Kul

Kul

Peygamber Efendimiz (asm), her konuda olduğu gibi kulluk ve ubudiyet konusunda da ümmetine örnek olmuş; peygamberliği onun bir beşer olduğu gerçeğini ortadan kaldırmadığı gibi, bir kulun yaratıcısına ibadet etmesi mükellefiyetinden de azade kılmamıştır. Hz. Peygamber (asm) de ümmetin diğer fertleri gibi her türlü emir ve yasağın muhatabı olmuş, hatta bazı durumlarda -mesela gece namazı- bizlere göre sünnet sayılan ek mükellefiyetlerin ona farz olmasıyla daha ağır bir sorumluluk üstlenmiştir.

Beni Övmede Haddi Aşmayın

Peygamber oluşundan dolayı hiçbir zaman ayrıcalıklı biriymişçesine tavır ve davranışlarda bulunmayan Efendimiz (asm),

“Hıristiyanların Meryem oğlu İsa’yı övmede haddi aştıkları gibi, beni övmede siz de haddi aşmayın. Bilin ki ben sadece bir kulum. Benim hakkımda Allah’ın kulu ve elçisidir, deyin.”[1]
buyurarak kul olma bilincinde de bizlere güzel bir örneklik sergilemiştir.

Ashâb-ı Kiram’ın kendisine hürmeten kullandığı bazı ifadeleri düzelten Allah Resûlü (asm), bir defasında kendisini,

“Ey kâinâtın en hayırlısı.” diye çağıran kişiye dönmüş ve

“O, İbrahim’di.” demiştir.[2] Başka bir rivayette ise,
“Beni Yunus b. Matta’ya üstün tutmayın. Peygamberler arasında tafdil (daha faziletli olduğunu söyleme) yapmayın. Beni, Mûsâ’dan daha hayırlı görmeyin. Ben şüpheye düşme hususunda İbrahim’e göre daha zayıfım. Yusuf’un kaldığı kadar hapiste kalsaydım kralın davetine hemen uyardım.”[3]
ifâdeleriyle kendisine aşırı ta’zimde bulunulmasını yasaklamıştır.

Şükreden Bir Kul Olmayayım mı?

Hz. Aişe (r.anha) anlatıyor: Peygamberimiz (asm) geceleri mübarek ayakları şişinceye kadar ibadet ederdi. Ben kendisine,


“Ey Allah'ın Resûlü, geçmişte işlenmiş ve gelecekte işlenmesi muhtemel bulunan günahlarını Allah Teâlâ bağışladığı halde niçin bu kadar yoruluyorsunuz?” dedim. Peygamberimiz (asm):
“Ya Aişe, Allah'a şükreden bir kul olmayayım mı?” buyurdu.[4]
Peygamberimiz (asm) bu sözleri ile bazılarının zannettiği gibi Allah korkusu sebebi ile değil, Allah sevgisi ve zevki ile ibadet ettiğini ifade ediyordu. Peygamberimiz (asm)’in namazda en büyük zevki duyduğunu söylemesinin hikmeti bu idi. Hatta o, sabah namazının iki rekat sünneti hakkında: “O iki rek'at bana dünyadaki her şeyden daha çok sevimlidir.”[5] buyurmuştur.

Namaza Aşık


Efendimizin (asm) namaza karşı tutumu adeta bir aşk seviyesindedir. Bunu kendisi muhtelif ifadelerinde dile getirmiştir:

"Allah her nebiye bir arzu, istek ve şehvet vermiştir. Bana gelince, benim şehvetim, gece namaz kılmaktadır."[6]
Bunun mânâsı şudur: "Siz, cismaniyetinize, bedeninize ait değişik zevkleri adım adım takip edersiniz; size, o zevkler adına gelen sinyaller, sizi tutar kendine cezbeder; siz de, o zevklerin ardına düşersiniz. Bana gelince, ben, vicdan denen vaizin 'Kalk namaz vaktidir!' sesini duyunca, beni bu sinyal, öyle ardına düşürür ve öyle kendimden geçirir ki, namazsız edemem. Gece namazı kılmadığım, gece kalkamadığım anlar, benim için en hüzün verici anlar ve dakikalardır. Ve benim için en zevkli ve saadetbahş olan anlar da, namazda olduğum anlardır."[7] Bir başka ifadesinde ise şöyle buyurmaktadır:
"Bana (üç şey) sevdirildi: Kadın, güzel koku; namaz ise benim gerçek göz aydınlığım."[8]
O'nun (asm) kıldığı namazı, Hz. Âişe Validemiz (radıyallâhu anhâ) anlatırken: "Öyle kıyamda dururdu ki, sorma gitsin. Öyle rükûa varırdı ki, sorma gitsin ve öyle secde ederdi ki, sorma gitsin!"[9] der ve Allah Resûlü'nün (asm) kıldığı namazın güzelliğini anlatmadaki acziyetini bu ifadelerle dile getirirdi.

