İlmihal - Peygamberler

İlmihal - Peygamberler

PEYGAMBERLERE AİT SİYERİN ANLAMI, YARARLARI VE KAYNAKLARI

1- Peygamberlerin siyeri, mübarek peygamberlerin yüksek hayatlarına ait bilgiler olup genel tarihin pek kıymetli bir bölümüdür.

Bilindiği gibi, Yüce Allah, önce insanlara kendi içlerinden zaman zaman peygamberler göndermiştir. İnsanların bir kısmı bu mukaddes peygamberlere uymuşlar ve böylece hem dünya, hem de ahiret görevlerini yapmışlardır. Düzenli medeniyetler kurmuş ve faziletlere ermişlerdir. Diğer bir kısmı da, bu mübarek peygamberlere karşı çıkıp onlara aykırı harekette bulunmuşlardır.Bu tutumları ile gerçek insanlık vasfından yoksun kalmış ve küfrü imana, rezaleti ve fazilete tercih etmişlerdir. Bu yüzden de sonunda felâketlere düşüp sönüp gitmişlerdir.

İşte “Siyer-i Enbiya (Peygamberler tarihçesi)” dediğimiz Peygamberlerin hayatları ile ilgili bilgiler, onların güzel hallerini bildirir, onların ümmetlerini ne şekilde dine çağırdıklarını gösterir, kavimleri ile olan bazı olayları ve savaşları kaydeder. Bunlar bizim için ibret alınacak ve yararlanacak birer büyük öğüt olur.

2- Peygamberler tarihinin birçok yararları vardır. Şöyle ki: İnsan, Peygamberler tarihini okuyunca, bazı peygamberlerin yüksek varlıklarını ve güzel ahlâklarını öğrenir. Onların hak yolunda ne kadar çalıştıklarını, insaniyete ve medeniyete ne kadar yükseklik kazandırdıklarını anlar. Böylece zihni açılır ve zekâsı artar, kendisinde bir uyanıklık olur. Kalbinde din duygusu kuvvetlenir. Din büyüklerine saygı çoğalır ve onların güzel ahlâkları ile ahlâklanmaya çalışır.

3- Peygamberler tarihinin kaynaklarına gelince: Bunların başlıcası Kur’ân-ı Kerîm ile hadis-i şerîf kitablarıdır. Bunlar iki kutsal kaynaktır. En doğru bilgi, ancak bu iki gerçek kaynaktan alınır. Şu da bir gerçek ki, bir kısım peygamberlere ait Tevrat’da, İncil’de ve diğer önceki din kitablarında olan bazı bilgiler değişikliğe uğramış olduğundan bunlara asla güvenilmez.

Tarih kitablarına gelince, bunların verdikleri bilgilerin çoğu da birer sağlam belgeye dayanmadığından olduğu gibi kabul edilemez. Zaten Peygamber Efendimizin zamanından önceki çağlara “İlk Çağlar” denir ki, bu çağlara ait tarih bilgileri pek noksandır. Bunun içindir ki, birçok peygamberlerin hayatları bizce bilinmemektedir.

4- Büyük peygamberler arasında bütün hayatı bilinen peygamber, ancak bizim peygamberimiz Hazret-i Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem’dir. Peygamber Efendimiz bütün kutsal hayatı, olanca ayrıntılarına kadar tamamen kaydedilmiştir. Bu özellik ve şeref, dünyada başka hiç bir kimseye nasib olmamıştır.

5- Peygamberlerin yüksek hayatları üzerinde yazılmış birçok Siyer kitabları vardır. Fakat bunların en geniş ve en mükemmelleri, bizim peygamberimizin yüksek hayat hallerine dair olanlardır. Peygamberimizin hakkında olan ilk siyer kitabını, Tabiîn’den (ashabı görenlerden) “Urve” ile, talebelerinden “Zührî’dir. Diğer bir rivayete göre, Peygamber Efendimiz kutsal sîretlerini ilk yazan zat, hicretin (150) yılında Bağdad’da vefat eden Muhammed İbni İshak’dır.

6- Bugün elde bulunan Siyer kitablarının en eskisi ve en güvenilir olanları şu üç eserdir: (207) tarihinde Bağdad’da vefat etmiş olan Vakıdî’nin Siyer Kitabı. (313) de vefat eden Basra’lı İbni Hişam’ın Siyer Kitabı. (315) yılında Bağdad’da vefat eden Muhammed Taberî’nin yazmış olduğu Siyer kitabıdır.

7- İslam âlimleri, Peygamber Efendimiz hakkında daha birçok kitablar yazmış oldukları gibi, Avrupalı şarkiyatçı tarihçiler de bu konuda pek çok kitablar yazmışlardır.

ADEM ALEYHİSSELAM


8- Bütün insanların ilk babası ve ilk Peygamberi Adem aleyhisselâm’dır. Şöyle ki: Yüce Allah, bu âlemi yoktan var etmiş, birçok devirler geçtikten sonra da yeryüzünde insan cinsinin ilk babası olmak üzere büyük kudret ile Hazret-i Âdem’in cesedini topraktan yaratmış ve onu ruhla, ilimle seçkin kılmış ve ona eş olmak için de Hazret-i Havva’yı yaratmıştır.

Bütün melekler Hazret-i Allah’ın emri ile Âdem’e secde ettiler, yalnız meleklerin arasında yaşayan ve aslında cinlerden bulunan İblis (Şeytan), kendisinin ateşten yaratılmakla Âdem’den daha üstün olduğunu söyleyerek büyüklenmiş ve secde etmekten kaçınmıştı. Bunun cezası olarak da melekler arasından kovulmuş ve lanete uğramıştır.
 
9- Yüce Allah özel bir ikram olarak Âdem ile Havva’yı Cennet’e koymuş ve hikmeti gereği olarak cennette bulunan bir ağacın meyvesinden yemelerini kendilerine yasaklamıştı. Oysa ki, Şeytan, bir yolunu bularak Cennet’e girmiş ve bunlara kuşku vermiş. Demiş ki: Bu meyveden yerseniz, devamlı olarak burada kalırsınız. Hem de onlara bunu yemin ederek söylemişti.

Âdem ve Havva yasak durumu unutarak o meyveden yemişler. Bunun üzerine Cennet’den çıkırılarak tekrar yeyüzüne indirilmişlerdir. Rivayete göre Âdem aleyhisselâm Serendib adasına, Hazret-i Havva da Cidde’ye indirilmiş. Sonradan Mekke civarında “Müzdelife” denilen yerde buluşmuşlardır.
Hazret-i Âdem ve Hazret-i Havva hemen pişman oldular, tevbe edip istiğfarda bulundular. Yüce Allah tevbelerini kabul buyurmuş ve Adem’i kendi evlâd ve torunlarına Peygamber yapmıştır. Kendisine on sayfalık bir kitab vermiştir.
 
10- Rivayete göre Âdem aleyhisselâm bin sene veya dokuz yüz otuz sene yaşamıştır. Vefat edince, Serendip adasında veya Mekke-i Mükerrem’de Ebû’l Kubeys dağında gömülmüştür. Nuh aleyhisselâm tarafından gemiye alınmış olan mübarek cesedlerinin sonradan Beyt-i Makdis’de gömülmüş olduğu da rivayet edilmiştir.

Hazret-i Âdem’den bir sene sonra da, Hazret-i Havva vefat edip Cidde’de veya Hazret-i Âdem’in yanında gömülmüştür.
 
11- Bilindiği gibi, Yüce Allah kudret ve hikmet sahibidir, dilediğini dilediği şekilde yaratır. Onun için Âdem aleyhisselâm’ı insanların ilk babası olmak üzere mükemmel bir halde yaratmıştır, yoksa başka bir yaratıktan tekâmül yolu ile meydana getirmiş değildir. Buna aykırı olan sözler, birer kuru görüşten ibarettir. İnsanların kadrini ve şanını bozduğu ve din bilgilerine aykırı bulunduğu için, bizce hiç bir önemi yoktur.
 
12- Âdem aleyhisselâm’dam, sonra peygamberlik, Allah tarafından Hazret-i Şît’e verilmiştir. Şit aleyhisselâm, Hazret-i Âdem’in en güzel ve en sevgili oğludur. Rivayete göre, Hazret-i Âdem’in yaratılışından yüz yirmi sene sonra doğmuş ve 912 yıl yaşamıştır. Ölünce Ebû Kubeys dağında Hazret-i Âdem’in yanına gömülmüştür.

