma değil de Allah'ın Elçisinin kızı Fatma olsaydı aynı cezayı verirdim.”
Emir verir. Hırsızın cezası uygulanır.[11]

BİZİ ALDATAN

Çarşıyı denetlemektedir. Bir dükkânın tezgâhında duran buğday çuvalına elini daldırır. Üstteki buğdaylar iri, parlak ve kalitelidir. Fakat çuvalın içinden eline ıslak ve kötü buğdaylar gelir. Kaşlarını çatarak dükkancıya nedenini sorar:


"Böyle yapmazsam satamam.. cevabını alınca da

"Bizi aldatan bizden değildir." der.

Emir verir, ıslak buğdaylar çuvalın üzerine çıkarılır ve öyle satılır.[12]

KENDİ ÖNLEMİM

Bedir düzlüğünde İslam'ın ilk ciddi meydan sınavı verilmek üzeredir. Hz. Muhammed (asv) küçük ordusunu savaş düzeninde yerleştirmiş ve kendinden üç kat kalabalık düşman ordusunun harekete geçmesini beklemektedir. Bu sırada savaş düzenleri konusunda bir uzman sayılan arkadaşlarından Münzir oğlu Hubab yanına gelir ve sorar:


“Ey Allah'ın Elçisi! Orduyu bu şekilde yerleştirmeni Allah mı sana emretti?”

“Hayır, benim kendi önlemim.”

“Öyleyse ey Allah'ın Elçisi! Ordu yanlış yerleştirilmiş...”

Ve askerlik bilimi açısından doğrusunu anlatır. Hz. Muhammed  (sav) hiçbir tepki ve kapris eseri göstermeksizin arkadaşının sözüne uyar. Ordunun savaş düzeni değiştirilir. Birkaç saat sonra da İslam ilk zaferini kazanmıştır.[13]

Hz. Peygamber (sav), devlet idaresi için çeşitli kademelerde görevli tayininde, ehliyet ve liyakat esasına riayet eder; layık olan kişileri yaşları küçük olsa da, soylu ailelerden olmasalar bile görevlendirirdi. Hak olan hususlarda kendisine ve görevlilerine itaat edilmesini ister; ancak hakka ve hakikate uymayan konularda halkın itaat sorumluluğunda olmadıklarını belirtirdi. Böylece hak sınırları içerisinde emîre itaati gerekli görmekle birlikte, halkı kendi hizmetine mecbur kişiler olarak görmez, kendini onların üstünde saymazdı; bilakis onların içinden, aralarından biri idi.

[1]Diyanet Vakfı, Komisyon, İslamda İnsan Modeli ve Hz. Peygamber Örneği, s.146.
[2]Afzalur Rahman, Siret Ansiklopedisi, III/190.
[3]Afzalur Rahman, a.g.e., I/74.
[4]Afzalur Rahman, a.g.e., I/75.
[5]Afzalur Rahman, a.g.e., I/70.
[6]Afzalur Rahman, a.g.e., I/67.
[7]Afzalur Rahman, a.g.e., III/212.
[8]M. Yusuf Kandehlevi, Hayatü’s-Sahabe., I/73.
[9]Yrd. Doç. Dr. Abdullah Özbek, Bir Eğitimci Olarak Hz. Muhammed (s.a.v). s.100.
[10]La Edri
[11]Ed: Doç. Dr. Recep Kılıç, Hz. Peygamber'in Hayatından Davranış Modelleri, s.43.
[12]Ed: Doç. Dr. Recep Kılıç, a.g.e., s.37.
[13]Yrd. Doç. Dr. Abdullah Özbek, a.g.e., s..213
Daha yeni Daha eski