O (asm), namazında kulluğunu o denli derin temsil ediyordu ki neredeyse ürperip ağlamadığı namaz yok gibiydi. Sahabe, namaz kılarken O'nun (asm) sinesinin değirmen taşının ses çıkardığı gibi ses çıkardığını söylemektedir.[10] İçinde dönen boyunduruklar ve kulluğun o ağır mükellefiyetleri O'nu (asm) kaynayan bir kazana çeviriyordu. Elbette ki bu hâl, O'nun (asm) en yüksek seviyede, kulluğunu ifa edebilme gayretinden ileri geliyordu.

Uzun Gece Namazları

Efendimizin (asm) gece namazlarında kıyamda uzun sureler okuduğu, rüku ve secdeleri de uzun tuttuğu, âyetlerin derin anlamları üzerinde düşündüğü, namazların peşinden duâlar yaptığı, Allah Teâlâ’yı zikrettiği, bol bol tövbe ve istiğfar ettiği de gelen rivâyetlerden anlaşılmaktadır.


İbn Mesud (radıyallâhu anh) diyor ki:

“Bir gün Allah Resûlü'yle beraber gece namazı kılmaya azmettim. Geceyi O'nunla geçirecek ve O'nun yaptığı ibadeti ben de yapacaktım. Namaza durdu, ben de durdum. Fakat bir türlü rükûa gitmiyordu. Bakara sûresini bitirdi, "Şimdi rükûa gider." dedim; fakat O, devam etti; sonra Âl-i İmrân'ı, sonra da Nisâ sûresini okudu ve ardından rükûa vardı. Namaz esnasında o kadar yoruldum ki, bir ara aklıma kötü düşünceler geldi.”

(Bu kötü düşünce ne olabilirdi? İlk anda acaba Hz. Süleyman (aleyhisselâm) gibi Allah Resûlü'nü kıyamda iken vefat etti mi zannetti, diye akla gelebilir.) Onun için dinleyenler arasından biri sordu:“Ne düşünmüştün?” İbn Mesud (radıyallâhu anh):

 "Namazı bozup, O'nu namazıyla baş başa bırakmayı düşünmüştüm."[11]

Hz. Âişe Validemiz (radıyallâhu anhâ) anlatıyor:

"Bir gece uyandığımda, Allah Resûlü'nü yanımda göremedim. Aklıma, diğer hanımlarından birinin yanına gitmiş olabileceği ihtimali geldi. El yordamıyla etrafı yokladım. Elim ayağına dokundu. O zaman Allah Resûlü'nün namaz kılmakta olduğunu anladım.. başı secdedeydi. Kulak verdim, hıçkıra hıçkıra ağlıyor ve şöyle yakarıyordu:”
"Allah’ım! Senin gazabından senin rızana sığınırım. İkabından affına sığınırım. Allah’ım! Başka değil, senden yine sana sığınırım. (Celâlinden cemaline, gazabından rahmetine, azamet ve heybetinden, şefkat ve re'fetine sığınırım.) Zâtını senâ ettiğin ölçüde, seni senâ etmekten âciz olduğumu itiraf ederim."[12] "Senin komşuluğun, yakınlığın, azizliktir. (Sana mücavir olan, aziz olmuştur.) Senin senâ ve övülmen, yücedir. Senin ordun mağlup edilemez. Sen vaadettiğin şeyde, vaadinden dönmezsin. Senden başka ilâh, senden başka mâbud da yoktur."[13]
Hazreti Ebû Zerr'i (radıyallâhu anh) anlatıyor:
"Bir gece sabaha kadar namaz kıldı. (Dua âyetleri geldiğinde, o duaları ısrarla tekrar eden Allah Resûlü, namazını saygı, huşû ve ibadet mozayiği hâline getirirdi. Nafile namazlarında, secdede, rükûda, kıyamda okuduğu çeşitli ve çok uzun dualar vardır. O gün sabaha kadar: "Eğer onlara azap edersen, şüphe yok ki onlar senin kullarındır. Eğer onları bağışlarsan, yine şüphe yok ki sen mutlak güç sahibisin, hüküm ve hikmet sahibisin.” âyetini[14]okudu ve ağladı."[15]
O (asm), namaza bir türlü doyma bilmiyor, âdeta hiç doyum noktasına varamıyordu.