Hazret-i Şît’e peygamberlik, tevhid ve tesbih esaslarını kapsayan, elli sayfalık bir kitab verilmiş ve Hazret-i Âdem’in vasiyeti üzerine kadeşlerinin reisi bulunmuştur. Bir rivayete göre Kâbe-i Muazzama’yı Hazret-i Âdem, diğer bir rivayete göre de Hazret-i Şît ilk kez olarak taştan bina etmiştir. Şît’in anlamı “Hibetullah (Allah’ın bağışı)” dır. Hazret-i Âdem’e Kabil tarafından şehid edilen Habil’e bedel olarak Allah tarafından ihsan buyurulmuş demektir. Bu zata “Şiş” de denilmektedir.

İDRİS ALEYHİSSELAM

13- Hazret-i İdris büyük bir peygamberdir. Hazret-i Şît’den sonra peygamber olmuştur. Birçok ilimlere, hikmetlere, göklerin esrarına dair bilgisi vardı. Bir rivayete göre ilk yazı yazan ve ilk elbise giyen Hazret-i İdris’dir. Yeryüzünde üç yüz altmış sene yaşadığı rivayet edilir. Sonunda Hak Teâlâ tarafından yüksek bir makama kaldırılmıştır.

NUH ALEYHİSSELAM

14- Hazret-i Âdem’den sonra insanlar çoğalmış, bir çok yerleri imar etmiş; fakat Allah’ın birliğine dayanan gerçek tevhid dinini bırakıp putlara tapınmaya başlamışlardı. Kendilerine kırk veya elli yaşında bulunan Hazret-i Nuh aleyhisselâm peygamber gönderildi. Bu muhterem peygamberin dokuz yüz elli sene süren öğütlerini dinlemediler. Sonunda Hazret-i Nuh, Yüce Allah’ın emri ile gemi yaptı.

Bu gemi tamamlandıktan sonra gökten yağmurlar yağmaya, yerden sular fışkırmaya, denizler kaynayıp taşmaya başladı, sular bütün yeryüzünü kapladı. Dağların tepelerini bile aştı. Buna “Tufan” olayı denir ki, rivayete göre Hazret-i Âdem’in yaratılışından “2242” sene sonra olmuş, beş veya yedi ay devam etmiştir.

15- Nuh aleyhisselâm, Sam, Ham, Ham ve Yafes adındaki üç oğlu ile diğer mü’minleri ve uygun gördüğü hayvanlardan birer çifti gemiye almış, bunun dışında kalanlar suların içinde boğulup gitmişlerdir. Hazret-i Nuh’un Yam veya Ken’an adındaki oğlu da kendisine inanmayıp bu günahkâr kavim arasında boğulup gitmiştir.

Daha sonra yağmurlar kesilmiş, sular çekilmeye başlamış, Hazret-i Nuh’un gemisi de, Musul civarında “Cudî” denilen dağın üzerine Muharrem’in onuna raslayan “Aşura” gününde oturmuştu. Rivayete göre kırkı erkek kırkı dişi olmak üzere seksen kişiden ibaret bulunan gemi halkı karaya çıkmış, Yüce Allah’ın dinine bağlı kaldıkları için selâmete ermişlerdi.

16- Hazret-i Nuh’a ikinci Âdem denir. Çünkü yeryüzündeki insanlar Tufan’dan sonra bütün onun neslinden türeyip yeryüzüne dağılmış, aralarında başka başka diller meydana gelmiştir.

Rivayete göre Hazret-i Nuh’un oğlu bulunan Sam, Arabların, Parsların, Rumların, Ham Sudan kavminin, Yafes de Türklerin ilk babasıdır.

Hazret-i Nuh Tufan’dan sonra altmış sene veya üç yüz elli sene kadar daha yaşamıştır.

17- Nuh aleyhisselâm ve diğer kimselerin çok uzun seneler yaşamış oldukları çok görülemez. Yüce Allah ilk insanları, hikmeti gereği çok yaşatmıştır. Allah’ın kudretine göre güçlük yoktur. Zaten varlığımızın her anı onun kudreti ile ayaktadır. Yoksa bir an bile yaşamak mümkün değildir. Onun için Yüce Allah dilediğini uzun ömre kavuşturur. Artık bu seneleri ay ve mevsimlere çevirmeye gerek yoktur.

Tufan olayına gelince, bu alimlerin çoğunluğuna göre genel olmuştur. Bütün yeryüzünü kapsamıştır. En yüksek dağların tepelerinde görülen deniz hayvanlarının fosilleri de bunu kuvvetlendiriyor. Bazı alimlere göre de, özel bir bölgede olmuştur. Yalnız Hazret-i Nuh’un bulunduğu Babil bölgesine ve etrafına aittir. Gerçeğini Allahü Teâlâ Hazretleri bilir.

HUD ALEYHİSSELAM

18- Hazret-i Hud, Yemen’de Hadremut civarında “Ahkaf denilen yerde yaşayan “Ad” kavmine peygamber gönderilmiştir. Şöyle ki: İnsanlar, Tufan felâketinden sonra yine azıtmışlar, yollarını sapıtmışlar, Allah’ın dinine aykırı işlere sarılmışlardı. Bunlardan bir kısmı da “Ad” kavmi idi.
Bunlar, birçok nimetlere ve kuvvetlere kavuşmuş muhteşem binalar yapmış; fakat Yüce Allah’ın birliğini inkâr ederek putlara tapınmakta bulunmuşlardı. Kendilerine Hud aleyhisselâm gönderildi. Bu muhterem peygamber, birçok mucizeler gösterdi. Fakat inanmadılar. Nihayet yedi gün sekiz gün devam eden şiddetli bir rüzgâr ile helak oldular. Hazret-i Hud da, kendisine iman edenlerle beraber çıkıp başka tarafa gitti. Yüz elli sene yaşadığı ve Mekke-i Mükerreme’de veya Hadremut’ta gömüldüğü rivayet edilmiştir.

SALİH ALEYHİSSELAM

19- Hazret-i Salih, Şam ile Hicaz arasında “HİCR” denilen yerde yaşayan “Semud” kavmine peygamber gönderilmiştir. Bu kavim de dağları delmiş, taşları oymuş, kendilerine pek sağlam binalar yapmışlardı. Fakat, bunlar da doğru yoldan çıkmış bulunuyorlardı. Hazret-i Salih’in yirmi sene devam eden emirlerine ve öğütlerine muhalefet ettiler.

“Bu deveye dokunmayınız” dediği ve bir mucize olarak taştan Allah’ın emri ile çıkardığı hayvanı boğazladılar. Nihayet şiddetli bir gürültü ile yerlere serilip helak oldular. Salih peygamber de, kendisine iman edenlerle beraber çıkıp önce Şam’a, Filistin’e, sonra da Mekke-i Mükerreme’ye gitti. Seksen beş sene veya iki yüz sene yaşadığı ve Mekke-i Mükerreme’de rükün ile makam arasında gömüldüğü rivayet edilir.

İBRAHİM ALEYHİSSELAM

20- Hazret-i İbrahim “Ulü’l-Azm (azm sahibleri)” denilen büyük peygamberlerden biridir. Bunlar, bizim Peygamberimiz Hazret-i Muhammed aleyhisselâm, Nuh aleyhisselâm, Musa aleyhisselâm ve İsa aleyhisselâm olmak üzere beş peygamberdir.

Nuh peygamberin çocukları yeryüzüne dağıldıktan sonra Ham’ın soyundan “Nemrud” adında bir adam, birçok kabileleri başına toplayarak Babil’de, şimdiki Musul şehrinin bulunduğu yerlerde Babil hükümetini kurmuştu. Babil ülkesine “Geldanistan” denildiği gibi, hükümdarlarına da “Nemrud” denilir.

Babil halkı arasında “Saibe” denilen sapık bir din türemişti. Bunlar, güneşe, aya, yıldızlara, putlara ve hükümdarlara tapmakta idiler. Yüce Allah, Nemrud İbni Ken’an zamanında Babil halkına İbrahim aleyhisselâm’ı peygamber olarak gönderdi. O’na on sayfalık kitab verdi.