Abdullah b. Amr da şu hâdiseyi naklediyor:

“Bir gece Allah Resûlü'nün arkasında namaza durdum. Durmadan şu âyeti okuyor ve hıçkıra hıçkıra ağlıyordu[16]: "Allah’ım, muhakkak onlar insanların çoğunu saptırmıştır. Kim bana tâbi olursa bendendir. Kim de isyan ederse, Gafûr sensin, Rahîm sensin."[17]

Oruçla Bütünleşen Peygamber
O'nun (asm) ibadeti, bir bütünlük arz ediyordu. Namazı en mükemmel şekliyle eda ederken, başka bir ibadet çeşidi olan meselâ orucu da ihmal etmiyordu. Haftanın bir iki gününü mutlaka oruçlu geçiriyor; hatta bazen de o kadar uzun süre oruç tutuyordu ki, sanki hiç iftar etmiyor zannedilirdi.[18] Bazen da işi fıtrî seyrinde bırakır ve herkes gibi iftar ederdi. Ancak oruçlu olduğu günler, diğerlerine kıyasla daha çoktu.[19]

O (asm), zaman zaman savm-ı visâl yapardı. Yani hiç iftar etmeden birkaç gün üst üste oruç tutardı. Sahabe O'nun (asm) orucuna özenir ve O'nu (asm) taklit etmek isterlerdi ama, bu çok zordu. Bir defasında, Ramazan'ın son günleriydi ki, Efendimiz (asm) savm-ı visâle niyetlenmişti. Sahabe de aynı şekilde niyet ettiler. Ancak, oruç birkaç gün uzayınca, hepsinin dermanı kesildi. Bereket bayram gelmiş ve herkes sevinmişti. Zira, bayram, bir gün daha gecikmiş olsaydı, âdeta hepsi dökülecekti. Allah Resûlü (asm), onların bu durumunu görünce tebessüm buyurdu ve

"Eğer bayramın gelmesi gecikseydi, ben yine oruca devam edecektim."


dedi. Ardından da kendisinin güç yetirdiği bu ibadete, onların gücünün yetmeyeceğini söyledi.

"Çünkü Allah bana, sizin anlamayacağınız tarzda yedirir, içirir." buyurdu.[20]

Bilhassa, Ramazan ayının son günlerinde Allah Resûlü (asm), bütün gününü ibadetle geçirirdi.[21] Özellikle son on gününü itikafla geçirir ve dünya ile olan bütün irtibatını kesip adeta melek gibi bir hal alırdı.

Yazın en şiddetli günlerinde de Allah Resûlü (asm) oruç tutardı. Birçok muharebede O (asm), hep oruç tutmuştu. Hele bazen harp öyle şiddetlenirdi ki, bunlardan biri itibarıyla kendisiyle beraber Abdullah b. Revâha'dan (radıyallâhu anh) başka oruç tutan kalmamıştı.[22] O (asm),

"Oruç, insanı günaha karşı koruyan bir zırhtır."[23]

demişti. Ve bu zırhın en sağlamını da kendisi giymiş ve korunmuştu.

Aşırılıklardan Uzak

İbadetlerle ilgili olarak kişilerin ibadet etme gayretiyle ağır yükler altına girmemesini, kendi uygulamaları dışında yanlış ibadet alışkanlıklarına tevessül edilmemesi gerektiğini belirtmiştir. Bu çerçevede adeta ruhbanlık anlayışına kapı aralayacak girişimlere engel olmuştur.


Örneğin, ashâb-ı kirâmdan üç kişi, bir gün Sevgili Peygamberimiz'in (asm) ibâdetini öğrenmek için muhterem vâlidelerimize soru sormuşlardı. Onlar da gördüklerini anlattılar. Efendimiz'in (asm) îtidâl üzere yapmış olduğu ibâdetlerini az gören bu kimseler kendi kendilerine:

“Allâh'ın Rasûlü nerede biz neredeyiz? Onun geçmiş ve gelecek günahları bağışlanmıştır.” dediler. İçlerinden biri:

“Ben ömrümün sonuna kadar, bütün gece uyumaksızın namaz kılacağım.” dedi. Bir diğeri:

“Ben de hayatım boyunca gündüzleri oruç tutacağım ve oruçsuz gün geçirmeyeceğim.” dedi. Üçüncü sahâbî de:

 “Ben de sağ olduğum sürece kadınlardan uzak kalacak, asla ve kat’a evlenmeyeceğim.” diye söz verdi. Bir müddet sonra Peygamberimiz (asm) onların yanına geldi ve kendilerine şunları söyledi:
"Şöyle şöyle diyen sizler misiniz? Sizi uyarıyorum! Allâh'a yemin ederim ki ben, sizin Allâh'tan en çok korkanınız ve O'na en saygılı olanınızım. Fakat ben, bazen oruç tutuyor, bazen tutmuyorum. Gece hem namaz kılıyor hem de uyuyorum. Kadınlarla da evleniyorum. Şunu iyi biliniz ki, benim sünnetimden yüz çeviren kimse, benden değildir."[24]
Ben Kullardan Bir Kulum!

Hz. Peygamber (asm), Allah Teâlâ’nın eşsiz lütuflarına mazhar olmasına rağmen mütevazı bir kul olmayı, Allah’ın kulu olarak anılmayı tercih etmiş ve bunu pek çok vesilelerle dile getirmiştir.

“Acemlerin birbirlerini ta’zim ederek ayağa kalktıkları gibi benim için ayağa kalkmayın. Çünkü ben kulun yediği gibi yemek yiyen, kulun oturduğu gibi oturan bir kulum.”
buyurması, ondan bahsederken sahabelerin, “Merkebe binerdi, arkasına adam bindirirdi, yoksulları ziyaret ederdi, fakirlerin yanına otururdu, kölenin davetine icabet ederdi, sahabelerin arasında oturduklarında kimseyi rahatsız etmeden mecliste boş bulduğu yere otururlardı.” şeklinde ifadeler kullanması onun tevâzuuna işaret etmektedir. [25]

“Dünya ile benim ne alakam olabilir?”
Dünyada bir misafir gibi yaşamıştı. Vefat ettiği zaman da bile arkasındakilere dünya malı namına birşey bırakamamıştı. Çünkü dünyanın asıl mahiyetini bilmiş, buranın bir misafirhane olduğu şuuruyla yaşamıştı.

“Dünya ile benim ne alakam olabilir? Ben bir yolcu gibiyim. Bir ağaç altında gölgelenen bir yolcu... Sonra da orayı terk edip yoluna devam eden ...”[26]

Her Anı Dua ve Zikir Olan Peygamber

Yüzlerce insan, Efendimiz'in (asm) dualarını bir araya getirip, dua kitapları hazırlamışlardır. Bu eserlere bakanlar göreceklerdir ki, duada dahi Allah Resûlü'ne (asm) ulaşmak mümkün değildir. Sanki O (asm), hayatının her ânını dua ile geçirmiş gibidir. Bir insan, başka hiçbir iş yapmasa ve sadece dua etse, onun bir ömrü dolduran duası, ancak Allah Resûlü'nden (asm) bize ulaşan dualar kadar olabilir. Allah Resûlü (asm), dualarını hayatının içine paylaştırmış ve hep bu nurdan kristaller üzerinde yürümüştür. Dua, O'nun (asm) dudaklarından eksik olmayan virdi, gönlünde tütüp duran âh u efgânıydı. O (asm), bir an dahi duasız olmamış, dudaklarını ıslatan bu kevser dolu kadeh, hiçbir zaman elinden düşmemişti. Aksiyon adamıydı, muhakeme insanıydı; fakat ibadet ve duada da eşi-menendi yoktu. O’nun (asm) dua ikliminden örneklerini sitemizin “Peygamberimizin Duaları” bölümünde bulabilirsiniz.


Eşsiz bir tevâzû örneği sergileyen Peygamberimiz (asm), geçmiş ve gelecek bütün günahları affedildiği halde istiğfar etmekten de geri durmamış, gerek bağışlanma dilemede ve gerekse tövbe etmede ümmetine öncülük vazifesini bihakkın ifa etmiştir. Onun (asm) tövbe ve istiğfarı, günahlar için olmayıp, Rabbine kulluğunun bir göstergesi ve ümmetine örnekliğinin uygulamadaki yansıması olsa gerektir.

Abdurrahman b. Avf (r.a) anlatıyor:

“Bir defasında Peygamberimiz (asm), evinden çıktı, kendi özel odasına doğru yönelip içeri girdi. Kıbleye karşı durarak secdeye vardı. Secdesini o kadar uzattı ki öldü sandım. Hemen yanına yaklaşıp oturdum. Başını kaldırdı ve:“Kimsin?” diye sordu.“Abdurrahman.” dedim.“Ne istiyorsun?” “Yâ Rasûlallah, öyle bir secde yaptın ki Allah ruhunu kabzetti diye endişe duydum.” dedim. Rasûlullah:
“Cibril bana gelerek Allah’ın şöyle buyurduğunu müjdeledi: ‘Kim sana salavat getirirse ben de ona rahmet ederim. Kim sana selâm verirse ben de ona selâmet dilerim.’ Ben de şükretmek için Allah’ın huzurunda secdeye kapandım.” buyurdu.”[27]
Hazreti Aişe validemiz (r.anha) anlatıyor:

“Rasûlullah (asm) sık sık ‘Estağfirullahe ve etûbu ileyh.’ derdi.”[28]

Huzeyfe (r.a) anlatıyor:

“Resûlullah’a (asm) dilimin keskinliğinden yakınarak ‘Ey Allah’ın Resûlü, çoluk-çocuğuma karşı acı bir dilim var, beni ateşe sokacağından korkuyorum.’ dedim.Rasûlullah:

“Niye istiğfar etmiyorsun? Gerçek şu ki ben her gün yüz defa istiğfar ediyorum.” buyurdu.”[29]


Beni Hûd sûresi ihtiyarlattı!
Hz. Peygamber (asm),“Emrolunduğun gibi dosdoğru ol.”[30] âyetlerinin gereğini yerine getirme husûsunda çok gayret sarf etmiş, “Beni Hûd sûresi ihtiyarlattı.” buyurmuştur. Kur’ân-ı Kerim’de kendisine hitaben ifade edilen tüm emirleri yerine getirmede ve bütün nehiylerden kaçınmada Hz. Peygamber (asm), son derece titiz davranmıştır.

Hz. Ebû Bekir (r.a.), Allah Rasûlü’ne (asm) sorar:

“Yâ Rasûlallah! Saçınızda ak görüyorum. Birdenbire ihtiyarladınız; bir derdiniz mi var?” Ve İki Cihan Serveri (asm) cevap verir:
“Beni Hûd, Vâkıa, Mürselât sûreleri ihtiyarlattı.”[31]  Hûd suresinde O’na (asm):
“Emrolunduğun şekilde dosdoğru ol!..”[32]  denmişti.
Bu doğruluk, Cenâb-ı Hakk’ın, Habîbi (asm) için çizdiği doğruluktu. Ve O’ndan (asm), bu çizginin korunması isteniyordu. Mürselât, cennet ve cehennemin, zümre zümre ayrıldığını, insanların dehşet içinde iki büklüm olduğunu anlatıyordu. Vâkıa, yine bu zümreleri gösterip teşhir ediyordu. Bu sûrelerde anlatılanlar, Allah Rasûlü’nü (asm) dehşette bırakıyor ve ihtiyarlatıyordu.

[1]Buhârî, Enbiyâ 48.
[2]Müslim, Fezâil 43.
[3]Buhârî, Enbiyâ, Kitabu’t Ta’bîr.
[4]Tirmizî, Şemâil 44.
[5]Müslim, Kitabu Salâti'l-Müsafirin, 14.
[6]Taberânî, el-Mu'cemü'l-kebîr, XII//84; Deylemî, Müsned, I/172; Heysemî, Mecmeu'z-zevâid, II/271.
[7] La Edri
[8]Nesâî, işretü'n-nisâ 1; Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, III/128, 199, 285.
[9]Buhârî, teheccüd 16; Müslim, müsafirîn 125.
[10]Ebû Davud, salât 161; Nesâî, sehv 18.
[11]Buhârî, teheccüd 9; Müslim, müsafirîn 204.
[12]Müslim, salât 221-222; Ebû Dâvûd, salât 148.
[13]Tirmizî, daavât 90; Ebû Dâvûd, edeb 97; Heysemî, Mecmeu'z-zevâid, X /124.
[14]Maide, 5/118.
[15]Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, V /149.
[16] La Edri
[17]İbrahim, 14/36.
[18]Ebû Dâvûd, savm 53; Tirmizî, savm 43; Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, II/91.
[19]Buhârî, savm 53; Müslim, sıyâm 178.
[20]Buhârî, savm 49; Müslim, savm 59.
[21]Buhârî, leyletu'l-kadr 5; Müslim, i'tikaf 7.
[22]Müslim, sıyâm 108-109; Ebû Davud, sıyâm 45.
[23]Buhârî, savm 2; tevhid 35; Müslim, sıyâm 162-163.
[24]Buhârî, Nikâh, 1.
[25]Ebû Dâvud, Edeb 152
[26]Tirmizi, Zühd 44;
[27]Ahmed bin Hanbel, II/334
[28]Buhârî, Ezân 123, 139; Müslim, Salât 218-220.
[29]Ebû Nuaym.
[30]Hûd, 11/112; Şûrâ, 42/15.
[31]Tirmizî, Tefsir 57.
[32]Hûd, 11/112.
Daha yeni Daha eski