21- Hazret-i İbrahim, Babil halkına gerçek dini bildirmeye başladı, onları hak dine çağırdı. Doğup batan, sönüp giden şeylerin tapılmaya uygun bulunmadıklarını onlara söyledi. Fakat onlar aldırmadılar. Bir yortu günü insanlar şehir dışına çıkmışlardı. İbrahim aleyhisselâm şehirde kaldı. Putların bulunduğu yere giderek bir kısım putları kırdı. Elindeki baltayı da büyük bir putun boynuna astı. İnsanlar şehire dönüp bu durumu görünce, bunu Hazret-i İbrahim’in yaptığını anladılar.
Hazret-i İbrahim de:
– “Eğer söyleyebilirse sorunuz; bunu bu büyük put yapmıştır!” dedi. Dediler ki:
– “Hiç cansız olan bir put böyle bir şey yapabilir mi?” Hazret-i İbrahim de:
-“Madem ki bunlar cansız, ellerinden bir şey gelmez şeylerdir; artık niçin bunlara tapıyorsunuz?” dedi.
İbrahim aleyhisselâm bu cahil kavme, ne kadar sapıklık ve anlayışlık içinde kaldıklarını bu hareketi ile anlatmak istemişti. Bunun üzerine hepsi de biraz sustular, cahilliklerini anlar gibi oldular. Ne yazık ki, cehalet gururları tekrar baş gösterdi. Sapıklıklarında ısrar ettiler.

Hazret-i İbrahim’i, yaktıkları büyük bir ateş içine attılar. Fakat ateş, Yüce Allah’ın emri ile gül bahçesi kesildi, O’nu yakmadı. Bu Allah’ın büyük bir mucizesi idi. Bunu görenlerden bazıları iman ettiler. Hazret-i İbrahim de bu iman edenleri ve kendi aile halkını yanına alarak Şam memleketine hicret etti. Bir aralık kıtlık olunca Mısır’a gitti. Sonra da dönüp Ken’an ilinde (Beyt-i Makdis) çevresinde bulundu.

22- İbrahim aleyhisselâm rivayete göre, Âdem aleyhisselâm’ın yaratılışından üç bin üç yüz otuz yedi sene sonra Babil’de doğmuş ve yüz yetmiş beş veya iki yüz sene yaşamıştır. Kudüs’e bağlı “Halilürrahman” kasabasında bir mağara içinde zevcesi Sare ile beraber gömülmüştür.

Hazret-i İbrahim’e “Halilullah” denir. Ona bütün milletler saygı gösterir. Son derece misafirsever idi. Minberde hutbe okumak, misvak kullanmak, sünnet olmak, tırnak kesmek işleri, Hazret-i İbrahim’in bazı sünnetlerindendir. Kâbe-i Muazzama’yı, oğlu İsmail aleyhisselâm ile ilk olarak veya yenileyerek inşa etmiştir.

LUT ALEYHİSSELAM

23- Hazret-i Lût, İbrahim aleyhisselâm’ın kardeşi Haran’ın oğludur. Onunla beraber Şam’a hicret etmişti. Sonra Sedum memleketine peygamber gönderildi. Buranın halkı dinden çıkmış ve o zamana kadar hiç bir kavmin yapmadığı fenalıklara atılmışlardı. Hazret-i Lut’un öğütlerini dinlemediler. Sonunda başlarına taşlar yağdı, gönderilen meleklerle yurdları altüst oldu.

Lût aleyhisselâm da çıkıp İbrahim aleyhisselâm’ın yanına gitti. O da Halilürrahman kasabasında gömülüdür.

İSMAİL ALEYHİSSELAM

24- Hazret-i İsmail, İbrahim aleyhisselâm’ın oğludur. Hacer adındaki zevcesinden dünyaya gelmiştir. Bu muhterem Hacer bir cariye idi. Bunu Mısır Hükümdarı, İbrahim peygamberin zevcesi “Sare”ye bağışlamıştı. Sare de, bunu kocası, İbrahim aleyhisselâm’a vermişti. Sahih görülen bir rivayete göre, Hacer, Sare’den önce vefat etmiştir.

25- İbrahim aleyhisselâm, Allah’ın emri ile Hacer’i ve oğlu İsmail’i alıp Hicaz’da Kabe’nin bulunduğu yere kadar götürdü. Onları orada bıraktı. Yemen’den gelmekte olan “Cürhüm” kabileleri de bunlara arkadaşlık ettiler. O zamana kadar ıssız ve susuz bulunan Mekke vadisini bunlar imar ettiler. Bunların ayakları bereketiyle “Zemzem” denilen su meydana çıktı. Artık oralar şenlenmiştir.

26- Hazret-i İbrahim, bir aralık bir rüya gördü. Bu, Yüce Allah’ın bir vahyi idi. Ona, oğlu İsmail’i kurban etmesi emrolunmuştu. Bunun üzerine henüz on iki yaşında bulunan oğlu Hazret-i İsmail’i, Mekke’de Sebîr dağının eteğinde tenha bir yere götürdü.

Onu, Allah rızası için kurban etmek istiyordu. Bu sevgili yavru da: “Babacığım, emrolunduğun şeyi yap! İnşallah beni sabredenlerden bulursun,” diyordu. Bu, Allah yolunda olan fedâkârlığın en yüksek bir nişanı idi. Fakat Yüce Allah lütfetti. Baba ile oğlun şu teslimiyetine mükâfat olarak Hazret-i İsmail yerine kurban edilecek bir koç ihsan etti. Böylece bu masum yavru, kurban edilmekten kurtuldu.

27- İsmail aleyhisselâm, büyüdü ye Cürhüm kabilesinden bir kızla evlendi. On iki çocuğu oldu. İbrahim aleyhisselâm ara sıra gelir, oğlunu görürdü. Sonra Hazret-i İsmail’in oğulları ve torunları çoğalıp etrafa hakim olmuşlardı.

Hazret-i İsmail, babası Hazret-i İbrahim’in şeriatı (dini) ile amel etmek üzere Yemen kabilelerine ve “Amalika” denilen eski bir kavme peygamber gönderilmişti. Hazret-i İbrahim’den kırk sene sonra yüz otuz yedi yaşında vefat ettiği ve anası Hacer’in “Hicr”deki kabri civarına gömüldüğü rivayet edilir.

İSHAK ALEYHİSSELAM

28- Hazret-i İshak, İbrahim aleyhisselâm’in ikinci oğludur. Sare’nin çocuğu olmuyordu. Hazret-i İsmail doğduğu zaman, buna üzülmüştü. Yüce Allah lütfederek Sare’ye de ihtiyarlığı zamanında Hazret-i İshak’ı verdi. İshak aleyhisselâm, daha Hazret-i İbrahim hayatta iken Şam halkına Allah tarafından peygamber gönderildi. İbrahim aleyhisselâm’ın vefatından sonra onun yerine geçti. Soyundan birçok peygamberler gelip geçti.

29- Bazı rivayetlere göre, İbrahim aleyhisselâm, Hazret-i İsmail’i değil, Hazret-i İshak’ı kurban etmekle emredilmişti.
İshak aleyhisselâm, rivayete göre altmış yaşında iken vefat etmiştir. Hazret-i İbrahim’in yattığı mağarada gömülmüştür. Annesi Sare de yüz yirmi yedi yaşında Şam’da vefat etmiştir.

YAKUP ALEYHİSSELAM

30- Hazret-i Yakub, İshak aleyhisselâm’ın oğludur. Lâkabı “İsrail” olduğundan oğullarına ve torunlarına “Beni İsrail (İsrail Oğulları)” denmiştir.

Hazret-i İshak’dan sonra, yerine peygamber olarak Kenan ilinde kalmıştı. Sonradan Mısır’a gitmiş ve orada vefat etmiştir. Oradan da vasiyeti üzerine, dedesi, Hazret-i İbrahim’in gömülü bulunduğu “Halilürrahman” kasabasındaki mağaraya taşınmıştır.

YUSUF ALEYHİSSELAM

31- Hazret-i Yûsuf, Yakub aleyhisselâm’ın oğludur. Hazreti Yakub’un on iki oğlu vardı. Fakat hepsinden çok Hazret-i Yusuf’u severdi. Onda başka bir güzellik, başka bir zekâ ve kabiliyet belirtisi vardı. Daha on iki yaşında iken, bir gece rüyasında, on bir yıldız ile güneşin ve ayın kendisine secde ettiklerini görmüştü. Bu rüyasını babası Hazret-i Yakub’a söyledi. O da, kıskançlık doğurmasın diye:
– “Çocuğum! Bu rüyayı kardeşlerine söyleme,” dedi.
Hazret-i Yusuf’un kardeşleri, babalarının Yusuf hakkındaki sevgisini kıskanıyorlardı. Nihayet bir gün onu eğlence maksadı ile kıra götürüp kör bir kuyuya bıraktılar. Sonra gelip kuyudan çıkaran bir kafileye, kölemizdir diyerek sattılar. Eve döndükleri zaman da, babalarına:
– “Yusuf’u kurt yedi” diye yalan söylediler.
Kafile, henüz on yedi yaşında bulunan Hazret-i Yusuf’u alıp Mısır’a götürdü. Orada Mısır’ın Azizi’ne (Maliye bakanı Kıtfır’a) sattı.

32- Yusuf aleyhisselâm çok güzeldi. Yüzünden-gözünden nurlar akardı. Kendisine önce hikmet ilmi, sonra da peygamberlik verilmiştir. Aziz’in zevcesi Zeliha’nın kendisine olan meylini, son derece iffet ve temizliğinden dolayı kabul etmemişti. Bunun üzerine iftiraya uğrayarak yedi sene zindanda kaldı. Sonra suçsuzluğu anlaşılarak zindandan çıkarıldı. Mısır’a Maliye Bakanı oldu. İffet ve temizliğinin mükâfatına kavuştu.

33- Hazret-i Yusuf zindanda iken, Amalika kavminden olan Reyyan İbni Velid adındaki Firavun’un (Mısır hükümdarının) aşçısı ile şerbetçisi de zindana atılmışlardı. Bunlar gördükleri birer rüyayı Hazret-i Yusuf’a anlatarak yorumlamasını istediler. Hazret-i Yusuf da bunlara, önce biraz öğüt verdi. Sonra da rüyalarını yorumladı. Bunlar bir zaman sonra Hazret-i Yusuf’un yorumuna uygun olarak zindandan çıkarıldılar.

Biri, Firavun’a yine şerbetçi oldu. Diğeri de asıldı. Hazret-i Yusuf bir müddet daha zindanda kaldı. Sonra Mısır Hükümdarı da bir rüya gördü. Bunu kimse yorumlayamadı. Şerbetçinin uyarması üzerine Hazret-i Yusuf’a başvuruldu. Bu rüyaya göre, yeryüzünde yedi yıl bolluk, ondan sonra yedi yıl kıtlık olacak. Sonra da bir yıl halk pek ziyade varlık görecekti.

Hazret-i Yusuf’u zindandan çıkardılar. Mısır’ın Aziz’i vefat etmişti. Hazret-i Yusuf’u Mısır’a Maliye Bakanı tayin ettiler. Zeliha’yı da ona nikahladılar. Rivayete göre bu Hükümdar, Hazret-i Yusuf’a iman etmiştir.

34- Yusuf aleyhisselâm’ın emriyle bolluk senelerindeki fazla ekinler, başakları ile beraber ambarlarda biriktirildi. Sonra kıtlık yılları başladı. Artık insanlar bu ambarlara koşup duruyorlardı. Hazret-i Yusuf bu kıtlık günlerinde bazan aç kalırdı. Ona:
– “Elinin altında bu kadar yiyecek bulunduğu halde, neden aç kalıyorsun?” denildiği zaman şu cevabı veriyordu:
– “Aç kalanların hallerini anlayabilmek için!..”
Yusuf aleyhisselâm’ın kardeşleri de zahire almak için bir iki kez Kenan ilinden çıkıp Mısır’a geldiler. Sonunda Hazret-i Yusuf kendisini kardeşlerine tanıttı ve onlara şöyle söyledi:
– “Yüce Allah, merhamet edenlerin en merhametlisidir, sizi bağışlar. Bana yapmış olduğunuz işden dolayı siz bugün kınanmayacaksınız.” Böylece onlara büyük bir ikramda bulundu. Muhterem babası Yakub aleyhisselâm ile annesini ve bütün kardeşlerini Mısır’a davet etti.

35- Yakub aleyhisselâm’ın artık sevgili oğluna kavuşması zamanı gelmişti. Zevcesi ve oğulları ile beraber Mısır’a şeref verdiler. Hazret-i Yusuf’un sarayında hepsi şükür secdesine kapandılar. Yusuf aleyhisselâm’ın evvelce görmüş olduğu rüya da böylece gerçekleşmiş oldu. Bu tarihten başlayarak İsrail oğulları Mısır’da yerleşip kaldılar.

Rivayete göre, Hazret-i Yakub Mısır’da on yedi sene kadar kalmıştır. Hazret-i Yusuf da, muhterem babasından sonra elli dört yıl daha yaşayıp yüz on yaşında vefat etmiştir. Daha sonra Hazret-i Musa, Mısır’dan çıkarken Hazret-i Yusuf’un mermer tabut içinde bulunan mübarek naşını da beraber çıkarıp götürmüştü. Kabri Hazret-i İbrahim’in gömülü bulunduğu mağaradadır.

EYYUB ALEYHİSSELAM


36- Hazret-i Eyyub, İshak aleyhisselâm’ın “lys” adındaki oğlunun soyundan olup Hazret-i Yusuf’la aynı asırda yaşamış büyük bir peygamberdir. Çok sayıda çocukları ve Şam çevresinde birçok malları vardı. Yüce Allah tarafından bir imtihan olarak bütün malları elinden çıkmış ve çocukları da ölmüştü. Kendisi de ağır bir hastalığa tutulmuştu. Zevcesi Rahme veya Liyya ona bakıyordu. Rivayete göre Rahme, Yakub aleyhisselâm’ın kızıdır. Liyya da, Yusuf aleyhisselâm’ın oğlu Efrayim’in kızıdır.

Eyyub aleyhisselâm, bütün musibetlere sabretti. Sonunda Yüce Allah ona şifa verdi. Yeniden birçok mala ve evlâda kavuştu.

37- Hazret-i Eyyüb’ün doksan üç yaşında vefat ettiği ve kendisinden sonra “Bişr” adındaki oğlunun da Şam’da peygamber olduğu rivayet edilir. Bu peygambere “Zülkifl” denilmiştir.

Eyyüb aleyhisselâm’ın hastalığı, insanların kendisinden kaçınacağı şekilde değildi. Bazı tarihçilerin bu konudaki sözleri gerçeğe aykırıdır. Bütün peygamberler, insanların kendilerinden kaçınmalarını gerektirecek hallerden korunmuşlardır. Taşıdıkları peygamberlik görevi bunu gerekli kılar.

ŞUAYB ALEYHİSSELAM

38- Hazret-i Şuayb, İbrahim aleyhisselâm’ın torunlarından veya onunla beraber Şam diyarına hicret etmiş olan bir kabiledendir. Büyük annesi Lût aleyhisselâm’ın kızıdır. Kendisi Medyen ve Eyke şehirlerinin putlara tapan halkına peygamber gönderilmişti. Bunlara çok dokunaklı, çok güzel öğütler vermişti. Fakat dinsiz, ahlâksız, hırsız bulunan bu insanlar verilen öğütleri dinlemediler. Kötü davranışlarını bırakmadılar. Sonunda Eyke halkı, yedi gün süren şiddetli bir sıcak arkasından üzerlerine bir buluttan yağan ateş yağmuru ile yok oldular. Medyen halkı da bir azabın gürültüsü ile, bir yer sarsıntısı ile helak oldu.

Şuayb aleyhisselâm Arabça konuşurdu. Fesahat ve belagat sahibi idi. Çok etkileyici olan hikmetli konuşmalar yapardı. Bundan dolayı Peygamberimiz ona “Hatibu’l-Enbiya” ünvanını vermiştir.

Hazret-i Şuayb’ın Mekke’ye hicret ettiği ve üç yüz yaşında vefat ettiği, Rükn ile Makam arasında (Kabe önünde) gömüldüğü rivayet edilmiştir.

MUSA ALEYHİSSELAM

39- Hazret-i Musa, Beni İsrail’den (İsraîl Oğullarından) İmran adındaki bir şahsın oğludur, Mısır’da doğmuştur. İsraîl Oğulları Mısır’da çoğalarak on iki kabileye ayrılmışlardı. Bunlara “Beni İsraîl Esbatı (İsraîl oğullarının torunları)” denirdi. Bunların böyle çoğalmaları, Mısır’ın eski halkı olan Kıptî’lerin hoşuna gitmiyordu. Onun için bunlara eziyet ediyorlardı.

Bir gün Mısır kâhinlerinden biri, Firavun’a (Kabus ibni Mus’ab adlı hükümdara) şöyle bir haber vermişti: “İsraîl Oğullarından gelecek bir çocuk, Mısır devletinin batmasına sebeb olacak.” Firavunda, İsraîl Oğullarının yeni doğan çocuklarını öldürmeye başlamıştı. İşte bu sırada Hazret-i Musa doğdu. Annesi, onu, Firavun tarafından öldürülmesin diye bir sandık içine koyarak Nil nehrine atmayı uygun buldu. Nil nehrinin kenara attığı bu sandığı Firavun’un zevcesi Asiye ele geçirip açtı. İçinden çıkan pek sevimli ve nurlu çocuğu çok sevdi ve onu kendisine evlâd edindi. Hazret-i Musa’nın annesi de, bir yolunu bularak, kendisini bu seçkin çocuğa süt anne tayin ettirdi.

40- Hazret-i Musa, kendisine düşman olacak Firavun’un sarayında besleniyordu. Bu, Yüce Allah’ın ibret alınacak pek büyük bir hikmeti idi.

Hazret-i Musa büyüdü. Bir gün İsraîl Oğullarından biri ile sokakta kavga eden bir Kıptî’ye bir tokat attı. Kıptî yere düşüp can verdi. Hazret-i Musa yaptığına pişman oldu. Firavun’dan korkarak Medyen şehrine çıkıp gitti. Orada Şuayb aleyhisselâm’ın kızı “Safura” ile evlendi. Bir süre sonra Mısır’a dönüp gitmek üzere zevcesi ile beraber yola çıktı. Giderken Tûr dağına uğradı. Orada Yüce Allah’ın hitabına kavuştu, kendisine peygamberlik verildi. Büyük kardeşi Harun’la Firavun’u dine çağırmaya Allah tarafından görevli kılındılar.

41- Hazret-i Musa’nın eli ay gibi parladı. Elindeki asa da, dilediği vakit büyük bir ejderha oluverirdi. Bunlar birer mucize idi. O zaman Mısır çevresinde büyücülük çok ilerlemişti. Firavun bu mucizeleri birer sihir (büyü) sanmıştı. Büyücüleri topladı. Bunlar Hazret-i Musa’ya meydan okudular. Fakat Hazret-i Musa’nın asa mucizesini görünce, büyücülerin hepsi iman ettiler. Bunun bir büyü olmadığını hemen anladılar. Çünkü bu asa bir ejderha kesilerek büyücülerin ortaya atmış olduğu hünerlerin hepsini yutmuştu. Eğer Hazret-i Musa’nın gösterdiği şey, bir gözbağcılık olsaydı, böyle yok etme üstünlüğü meydana gelemezdi.

42- Çekinmeden Rab olma davasında bulunan Firavun ile Mısır’ın eski halkı Kıptî’ler, Hazret-i Musa’nın bu mucezisini gördükleri halde, ne yazık ki, iman etmediler. Daha sonra bir gece, Musa aleyhisselâm İsraîl Oğullarını alıp Mısır’dan çıktı. Süveyş denizi bir mucize olarak yarıldı. On iki yola ayrıldı. İsraîl Oğullarının on iki kabilesi bu yollardan karşı yakaya geçtiler. Bunları izleyen Firavun ile onun ordusu suların tekrar kapanması üzerine boğulup gittiler. Yalnız Firavun’un cesedi, suların çarpması ile sahile atılmıştı. Kendi ölümlü varlığına güvenerek yaradanını unutmuş, Tanrılık davasında bulunmuştu. İşte böyle büyük bir gaflet içine düşen bir şahsın akıbeti büyük bir ibret levhası olmuştu.

43- Musa aleyhisselâm artık Firavun’dan kurtulmuş, İsraîl Oğulları ile beraber selâmetle denizi geçerek Tiyh sahrasına gelmişti. Onları burada bırakarak “Tur-i Sîna” denilen Tûr dağına gitti. Orada kırk gün kadar Yüce Allah’a ibadette ve yalvarışta bulundu. Mekândan ve zamandan münezzeh olan Yüce Allah’ın hitabına kavuştu. Kendisine Tevrat kitabı verildi.

44- Hazret-i Musa, Tur-i Sîna’dan Tiyh sahrasına dönünce, kavminin bir kısmını, Samirî adında birinin altından yapmış olduğu bir buzağıya tapar halde buldu. Buna çok üzülmüştü. Bunlar Harun peygamberin öğütlerini dinlemeyerek böyle bir sapıklık içine düşmüşlerdi. Sonra tevbe edip yaptıklarına pişman oldular.

45- Musa aleyhisselâm, Ken’an topraklarını, Arz-ı Mukaddes’i almak için Amalika ile savaşmak istiyordu. İsrail Oğulları ise savaştan kaçındılar. Böylece o mübarek peygemberin bedduasına uğrayarak kırk sene Tiyh sahrasında kaldılar. Aradan bir hayli zaman geçti. İsrail Oğullan arasında çölde büyümüş yiğitler yetişti. Hazret-i Musa bunları alıp Lût denizinin güney taraflarına götürdü. Daha ileriye giderek Amalika’dan Avc ibn Unk adındaki hükümdara savaş açtı. Şeria nehrinin doğu taraflarındaki beldeleri elde etti.

46- Hazret-i Musa, bir aralık gidip İbrahim aleyhisselâm’ın zamanından beri yaşayan veya Hazret-i İbrahim ile hicret eden kimselerin soyundan olan Hızır aleyhisselâm ile görüşmüş, ona verilen “Ledün ilmine (Allah’ın verdiği özel ilme)” şahid olmuştu.

47-Hızır aleyhisselâm’ın bir peygamber olduğunu ve kıyamete kadar yaşayacağını söyleyenler vardır. Zülkarneyn ile yolculukta bulunmuş, hayat kaynağına varıp ab-ı hayattan (ölmezlik suyundan) içmekle böyle uzun bir ömre kavuşmuş olduğu söylenmektedir. Bir kısım alimlere göre de, ölmüş bulunmaktadır. Zaten bu gibi büyük şahsiyetlerin ölümleri ile hayatları birdir. Onlar sonsuz ve yüksek bir hayata kavuşmuşlardır.

Musa aleyhisselâm rivayete göre, Kenan ili hududuna yakın bir yerde yüz yirmi yaşında olduğu halde vefat etmiştir. Hazret-i Âdem devrinin üç bin sekiz yüz altmış sekizinci yılına ve Mısır’dan çıkışlarının kırkıncı yılına raslar.

Hazret-i Musa’ya “Kelimullah” denir. (Yüce Allah, kendisi ile arada bir vasıta bulunmaksızın, niteliği bilinemeyen bir şekilde doğrudan doğruya konuştuğu için bu ismi almıştır.) Pek büyük bir peygamberdir. Dağınık bir halde yaşayan İsrail Oğullarını bir araya toplamış, onları esaret hayatından kurtarmış ve özgürlüğe kavuşturmuştu. Ne yazık ki, İsrail oğulları daha sonra zaman zaman yoldan çıkmış, gerçek dinlerini yitirmiş, tekrar esaretten esarete düşmüşlerdir.

HARUN ALEYHİSSELAM

48- Hazret-i Harun, Musa aleyhisselâm’ın ana-baba bir kardeşi ve peygamberlik görevlerinde yardımcı (veziri) idi. Çok güzel ve beyaz yüzü, konuşması açık-seçik, yumuşak huylu bir zat idi. Hazret-i Musa Tûr’a gittiği zaman Harun aleyhisselâm İsrail Oğullarının başında bulunmuş ve buzağıya tapanlara: “Siz bu yüzden fitneye düşmüş bulunuyorsunuz.

Sizin Rabbiniz Rahman ve Rahîm olan Yüce Allah’dır. Bana uyunuz, benim sözümü dinleyiniz. Samirî gibi bir münafıkın sözüne bakmayınız,” diyerek onlara etkili öğütler vermişse de, kabul etmediklerinden bir tarafa çekilerek Hazret-i Musa’nın dönüşünü beklemiştir. İsrail Oğulları bölünüp iki kısma ayrılmasınlar ve birbirleriyle mücadele etmesinler diye, Hazret-i Harun daha ileriye gitmemişti.

Rivayete göre Harun aleyhisselâm, Hazret-i Musa’dan yedi ay önce veya üç sene önce, yüz yirmi üç yaşında olduğu halde Tiyh sahrasında ölmüştür. Tûr-i Sîna civarında “Mürran” dağındaki bir mağaraya gömülmüştür. Kabri meşhurdur.

49- Her ikisine selâm olsun, Musa ile Harun’dan sonra, Hazret-i Musa’nın halifesi bulunan ve sonradan kendisine peygamberlik verilen Yuşa aleyhisselâm, İsrail Oğullarını alıp çölden çıkarmış ve Kenan ilini Kenanî’lerden almış, Şam diyarını fethetmiştir.

Yuşa aleyhisselâm yirmi sekiz sene kadar İsrail Oğullarına hakim olup yüz on yaşında vefat etmiştir. Kendisinden sonra, on altı kadar hakim daha gelip İsrail Oğullarına reislik yapmışlardır. Bunlann sonuncusu “İşmuil” aleyhisselâmdır. Bu zatların idareleri (493) sene kadar sürmüştür. Bu zamana “Harimler devri” denilir. Sonra İsrail Oğulları, kendilerine “Talût” adındaki bir zatı hükümdar tayin ettiler. Bu tarihten sonra da, İsrail Oğulları arasında “Melikler Devri” başlamıştı.

DAVUD ALEYHİSSELAM

50- Hazret-i Davud, Yakub aleyhisselâm’ın oğlu Yehuda’nın soyundandır. İsmail aleyhisselâm’ın vefatından sonra, kendisine peygamberlik verilmiş ve kayınpederi Talut’un ölümünden sonra da İsrail Oğullarına hükümdar olmuştur.
Hazret-i Davud’a verilen “Zebur” adlı kitab, hep öğütlerden, iman esaslarından ve dualardan ibarettir. Şeriata ait hükümleri kapsamıyordu. Kendisi de, Musa aleyhisselâm’ın şeriatı ile amel etmiştir.

51- Davud aleyhisselâm’ın çok hoş bir sesi vardı. Zebur’u okudukça, dinleyenler pek ruhanî zevklere dalardı. Bir mucize olmak üzere, mübarek elleri ile demiri mum gibi yumuşatır ve demirden zırh yapardı. Kendi elinin emeği ile yiyeceğini kazanırdı. Devlet hazinesinden para almak istemezdi. İnsanlara daima öğütler verir, adaletle hüküm vermeye çalışır dururdu. Kudüs şehrini fethederek hükümet merkezi yapmıştı. Umman beldelerini, Halep’i, Nusaybin’i, Ermenistanı ele geçirmişti. Kırk sene hükümette bulunduktan sonra yetmiş yaşında vefat etmiştir.

SÜLEYMAN ALEYHİSSELAM

52- Hazret-i Süleyman, Davud aleyhisselâm’ın oğludur. Onun ölümünden sonra on üç yaşında olarak yerine geçmiş. Sonra kendisine peygamberlik de verilmiştir. Bu bakımdan, babası gibi peygamberlikle hükümet etme görevlerini bir arada toplamıştır.

Hazret-i Süleyman’a doğuda ve batıda olan hükümdarlar itaat ederek kıymetli hediyeler göndermişler. Yemen Melikesi, Belkıs dahi, kendisi ile görüşmeye gelmişti. Kızıl denizinde hazırlattığı donanmayı Okyanus sahillerine yollamıştı. Tetmür ve Balebek şehirlerini ve yedi senede de Mescid-i Aksa’yı yaptırıp tamamlamıştı.

53- Süleyman aleyhisselâm, bir mucize olmak üzere kuşların dillerini ve maksadlarını anlarlardı. Onun hükmü insanlara ve cinlere, hatta rüzgârlara geçerdi. Ahlâk ve hikmete dair yazıları vardır. Kırk yıl pek muhteşem bir hüküm sürdükten sonra elli üç veya altmış yaşında vefat etmiştir.

Hazret-i Süleyman’dan sonra İsrail Oğulları iki devlete ayrıldı. Bunlardan biri “Yehuda” devletidir ki, hükümet merkezi Kudüs şehri idi. Bu devlet insanlar arasında daha çok itibar kazanmıştı. Diğeri de “İsraîl” devleti idi. İdare merkezi de Nablus ve daha sonra Samire şehri olmuştu.

Bu devletler, sonradan doğru yoldan çıktılar. İsrail Devleti, Asûrî’ler tarafından yok edildi. Yehuda Devleti de, “Buhti Nassar’ın saldırısına uğradı. Yahudilerin birçoğu Babil esaretine düştü. Daha sonraları İsraîl Oğulları, İranlıların, Yunanlıların ve Romalıların hakimiyetleri altına düşerek kendi hakimiyetlerini elden çıkardılar.

54- Buhti Nassar, Kudüs’ü ele geçirdiği zaman Beyt-i Makdis’i yıkmış, Tevrat nüshalarını yakmıştı. Üzeyr aleyhisselâm ile Daniyel aleyhisselâm’ı da diğer İsraîl alimleri ile beraber Babil’e götürmüştü. Daha sonra İran’daki Kiyaniyan Hükümeti Babil’i ele geçirip Geldaniye hükümetini yok edince, İsraîl Oğulları esaretten kurtularak vatanlarına dönmüşler ve Beyt-i Makdis’i yeniden inşa etmişlerdi. Hazret-i Uzeyir de, Tevrat’ı ezber okuyup yeniden yazdırmış ve böylece çoktan beri unutulmuş olan Musa peygamberin şeriatı yeniden meydana çıkmış oldu.

55- Kur’ân-ı Kerîm, Hazret-i Üzeyr’e dair bilgi vermektedir. Fakat peygamber olup olmadığını açıklamamaktadır. İslâm alimlerden bir kısmına göre, Hazret-i Uzeyir bir peygamber değildir, velilerden büyük bir zattır. Önceleri Yahudilerden bazıları Hazret-i Üzeyr için “Allah’ın oğludur” diyerek şirke saplanmışlardı.

56- Kur’ân-ı Kerîm’de isimleri anılan Zülkarneyn ile Lokman’ın peygamberliğinde de ihtilâf vardır. Zülkarneyn’in adı, bir rivayete göre “Mus’ab”dır. İbrahim aleyhisselâm’ın zamanında yaşadığı rivayet edilir. Dünyanın doğusuna ve batısına gitmiş, Ye’cüc ve Me’cüc denilen bir kabileye karşı bir sed (engel) yapmış, pek büyük başarılar elde etmiştir. Her halde Yunanlıların İskender’inden başkasıdır. Bunun hayatı bizce tamamen bilinmemektedir.

Hazeret-i Lokman’a gelince, bu da rivayete göre Davut aleyhisselâm’ın zamanında yaşamış ve ona kavuşmuştur. Salih ve hikmet sahibi bir zattır. Yunus aleyhisselâm’ın zamanına kadar yaşamış olduğu rivayet edilir. Oğluna olan çok önemli öğütleri Kur’ân-ı Kerîm’de anılmıştır.

İLYAS ALEYHİSSELAM

57- Hazret-i İlyas, İsrail Oğullarına gönderilmiş mübarek bir peygamberdir. İsraîl Oğulları, Hazret-i Süleyman’dan sonra ayrılığa düşmüşler. İçlerinden bazıları, Belebek Hakiminin yaptırmış olduğu “Ba’l” adındaki puta tapmaya başlamışlardı. Kendilerine Allah tarafından bir lütuf olarak gönderilen peygamber Hazret-i İlyas’ın öğütlerini dinlemediler. Bu peygamberi beldelerinden çıkardılar. Fakat bunun üzerine pek fena bir kıtlığa tutuldular, yaptıklarına pişman oldular. İlyas aleyhisselâm’ı arayıp buldular. Bir süre onun öğütlerini dinledilerse de, sonra yine isyana başladılar. Hazret-i İlyas da onların arasından çekilerek bir yerde kutsal bir şekilde yalnızca yaşamayı tercih etti.

ELYAS'A ALEYHİSSELAM

58- Hazret-i Elyasa, Beni İsraîl peygamberlerindendir. İsraîl Oğulları İlyas aleyhisselâm’dan sonra bu peygamberin de öğütlerini kabul etmediler. Hazret-i Musa’nın şeriatını bırakarak birbirleri ile uğraştılar. Sonunda üzerlerine Asuriye Devleti musallat oldu, hakimiyet kurdu.

Hazret-i Elyasa, İsraîl Oğullarının bu yolsuz hareketlerinden usanarak hilâfeti Zülkifl aleyhisselâma bıraktı ve arkasından vefat etti.

ZÜLKİFL ALEYHİSSELAM

59- Hazret-i Zülkifl muhterem bir peygamberdir. Elyasa’ hazretlerine halife olduktan sonra peygamberliğe kavuşmuştur. Kavmini tevhid dinine çağırmış, kendilerine birçok etkili öğütler vermiştir. Bitlis şehri yakınında gömülü bulunduğu rivayet edilir. Şam ve başka yerlerde makamları vardır.

YUNUS ALEYHİSSELAM

60- Hazret-i Yunus, İsrail Oğullarından gelen mübarek bir peygamberdir. Annesine nisbetle “Yunus ibni Metta” diye anılır. Asuriye Devletinin hükümet merkezi olan bugünkü Musul şehrinin karşısında harabesi görülen “Ninova” halkına peygamber gönderilmiştir. Putlara tapmakta olan Ninova halkı, Hazret-i Yunus’un otuz üç sene devam eden öğütlerini dinlemediler. Hazreti Yunus da, Allah tarafından kendisine izin verilmeden Ninova’yı terk etti. Dicle kenarına gitti. Bir gemiye binerek bir tarafa gitmek istedi.
 
Fakat gemi yürümedi, içinde bulunanlar: “Aramızda bir suçlu var,” demeye ve suçluyu bulmak için kur’a atmaya başladılar. Hazret-i Yunus, “O suçlu kul benim. Rabbimden izin almadan kavmimi bıraktım,” diyerek kendisini suya attı. Hemen büyük bir balık tarafından yutuldu. Bereket versin ki, hemen tevbe ve istiğfara başlamış oldu. “La ilahe illâ ente sübhaneke innî küntü minezzalimîn = Senden başka hiçbir İlâh yoktur. Seni bütün noksanlıklardan tenzih ederim. Hiç şüphesiz ben, böyle yapmakla zalimlerden oldum,” diyerek Allah’ı tesbihe devam etti. Bir süre sonra balık kendisini çıkarıp sahile attı.

61- Yunus aleyhisselâm’dan sonra Ninova şehrini korkunç bir kara duman sarmıştı. Oranın halkı hemen Allah Teâlâ’ya yalvararak tevbe ettiler. Yaptıklarına pişman oldular. O duman da üzerlerinden açılıp gitti. Başlarına gelecek belâlardan kurtulmuş oldular.

Hazret-i Yunus tekrar Ninova’ya gelip bir süre daha kutsal görevine devam etmeye çalıştı. Sonra bu şehri bırakarak yalnızlık köşesine çekildi ve orada vefat etti.

62- Asurî Devleti sonradan yıkılmıştır. Şöyle ki: Medye hükümdarı ile Babil valisi, Ninova şehrini çembere alarak yakıp yıktılar. Asurîlerin son hükümdarı bu duruma çok üzüldü. Ailesi halkı ile beraber yaktırdığı büyük bir ateşin içine atılarak yanıp gittiler. Bu şekilde sona eren Asurî Devleti’nin yerinde “Medye ve Geldan Devletleri” kuruldu.

ZEKERİYYA ALEYHİSSELAM

63- Hazret-i Zekeriyya, Süleyman aleyhisselâm’ın soyundan pek büyük bir peygamberdir. Beytü’l-Makdis’de Reis idi. Kendisine peygamberlik ihsan edilmiştir. Hazret-i Zekeriyya’nın zevcesi “İşa’ın kız kardeşi olan Hanne, kocası İmran’dan Meryem adında bir kız doğurmuştu.

Daha önce yapmış olduğu adağa dayanarak bu kızını Beyt-i Makdis’in hizmetine bağlamıştı. Hazret-i Meryem teyzesinin yanında büyüdükten sonra, Beytü’l-Makdis’de kendisine özel olarak ayrılan bir odada ibadetle meşgul oluyordu. Bu pek temiz ve iffetli kız, koca yüzü görmediği halde, Yüce Allah’ın bir kudret ve hikmet eseri olarak gebe kaldı. Hazret-i İsa’yı doğurdu.

64- Hazret-i İsa’nın babasız olarak doğmasından dolayı, Yahudiler şüpheye düştüler. Babasız çocuk olmaz diyorlardı. Oysa ki Âdem aleyhiselâm’ın hem babasız, hem de anasız yaratılmış olduğuna inanmıyorlardı. Hazret-i İsa’nın da bir mucize çocuk olduğunu görüp duruyorlardı. Sonunda Zekeriyya aleyhisselâm gibi şanı pek yüksek bir peygambere iftira ederek yaşlı halinde onu şehid ettiler.

Bir rivayete göre, Zekeriyya aleyhisselâm, oğlu Yahya aleyhisselâm’ın şehid edilişinden sonra şehid edilmiştir.

YAHYA ALEYHİSSELAM

65- Hazret-i Yahya, Zekeriyya aleyhisselâm’ın oğludur. Babası yaşlı iken annesi İşa’dan doğmuştur. Yüce Allah’ın azabından son derece korkar, günleri ah ve inilti ile geçerdi. Daha genç yaşta kendisine peygamberlik ihsan edildi. Rivayete göre, Hazret-i İsa’dan üç sene veya altı ay önce doğmuştur. İlk önce Hazret-i Musa’nın şeriatı ile amel ederdi. Sonra İncil’in Hazret-i İsa’ya verilmesi üzerine, İsa aleyhisselâm’ın şeriatı ile amel etmekle görevlendirildi.

66- Yahya aleyhisselâm, Hazret-i İsa’nın şeriatı ile amele başladığı bir anda idi ki, İsrail Oğullarının Reisi “Hiredus”. Musa peygamberin şeriatı üzere kendi kardeşinin kızını almak istedi. Fakat Hazret-i Yahya, İsa peygamberin şeriatına dayanarak, artık bu nikâhın caiz olamayacağını bildirdi. Bunun üzerine hırsa kapılan Reis, O masum peygamberi henüz otuz yaşlarında iken şehid etti. Bu şehid edilişi, rivayete göre, göğe yükseltilmesinden bir yıl önce meydana gelmiştir. Bu cinayeti işleyenler, bunun cezasını çekmiştir. Yurdları harab olmuş, nesilleri kesilip gitmiştir. Ahirette görecekleri azab ise, çok daha korkunçtur.

İSA ALEYHİSSELAM


67- İsa aleyhisselâm, Hazret-i Meryem’in oğludur. Onun doğuşu büyük bir mucize olmuştur. Yahudiler bunu anlayamadılar. Kötü zanna düşerek Hazret-i Meryem’i cezalandırmak istediler. Fakat Hazret-i İsa daha beşikte yatan bir çocuk iken, Yüce Allah’ın kudreti ile konuşmaya başladı: “Ben Allah’ın kuluyum, bana kitab verdi, bana peygamberlik verdi. Beni, her nerede bulunursam bulunayım mübarek kıldı,” dedi. Bu mucizeyi gören Yahudiler, Hazret-i Meryem’i cezalandırmaktan el çektiler.

Rivayete göre Hazret-i İsa, Beyt-i Makdis’e birkaç kilometre uzaklıkta bulunan “Beyt-i Lahm” köyünde aralık ayının yirmi dördüne raslayan çarşamba gecesi doğmuştur.

68- Hazret-i Meryem kocaya varmamış olan ve melekler kadar temiz ve iffetli bir halde bulunan bir hal içinde yaşarken, sadece Allah’ın kudreti ile İsa’ya gebe kalmıştı. Kur’ân-ı Kerîm bunu açıkça beyan buyurmaktadır. Bütün rnüslümanlar bu inancı taşımaktadır. Yüce Allah’ımızın büyük kudretini düşünenler, O’nun nice mucizeler gösterdiğini hatırlayanlar, Hazret-i Âdem’in anasız-babasız yaratıldığını düşünenler, artık Hazret-i İsa’nın bu yaratılışını uzak göremezler. Bunu hiç bir zaman inkâr edemezler. Hazret-i İsa’nın böyle bir mucize olarak yaratılışını inkâr etmek, Kur’ân-ı Kerîm’in şahidliğini yalanlamak demektir. Bunu ise, hiç bir mü’min yapamaz; çünkü imandan çıkmış olur.

Hazret-i İsa’nın öyle babasız yaratılmış olduğunu inkâr etmek, Yüce Allah’ın kudretini hudutlandırmak, Kur’ân’ın açık ifadesini değiştirmek, milyonlarca müslümanın asırlardan beri devam eden gerçek inancını bozmak demektir ki, böyle yanlış bir düşünceden Yüce Allah’a sığınırız.

69- İsa aleyhisselâm otuz yaşına erince, mübarek İncil’e ve peygamberlik görevine kavuştu. Yahudileri doğru yola çağırdı, kendilerine güzel öğütler verdi. Onlara büyük mucizeler gösterdi. Fakat kendisine pek az insan iman etmişti. Onlara “Havarî’ler” denilir. Rivayete göre bunlar on iki kişiden ibaretti.
Hazret-i İsa, bir süre annesi ile beraber Ürdün’e bağlı “Nasıre” köyünde oturdu. Bundan dolayı kendisine bağlı olanlara “Nasara” ve dinlerine de “Nasraniyet” denilmiştir. Böyle rivayet edilmektedir.

Yahudiler nihayet Hazret-i İsa’yı öldürmeye karar verdiler. Ona benzettikleri bir adamı tutup Kudüs’de siyaset meydanında darağacına astılar. İsa aleyhisselâm ise, Allah’ın emri ve kudreti ile göğe yükseltildi. Orada melek şekline büründü. Kendisine “Ruhullah” denir. Babasız olarak bir kudret ilhamı ile meydana gelmiş olduğu için bu seçkin ünvana sahib olmuştur.

70- Nasara’nın inançlarına göre Hazret-i İsa, İskender’in Babil’e üstün gelmesinden üç yüz altmış sene sonra doğmuştur. Hazret-i İsa doğduğunda annesi Meryem henüz on üçon beş veya yirmi yaşında bulunuyordu. Hazret-i İsa otuz yaşında peygamber olmuş, doğduğundan otuz iki sene ve birkaç gün sonra göğe kaldırılmıştır. Hazret-i Meryem de, bundan sonra altı yıl daha yaşamıştır.

Fakat İslâm âlimlerinden bir kısmına göre, İsa aleyhisselâm kırk yaşında iken peygamber olmuş, yüz yirmi yaşında iken de göğe yükselmiştir.

71- Hazret-i İsa’yı öldürmek isteyen Yahudiler, sonradan cezalarını çektiler. Şöyle ki: Roma’lılar Kudüs şehrini ele geçirerek Beyt-i Makdis’i yıktılar, kitabları yaktılar. Yahudilerin bir kısmını öldürdüler, bir kısmını da esir ettiler. Bunun sonunda ne gerçek Musevîlikten, ne de gerçek İsevilikten eser kalmadı.

Gerçekten Hazret-i Musa dini gibi, Hazret-i İsa’nın dini de asıl halini yitirmiş, hiç de yeryüzüne yayılamamıştır.
Şu da bir gerçek ki, Hazret-i İsa’nın vasiyeti üzerine Havarilerden bazıları öteye beriye dağılıp Hazret-i İsa’nın dinini yaymaya çalışmak istediler. Fakat o zaman dünyanın her tarafı cehalet, küfür ve şirk içinde kalmış bulunuyordu. Yahudilerle putperest olan Romalılar da, Hazret-i İsa’ya bağlı olanların azılı düşmanları idiler. İsa dinini kabul edenler, dinlerini gizliyor, gizlice ibadet ediyorlardı. Bundan dolayı Nasraniyet üç yüz sene kadar genişleyemedi. Bu süre içinde de asıl özelliğini yitirmiş İlâhî bir din olmaktan çıkmıştı.

72- Yahudiler Hazret-i İsa’nın hayatına kasdettikleri gibi, tebliğ ettiği dine de pek çok saldırılarda bulunmuşlar. İçlerinden bazıları Hazret-i İsa dinini görünüşte kabul ederek dostluk kurmuş ve halkın bilgisizliğinden faydalanarak Hazret-i İsa’nın tebliğlerini değiştirmişlerdir. Hıristiyanlığı akıl ve hikmete aykırı bir hale sokmuşlardı.

Romalılar ise, Hazret-i İsa dinine karşı açık bir düşman kesilmişlerdi. Fakat ne olursa olsun, din duygusu yaratılışta vardır. Bundan kalbleri büsbütün yoksun bırakacak bir kuvvet yoktur. Romalılar görünüşte üstün bir durumda iken, Hazret-i İsa dinine manen yenildiler. Söndürmek istedikleri bir dini parlatmaya hizmet ettiler. Ancak gerçek bir din yerine, onun adını taşıyan, hıristiyanlık da denilen aslını yitirmiş ve değiştirilmiş bir din yerleşmiş oldu.

73- Roma imparatoru Konstantin, Hazret-i İsa’nın doğuşundan üç yüz on sene sonra, siyasî bir maksada dayanarak Hazret-i İsa’ya nisbet edilmiş olan muharref dini kabul etti. Bayraklarına hac işareti koydu. Yenilen ordusuna güç kazandırmak istedi. Hıristiyanlığın yayılması için de birçok gayretler gösterdi.
Konstantin, eski Bizans kasabasının bulunduğu yerde Konstantiniye (İstanbul) şehrini kurdu. Hükümet merkezini de, Roma’dan buraya nakletmişti. Bu tarihe kadar Mukaddes İncil’in asıl nüshaları kaybolmuş, İncil adına Havarî’lerle onların talebeleri tarafından birçok risaleler ve tarih kitabları yazılmıştı. Bundan dolayı Hıristiyanlar arasında pek çok ayrılık vardı. Konstantin’in emri ile “İznik” şehrinde bir din meclisi toplandı. Bu meclisin binden fazla üyesi vardı. Birçoğu birbirinin dilini anlamıyordu. Yüzlerce risale ve kitablardan yalnız dördü, hem de üyelerin sadece bir kısmı tarafından seçilerek İncil adı sadece bunlara verildi.

74- Roma İmparatorluğu daha sonra, doğu ve batı imparatorluğu adıyla ikiye ayrılmıştır. Bu devletler birbirini kıskanıyordu. Nihayet mezheb bakımından da ikiye bölündüler. Roma’da “Rimpapa”ya bağlı kalanlara “Katolik” denildi. İstanbul patriğine bağlı kalanlara da “Ortodoks” denildi. Daha sonra, bir de “Protestanlık” meydana çıkmıştır. Buna göre, bugün Hazret-i İsa’ya bağlı olanların başlıca mezhebleri üçtür. Bunların da birtakım dalları vardır.

Sonuç: İsa aleyhisselâm’ın bildirmiş olduğu “Tevhid inancına” dayanan bir din, sonradan aslını yitirmiş, şekilden şekile girmiştir. Bu dine bağlı olanlar, Hazret-i İsa’ya ve diğer yaratıklara ulûhiyet makamı vermişler, mabedlerini resim ve haçlarla doldurmuşlar, böylece müşriklerin mabedlerine benzer bir hale getirmişlerdir.
 
75- Milâttan itibaren altı asır geçmiş, cihanın her tarafı cehalet ve sapıklık içinde kalmıştı. Gerek Roma Hükümeti, gerek İran’daki “Sasaniyan” devleti ahlâk bozukluğu yüzünden çözülmeye yüz tutmuştu. Bütün milletler arasında dinsizlik ve ahlâksızlık başta geliyordu. Bu bir fetret (boşluk) devri idi. Artık dünyayı hak ve hakikata çağırmak, dünyayı düzeltmek için, en büyük ve en son peygamberin gelmesine ihtiyaç vardı. Bunun üzerine Yüce Allah beşeriyete ihsanda bulunarak onlara en büyük peygamberi ve peygamberlerin sonuncusu Hazret-i Muhammed Mustafa (sallallahu aleyhi ve sellem) Efendimizi gönderdi. Artık insanlık ufuklarını yeni bir hidayet nuru, o ana kadar görülmemiş bir azamet ve letafetle aydınlatmaya başlamış oldu.
 
Hakkın en parlak nuru ortaya çıktı;
Doğdu Kur’ân güneşi, karanlık gece bitti…

Ömer Nasuhî Bilmen, Büyük İslam İlmihali
Daha yeni Daha eski